@ugurluay
|
2.BÖLÜM “Yeşil gözlü, gülüşü tatlı kız yine çıksan karşıma, versen elime şekerli bir kahve daha, gözlerine takılı kalıp midemin kabul dahi etmediği şekeri, gıkım bile çıkmadan yudumlasam ılık ılık içime… Olmaz mı be güzel kız? Elinden bir kahve daha helal değil midir? Söylesene bu benim hakkım değil midir?” Erdem, alanında uzman bir kalp cerrahıydı. Tıp kongresinin son gününe katılması için yapılan ısrarlı davetleri kıramamış ve konuşmacı olarak yer almıştı. Ama gel gelelim gün boyunca katıldığı bütün oturumların hiçbirinden bir şey anlamadı. Çünkü aklı yeşil gözlü, kumral, tatlı gülüşlü ve kahve verirken eli eline tüy dokunuşu gibi yumuşakça değen kızdaydı. Mesleğinden ve çevresinden dolayı sayısız kadın tanımıştı. Gençlik zamanlarında hızlı yaşamış olmasına rağmen, artık tamamen doymuş ve daha durgun yaşayan bir adam halini almıştı. Bugüne kadar hiçbir kadın tek bir dokunuşu ile onu bu hale getirmeyi başaramamıştı. Aklına bir anda doluşan, şayet bir gün evleneceksem, eşim böyle biri olmalı düşüncesini geldiği hızla zihninden geri kovdu. Saçmalama Erdem, bir daha asla karşına çıkmayacak biri… İlk kez gördüğün bir kız için nasıl böyle şeyler düşünürsün diye içten içe kendine kızıp aklınca yüreğini azarlasa da, on üçüncü kahvesini almak için yine ve yeniden adını bile bilmediği kızın yanına gitmekten kendini alıkoyamadı. “Bir sade kahve alabilir miyim?” diye soran Erdem’in sesi, ılık ve bir o kadar özgüven dolu çıktı ağzından. Arkası dönük duran kız ona yüzünü döndüğünde, Erdem kızın ifadesinde beliren farklı bir şeyler okudu mimiklerinden ama genç adam bu bakışa o an için bir anlam veremedi. Çok üzerinde durmak istemeyerek kızın gözlerine çapkın bakışlar göndermeyi de ihmal etmedi. Kızın duru güzelliğine adeta kapılıp gitmişti o saatlerde. Erdem onun gözlerinin içine hapsolmuş ve gizlemeye çalıştığı hüzün bulutlarını fark ettiğinde, yüreğinde tuhaf bir burkulma hissetti. Kahvesini alarak kıza teşekkür ederken, beğeni dolu kaçamak bakışlarını da onun üzerinden ne kadar gayret etse de bir türlü çekemedi. Genç kız, Erdem’in görüş alanından çıktığı anda içinde dolup taşan mutluluk sayesinde yüzünde efsanevi bir gülüş peyda oldu. Erdem elinde tutuğu fincanı dudaklarına götürerek tam bir yudum almıştı ki, dilinde hissettiği o tat… Bu ne menem bir şeydi böyle? Ağzının içinde hissettiği yoğun şekerin nefes kesici fazlalığı, midesinin giderek yükselmekte olduğunun sinyallerini veriyor, ağız dolusu püskürtmemek için kendini zor tutuyordu. Sade istediği kahve aksine şerbet gibi tatlıydı. Bu deli kız kahveye öyle bol miktarda şeker boca etmişti ki, adamın resmen içi dışına çıkmıştı. Erdem, kendini bildi bileli kahvesini sade içerdi. Kahvenin içine bir gram şeker atılması dahi midesinin altüst olmasına yeterliyken, bu kahve bilhassa şeker ile dolup taşırılmıştı. Kızın kahveleri karıştırmış olma ihtimalini düşünerek lavabolara doğru yöneldiğinde, birden karşısında beliren onu gördü. Kız karşısına geçmiş, ona muzır bir şekilde çakmak çakmak yanan yeşilleriyle bakıyordu. Erdem genç kızın bu hareketi kasıtlı olarak yapmış olduğunu işte o an ancak anlayabildi. Yoksa alay eder gibi, “Nasıl? Size özel yaptığım kahveyi beğendiniz mi?” diye sorar mıydı? Erdem, midesinin karışık durumu olmasa ona yapacağını bilirdi ya neyse… Şu anda içi orada daha fazla durmayı kaldırmıyordu. Bozulduğunu belli etmemek adına, dilindeki birkaç kelimeyi geveleyip, kızın ardından sırıttığını bilerek ve öksürerek kendini lavaboya zar zor attı. Suyu açıp ağzını deli gibi çalkalarken, şeker tadını damağından silip atmak için büyük bir çaba sarf etti. Kongrenin son oturumuna girerken hâlâ gözleri o duru ve saf güzeldeydi. Her ne kadar damak zevkine kast etmiş olsa da, hiç tanımadığı bu kız hakkında bir türlü kötü düşünemiyordu. Ağzında hâlâ midesini altüst eden o tat varken yavaş adımlar ile konuşma yapacağı salona geçti. Oturum boyunca dili ne kadar konuşsa da aklı dışarıdaki kızdaydı. Bir an önce dışarıya çıkmak isterken, dakikalar o kadar yavaş ilerliyordu ki, kendini sanki ağır çekim bir hayatı yaşar gibi hissediyordu. Yoğun geçen bir etkinliğin ardından derin bir nefes verdi. “Şükürler olsun, sonunda bitti!” diye söylenerek salondan çıkmayı başardı. Aklı aradığını inkâr ederken gözleri buna inat davranıyordu. Ama aradığı, salondan çıkmak için dakikaların geçmesini dilediği, çıkınca şekerli bile olsa o iğrenç tada rağmen elinden bir kahve daha içmeye bile razı olduğu kız ortalarda yoktu. Kongrenin son günü, son konuşmacı kendisiyken dışarı çıktığında karşısında görmeyi dilediği kızı bulamadı. Hayal kırıklığı yüreğine çöreklenirken, hüzün gözlerini çoktan perdeledi. Gece yeşili gözler onu öyle derinden etkilemişti ki, kafası allak bullak olduğu için kendini bir türlü toparlayamıyordu. Acaba bu çılgın ve cesurca meydan okuyan genç kız bir daha karşısına çıkar mıydı? Ah ne kadar da çok isterdi onu bir kez daha görebilmeyi. Aklı binlerce kez saçmalama Erdem demiş olsa da yüreğinin bu heyecanı nedendi peki? Gün boyu yaşadıklarına ve yaptıklarına bir türlü anlam veremiyordu. Artık ilk görüşte aşka inanamayacak kadar büyüyüp olgunlaşmış bir adamdı. Hep sıcak ve mutlu bir yuvanın, eşine adayacağı bir ömrün özlemini çekmişti ama yıllar bir türlü yüzüne gülmemişti. Yürekten hissederek âşık olmak istese de, kalbi bir türlü aradığını karşısına çıkarmamıştı. Aklıyla çıktığı yollarda ise hep yarı yolda kalmayı huy edinmiş gibiydi. Kalp kabul etmeyince mantık da bir yerde tükeniyordu. Bu yüzden yürekten hissetmedikçe, hayat yolunda bir kadının elini asla tutmayacaktı. Söz vermişti kendine; ömrünü ömrüne katacağı kadını bulana dek yüreğini hapsetmişti akıl zindanlarına. Kim bilir, belki de yüreğin zindanlardaki esirliği bitmişti. Olamaz mı?
|
0% |