@ugurluay
|
32.BÖLÜM “Еy Sеvgili! Sеn bаnа Kör’ԁün. Bеn isе sаnа körԁüğüm.” -Mevlana- “Yaren hadi kalk gidiyoruz.” Genç kız ellerini masaya yerleştirip kafasını üzerine kapatmıştı. Kimdi bu onu rahatsız etmeye cüret eden kişi? O gayet de rahattı burada, neden rahatını bozuyorlardı kızın? Keyfini bozmaya çalışan kişinin sesinden kim olduğunu algılamaya çalışıyordu. Kafası giderek ağırlaşarak vücudu gevşedi. Tatlı huzur dolu bir uykuya koşmak ile kalmak arasında kararsızdı. Rahatsız edilmenin vermiş olduğu can sıkıntısı ile ağzından hoşnutsuz homurtular çıkardı. En son zorlukla “Git başımdan!” dediğini hatırlıyordu. “Yaren!” diye tekrar seslenirken omzuna dokunarak onu hafifçe sarstı. Pes etmiyordu arkadaş! Kimdi bu? Gözlerini zorlukla aralarken bakışlarını odaklamaya çalışıyordu. Karşısında bir, iki, üç tane Cihan vardı. Vay canına Cihan’ın kızın bilmediği iki tane kardeşi mi vardı? Onun sallantıda olan iki kardeşi ile hareketlerini izlerken boğazından tutamadığı kıkırtılarını ve kendini serbest bıraktı. Cihan’ın varlığını tam olarak hissettiği o anlarda sesi yine beyninde zonklamaya başladı. “Can kaç tane içti de kız bu hale geldi? Niye beni daha önce aramadın? Nasıl bu kadar içmesine göz yumarsın?” Sesi öfkeli çıkıyordu. Kızgındı. Bilerek açmamıştı telefonlarını, nasıl olsa yıllar önce olduğu gibi yine çekip alır diye düşünmüştü kendince. “Cihan geldiğinde durumu çok kötüydü. Biraz rahatlasın istedim ama bu kadar abartacağını tahmin etmedim. Bağırıp çağırmaya ve hatta olay çıkarmaya başlayınca sana haber verdim.” İkili kendi aralarında konuşurken gözleri Can’ı buldu. Masadan tutunarak zorlukla ayağa kalkarken etraf dönmeye başladı. Tam düşüyordu ki Cihan onu son anda düşmekten kurtardı. “Hop yavaş ol meleğim, yoksa bir yerini inciteceksin,” dedi. Cihan’ın kolları arasında ayakta durmaya çalışırken, işaret parmağını sürekli hareket eden, yerinde sabit duramayan bir, iki tane olan Can’a doğru sallamaya başladı. Sabit durmayan Can ile birlikte hem eli hem de kafası hareket ediyordu. Ne diye yerinde durmuyordu ki bunlar? “Pis ispiyoncu sana Cihan’a haber verme demedim mi ben? Yazdım bunu, benden çekeceğin var?” dedi ama hâlâ etraf dönüyordu. “Sen, sen, sen… Anladınız mı beni?” diye bağırdı. “Bırak beni Cihan!” dedi onun kolları arasından kurtulmaya çalışarak. Elleri üzerinden çekildiğinde “Yaren senin neden buraya gelmene izin vermediğimi şimdi hatırladım. Sarhoş halin hiç çekilmiyor bebeğim.” “Ben sarhoş değilim bir kere… Hık! ” diye hıçkırarak işaret parmağımı nidalar atarak havada sallarken başı yine dönmeye başladı. Tam kanatlarını taktı uçuyordu ki kendini yine Cihan’ın güçlü kollarında buldu. Adam onun ayakta duramayacağını fark etmiş olacak ki kızı kucağına aldı. “Ah be meleğim ne diye kendine bu kadar zarar veriyorsun?” Yaren’in gözleri kapanırken “Cihan neden insanlar bu kadar kötü?” dedi mırıltıyla. “Sen o kadar masumsun ki insanlar