@ugurluay
|
10 yıl sonra Güneş etrafı tüm şefkati ile aydınlatırken Rüzgâr burnuna dolan eşsiz koku ile gözlerini usulca araladı. Dirseğinin üzerinde doğrularak yan döndüğünde kalbini eşsiz bir mutluluk kapladı. Her Allah’ın günü gözlerini açtığında yanı başında sevdiği kadını görmek içinde sevgi tomurcuklarının soluksuz çoğalmasına sebep oluyordu. Yıllar geçmesine rağmen ne alışmak, ne de sıradanlaşmak ona göre olmamıştı. Aşkı her an, her dakika ve saniye de Çağla’ya iliklerine kadar sevgini hissettiriyordu. Eşsiz cümleler eşliğinde serenatlar yapmak onu delicesine ve soluksuz yaşamak istiyordu. Rüzgâr Çağla’nın beline ellerini dolayarak onu kendisine doğru göğsüne çekti. Çağla’nın sırtı Rüzgâr’ın göğsüne yaslandığında tatlı homurdanmalarda bulunan kadının yüzündeki keyfini görebiliyordu. Rüzgâr onun bu huysuz ama mutlu haline gülümserken hasretini dindirmek için başını onun boyun köküne yerleştirip derince içine soludu. Geceden sabaha sevgiye aç kalmış bir halde onun kokusunu defalarca içine çekti. Sonra dilinden akıp giden cümleler sevdasının kulaklarına dolup taşmıştı. “Sebepsiz sevmektir aşk, Nedeni olmadan bağlanmak birine. Gözlerine baktığında erimektir içten içe, Ellerini tuttuğunda titremektir tüm benliğinle Hatta sarılamamaktır utançtan, Çünkü utanmaktır sevmek aslında, Sevmek nedir aslen? Ölmek mi uğruna? Yaşamak mı onunla? Sevmek mi ömür boyunca? Yoksa ayrılmak mı gerekince? Nedir insanı başkasına bağlayan? Güzelliğimi? Bilmez kimse bu soruların cevabını. Kimi sever güzelini, Kimi sever özelini...” Rüzgâr sevdiği kadının kulağına Can Yücel’in şiirini fısıldarken onun uyanık olduğunu gözleri kapalı olmasına rağmen dudaklarının gülümsemesinden anlamıştı. Çağla’nın dudaklarına masum minik bir buse kondurarak “Günaydın sevgilim.” Dedi ve bu defa dudakları yanağına yönelerek öptü. “Günaydın gün ışığım.” Diyerek burnundan öptü. “Günaydın hayat ağacım.” Dedi ve alnından öptü. Onun bu halleri Çağla’yı baştan çıkarmaya yetiyordu. Çağla gözlerini açmış Rüzgâr’ın kolları arasındaki mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Mest olmuş bir halde kolları arasına iyice yerleşti. Elleriyle yüzünü avuçları içine alarak “Günaydın sevgilim.” Dedi ve dudaklarına küçük ama tesiri büyük bir buse kondurdu. “Çağla’m”. Diyen adam devamını getirmek için genç kadının tam üzerine eğilmişti ki kapının kulpunun güçlükle açılmaya çalışılması ile Çağla sertçe Rüzgâr’ı üzerinden ittirdi. Genç adam neye uğradığını şaşırırken dengesini sağlayamayarak yere güçlü ve hızlı bir düşüş gerçekleştirdi. Canı yanarak “Ah!” diye inlemişti. Çağla ellerini ağzına kapatarak “Hih!” diyerek ses çıkardı. Yatakta doğrulup “Rüzgâr iyi misin hayatım?” diyerek ona baktığında adamın hala ne olduğunu anlayamamış olmasının şaşkınlığına Çağla’yı güldürmüştü. “İyiyim iyiyim”. Diyen adamın kapıdaki minik ziyaretçilerine ufaktan sinirlenmeye başlamıştı. Ayağa kalkarak kapıyı açmaya çalışan ama açmayı başaramayan minik ziyaretçiye kapıyı açtığında karşısında elinde küçük ayıcığı Bobo ile pijamaları ile oğlu Burak’ı gördü. Onun bu hali ADAMI güldürse de eğilerek