@ugurluay
|
38.BÖLÜM “İnsanı gördüklerinden ibaret sayma, Göremediklerinde ara… İçidir hakikatin resmi, Dışı sadece bir manzara!” -Mevlana- Fatma teyze evde akşam yemeği için hummalı bir hazırlık yapıyordu. Burak o kadar tatlı bir çocuktu ki Ece’nin dediği gibi gerçekten de halasının canını okudu. Yorgun düştüğü o sıralar artık Yaren de pes etme noktasına gelmişti. Burak düştüğü yorgunlukla uykuya dalarken, Yaren kendini dinlemek için bahçenin yolunu tuttu. Kararmaya başlayan akşamın siyahına inat gökyüzündeki yıldızlar henüz ortaya çıkarak yavaş yavaş parlamaya başlamışlardı. Ellerini göğsünün altında birleştirip bahçedeki koltuğa oturdu. Erdem akşamın karanlığında ve sessizliğinde birden zihninde canlanıverdi. Ne yapıyordu acaba? Gittiğini öğrenmiş olabilir miydi? Hiç sanmıyordu. Erdem de her şey ve herkes gibi onun için geride kalmıştı. Her ne kadar bunu hiç istemiyor olsam da, diye iç geçirirken telefonu çaldı. Telefonunun çalması ile bir nebze olsun asık olan suratı şenlendi. Arayan Cihan’dı. Belki de geride bırakmadığı ve asla bırakamayacağı tek insandı. Tüm heyecan ve neşesi ile telefonu açtı. “Cihan.” “Unuttun beni meleğim, arayıp sormasam, iyi misin ne haldesin haberim olmayacak.” “Biraz abartmıyor musun? Daha bir saat önce konuşmadık mı seninle?” “Ben anlamam cancağızım, gerekirse dakika başı arayıp bana rapor vereceksin. Çekip gittiğinden bu yana içim hiç rahat değil zaten. O mendebur abin daha gelmedi değil mi?” “Yok daha gelmedi. Henüz karşılaşmadık. Anladığım kadarıyla ne kadar geç gelirse bana o kadar az katlanacağını düşünüyor.” “Yaren, ne olur geri dön, ben artık hiç üzülmeni istemiyorum. Ya da ben gelip alayım seni. Hah olmaz mı?” “Olmaz Cihan, yapamam biliyorsun. Benim buraya dönmem şarttı. Herkes için en iyisi, en doğrusu buydu. Hem…” sözünün devamını getiremedi. İkisi de kimden ve neden bahsedeceğini gayet iyi biliyordu. “Yaren, Erdem…” Onun adını Cihan’ın ağzından sesli bir şekilde duymak kızın canını yaktı. Zihninde tekrar ederdi onunla ilgili anılarını, ama bunu sesli bir şekilde kaderdaşım dediği tek güç kaynağı olan kişiyle henüz konuşacak kadar cesaretli değildi. Babasının evinde, annesinin hatıralarının içinde bu kadar yıkılmışken, gücü, dirayeti kırılmışken bir de Erdem’i konuşmak, bu şimdi kaldırabileceği bir şey değildi. Bu yüzden “Sus Cihan!” dedi ilk defa sert bir şekilde. “Onun adı bir daha ikimizin arasında anılmasın. En büyük dayanağım sen iken yıpratmayalım bir şeyleri, herkes gibi seni de kaybetmeye dayanamam. Bana yıllarca aile olmuş adamı bu kadar uzaktayken üzmek ya da kırmak istemiyorum. Sen benim gönül bağı ile bağlı olduğum öz abimin yapmadıklarını bana yapan, bana kol kanat geren adamsın. Seni üzmek şu dünyada isteyeceğim en son şey. O yüzden iyi olduğumu bil yeter…” dedi. Gücü yoktu daha fazlasına. Sözleri telefonun ucundaki adamın derin bir nefes alıp vermesine sebep oldu. “Tamam meleğim, biliyorsun bir sözün beni oraya getirmeye yeter. Sen iste hemen çekip alayım seni oradan ama istemediğin sürece dokunamıyorum sana. Biliyorsun, senin