@ugurluay
|
37.BÖLÜM “Ağaç dalındayken bilmezmiş yaprağın kıymetini, Düşünce anlarmış onu ne çok sevdiğini…” -Mevlana- Yıllar sonra bu eve adım atmak hiç de tahmin ettiği kadar kolay olmadı. Ayakları titriyordu. Evi… Hatıraları zihninde bir bir canlanırken artık gözleri yaşadığı ruh haline isyan ediyordu. Her yerde o vardı, her yerde abisi vardı. Annesinin kokusu burnuna dolarken, babasının şefkati şimdiden onu sarıp sarmalıyor, ruhu huzura adım adım taşınıyordu. Yaren yıllar önce abisi ile birlikte Ece’yi, ailesini, anılarını, hayatını da bırakıp gitmişti. Ne kadar yok saysa da, yüz yüze geldiğinde hiçbir şeyi unutmamış olduğunu fark etmek, aslında her şeyin bıraktığı gibi yerli yerinde olduğunu görmek… İçi öyle bir tuhaf oldu ki sanki hiç gitmemiş gibiydi… Onlarsız geçirdiği dört sene hiç yaşanmamışçasına yerli yerindeyken her şey, kendini oraya ait hissetti… Sanki şimdi kapıyı annesi açacak ona kızım, diye sımsıkı sarılacaktı. Babası küçük cadı gel buraya, diye kollarını açacak, abisi yapmacık alınmalarını arka arkaya sıralayıp onu kızdıracak ve sonra yine hep birlikte aynı sofraya oturup sıcacık aile ortamında yemek yiyeceklerdi. Ölüm. Tek kelime, en büyük acı gerçek. Soğuk duvarları önüne set çekiyor ve insanın elinden sevdiklerini tek kalemde, tek nefeste çekip alıyordu. Ne gücü yetiyordu insanın ne de nefesi… Bittiyse alacağı soluk, acımasızca söküp alıveriyordu istediğini hayattan. Ne çocuğu var diyor, ne anne ne baba diyor, ne de başka bir şey… Ardında bıraktıkları elbet devam ediyor hayatına ama hep yarım, hep eksik… Yaren dışarıdan evini seyrederken Ece’nin dost elini omzunda hissetti. “Evine hoş geldin Yaren, biliyor musun şimdi sen gelince ailemiz tam oldu. Sensiz hep eksik, yarımdık. Eksikliğin her geçen gün daha da büyüdü bu evde ama artık geldin ya ben inanıyorum her şey çok daha güzel olacak.” “Emin misin Ece? Ben abim için sadece fazlalıktım. Yıllarca beni suçladı. En çok ona ihtiyacım olduğu zamanlarda bana sırtını çevirdi. Ben burada kalsam asla bir aile olamayacaktık. Abimin mecbur kıldıkları ile ben asla mutlu olamazdım. Onun suçlayıcı bakışları arasında yaşamaktansa ölmeyi tercih ederdim.” “Yaren yalvarırım böyle konuşma. Siz ikiniz de iki inatçı koca bebeklersiniz ve ben sizinle nasıl baş edeceğimi inan ki artık bilmiyorum.” “Boş ver Ece, uğraşma bizimle, abimle benim aramda kurtarılacak bir kardeş ilişkisi kalmadı. O son bağı abim annemlerin cenazesinden sonra koparıp attı. Tıpkı beni de silip attığı gibi…” “Abine haksızlık yapıyorsun.” “Ben mi haksızlık yapıyorum? Dört sene sonra beni arama sebebi ailesine uygun kişiyi bulduğunu söyleyerek evleneceğimi ve geri dönmemi emretmesiydi. Asıl haksızlığa uğrayan, kimsesizlikle tehdit edilen ve hâlâ boyun eğmesi beklenen kişi benim. Öz kardeşi olan ben… Abim sadece isteklerini emreder Ece, emirleri yerine getirilmezse gözünün yaşına bakmadan siler atar. Tıpkı benim gibi…” “Yaren, abin istemediğin hiçbir şey için seni zorlamaz.” “Ece, aynı kişiden mi bahsediyoruz?” “Yaren, abin…”dediği an cümlesi kızın itiraz eden ses tonuyla kesilip atıldı. “Ece, lütfen kapatalım konuyu, onunla ilgili tek bir şey daha duymak istemiyorum. Gelir gelmez de kalbini kırmaya hiç niyetli değilim. Çünkü bu hikâyede suçu olmayan, masum olan tek kişi sensin. Abim ile olan meseleye gelince, buna lütfen karışma, senin zarar görmeni gerçekten istemiyorum.” “Of Yaren, ikiniz de çok inatçısınız çok… Neyse hadi içeriye girelim de Burak evi yıkmadan bir an önce yetişelim.” “Hâlâ inanamıyorum. Ben hala mı oldum şimdi? Şaka gibi ya…” “Telefon numaranı değiştirmeseydin bu haberi ilk sana verirdim ama malum görüşmek istemedin.” “Ah, işte bu taş fena acıttı.” “Sen dur, dur ben sana daha ne taşlar atacağım.” “Korkutmaya başladın ama beni…” “Bence de benden korkmalısın, intikamım çok acı olacak. Canını fena