@ugurluay
|
4.BÖLÜM “Hey gönül gene bu gece Kederin geceden yüce; Gel susalım beraberce: Böyleymiş kara yazımız.” (Sabahattin Ali*Kara Yazı) Türker kendini bilmez bir halde gecenin bir vaktinde yıllar önce kıyametinin kopmasına sebep olan uçurumun kenarına gelmişti. Yıllar içinde ayakları o kadar çok getirmişti ki onu buraya, sayısını kendi bile hatırlamıyordu. Ama her defasında daha fazla ileriye gidemiyordu. Kendini taşıyamayacağını hissettiği ayaklarının acizliğine uğradı. Güçsüz düşen adam dizlerinin üzerine ansızın çöktü. Sürünerek geldiği arabanın tekerine çaresizce sırtını dayadı. Saatlerdir burada oturuyordu. Gecenin zifiri karanlık vaktiydi. Güneş doğduğunda gece aydınlığına kavuşacak ve herkes yeni bir güne merhaba diyecekti. Yoksa bu zifiri karanlığın bir açıklaması olamazdı. Peki ya o? O ne diyecekti? Yeni gün ona da güzelliklerini bahşedecek miydi? Ona karşı o kadar cömert davranacak mıydı? Gözünden damla damla akan yaşlara aldırış etmeyen adam başını ritmik olarak arabanın tekerine yavaşça vuruyordu. “Neden?” diyordu her defasında “Neden?” diye tekrarlıyordu aralıksız olarak. “Nedenini bilmemen ne garip?” diyen sesi duyduğu an başını vurma hareketi ansızın durdu. Bu ses… Bu sesin şu an orada olma ihtimali imkânsızdı. Gözlerini açmaya korkuyor onun orada olmama ihtimali adamın yüreğini daraltıyordu. İnatla açmadığı gözlerine eşlik eden fısıltısı “Yoksun, burada değilsin, sadece bir hayalsin…” diyerek mırıldanıyordu. Kulaklarına ulaşan adım sesleri ile kaşlarını çatan adam inatla hala gözlerini aralamamak için direniyordu. “Gözlerini açmamak gerçeklerle yüzleşmeni engelleyemeyecek.” Dedi soğuk bir sesle. Türker bu cümlelerin idrakine vardığı an hızlıca gözlerini açtı. O, Çağla şu an tam da karşısındaydı. Saatler önce Rüzgar’ın kollarında gülücükler saçan o kız şimdi tam olarak tüm heybeti ile dimdik karşısında duruyordu. Üzerinde siyah bir pantolon ve beyaz bir tshirt vardı. Saçlarını açmış gözlerinin içine çok uzak bir diyardan bakar gibiydi. “Çağla…” dedi şaşkınca. Onu karşısında gören adam yerden elleriyle destek alarak heyecanla kalktığında hala onu karşısında gördüğüne inanamıyordu. “Buradasın. Geldin. ”diyerek ona büyük bir coşku ile adım attığında kız birkaç adım geriledi ve elini ona durması için havaya doğru kaldırarak “Sakın bana yaklaşma.” Dedi onun yakınlığına tahammül edemeyeceğini hissettirir gibiydi. Bir an bu tepki ile karşılaşmak adamı huzursuz etse de elleriyle gitmesine engel olmak adına “Tamam, tamam gelmiyorum lütfen sakin ol. Sadece konuşmak istiyorum Çağla. Ben, ben gerçekten özür dilerim. Her şey için özür dilerim. Yıllar geçse de ben seni hiç unutamadım, ben seni hep sevdim Çağla, bundan asla bir an olsun vazgeçmedim. Affet yaptıklarım ve yapamadıklarım için affet nazlı bakışlım.” Dedi ona bir an önce eskiyi hatırlatmak istiyordu. Nazlı bakışlım, efsun kokulum derdi ona. Şimdi ise o günlerin ışık hızıyla zihninde yankılansın bir bir canlansın istiyordu. “Gerçek dışı sözler, yalanlar ve iftiralar gönül gözü üzerine pis bir örtü gibi perdelenir. Aklını yitirip vicdanını yoksaydın sen, gerektiğinde kullanmayı bildiğin dilin şimdi de susmayı bilsin Türker.” “Çağla…”dedi yalvarırcasına. “Sen nasıl bir adamsın Türker, ne kadar basit değil mi? Hayatını çaldığınız kızın karşısına geçip beni affet demek senin için ne kadar kolay öyle değil mi?” Dedi yapmacık bir kahkaha ile ve devam etti. “Bu gerçekten de sana ve senin tayfana yakışır bir cümle doğrusu.” “Bak ne desen ne söyleyen haklısın ama beni de anla gençtim, cahildim ve işin bu boyutlara ulaşacağını inan ki tahmin edemedim.” Diyerek kendini açıklamaya çalışırken gözleri geçmişe, o ana dalıp gitmişti. “Ne o? Hatırlamak mı istiyorsun o anları?” “Hayır istemiyorum, o kazayı artık hatırlamak dahi istemiyorum. Ben o günden sonra her gece kabuslarımda o anı defalarca yaşadım.” “Kaza