istemediğin, izin vermediğin hiçbir şeyi yapamam, yaşatamam sana.” “Biliyorum Cihan ama şimdi değil.” “Beni sakın habersiz bırakma. Neredesin, kiminlesin aramasan da mutlaka mesaj ile olsun bana haber ver. Anlaştık mı?” “Anlaştık abicim…” dedi ve kıkırdamaya başladı. “Şuna bak ya hemen de keyfi yerine geldi.” “Seni seviyorum.” “Ben de seni seviyorum meleğim. Dikkat et kendine.” Telefonu hiç istemese de zoraki bir şekilde kapattı. Yaren telefon elinde yüzünde kocaman bir tebessüm ile bahçede otururken arkasından gelen soğuk ses yüzündeki gülümsemenin an be an solmasına, gözlerinin irileşerek açılmasına sebep oldu. “Yaren…” diyen sert, otoriter, soğuk ve bir o kadar uzak olan ses, gecenin karanlığını delip geçerken, kızın yüreğinde öfke bulutlarının uçuşmasına sebep oldu. Canı yanıyordu. O ses yıllardır görmediği, onu koruyup kollayacağına olan inancını yıllar öncesinde kaybettiği kanından ama canından olamayan, ona sırt çeviren abisiydi. Yağız abisi. Oturduğu yerden yavaşça ayağa kalktı. Bacakları titreyerek arkasında dağ gibi durduğunu hissettiği, heybetini babasından alan abisine döndü. Hiç değişmemişti. Yine aynı kara korkusuz gözleriyle kızın karşısında dikiliyordu. Ne o hoş geldin dedi, ne Yaren hoş bulduk diye karşılık verdi. Ortam sessizdi. Dilleri söz bulanmazken, gözleri birbirlerine hesap soruyordu. Bakışlarıyla birbirlerine meydan okuyorlardı. Aralarındaki bu sözsüz savaşı kim kazanacaktı belli değildi. İkisi de yaralıydı. Bakışları hissettiriyordu bunu ama yaptıklarını kabul edilir kılmıyordu. Sessizliğin esareti olmuş iki kardeş arasındaki gerilimi hisseden Ece koşarak bahçeye geldi. “Yağız ne zaman geldin hayatım?” dedi ama adamdan çıt ses çıkmıyordu. Bakışlarını bir an olsun birbirlerinden ayırmıyorlardı. “Yaren, Yağız, hadi yemek hazır…” dedi. Abisi bakışlarını bir an olsun Yaren’den çekmeden, “Ben aç değilim Ece, işim var dışarıya çıkacağım,” dedi. Yaren ona bu kadar mı rahatsızlık veriyordu? Bu kadar uzaklığı hak edecek ne yapmıştı? Yıllar geçmişti, annesi ve babasının ölümünden hâlâ mı onu suçluyordu? Peki, o zaman kızı ne diye yıllar sonra tekrar buraya çağırıp ailesinin içine soktu? Ne istiyordu? Ne amacı vardı? Yıllar sonra bir umut vardı hâlâ içinde belki beni özlemiştir, bana sımsıkı sarılır kardeşim der diye düşünürken, küçük bir umutla bunu hayal ederken, yaşadığı her şey onu tepetaklak etmeyi yine başardı. Ece’nin şaşkınlığını görmezden gelip ayaklarını yere sert sert vurarak abisinin yanından geçip gitmeye karar verdi. Daha fazla orada durmaya takati kalmamıştı. Tam onun yanında geçip bir adım atmıştı ki Yağız’ın ortama düşen sesi ile taş olup kesildi ayakları. Ağzından çıkanlar hareket kabiliyetini söküp almıştı resmen elinden. “Bir daha o Cihan denen adam ile görüşmeyeceksin. Yarın akşam evleneceğin adam ile tanışman için ailecek yemeğe çıkacağız. Ailemize yakışır şekilde hareket et…” dedi ukala bir tavırla. Kulaklarına dolan kelimeler gerçek olamazdı. Bu kadar zalim, bu kadar kindar olan bu adam onun kanından değil miydi? Yıllar bir insanı bu kadar da ona