@ugurluay
|
8.BÖLÜM “Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de, Aradığım yerlere benzeyiş buldum sende.” (Sabahattin Ali*Öyle Günler Gördüm ki…) Et ve tırnak mıydılar? Yoksa kanlı düşman mı? Türker içine düştükleri duruma anlam veremez bir halde Rüzgâr’ın neyi planlamış olabileceğini düşünerek arabasıyla ilerliyordu. Yıllar önce Çağla’yı onunla o mekânda tanıştırmıştı. Tarih tekerrürden ibaret derlerdi de inanmazdı. Ama şimdi tecrübe ederek görüyor, bir şeyler tekrar ederken kendisinin olması gereken yerde kuzeninin olması fena halde canını sıkıyor, ölümü diler hale getiriyordu. Derin düşünceler içinde kıvranırken mekâna gelmiş olduğunu fark etti. Arabasını uygun bir yere park edip indiğinde nefes almadığını giderek göğsünün daraldığını hissetti. Böyle bir acı daha önce ne zaman hissetmişti? Elini kalbinin üzerine götürüp sırtını arabasına yasladı. Sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Sakinleşmeli ve ortada nasıl bir dolap döndüğünü bir an önce çözmeliydi. Tüm bunların yalnızca acımasızca planlanmış bir intikam oyunu olduğunu düşünüyordu. Onun nazlı bakışlı, efsun kokulu sevdiği asla kendisinden başkasını sevemezdi. Buna inanması mümkün değildi. Türker derin derin soluk alıp verirken omzuna dokunan el ile bir an olduğu yerde irkildi. Arkasındaki elin sahibine dönüp baktığında gördüğü kişi onun biraz olsun rahatlamasını sağladı. “Sen miydin?” “Bende seni bekliyordum. İyi misin?” diyen kişi Enis’ten başkası değildi. “Nasıl olabilirim Enis ?” dedi büyük bir kederle. “Onlar içeride yıllar önce kuzenimi sevdiğim kızla tanıştırdığım mekânda, Çağla kuzenimin yanında nişanlısı olarak otururken söylesene nasıl olabilirim? Ben yaşadığım hüsran yüzünden onu gördüğüme bile sevinemedim. Canım yanıyor Enis, ben böyle bir acı daha önce hiç yaşamadım.” Dedi büyük bir itiraf içine girerken dolu dolu olan bakışlarını arkadaşından kaçırdı. Elinin tersi ile akmaya hazırlanan hüzün damlalarını fark ettirmemeye çalışarak silen adam bozulan sesini düzeltmeye çalışarak genzini temizledi ve gözlerini bu defa da içeriyi göstermeyen mekânın camlarına dikti. “Oradalar mı?” dedi suratına yapmacık bir gülümseme takınıp alaylı bir şekilde konuşarak. “İçeriye girmek zorunda değilsin. Bunu kendine yapma, zorlanıyorsun. Biraz kendine zaman tanı, onlara istediğini verme.” “Anlamıyorsun değil mi? Bu mevzu artık kaçıp saklanabileceğimiz bir durumdan çıktı. İpin ucuna ben, sen, Ferda, Ekin hepimiz gitsek de inan ki umurumda değil. Bizim sonumuz onu Rüzgâr’dan ayıracaksa, benim bitişim onun kurtuluşu olacak ve beni affedecekse, ondan gelecek her şey şu saatten sonra razıyım, yeter ki bu kabustan bir an önce uyanayım.” “Kararlı mısın?” “Benim bu yoldan dönüşüm yok artık, ister yanımda dur destek ol, ister karşımda dur bana karşı savaş. Ne olursa olsun asla vazgeçmeyeceğim. ” “Ne zaman sensiz bir adım attım ben, sen benim arkadaştan öte dostumsun. Anca beraber kanca beraber.” Dedi ona güven verircesine. Türker arkadaşının bu tepkisi ile kendisini daha iyi hissetti. “Hadi içeriye girelim de şu Ali Cengiz oyununu çözelim.” Türker ve Enis mekâna adımlarını attıkları anda Çağla’nın lavaboya doğru yöneldiğini gördüler. Türker bir an duraksadı ve ileriye bir adım daha atamadı. Onun bir kuğu gibi süzülüp gittiği o ana takılı kaldı. Yanı başında Enis olmasa daha ne kadar sürede orada kalacağını bilmiyordu. Kolunda hissettiği dokunuşla arkadaşını döndürdü bakışlarını. Ayakları istemsiz olarak Çağla’nın gittiği yöne doğru yöneldiğinde Enis kolundan sıkıca tuttu. “Oğlum bir dur hemen rezillik çıkarma.” “Sadece konuşacağım Enis, amacım rezillik falan çıkarmak değil. Sen içeridekileri oyala, sakın ola ki Rüzgâr’ın masadan kalkmasına izin verme. Benim işim fazla uzun sürmez. Sadece Çağla Hanım ile küçük bir geçmişe yolculuk yapacağız.” Enis onun ne demek istediğini tam olarak anlamasa da arkadaşının bu fikirden caymayacağını çok iyi biliyordu. Çaresizce olumlu anlamda başını sallayarak içeriye doğru yönelirken Türker’in bakışları lavaboların olduğu tarafa doğru yöneldi. Asi adımlarla ilerleyen adam kapıya ulaştığında birilerinin olmadığından emin olmak istedi. Başını uzattığında kimsenin olmaması onun derin bir rahatlama yaşamasını sağladı. İçeriye sessizce girip kapıları tek tek tıklattı. Sadece Çağla’nın sesini duyduğu an tuvaletin kapısını kilitledi ve büyük bir keyifle ellerini göğsünün altında birleştirerek yüzünde çarpık gülümseme oluşturdu. “Bakalım geçmişe yolculuk yaptığında da hala Rüzgâr’ın adını ağzına alabilecek misin?” dedi sadece kendisinin duyacağı şekilde fısıltı halinde. |
0% |