@ugurluay
|
28.BÖLÜM “Kalbin ateşi alev aldıysa eğer vazgeçmek mümkün müdür nefesinden? Geleceğe umut fısıldayan ağır bir sevda bizimkisi, Payıma düşen ise yüreğini amansızca sahiplenmek…” Erdem’in kapısına gittiği o gece aralarında farklı bir şeyler yaşandı. Ben, sen kavramları yok olurken biz kavramı yüreklerine gelip en asil haliyle oturdu. Farklı bir boyuta geçmişlerdi sanki… O günden sonra her şey daha da güzele doğru hızla yol alırken, genç kız mutluluğunun kursağında kalacağını çok çabuk unutmuştu. İş, okul, Erdem arasında gidip gelirken bir sabah telefonunda gördüğü cevapsız aramanın altında yazan isim ile kafasından aşağıya kaynar sular döküldü. İki gündür ondaki tuhaflığı hisseden Erdem ne kadar kızı zorlasa da, Yaren daha her şeyi anlatmaya hazır değildi. Sabah olduğunda iki saatlik dersi vardı. Dersler bittiğinde işinin başına, Erdem’in yanına gidecekti. Kantinde iki elinin arasına başını sıkıştırıp önünde duran telefona düşmanıymış gibi bakıyordu. Öyle bir dalıp gitmişti ki Cihan’ın “Hayırdır telefonda Erdem’in resmini mi gördün de böyle bakıyorsun?” diyen sesiyle güçlükle kendine gelmeyi başardı. Duruşunu düzeltti, sandalyeyi çekerek yanına oturan Cihan’a, “Saçmalama ne alakası var? Hem Erdem olsa bu surat ile mi bakarım telefona?” diye karşılık verdi. “Sen de haklısın, Erdem olsa otuz iki dişin de meydanda olurdu.” “Abartma istersen.” “Ben mi abartıyorum? Söyler misin bana, nasıl oluyor da o mendeburun yüzünü görünce şeklin şemalın değişiyor?” “O olmasa da ona laf etmekten vazgeçmeyeceksin değil mi?” “Hiçbir zaman… Her neyse sebep o değilse suratının bu hali ne cancağızım? Şu sıralar halini hiç iyi görmüyorum ve bu durum hiç hoşuma gitmiyor bilesin.” “Peki öyleyse, al, bakınca bu halimin sebebini daha iyi anlarsın,” diye elindeki telefonun mesaj kısmını açarak ona doğru uzattı. Cihan kızın elinden aldığı telefonun ekranındaki mesajları okudukça giderek kaşları çatıldı. Öfkesi alıp verdiği soluktan ve çenesindeki dışarıdan bile belli olan dişlerinin sıkılmasından okunabiliyordu. “Bu ne Yaren?” Sesi hiddetle ve kükrercesine güçlü çıktı ağzından. Yaren onu sakinleştirmek isterken düz bir tonda konuşmaya çalıştı. “Okuduğunun ötesinde bir şey yok Cihan. İnan ki ben de senin kadar şaşkınım.” “Yaren, bu resmen saçmalık, bunu kabul etmeyeceğini söyle bana.” Elindeki telefonu masaya fırlatırken pek de nazik değildi. “Cihan inan ki ben de çok sinirliyim. Düşünsene yıllardır görmediğim, beni arayıp sormayan abimin iki gün önce beni araması yetmezmiş gibi bir de telefonlarını açmayınca emreden mesajları beni çileden çıkardı. Tabi ki böyle bir şeyi kabul etmeyeceğim. Onun benim üzerimde hiçbir hakkı yokken benden böyle bir şey isteyemez. Ben onu dört yıl önce buraya gelirken, onun beni yok saydığı gibi ben de onu silip attım.” “O zaman bu halinin sebebi ne?” “Öfkeliyim Cihan, hayatım yoluna girmeye başlamışken, korkularımla yüzleşecek gücü henüz toplamışken, toprak altına gömdüğüm geçmişimden birinin hortlaması canımı sıkıyor. Ve en önemlisi ben abimi biraz olsun tanıyorsam bu işin peşini bırakmaz. Ne oldu ne değişti bilmiyorum ama mesajlarındaki tavrını gördün. Vazgeçmeyecek ve beni zorlayacak. Korkum beni bir şeylere mecbur bırakması…” “Seni hiç bir şeye mecbur bırakamaz. Ben buna asla izin vermem Yaren. Onun seni bir defa daha enkaza çevirmesine asla izin vermeyeceğim. Canım pahasına da olsa geçmişinin seni üzmesine engel olacağım.” “İyi ki varsın Cihan,” dediği sırada tutamadığı gözyaşlarını bırakarak çevreye aldırış etmeden onun boynuna sarıldı. Ne hoca olması umurundaydı ne de etrafında onlara düşmanca ve