yapmacık bir kızgınlıkla oğlunu kucağına aldı. “Babacığım ne oldu? Sen bu saatte uyanmazdın, kötü bir rüya mı gördün?” dedi bugün doğum günü olan ve dört yaşına girecek olan oğluna baktı. Burak babasına kaşları çatık bir halde bakarak “Annem neden burada?” dedi hesap sorarcasına. “Ne?” dedi şaşkınlıkla. “Annem benimle yatmıştı baba, seninle anlaşma yaptık. Unuttun mu?” dedi. Rüzgâr karısının gülümseyerek kendisine baktığını gördü. “Ha şu mesele.” Dedi ona göz kırparak. “Oğlum hatırlarsan biz seninle anlaşmaya varamamıştık. Ben sana herkesin kendi odası olduğunu ve annenin odasının da burası olduğunu söylemiştim.” Dedi. Daha nasıl anlatacağını bilemiyordu. Burak son zamanlarda ciddi anlamda babasını kıskanıyor, annesi ile yan yana bile oturmasına izin vermiyordu. Babası en büyük rakibiymiş gibi davranıyordu. Babasının kucağında huzursuzca kıpırdanan Burak aşağıya doğru kayarak yere indi. Pıtır pıtır yürüyerek annesinin yanına yatağa çıktı ve “Annem.” Diyerek kocaman sarıldı. Kaşlarını yukarıya kaldırarak oğlunun kendisine karşı gösterdiği tavra şaşırıyordu. Ağır adımlarla onların yanına gelen adam yatağa oturacağı vakit “Babam gitsin anne.” Dedi. Rüzgâr’ın bedeni taş kesilip hareketsiz kaldığında “Oğlum.” Dedi “Burası benim yatağım.” “Hayır.” Diyerek taviz vermez şekilde annesinin göğsüne sığınarak konuşuyordu. “Burası annem ve benim yatağım. Sen benim odamda yatabilirsin.” Rüzgâr ufaktan sinirlenmeye başlamıştı. Tamam, karşısındaki daha dört yaşındaki oğluydu ama karısını da ondan kıskanması ne kadar normal olabilirdi. “Bak evladım.” Derken onun sesindeki gerginliği hisseden Çağla araya girme ihtiyacı hissetti. “Rüzgar’cığım sen git hadi Ilgaz’ı uyandır, sabaha kadar ders çalıştı galiba yine. Gerçi bu sıra biraz tuhaf ama konuşursunuz hem. Bugün Burak’ın doğum günü ve daha yapılacak çok iş var.” Ilgaz iki senedir istediği üniversitede hukuk fakültesi kazanmak istiyordu. Amacı ve hayalleri vardı. “Ama Çağla.” “Canım ben halledeceğim merak etme sen.” Dedi Burak’ı gözleriyle işaret ederek. Çağla oğlu ile güzel güzel konuşup anlatacaktı ama Rüzgâr araya girerse ikisinin inadı arasında sinir krizi geçirme durumuna geliyordu. Burak ne kadar çocuksa, Rüzgâr’da oğlu karşısında o kadar çocuklaşabiliyordu. Bu tavrını ve davranışlarını da yeni yeni görüyordu. Gerçi evlendikten ve tüm belaları geride bıraktıktan sonra Rüzgâr’ın tanıyamadığı göremediği o kadar çok özelliğini görmüştü ki, huzurlu zamanlar birçok anlamda birbirlerini tanımalarını ve tamamlamalarını sağlamıştı. Ve Çağla bundan, yeni Rüzgâr ile tanışmaktan çok mutluydu. Rüzgâr karısının tavrına biraz olsun bozulsa da “Tamam.” Diyerek kapıya yöneldi. Son bir defa sarmaş dolaş olmuş oğlu ve eşi Çağla’ya baktı. Yüzündeki gülümseme genişlerken bir an düğün gecesi Türker’in girişimi geldi aklına. Teyzesi oğlunun yapma ihtimali olan her şeyi gelip Civan’a anlatmasa şimdi bambaşka bir hayat içinde olabilirlerdi. Aklından gelip gidenleri kovalarken derin bir nefes bıraktı. “Şükürler olsun Allah’ım.” Diyerek rahatlattı yüreğini. Odadan çıkarak Ilgaz’ın odasının kapısına kadar