senden korkuyor meleğim,” dedi ve saçlarının arasına minik bir buse kondurdu. Cihan’ın kollarındaydı, artık güvendeydi. Huzur içinde kendinden geçmişti. En son uğultular eşliğinde Cihan ve Can’ın konuşmaları kulaklarına çalınıyordu. “Can, Yaren’in eşyalarını getirsene arabaya kadar…” diyen adamın kucağında giderken, yürüdüklerini anladığı bir hareketlenme hissetti. Cihan’ın kollarında yıllar öncesinde yaşanan bir sahne tekrar gerçekleşiyordu. Hayatın içinde acılarını yaşarken ne çok tekrar eder olmuştu. Dejavu… Acılarının tekrarı kaderine fena halde rüşvet vermiş olmalıydı. Bunun başka bir açıklaması olamazdı. Düşünmüyordu artık... Düşünecek geriye ne kalmıştı ki? *** Yaren’i, Cihan’ın kucağında bilmediği bir mekândan çıkarken gördüğünde, Erdem’in kıskançlığı onu yakıp kavurmaya başladı. Direksiyonu sıkarken parmaklarının acısını hissetmiyordu. Elinin altındaki direksiyon değil de Cihan’mış gibi onu paramparça etmek istiyordu. Yaren’in onun kollarında ne işi vardı? Yanlarındaki serseri tipli herif de kimdi? Cihan ile tartışmalarının ardından kendini bilmez bir halde onu takip etmeye başlamıştı. Yaren’i görmeye, onunla konuşmaya ihtiyacı vardı. Buraya gelene kadar binlerce şey geldi geçti aklından, ama bu gördükleri aklına gelen son şey bile değildi. Anlamıyordu, aralarındaki anlamsız ilişkiyi bilmemek onu her geçen gün artarak çıldırtıyordu. Tam arabadan inip Yaren’i onun kolları arasından çekip almaya karar vermişti ki, Cihan Yaren’i arabasına yatırıp yanındaki adamdan onun eşyalarını alarak hızla arabasına bindi. Erdem daha onun yanına gelemeden arabasını çalıştırdı. Gözden kaybetmemek için hemen arabasına geri döndü ve aracı takip etmeye başladı. Onu nereye götürüyordu bu adam? “Ne yapmaya çalışıyorsun Cihan, onun kılına zarar verirsen seni öldürürüm!” dedi arabasının içinde bağıra çağıra… Araba belli bir mesafe gittikten sonra iki katlı ve bahçeli lüks bir evin önünde durdu. Işıkları yanmıyordu. Evde hiçbir canlı belirtisi yoktu. Kendini belli etmek istemedi. Bu işin nereye varacağını gerçekten merak ediyordu. Bu anlamsız yakınlık, belirsizlik ve sakladıkları her neyse bu gece ortaya çıkmak zorundaydı yoksa aklını yitirecekti. Kapının zilini çalmamak için kendini zor tutuyordu. Tekrar aradı, tekrar, tekrar, tekrar… Son defa arıyordu. Yaren yaklaşık bir saattir içerideydi ve telefonlarını açmıyordu. Sabrının son demleriydi bu artık. Tekrar aradı. Tam kapatıyordu ki karşıdan duyduğu hiddetli erkek sesi “Ne var?” diye bağırdı. Onun bu öfkesi Erdem’i daha da sinirlendirirdi. “Yaren’i ver telefona,” dedi sakin olmaya çalışarak. “Sana onu rahatsız etme dedim. Ondan uzak duracaksın!” “Buna sen mi karar veriyorsun? Cihan asabımı bozma da Yaren’i ver telefona, onun bana ihtiyacı var.” “Onun sana değil bana ihtiyacı var, şimdi kapat ve bir daha da onu arama, seninle görüşmek istemiyor.” “Ne demek görüşmek istemiyor? Ne saçmalıyorsun sen? Ver hemen şu