karşı sertleştiremezdi. Bu, kızın uyanamadığı kötü bir kâbus olmalıydı. Kardeşine kıyamayan abisi resmen intikam almak, hayatını mahvetmek için kollarını sıvıyordu. Yaren’in sessizliği adamın canını sıkmış olacak ki “ Duydun mu beni?” diye irkilmesine sebep olan azarlayıcı ses tonu ile bağırdı. Yaren bu tavır karşısında artık duramazdı. Bu kadarı da fazlaydı ve kız buna asla boyun eğmeyecekti. Birkaç adım ile abisinin burnunun dibine kadar geldi ve şimdi tüm öfkesi ile gözlerinin içine nefret kusarak bakıyordu. “Duyamadım çünkü bana o kadar uzaksın ki seni artık duymuyorum.” “Yaren!” “Yağız yapma!” dedi Ece panikle. “Sen benim kiminle konuşup konuşmayacağıma karar veremezsin. Kaldı ki bahsettiğin kişi Cihan’sa senin asla bu konuyla ilgili söz hakkın olamaz. Senin yapmadığın abiliği yıllardır o bana yapıyor. Tabi sen nereden bileceksin, o kadar sert bir kabuğa çekildin ki beni dışarıda bıraktın. Yılar sonra buraya döndüysem, sebep senin isteğin değil benim isteğim. Ve şimdi hayatımda hiçbir hakkın yokken bana hesap soramazsın, bana emir veremezsin, sakın üstüme gelme, yıllar önce gitmeme sebep oldun, yine olma abi…” dedi buruk bir tebessümle. “Abi… Kimine ne kadar anlamlı bir kelime: ‘abi…’ Ama ağzımdan senin için çıktığında acı bir tebessüm yerleşiyor suratıma, dilimi yakıyor sana sarf ettiğim her harf, her kelime. Şimdi yüksek müsaadenle gözüne gözükmeyeyim, malum benim görüntüm de varlığım kadar seni rahatsız ediyor,” dedi ve onu göğsünden ittirerek gözyaşları eşliğinde, onlara ağlayarak bakan Fatma teyzenin yanından koşarak içeri geçti. Bir hışımla eski odasına girip kendini yatağına bıraktı. Hıçkıra hıçkıra ağlarken kapı birden ardına kadar açıldı. Ece’nin de gözleri dolu dolu, hemen yanına gelerek saçlarını okşamaya başladı. “N’olur ağlama Yaren, ne oldunuz iki dakikada?” “Gördün mü bak! Ben işte bu adamı tanıyorum, yıllar önce de bana sırtını dönen adam bu, senin anlattığın adamla hiç alakası yok onun. Yağız o feci kazadan önceki adam değil artık.” “Yaren, bak kesin bir şey olmuş olmalı, Yağız sana asla böyle davranmazdı. Hem de yıllar öncesine o kadar…” “Ece yeter artık savunma onu bana, sen de gördün, duydun, şahit oldun. Beni görmemek için evde yemek yemeye bile kalmıyor.” “Yaren o…” “Ece bana biraz izin verir misin? Gerçekten şu an tek istediğim biraz yalnız kalmak. Çok yorgunum ve sinirlerim bozuk. Lütfen Ece!” dedi çaresiz ve isyankâr bir ses tonuyla. “Tamam. Ama zamanı geldiğinde, iyi olduğunda konuşacağız,” dedi pes ederek. Yanağına minik bir buse kondurdu ve sessiz bir şekilde odadan çıkıp gitti. Ne diyebilirdi ki? Sadece onu avutmaya çalışıyordu. Sevdiği adama bu tavırları konduramıyordu belki de… Onların olmayan kardeş ilişkilerini canlandıracak ne kalmıştı ki geriye? Küller bile savrulup yok olup gitmişti. Yağız abisi ile aralarında olan tek şey soğuk, sert ve büyük aşılmaz bir buzdağıydı. Ne Yağız, o dağı eritmeye niyetliydi, ne de Yaren o dağı aşıp abisinin yüreğine ulaşmaya istekliydi. Bir hiçlik içine düşmüştüler. Ne yapsalar yok olmaktan kurtulamayacaklardı. |
0% |