geldi. Ilgaz genelde kendi yanlarında kalsa da arada Ferhat ve Sıla’nın yanında da kalıyordu. Geçmişte yaşanan her şeyi bir kenara bırakan ikili Ferhat ve Sıla ile yakın dost olmuşlardı. Zaman bazı şeylerin gerçekten ilacı oluyordu. Kapıya giderek tıklattığında içeriden gelmeyen ses onu biraz tedirgin etmişti. Ilgaz çoktan uyanmış olurdu bu saatte, içeriden ses gelmese de usulca kapıya açarak başını uzattı “Ilgaz.” Dedi. Ses vermese de Ilgaz camın kenarına oturmuş elinde tuttuğu telefonuna ekranın dalgınca öyle bakıyordu. Rüzgâr ses çıkarmadan yanı başına kadar gelmişti ve ekranda gördüğü fotoğraf onun tebessüm etmesine sebep oldu. “Ilgaz.” Dedi yanı başına gelmiş olmasına rağmen varlığını hala fark etmemiş olması onun durumunun vahim olduğunu anlamasına yetmişti. Ilgaz başında dikilmiş gözleriyle ekrandaki fotoğrafı gören Rüzgâr abisini gördüğünde telaşla telefonu saklayarak ekrandaki görüntüyü kaldırdı. “Civan’ın kızı Nahide değil miydi o?” dedi ima dolu bir ses ile. “Şey, ben, yani şey Rüzgâr abi.” Diyerek kızaran genç adam ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. “Sen, ney Ilgaz?” dedi gülerek. “Of!” dedi bir suçlu edasıyla. “Hadi ben neyse de Civan abin görmesin mahveder seni bak benden söylemesi.” Dedi onunla biraz uğraşmak istiyordu. “Rüzgâr abi sakın bir şey söyleme Civan abiye, bak cidden olan bir şey yok ortada.” Dedi telaşla. İstediği kıvama geldiğini hisseden Rüzgâr “O zaman geç bakalım karşıma sen.” Dedi ve sandalyeye oturdu. Onunda oturması için koltuğu gösterdi. “Şimdi bana neler olduğunu anlat, anlat ki Civan’dan seni ne kadar korumam gerektiğini bileyim.” Dedi. Kaçışının olmadığını anlayan Ilgaz derin bir nefes bıraktı ve koltuğa oturdu. Elleriyle yüzünü sıvazladı, bakışlarını yere döndürerek sabit bir noktaya bakmaya başladı. Sanki orada Nahide varmış gibi yüzünde tatlı bir gülümseme oluştu ve konuşmaya başladı. “Nahide.” Dedi sesi titreyerek “Telefonumda gördüğün onun instagram profilindeki resmiydi. Ne zamandır böyle hissetmeye başladım bilmiyorum. Bildiğim tek şey onun mezuniyet gecemde bana eşlik etmesiyle başladı. Hatırlarsın belki mezuniyette bana eşlik etmişti.” “Evet, hatta sen gitmek istemedin seni zorla götürmüştü.” “Evet.” Dedi o anlar geldi aklına. “Aynı okuldaydık ama aramızda 3 yaş var biliyorsun. Ben mezun olduğum sene o bizim okula yeni başlamıştı. Başlarda tanıdık bir ailenin korumam gerektiğini düşündüğüm bir kızıydı. O yüzden onun yanına kimseyi yaklaştırmadım. O mezuniyete de gitmek istemedim çünkü ondan başka hiç kimsenin yanımda olmasını istemiyordum. Ama ona da teklif edemezdim böyle bir şeyi, yakıştıramadım kendime, civan abinin bana olan güvenine ihanet etmiş gibi hissettim. Yok saydım içimde yeni yeniz filizlenen hisleri. Kabul etmek istemedim. Ama onun ısrarıyla gittiğim o partide yabancı gözlerin ona değmesi, bir gün onu bir başkasının yanında görme ihtimalim mahvetti beni abi. Ben o geceden sonra eski ben olamadım bir türlü.” “Sen o yüzden yurt dışında üniversite okumak istiyorsun yoksa ondan kaçmak için mi?” Dedi yeni farkında olduğu bir gerçekle yüzleşiyordu. “Evet