telefonu,” diye haykırdı ama duyduğu tek şey telefonun meşgule düşen sesiydi. Eline aldığı telefonun ekranına anlamaz bir halde baktı. Bu ne demek oluyordu şimdi? Seninle görüşmek istemiyor da ne demekti? Hemen geri aradı ama bu defa da telefonuna ulaşılamadığını söylüyordu. Elindeki telefonu kapıya fırlatırken bir hırsla kapıyı yumruklamaya başladı. “Aç şu kapıyı fırsatçı herif, aç!” diye kapıyı yumrukluyor bir yandan da acı acı haykırıyordu. Aklına gelen görüntüler karnına ağrılar girmesine sebep oluyorken, öylece sakin durması mümkün değildi. Erdem kapıyı yumruklarken kapı birden ardına kadar açıldı. Karşısında Cihan’ı gördüğünde öfkeden deliye dönmüştü. Onu kenara ittirip içeriye girdi. “Yaren, neredesin Yaren?” diye bağırırken evin tüm odalarını gezmeye başladı. Alt katta onu bulamadı. Üst kata koşarak çıktı. Cihan peşinden gelse de onu durdurmaya gücü yetmiyordu. Kızgındı, öfkeliydi ve şu saatten sonra asla durdurulamazdı. Erdem bu kadarını da hak edecek hiçbir şey yapmadı. Bir suçlu varsa o da kendileriydi. Ve adam bu gece tüm sorularının cevabını almadan buradan gitmeyecekti. Ya alacaktı ya da… Kapılardan birini daha açıp içeriye daldığında, iki eli arasına başını alarak yatakta uzanan Yaren’i üzerinde bornozla gördü. Onu o halde, o yatak odasında gördüğü an nefesi kesildi. Bu olmuş olamazdı. Bu kadarını ona yapmış olamazdı. Yaren soğuk bir sesle, “Aklından geçen her bir cümle beynimde yankılanıyor Erdem. Ön yargılarının sesini kısmalısın,” dedi kafasını bile kaldırmadan. “Ne işin var burada?” diye devam etti. “Bunu bana sen mi soruyorsun?” Kafasını kaldırıp gözlerinin içine hiddetle baktığında bakışlarının ilk defa bu kadar öfke dolu olduğunu gördü. Ölümcül tek bir bakışıydı gardını düşürmesine sebep olan. “Doğru soruları ancak sen sorarsın, istediğin cevabı alamadığında da önyargılarınla yargısız infaz yapar geçersin değil mi?” “Yaren sen kendinde değilsin.” “Aksine bugüne kadar hiç bu kadar kendimde olmamıştım.” Ayağa kalktı ve adamın burnunun ucuna kadar geldi. Dip dibeyken yarım yamalak hayatları içinde serzenişleri duyuluyordu. “Hadi sor, sorsana… Sarhoş, sarhoş bu adamın evinde, yatak odasında bornozla ne işin var de… Hatta daha da iyisini yap, soru sormadan beni sana ihanet etmekle suçla ve çek git. Çünkü bu halde, bu ses tonu ve bakışlarla karşımda dikiliyorsan başka türlü düşündüğüne beni asla inandıramazsın. Gerçi bugün gerçek düşüncelerini gayet net bir şekilde açıklamıştın. Söylesene bana, hayatında erkek nüfusu fazla olan bu kızın peşinde ne işin var? Neden hâlâ buradasın Erdem?” “Bak sakin ol tamam mı? Kendinde değilsin, şimdi hemen hazırlan buradan gidiyoruz. Konuşacağız.” “Seninle hiçbir yere gelmiyorum. Bitti anladın mı? Bitti. Bu saatten sonra benim için sen yoksun.” “Yaren, saçma sapan yanlış anlaşılmalar yüzünden olmaz. Yaptığımız kavgalara sana hissettiklerimi kurban etmek istemiyorum. Seviyorum seni anla bunu