@ugurluay
|
44.BÖLÜM “Seni hayal edebilmek bile bana bir lütuf… Sesini duyabilmek, seni görebilmek, Nefesinin sıcaklığını hissetmek hayallerimin de ötesinde…” Kâbus… Belki de en büyük kâbusuydu yaşadıkları. Dün geceden bu yana deli gibi her yerde Yaren’i arıyorlardı. Hayatlarının en büyük ve bir o kadar da sert dersini geç olsa da aldılar. O küçücük kızın karşısında o heybetli koca koca adamlar nasıl da küçülüp bir anda yok oluverdiler. Hiçbir şeyden korkmayan Erdem, dün gece Yaren’in gözlerinde gördüklerinden sonra yüreğinde tarifi imkânsız bir acı ile sarsıldı ve delicesine korktu. Kaybediyordu. Sevdiğini biliyordu ama bazen sevginin de bazı şeylere yetmeyeceğini artık anlıyordu. Yaren’in gözlerinde gördükleri adamın canını alev gibi yaktı. Onsuz da yaşayabileceğinin gücünü görmüştü gözlerinde. O her birine ayrı ayrı meydan okuyan küçük kız, restorandan gözyaşları ile çıktığında hepsi de onun haklı olarak söylediklerini hazmetmeye çalışıyordu. Haklıydı. Her bir cümlesi, her bir kelimesinde sonuna kadar haklıydı. Erdem kendine gelmeye çalışırken, Yağız’ın, adının Yiğit olduğunu öğrendiği kardeşinin güven pişmanlığı olan adamın üzerine atılması ile refleks olarak onları ayırmaya yöneldi. “Ulan sen ne şerefsiz adamsın! Yıllar önce benim kardeşimi kandırıp ortada mı bıraktın? Bir de sen mi yaraladın ulan benim kardeşimi? Sen nasıl bir şerefsizisin ki beni kandırıp kardeşimle bin bir oyunla evlenmeye çalışıyorsun?” diye yakasından tuttuğu Yiğit’e sağlam bir yumruk attı. Erdem normalde asla onları ayırmaya niyetlenmezdi ama öyle bir haldeydi ki mantıklı düşünecek gücü yoktu. Her şey o kadar karmakarışıktı ki, kim haklı kim haksız kim iyi kim kötü ayırt edemiyordu. Bilinci kapanmış gibiydi. Yağız, durdurulamayacak kadar öfkeliydi. Onun öfkesiyle verdiği tepkilerden Yaren’e aslında ne kadar da değer verdiğini anladı Erdem. Bir şeyler yanlıştı, tersti ya da eksikti. Yağız hiç de kardeşine sırt çevirmiş, ona değer vermeyen birine benzemiyordu. Aksine tek bir saçının teline gelecek zararda dünyaları yıkıp yakacak bir güce sahipti. Erdem “Yağız, bir sakin ol bırak şu adamı değmez,” dedi ellerinden tutmaya çalışırken. “Bırak ulan senin ondan ne farkın var sanki?” diye bağırarak çıkıştığında ellerinden kurtulup bir yumruk da ona savurdu. Bu hamleye sinirlenmişti. Ama Erdem’in asıl sinirlerini bozan yerde yatan şerefsiz ile onu aynı kefeye koymasıydı. Ne yumruğu ne de öfkesi, adamı asıl deliye döndüren o adi herif ile onu bir tutmasıydı. Duydukları karşısında daha fazla duramadı. Onun yumruğu ile geriye sendelediği yerden ileriye doğru atılıp yakasından tuttu. “Benim ne farkım var öyle mi? Benim ne farkım var? Sen nesin peki Yağız Aksoy? Yıllardır kardeşini yapayalnız bıraktın, ailesiz, kimsesiz ne çektiğini bilmeden onu tek başına yaşamaya mahkûm ettin.” Yüzüne bir yumruk savurdu. Yumruğu o kadar etkili olmamasına rağmen sözlerinin onda açtığı yaranın etkisiyle kendini bir çuval gibi yere bıraktı. Gözleri şimdi boş boş etrafa bakıyordu. Yiğit, bu ikilinin birbirine girmesini fırsat bilip ortalardan çoktan toz olmuştu. Yağız’ın o halini gördüğünde onun da en az Yaren kadar acı çektiğini anladı. İkisi de nefes nefese kalmıştı. Yanına bir iki adımda gitti. Elini yerde öylece oturan Yağız’a uzattı. Uzattığı