abi, benim başka bir çarem yok.” Dedi gözlerini kaçırarak. “Oğlum neden böyle saçma bir fikre kapıldın anlamıyorum. Tamam, Civan abin korumacıdır falan ama sınırlarını bildikten sonra ki siz ikinizde aklı başında gençlersiniz bunda bir sıkıntı olacağını düşünmüyorum ben.” Dedi. “Öyle değil işte abi.” Dedi ecirden sabırdan düşmüş bir haldeydi. Benim gitmem lazım buradan çünkü dayanamıyorum, onu başka bir çocukla yan yana görmeye katlanamıyorum. Onun bana gelip sevdiği çocuğu anlatmasına tahammül edemiyorum. Ya onu kıracağım bu gidişle ya da kendim bir daha düzelmemek adına param parça olacağım. Belki gidersem unuturum. Buralardan uzaklaşırsam ondan vazgeçerim.” Dedi pes etmişçesine omuzları düşmüştü. Rüzgâr şimdi onun ne hissettiğini çok iyi anlamıştı. Nahide onu değil bir başkasını seviyordu ve bu hikâyede ona sadece veda etmek düşüyordu. Rüzgâr yıllar önce kendi gitme isteğini düşündü. Kaçıp gidecek ve Çağla’dan vazgeçecekti. Ama kader onları hiç beklemedikleri bir anda beklemedikleri bir olayla yan yana getirmişti ve şimdi imkânsız dediği genç kız kendi eşi olmuştu. “Bak Ilgaz senden biraz sakin olmanı istiyorum, bazı şeyleri zamana bırakmanı istiyorum. Acele ile bir karar vermen senin için iyi olmaz. Duyguların ve hislerin tahminimden daha büyük ama gün doğmadan neler doğar be oğlum.” Dedi onun hiç umudu olmadığı halde. “Neyse bak bu konuyu tekrar erkek erkeğe konuşalım ama şimdi ablan bizim canımızı okumadan kahvaltıya inelim.” Dedi. “Tamam Ilgaz abi, bu konuştuklarımız aramızda kalırsa sevinirim.” “Duymamış olayım oğlum.” Dedi ve sevdiği kadının yanına gitmek için ayaklandı. *** Çağla ellerini göğsünün altında birleştirmiş kapının eşiğinden bahçedeki curcunayı seyrediyordu. “Ne o? Yoksa aile mutluluk tablonu mu izliyorsun?” dedi Fulya karnı burnunda bir halde arkadaşının omzuna dokundu. Çağla arkadaşının elindeki erik kâsesine tebessüm ederek baktı. “Yine erik mi?” dedi kıkırdayarak. “Ya ben anlamadım, bir insan yedi yirmi dört erik mi aşerir ya? Civan yakında erik tarlası satın alacak.” Dedi kahkaha atarak. “Yok artık.” Dedi veryansın ederek. “Şaka yapmıyorum ciddiyim Çağla, malum bu mevsimde erik fiyatları cep yakıyor. Benim canım kocamda tek maaş ne yapsın gücü de bir yere kadar.” Dedi hamileliği riskli olduğu için çalışmaya bir süre ara vermişti Fulya. “Kontrollerine gidiyorsun değil mi Fulya? Bak çok dikkat etmen gerekiyor.” “Gidiyorum merak etme ama abartmayın sadece ufak bir kanamam olmuştu o kadar önemli bir şey değil.” “Fulya.” Diyerek kızmaya başladı. “Tamam tamam gideyim de Nahidem’e bakayım. Bugün bir arkadaşını da getirecekti. İnşallah Civan söz verdiği gibi sıkıntı çıkarmaz.” “Nahide’nin arkadaşı kim?” dedi sorgulayıcı bakışlarla. “Oflaz diye bir çocukmuş okulda, bakalım biz de yeni tanışacağız genç adamla.” Dedi ve kızını aramak için insanların arasına karıştı. Gözleri birden kardeşi Ilgaz’ı buldu. Bir köşeye oturmuş dalgınca etrafı izliyordu aslında yok gibiydi. “Ah be güzel kardeşim, umarım canın daha fazla yanmaz.” Dedi söylemese de anlatmasa da kardeşler bilirdi. O da kardeşinin derdini