mı? Siz beni ölüme terk ettiniz. Bu bir kaza değil cinayetti. ” Diyerek adım adım uçurumun kenarına gidiyordu. Adam kızın uçurumun kenarına gidişine şaşkın bir halde bakarken “Çağla, dur nereye gidiyorsun? Orası uçurum, dur diyorum sana düşeceksin. Yalvarırım dur.” Dedi arkasından bağırsa da onu tutacak gidip durduracak dermanı yoktu. Kız bir an durdu. Uçurumun tam kenarına geldi ve ellerini iki yanına doğru açarak arkasında gözyaşları içinde bıraktığı adama haykırdı. “Korkma Türker, bir insan bir kere ölür. Sen beni 17 Ağustos 1999 gecesi öldürdün. Sen beni o gün yetim öksüz bıraktın. Sen beni o gün acılar içinde ölüme terk ettin,kimsesiz bıraktın. Bir daha asla öldüremezsin beni. Çünkü bir insan bir kere ölür.” “Çağla yalvarırım dur, yalvarırım bir adım daha atma bana bu acıyı bir kez daha yaşatma.” Dedi dizleri üzerini çöküp kıza tutması için elini uzattı. Ona uzattığı elini tutsun ve o uçurumun kenarından bu defa olsun kurtulsun istiyordu. Çağla iki elini açmış rüzgârı bedeninde hissederken yavaş yavaş döndü ve önce Türker’in perişan haline sonra da kendisine uzattığı eline baktı. Yıllar önce uzatmadığı elini şimdi mi uzatıyordu? Yıllar birinin yüreğine vicdan tohumlarını serpmiş, diye geçirdi aklından. Çağla çarpık bir gülümseme ile onun acınası haline baktı. Hafifçe eğildi ve dudaklarını kulağına yaklaştırdı. “O kadar kolay değil Türker Bey, bana ödeyeceğiniz bedel bu kadar ucuz değil.”diyerek bulunduğu yerde doğruldu ve ellerini ceplerine yerleştirerek yanından usulca geçti. Adam derin derin nefesler alıp verirken kalbinin çok hızlı attığını hissediyordu. Adeta yüreği kuşlar gibi çırpınıyordu. Kızın uçurumun kenarından uzaklaşması onu biraz olsun rahatlatmıştı. Başını kaldırdığında kızın bir karartıya doğru gittiğini ördü. Gözlerindeki yaşları elinin tersi ile sildiğinde görüşü daha netleşti. Gördüğü gerçekle dili “Rüzgâr.” Diye fısıldadı. Çağla bir an durup ardında bıraktığı Türker’e doğru döndü ve bir iki adımda tekrar yanına geldi. Onun kıpkırmızı olmuş gözlerine doğru eğilip omzuna dokundu. “Hikâyenin başladığı yerdeyiz Türker. Ve senin için üzülerek söylüyorum ki bu hikâyenin baş kahramanı sen değilsin. Bu hikâyenin de ömrümün de tek kahramanı Rüzgâr. Sen artık benim hayatımda figüran bile değilsin.” Diyerek doğruldu ve arkasını dönerek Rüzgâr’ın yanına doğru ilerledi. Kız, Rüzgâr’ın yanına ulaştığında onun gözlerinde endişe dolu bakışlarla karşılaştı. “Beni korkuttun.”Rüzgâr kızı kendisine usulca çekerek sımsıkı sarıldı. “Bir daha bunu asla yapma.” Dedi yapmacık bir kızgınlıkla. Kız adamın bu cümlelerine karşılık yüzüne bakıp sıcacık bir gülümseme gönderdi. “Korkma, canı canım kadar değerli olan yüreği üzecek hiçbir şey yapmam.” Dedi ve adamın dudaklarına usulca ama bir o kadar da sahiplenircesine öpmeye başladı. Türker bu sahneyi gördüğü an kalbine binlerce alevli okun saplandığını hissetti. Elleriyle toprağı sertçe avuçlayan ve istemsizce sıktıran adamın üzerine adeta bir karabasan çökmüş gibiydi. Bağırmak istiyor ama bağıramıyor, kalkıp kuzeninin yüzüne okkalı bir yumruk savurup şahit olduğu bu manzarayı yerle bir etmek istiyor ama bedeni betona saplanmış gibi hareket edemiyordu. Gücü bitmiş, tükenmiş, felç olmuş gibiydi. Adeta hayattan silinip gidiyordu. Eriyip gidiyor, mahvoluyor, ziyan olup gidiyor ama ayağa kalkamıyordu. Kız gülümseyerek adamdan uzaklaştığında “Burada işimiz bitti.” Dedi ve gözleriyle yerde acılar içinde bıraktığı Türker’e baktı. “Şimdilik.” Diye tısladı ve nişanlısı tarafından elinden tutularak arabaya doğru yönlendirildi. Türker onların gidişini nefes alan ama cesetten farksız bir bedenle izledi. İnsan kaç defa ölürdü? O hatasının bedelini her gece gördüğü kâbuslarla, yaşadığını hissetmediği anlarda ödememiş miydi? Peki, çektiği o acıların yanında bu hissettiği acı da neyin nesiydi? O ölmek ise bu hissettiği neyin nesiydi? |
0% |