kıskançlıkla bakan insanların bakışları. O Yaren’in sahip olduğu, kanından olmasa da candan abisiydi. Hayata tutunmasını sağlayan, geçmişini bilen tek insandı. Cihan, Yaren için hep daha fazlasıydı, kendisi de onun için daha fazlası olduğunu bildiği gibi… “Sen de iyi ki varsın cancağızım, hep var ol meleğim,” dedi ve başının üzerine minik bir buse kondurdu. *** Cihan ile dertleştikten sonra biraz olsun omuzlarındaki yükün hafiflediğini hissetti. Dersleri bittikten sonra soluğunu Erdem’in yanına gitmek için harcadı. Bunu kendine itiraf etmesi zor olsa da onu özledi. Gerçekten çok özledi. Birkaç gündür abisi yüzünden yaşadığı huzursuzluğu ona ne kadar belli etmemeye çalışsa da bu pek mümkün olmadı. Çünkü Erdem artık onu konuşmadığı anlarda bile, sadece bakışlarından çözebilecek kadar iyi tanıyordu. Nasıl yaptığını kendisi de anlamıyordu ama bir şekilde ona dair söyleyemediklerini dillendirmeyi başarıyordu. Yaren, şaşkınlıkla ona bakarken, o kızın bu şaşkınlığını farklı şeylere yoruyordu. Her şey bir yana özlemişti ya… Dibine kadar derler ya, işte öyleydi içinde dolup taşan hasreti… Belki Cihan ile konuştuğunda abisi yüzünden ona haksızlık yaptığını düşündüğü için, belki de artık içinden geldiği gibi davranmak istediği içindi. Bilmiyordu ama sebebi şu an için pek de umurunda değildi. Bir an önce gidip sığınağı olan Erdem’in kollarına kendini bırakmak istiyordu. Belki de onun huzurunu kendi yüreğine bulaştırıp, mutluluğu yine ve yeniden onunla tatmalıydı. Güvenlikten içeriye girdiğinde Erdem’in odasında olduğunu öğrendi. İçinde duyduğu sevinç ve coşkuyla adamın odasına girdiğinde, yüzünün ifadesi kızın suratındaki gülümsemenin solmasına sebep oldu. Erdem koltuğa oturmuş, kravatını gevşetmiş, gömleğinin üstten birkaç düğmesi çözülmüş, ellerini yüzüne kapatmış bir haldeydi. Kötü bir şeyler olduğunu hisseden kız, koşarak sevgilisinin yanına gitti ve ellerini kapattığı yüzünden çekip avuçlarının arasına aldı. “Erdem, iyi misin?” diye sordu titrek bakışları ve korku dolu sesiyle. “Yaren…” dedi adam bezgince. Çok kötü bir şey olmuş olmalıydı. Yoksa Erdem’in bu halde olması imkânsızdı. “Erdem kötü bir şey mi oldu? Neden böylesin? Neyin var?” derken yüreğine gelip çöreklenen çaresizliğine inat ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Ben,” dedi ve sustu. Onun gözleri mi kızarmıştı yoksa kıza mı öyle geliyordu? İçindeki sıkıntı git gide artarken adamın suskunluğu kızın canını yakmaya başladı. Ayağa kalkıp hareketlenirken, “Ben hemen bir doktor çağırayım, sen hiç iyi görünmüyorsun,” dedi. Tam giderken elinden tutup “Gitme,” dedi yalvarırcasına. Onu ilk defa böyle görüyordu. Sözleri, hareketleri, bakışları küçük bir çocuktan farklı değildi. Elinden tutup az önce kalktığı yere tekrar oturttu kızı. Yanı başında otururken ellerini de ellerinin arasına aldı. Parmakları kördüğüm oldu. Konuşmaya başlamak için kendini hazırlıyordu. Bunu görebiliyordu. Kendince güç topluyordu. Gözlerini kızdan çekip karşıya odakladığında sanki orada biri var gibi konuşmaya başladı. “Ben bugün dört yaşında bir çocuğun ameliyatına girdim. Trafik kazası ile gelmişti, bana telefon ettiler. Biliyorsun ben her ameliyata girmiyorum. Acil durumlar ya da riskli durumlarda ameliyata giriyorum. Yaren, gittiğimde hastanın dört yaşında bir çocuk olduğunu öğrendim. Ameliyata girerken babasını gördüm. Çocuğun annesini kazada kaybetmişler. Babasının sağlık durumu çok kötü değildi ama psikolojisi berbattı. Bana yalvarışları gözümün önünden gitmiyor. Kurtar oğlumu diye inlercesine yalvarıyordu. Bütün malımı mülkümü gerekirse canımı al ama kurtar oğlumu diyordu. Bir canım