biliyor ama derman olamıyordu. Bu yolda yara bere almadan olgunlaşma ihtimali yoktu. Bir kişi ne kadar iyi olursa olsun karşılığı yoksa eğer ona yaklaşmaması gerektiğini en iyi bilenlerden biriydi Ilgaz. Şimdi ise zorla güzellik olma ihtimalini yok sayan düşünceleriyle sessizce kaderine razı oluyordu. Çağla içten içe üzülürken omzuna dokunan eller bir anda yerinde irkilmesine sebep oldu. “Canım korkuttum mu?” dedi Rüzgâr. Omzundaki elini avuçları arasına alan kadın “Yok canım dalmışım öyle boşluğuma geldi sadece.” “Ilgaz’a mı bakıyorsun?” “Evet, Nahide’nin Oflaz adında bir arkadaşı katılacakmış Burak’ın doğum gününe.” Dedi üzgün bir şekilde. “Şimdi anlaşıldı bizimkinin halleri.” Diyerek karşılık verdi Rüzgâr. “Çok canı yanacak ve hırpalanacak ama benim elimden hiçbir şey gelmiyor Rüzgâr, kardeşimi koruyamıyorum.” “Söz konusu aşk ise koruyamazsın Çağla, eğer nasiplerinde ve kaderlerinde var ise yine bir araya gelirler ama belki de şu an doğru zamanı değil. Belki de şu an onlar için çok erken.” “Haklı olabilirsin. Yurt dışına gittiğinde geri dönmemesinden korkuyorum çünkü hislerinden kaçıyor.” “Sen geri dönmeyeceğine inanıyor musun? Bak bize bizde gitmedik mi düğünden hemen sonra? Bir yıl duramadan geriye döndük ve Türkiye’de yaşamaya karar verdik. Biraz zaman ver ona, çünkü büyümeye, olgunlaşmaya ihtiyacı var. O artık genç bir adam kararlarına saygı duyup cesaretlendirmek zorundayız onu.” “Ama…” “Ama şimdi daha fazla bu konu hakkında düşünmüyorsun. Bugün Burak’ın doğum günü her ne kadar oğlum annesine şu an sarıldığım için bana hızlı adımlarla gelse de şu an onu mutlu etmek zorundayız.” Dedi ve dibinde ansızın oğlu bitiverdi. Çağla “Oğlum.” Diyerek kucağına aldığı Burak’ın yanaklarına kocaman öpücükler kondurdu. “Annem, neredeydin sen? Seni özledim ben.” Dedi ve sıkıca sarıldı annesine. Başını hafif kaldırıp ters ters babasına bakarak “Bu gece annem ile ben uyuyacağım baba, doğum günü hediyem annem.” Tamam, mı?” dedi itiraz etmesine izin vermeyeceğini belli eden bakışlar sundu. Kaşları hayretle havaya kalkan adam “Bak sen benim sıpama, dağdan gelip bağdakini mi kovuyorsun sen?” dedi gözlerini kısarak. “Anne.” Dedi mızmızlanarak “Babamı anlamıyorum, hadi biz gidelim.” Dedi başını omzuna yerleştirip annesinin en zevk aldığı yer olan saçları ile oynamaya başladı. “Benim daha güzel bir fikrim var oğlum, bu gece sen, ben, baban hep birlikte uyuyalım olur mu?” Burak bir an düşünür gibi yaptı sonra “Olabilir.” Dedi “Ama senin yanında ben yatacağım.” Dedi şartını söyleyerek. “Tamam.” Dedi annesi miniğinin yanaklarına öpücükler kondururken, Rüzgâr eşine ve oğluna sımsıkı sarıldı. Burak bu sarılışın adını çok iyi biliyordu. Birden heyecanla “Sevgi çemberi.” Nidaları atmaya başladı. Çağla’nın kucağında Burak varken, Rüzgâr da her ikisine sımsıkı sarılmış ve sevdiği kadının başına kokusunu içine çekerek bir buse konduruyordu. “Seni çok seviyorum.” Diyerek fısıltı halinde kelimeler döküldü dilinden. Onun cümleleri genç kadının gözlerini istemsizce kapatmasına sağlarken geçen vakit tekerrür edercesine o da “Seni seviyorum.” Dedi.
|
0% |