artık.” “Erdem bak gözlerimin içine ve duy artık beni, seni istemiyorum. Sen asıl bunu anla.” Sözleri adamın gözlerinin dolmasına sebep oldu. Gözlerinin içine bakarak bu kadar rahatlıkla bunu söylüyor olabilmesi onu paramparça etti. Hareket edemedi, konuşamadı, sözleri çoktan bitip gitti. Aklına gelen görüntüler, birleşen parçalar, parçaları bir araya getirdiğinde daha fazlası diyordu, hep daha fazlası… Aydınlanma yaşar gibiydi. Gözleri arkasında duran Cihan’a yöneldi. İşaret parmağını kaldırıp ona doğru yöneltti. “Onun yüzünden değil mi? Başından bu yana aramızdaydı, hep aramızdaydı. Aslında sen beni hiç sevmedin değil mi? Aslında sadece benimle oynadın. Hayatını sorgulamaya başladığım anda ise saçma sapan sessizliklere büründün. Ama dilinde hep o vardı. Benden vazgeçecek boyuta geldin ama ondan asla vazgeçmedin. Bunu aklına bile getirmedin.” “…” “Niye susuyorsun konuşsana, seni hiç sevmedim, ben en başından bu yana Cihan’ı seviyordum desene. Nasıl bir oyunun içine düştüm ben aklım almıyor? Nasıl bu kadar saf bu kadar aptal olabildim?” “Ne dememi bekliyorsun? Ne anladıysan o Erdem?” “Kırık dökük yaşadıklarımızı bir araya getirip resmi tamamladığımda karşıma çıkan kocaman bir ihanet, buna da bir açıklaman var mı? Senin için daha fazlası olan bu adamın yatak odasında, onun bornozu ile ne yapıyorsun? Benden kurtulduğun için kutlama mı yapıyordunuz?” “Erdem çık git buradan ve bir daha asla karşıma çıkma.” “Gül goncası saydığım yüreğini yüreğimde kusurlu bir sevdaya dönüştürmeyi başardın. Yazıklar olsun sana da senin bana getirdiklerine de, hissettiklerime de… Bilseydim, söyleseydin girmeye çalıştığım o yüreğinin dolu olduğunu, inan bir dakika bile uğraşmazdım,” dedi. Ve artık orada daha fazla duramazdı. Midesi bulanıyordu. İçi almıyordu. İhanet bir tokat gibi yüzüne inerken artık nefes almak dahi can yakıyordu. *** Gitti. Gitmeliydi. Bu en doğrusuydu. Yaren onun gittiği kapıya bakarken Cihan’ın “Bu biraz fazla ağır olmadı mı?” diyen sesi yaptığını onaylamaz şekilde çıktı. Yüzünü ona doğru döndü ve gözlerinden akan yaşlara inat acı bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Mecburum Cihan, o bana güvenmedi ve asla da güvenmeyecek. Ve en önemlisi ben yarın sabah gidiyorum. Onunla asla biz hayalleri kurmamalıydım. Bugün söyledikleri ile bir kez daha anladım. Onun hayatında benim eğreti kaderimin yeri yok,” dedi ve kollarını iki yanına kız için açan Cihan’a koşarak sarıldı. “Bunu kendine neden yapıyorsun meleğim?” “Mecburum Cihan.” Ağlıyordu. Kaybettiği sevdiğine, belirsiz geleceğine, bin bir hayalle gelip bitiremeden geri döndüğü okuluna, babasının isteğini yerine getirememiş olmasına, güçsüzlüğüne, acizliğine ağlıyordu. Belirsizdi her şey, yeni gün ona güzel haberler, gülen yüzler, yeni heyecanlar getirmeyecekti. Ruhunu bu gün aşkıyla birlikte toprak altına gömüyordu. Bitmişti. Hayalleri, umutları her şey sonunda sonsuza kadar bitmişti.
|
0% |