yakacağım haberin olsun,” dedi ve kahkaha atmaya başladı. Sonra da kolundan tutarak onu kapıya doğru sürükledi. Zili çaldı. Kapıyı açan kişiyi gördüğünde gözlerine inanamadı. Aman Allah’ım! Bu gerçek miydi? “Yaren, bu sen misin? Ne kadar da büyümüş, güzelleşmişsin kızım,” dedi ve onu kollarının arasına aldı. Kapıyı açan kişi Fatma teyzeydi. Fatma teyze, Yaren kendini bildi bileli onların evinde çalışırdı. Geçen dört yıl ona biraz kilo biraz da beyaz saç katmıştı ama sanki hâlâ aynıydı. Onun kokusunu burnunda duyduğunda artık hıçkırıklarına engel olamıyordu. Ne çok ağlar olmuştu böyle… “Fatma teyze…” dedi hıçkırıklarının arasından sesinin izin verdiği kadarıyla… “Hoş geldin deli kız, ne çok özlettin kendini böyle, yeni yeni adetler çıkarıyorsunuz çekip gitmeler falan, bundan sonra ölürüm de bırakmam seni hiçbir yere,” dedi. Ölümü duydu ya ağzından hemen irkilerek kendini geriye çekti. Eli ile kadının ağzını hızlıca kapattı. “Bahsetme teyzem, ölümden bir daha bahsetme, uğramasın yakın zamanda ölüm evimize, bu ev ölüm gözyaşları ile sulanmasın bir daha, alma ağzına o lanetli kelimeyi, yalvarırım alma bir daha…” dedi ve ona tekrar sıkıca sarıldı. Yaren, Fatma teyzesinin kollarında hıçkırıklar içinde ağlarken, Ece’nin de gözleri sulanmış kollarını göğsünün altında birleştirerek onların kavuşmalarının seyirlik bir film gibi izliyordu. Yaren, tam yerimi buldum diye içten içe sevinirken içeriden, “ Anneee...” diye bağırarak gelen küçük çocuk Ece’nin kollarına atıldı. Ece bu karşılamaya kendini o kadar hazırlamıştı ki, üzerine atlayan çocuğu kollarının arasına çekip kucağına alarak yanaklarını arka arkaya öpmeye başladı. “Neyde kaydın anne, ben seni çok ösledim…” diye bir de hesap sordu küçük afacan. Yaren, şaşkınca onların bu coşkulu kavuşmalarına bakarken, Fatma teyzenin kolları arasından çoktan sıyrılmıştı. Uzaylı görmüş gibi karşısında duran, abisinin kopyası küçük adama bakıyordu. “Ben de seni çok özledim oğlum. Misafirimizi almaya gittim. Ve sana söz verdiğim gibi onu da alıp hiç vakit kaybetmeden sana getirdim…” dedi. Ece’nin kucağındaki çocuk annesinin kolları arasından gözleri ile onu izliyordu. “Meyaba… hoş geydin…” dedi çekinerek. Bu küçük adama nasıl davranması gerektiği hakkında en ufak bir fikri yoktu. “Sen neydeydin. Ben seni çok bekyedim.. dedi bu defa da sitem eder gibi kaşlarını çatarak. “Özür dilerim, beni beklediğini bilmiyordum. Beklediğini bilsem seni asla bu kadar bekletmezdim,” dedi kendini açıklama ihtiyacı duyarak kurmuştu cümlelerini. Nasıl bir etkisi vardı bu küçük afacanın böyle? Yaren hesap vermeyi hiç sevmeyen biri olarak bu küçük canavara değil hesap vermek, ömrünü bile verebilecek kadar candan bakıyordu. Bir an gözlerinde abisi ile kendi çocuklukları canlandı. Eskiden ne kadar güzeldi her şey. Burak babasının çocukluğunu ona hatırlatmak üzere vazifeli gibiydi karşısında. Bir an silkelendi. “Ama babam beni çok özyediğini söyyedi.” Çocuğun cümlesi ile afallasa da onun babam kelimesi yerine annem demek istediğini düşündü çünkü söz konusu kişi asla abisi olamazdı. “Baban mı?” “Evet. Hayan seni çok seviyoy, çok ösledi işleyi bitince gelcek dedi. Ama sen çok geç geydin.” “Sen beni tanıyor musun?” “Evet tanıyoyum, sen benim Yayen hayamsın.” “Ece bu nasıl bir şey ya…” dedi ve onu kucaklamak amacıyla kollarına gelmesi için iki yanına doğru açtı. İlk önce annesine bakıp onay aldıktan sonra “Haya…” diye bağırarak resmen uçarcasına kızın kollarına atladı. Abisinin yeni tanıştığı oğluydu Burak. Yaren’in yeğeni, abisinin minik kopyası, kokusu abisini ona hatırlatırken içine ansızın bir burukluk çöküp oturdu. Kaçırdıkları canını yakarken buna sebep olan kanından olan adama daha da öfkelendi. Görememişti. Ne yeğeninin doğumunu, ne büyüdüğünü, ne de o güzel anlarını… Her şey bu kadar karma karışık olmak zorunda mıydı? |
0% |