dost elini gördüğünde şaşkınca ona baktı adam. Tam o sırada Yağız’ın eşinin restorana panik halinde girdiğini ve acı dolu haykırışlarını duydular. Yağız hemen ayağa kalktı ve Ece’nin yanına koştu. Kadın gözyaşları içinde bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Yağız kolları arasına aldığı karısını “Güzelim, bir sakin ol ve ne olduğunu öyle anlat,” diye saçlarını okşayıp sakinleştirmeye çalışıyordu. “Yağız, o yok. Gitmiş,” dedi hıçkırıkları arasında. “Ece, güzelim sakin ol. Tane tane anlat.” “Yağız, ben Yaren’in peşinden gittim. Ama yok, hiçbir yerde yok. Onu bulamadım,” dedi panikle. Erdem’in bu duydukları yüzünden nefes kesildi. Ne demek yoktu? Hemen o da Ece’nin yanına gitti. Onu kollarından tutup sarsmaya başladı. “Ne demek yok? Nasıl olmaz?” diye haykırırken kendinden geçmiş gibiydi. Ece şaşkınca ona bakarken sesi giderek fısıltı halini aldı. Elleri Ece’nin kollarından yavaşça düşerken gözleri boş âlemlere dalıp gitti. Aklındakiler hiç hoş şeyler değildi. Sayıklar gibi konuşuyordu. “Gidemez. Bir kez daha beni ardında bırakıp öylece çekip gidemez,” diyordu. Erdem, kendi kendine konuşurken adeta uyku esnasında sayıklar gibiydi. Gerçeklerle yüzleşmekten delicesine kaçıyordu, itiraf etmeye gücü yoktu. Kendi kendine konuşurken omzuna dokunan bir el ile gerçek dünyadan kopmaya başlayan zihni tekrar yere ayaklarını basmaya başladı. Gözü omzuna düşen elin sahibine baktığında Yağız’ın sakinleştirici bakışlarını gördü. “Eve gitmiş olmalı. Hadi gidelim,” dedi. Başka bir şey daha söylemeden karısının elinden tutup çıkışa yöneldi. Erdem onun ne söylediğini idrak etmeye çalışırken kapının çıkışında ona dönüp “ Gelmeye niyetin yoksa söyle de boşuna beklemeyelim,” diyerek devam etti. Yüzünde beliren umut kırıntılarını yüreğine ekip koşarcasına peşlerine takıldı. Belki de gerçekten eve geri dönmüştü. Belki bu defa onu kaybetmemişti. Gitmemiş olabilirdi. *** Yoktu. Dün geceden bu yana Yaren kayıp olmuştu. Nereye gitmiş olabilirdi hiçbir fikirleri yoktu. Telefonu, çantası, parası, kimliği her şeyi restoranda kalmıştı. Yağız ve eşinin yaşadığı evlerine gelmişlerdi. Onları karşılayan yokluğuna kendilerini hazırlamamışlardı. Bir umut kırıntısıydı yüreğine ektiği ama yokluğunun sert tokadı yüreğine indiği o anlarda gücünün giderek azaldığını hissetti. Yağız ve Ece de elleri kolları bağlı onun gibi çaresizdiler. Yaren’i evde bulmayı beklerken aslında hiç oraya gelmemiş olması onları iyice endişelendirdi. Hastane, karakol akıllarına neresi gelirse sabaha kadar can yangını ile etrafta koşuşturdular. Ama ellerine geçen tek şey koskocaman bir HİÇTİ. Yaren yoktu. Hiçbir yer de bulunmuyordu. Yer yarılmış ve sanki ulaşılmaz bir yerlere başını alıp gitmişti. Bu kız neredeydi? Kabullenişti çaresizliğim. Yokluğunun can yakan yakıcı kabullenişi, varlığına dair kurduğum tüm düşleri de beraberinde bir enkaza çevirdi. Adı dilimde tespih, gözleri hayallerimde vuslat, ruhum sevgisine muhtaç… Neredesin be güzelim? Neredesin can olabilmeyi dilediğim? Canımı, nefesimi, ruhumu, yüreğimi de alıp nereye gittin? Beni sensiz, kimsesiz bir bedene mahkûm edip nerelere adım attın? Can yakıyor be güzelim, varlığının ikamet ettiği yeri bilmemek, nefesinin ısıttığı, yüreğinin attığı yeri bilmemek canımı tüketiyor. |
0% |