@ugurluay
|
7.BÖLÜM “Yanıyor beynimin kanı, Bilmem nerelere gitsem? İçime sığmayan canı Hangi rüzgâra eş etsem?” (Sabahattin Ali*İstek) Firuze Hanım “Niye içtin bu kadar anlamadım ki?” Pencerelerin perdelerini sertçe açarken bir yandan da huysuzca söylenmeye devam ediyordu. Türker annesinin susmak bilmeyen sesini duydukça meyus bir halde yüzünü buruşturuyordu. Firuze Hanımın ağzından çıkan her bir kelimesi adamın beynine bir ok misali acımasızca saplanıyordu. Bu durumdan hiç hoşnut olmayan Türker homurtularını yükseltse de annesinin vazgeçmeyeceğini de biliyordu. Türker ‘in yatak odası adeta onun ruh halini yansıtıyordu. Siyahın ve gri tonlarının ağır bastığı koyu renkler adeta geçmişinin bir yansıması gibiydi. Firuze Hanım ellerini beline yerleştirerek başında dikilerek kızgın gözlerle oğlunu tarumar olmuş haline bakıyordu. Yatağının üzerine yüzükoyun yatmış, üstünü bile çıkarma gereği duymamış oğluna harazalı sesiyle tekrar celallendi. “Oğlum kalksana artık saat kaç oldu?” Firuzan Hanım oğlunun giderek elleri arasından kayıp gittiğini hissediyordu. Geçen yıllar onun giderek asi bir insan olmasına sebep olmuştu. Başta ergenliktir geçer demişlerdi fakat hiçbir şey geçmemiş dahası onu anlamak artık imkânsız hale gelmişti. “Anne lütfen tepemde bağırıp durma, yalnız bırak beni.” Yastığı alarak hırsla kafasının üzerine bastırdı. Başı çatlayacak gibi ağrıyordu ve annesi bu konuda ona hiç yardımcı olmuyordu. Firuze Hanım oğlunun bu vurdumduymaz hallerine daha fazla dayanamadı ve sertçe başının altındaki yastığı alarak onun bir nebze olsun kendisine gelmesini sağladı. Türker bu hareket karşısında annesinden kaçışın pek de mümkün olmadığını anladı. Pes edercesine erinçsiz bir halde yattığı yerden doğruldu. Bir eliyle alnını ovuştururken zorbela gözlerini açmak için çabalıyordu. Firuze Hanım, oğlunun viran olmuş halini, dertli bakışlarını gördüğünde anne yüreği daha fazla paylamaya dayanamadı. El vermedi gönlü onun daha fazla üzülmesine. Usulca ona derman olmak ister gibi yanına oturdu ve başını şefkatle okşamaya başladı. Şimdi gözlerinin önünde sanki beş yaşındaki oğlu vardı. Yaramazlık yapmış ve annesine sığınmış küçük Türker. Ah! Dedi anne yüreği, keşke o günlere geri dönebilsem, keşke nerede yanlış yaptığımı bilebilsem de seni dipsiz kuyuların karanlıklarından çekip alabilsem, diye geçirdi aklından. Ne kadar çabalarsa çabalasın ulaşamıyordu oğluna, yetemiyor, yetişemiyor, derman olamıyordu çektiği acıya… Belki Rüzgâr geri döndüğünde onu kendine getirir diye düşünmüş ama Türker’in dün gece bir andan ortalardan kaybolması kadını içten içe çok üzmüştü. “Oğlum, Türker’im anlat bana artık ne olur? Yıllardır bir cehennemde yanıyorsun farkındayım ama sana yardımcı olamıyorum. Çünkü sebebini anlatmıyorsun be oğlum. Anlat, anlat ki sen huzura ben eski şen şakrak oğluma kavuşayım.” Türker, annesinin dokunuşundan başını uzaklaştırıp, kafasını elleri arasına aldı. Onun suskun halleri annesini daha da hüzünlendirdi. Oğlu azap çekiyor, kahır denizinde savruluyor, ıstırap kayalıklarına dalgalar gibi çarpıyor ama ağzından tek bir kelime dahi çıkmıyordu. “Oğlum…” dedi kadının gözünden bir damla süzülüp giderken acı yüreğine tekrar gelip oturmuştu. “Anne bir şey yok gerçekten, ben sade biraz dağıldım.” “Neden peki oğlum?” “Bir nedeni yok anne,” diyerek umutsuz şekilde birden ayaklandı. Az önce annesinin açtığı pencereye yöneldi. Elini cama dayarken başını koluna yasladı. Derin bir nefes bırakıp gözlerini kapadı. Yeni gün ona hiçbir şeyi geri getirmemişti. “Anne, izin verirsen biraz daha dinlenmek istiyorum.” dedi bıkkın kuru bir sesle. Firuze Hanım, bugün de oğlunun ağzından tek bir kelime dahi alamayacağını anlamıştı. “Peki oğlum.” Diyerek oturduğu yerden kalktı. Mahzunlaşmış bir halde kapıya doğru yöneldi. Tam çıkmak üzereyken aklına gelen yeni bir şey ile kendisine arkası dönük olan oğluna seslendi. “Bu arada Rüzgâr aradı. Telefonun kapalıymış sana ulaşamamış. Daha önceleri lise yıllarında sürekli gittiğiniz bir mekân varmış orada seni ve arkadaşlarınızı kahvaltıya davet etti. Mutlaka gelmeni söyledi.” Türker’in duyduğu isim ile kan beynine sıçradı. Hırsla annesine dönerek gözü dönmüş bir şekilde “ Rüzgâr seni mi aradı?” dedi. Firuze Hanım ondaki bu ani ruh hali değişimine kuşkuyla bakarken “Sen şimdi niye böyle bir tepki verdin? Kuzenin nezaket göstermiş ve sizlerle dün gece fazla ilgilenemediği için kahvaltıya davet etmiş. Senin bu hiddetinin sebebi ne?” dedi meraklı gözlerle. Türker yaptığı çıkışın yersiz, zamansız olduğunu ve annesini durup dururken kuruntu içine atmanın doğru olmadığını hissederek hemen kendisini toparladı. “Benim bir çıkış yaptığım falan yok sadece şaşırdım.” Dedi elini ensesine götürüp ovuştururken normal davranmaya çabalıyordu. Firuze Hanım, şu an için oğlunun üzerine gitmemeye karar verdi. Ama sorunun ablasının oğlu Rüzgâr kaynaklı olduğunu anlamıştı. Hiçbir şeyden haberdar olmayan ama içten içe evham yapan kadın Türker’in yüzünü avuçları arasına aldı ve gözlerinin içine sükûnet ile baktı. “Bak oğlum, ne olursa olsun şunu asla unutma. Rüzgâr senin kuzenden öteye kardeşin sayılır. O yeni hayatına adım atarken ona köstek değil en büyük desteği senin göstermen lazım. Aranızda nasıl bir sorun yaşandı bilmiyorum ama et tırnaktan ayrılmaz. Siz beraber büyüdünüz, aynı sofraya oturup aynı ekmeği bölüştünüz. Bakışlarından hissettiğim o düşmanlığı silip at.” Dedi ve oğluna sıkıca sarıldı. Türker annesinin bu tavrı karşında sarsılmıştı. Gözlerinden bir damla yaş akıp giderken “Ah be annem senin o et ve tırnak dediğin çoktan can yakıcı şekilde ayrıldı. Ortalık kan gölüne döndü. Sadece siz farkında değilsiniz.” Diye iç geçirerek gözlerini kapadı. |
0% |