gitti diğerini kaybetmeme izin verme diye yalvardı. Ben bugüne kadar kaç ölüm gördüm Yaren, kaç aileye ölüm haberi verdim ama ben hiç bu kadar zorlanmadım. Benim hiç bu kadar canım yanmadı.” Boğazında boğulan sesi gitgide hıçkırıkla karıştı. Kendine mani olmak istedikçe rengi koyulaştı. “Yoksa…” diye sordu Yaren korkuyla… Olamazdı. Ölüm o küçücük bedene yakışmazdı. “Maalesef Yaren, yetmedi, bildiklerim onu kurtarmaya yetmedi. Ne kadar uğraşsam, çabalasam da ölümü küçücük çocuktan uzaklaştıramadım. Yakasına yapıştığı çocuğu bırakmadı. Gücüm yetmedi Yaren, ben onu kurtaramadım. Ne babasının parası, ne yalvarışları, ne de benim doktorluğum, hiçbir şey işe yaramadı. Kurtaramadım onu Yaren,” dedi ve omuzları sarsılırken gözyaşlarına eşlik eden hıçkırıklarına artık engel olamadı. Ellerini yüzüne kapayan adamın nasıl derinden acı çektiğini görebiliyordu. Canı yanıyordu. Ölümü ilk defa bu kadar yakınında hissetmişti belki de… Yaren adamın yüzünde ıslanan ellerini usulca kaldırarak çekti. Parmakları şefkatle tenini okşayarak onu rahatlatmaya çalışırken titrekti. Kendine şaşırsa da ölüme karşı ilk defa kendini bu kadar güçlü hissediyordu. Belki de Erdem’i tamamlamak içindi yüreğindeki gücün sebebi. Belki de ölümü zamansız ve çok erken konuk etmesiydi hayatına… “Erdem, bu senin suçun değil. Bazen engel olamazsın. Ne bildiklerin, ne gücün, ne paran, ne malın, ne mülkün, ne de başka bir şey… Ölüm geldiyse sana, kimsenin gücü yetmez olacaklara. Zamanı gelmiştir ve bazı insanların gitmesi gerekir. Küçük, büyük, yaşlı, genç, erkek, kadın fark etmez. Eğer zamanı geldiyse artık ölümün karşısında hiçbir şeyin hükmü yoktur. Anlıyorum seni, ölümü o küçücük bedene yakıştıramıyorsun ama senin gücün buna yetmezdi. Kendini bırakma yalvarırım. Bu seninle ilgili bir şey değildi.” “Yaren ben o kadar kendimi hayata kaptırmışım ki ölümün yakınlığını, varlığını unutmuşum. Bugün çok düşündüm. Ölüm küçücük bir bedeni bile zamansız alıyorsa beni neden almasın dedim. Neyin garantisi var ki şu hayatta? Bugün görüşürüz diyerek ayrıldığımız yollardan yarın geriye dönebilecek miyiz? Hiçbir şeyin garantisi yok Yaren, ben bunu okulun bittiğinde söylemek istiyordum ama kaybedecek bir saniyemiz dahi olmadığını bugün bir kez daha anladım.” “Anlamadım neyi? Sen ne demek istiyorsun?” dedi ellerini adamın yüzünden usulca çekerken. “Benimle evlen Yaren, ben sensiz bir gün daha geçirmek istemiyorum. Senin sesini kulaklarımda her an duymak, nefesinin sıcaklığını her an yakınımda hissetmek istiyorum. Yarın öleceksem bile bugünümü seninle yaşamak istiyorum. Ben seninle aynı evi, hayatı, ömrü paylaşmak istiyorum. Benimle evlenir misin Yaren?” “Erdem sen iyi değilsin. Evlenmek de nereden çıktı?” “Ben okulun bitmesini bekleyecektim ama bekleyecek zamanım yok Yaren, yarının garantisi yokken sensiz bir güne dahi tahammülüm yok.” “Sen şu anda sağlıklı düşünemiyorsun, bak biraz sakinleş bu konuyu yarın rahat kafayla konuşalım olur mu?” “Benim düşünecek hiçbir şeyim yok, ama senden düşünmeni istiyorum. Kestirip atma ve lütfen, düşün…” dedi itiraz kabul etmeyen bir kararlılıkla. Yaren’i kollarının arasına çekerek sıkıca sarıldı. Saçlarını koklarken daha fazla konuşmadı. Onun konuşmasına da asla izin vermedi. “Sus Yaren…” dedi. “Sus ve yaşayacaklarımızı, paylaşacağımız o güzel anları kaybetmememize sebep olma. Kokunu burnuma çekerek, kollarımın arasındayken, senin gelecekte evimizin içinde koşuşturduğun hallerini hayal etmek istiyorum.” Daha ne diyebilirdi? Yaren, onun kolları arasında evlilik gerçeği ile yüzleşirken, Erdem çoktan gözleri kapalı hayallere dalıp gitmişti. |
0% |