@ugurluay
|
49.BÖLÜM “Bize gözün değil, gönlün gördüğü yürek gerek. Düşlerdeki tabir değil, gerçeğe vuslat gerek.” -Mevlana- Onsuz geçen ve adama sonsuz gelen koskoca iki sene… Yüreğindeki yangının bir an bile sönmediği aksine katlanarak daha fazla büyümesine sebep olduğu iki sene… Yaren’in gidişi ile adamın ruhu hazan mevsimine büründü. Her şey git gide rengini yitirdi, yemeklerin tadı yok oldu, gözlerinin feri sönüp gitti. Görmüyor, duymuyor, hissetmiyordu. O yoktu, o zaman hayat da yoktu. Eğer yaşamak nefes almak ise Erdem sadece yaşıyordu. Yaren’in gidişi zamansızdı. Gerçi hangi zaman onun gidişi için doğru olabilirdi ki? Onun Erdem’den gitmesini ne haklı çıkarabilirdi? Hiçbir şey… Mümkün müydü adının onsuz anılması? Mümkün müydü kızın kocaman yüreğini tanımışken ondan vazgeçmesi? O gitmişti. Mezarlıkta Yağız ve Erdem’i öylece bırakıp bilinmezliğe doğru ilk adımını atmıştı. Sözleri öyle can yakıcıydı ki arkasından gidememiş, bir adım bile atamamıştı ama ardından haykırmayı becerebilmişti. Gitmesine engel olamazdı. Gözleri gidişinin biletini yüreğine çoktan kesmişti ama son bir hamle ve gücünün kırıntıları ile ona haykırmayı başardı. Ama yine tıkadı kulaklarını, ördü aramıza o yıkılmaz soğuk duvarlarını. Vazgeçmek; bir an olsun aklına getirmedi böyle bir şeyi. Erdem ondan nasıl vazgeçebilirdi ki, düşüncesi bile hayat bağlarının kopmasına sebep olurken gerçeği onun hayattan vazgeçmesi demekti. Çünkü Yaren hayattı, o candı, can olabilmeyi dilediği tek kadındı. Vazgeçmedi. Peşine düştü, bir dedektif gibi onu takip etti. Cihan’ın karşısına kaç defa dikildiğini hiç bilmiyordu. En son görüşmelerinde söyledikleri canını yaktı. Cihan ona “Vazgeç Erdem, biraz olsun sevdiysen vazgeç. Sen ona iyi gelmiyorsun. O yaralarını sarmaya başladı. Sensiz nefes almaya başladı. Seviyorsan, iyi olmasını istiyorsan ondan uzak dur. Yaren’in istediği sen olsan o senden gitmezdi. İzin ver. Sensiz de yaşayabileceğini göreceksin,” dedi. Erdem onun bu sözlerinden sonra ağzını açıp da tek kelime dahi edemedi. Gerçek miydi? Ben burada senin için endişelenirken, ölümün soğuk nefesini ensemde hissederken, sen orada bensiz nefes alabiliyor muydun? Belki de ilk defa Cihan’ın sözleri adamı gerçek dünyanın acımasız duvarlarına sertçe çarptı. O gün bir şeyler kırıldı onda, bir şeyler kopup gitti. Belki de kabullenmekti, belki de yaptığı sadece ona zaman vermekti. Hayal kırıklığı çepeçevre sarsa da aklını, yüreği bir umut hâlâ ona geri döneceği günün hesaplarını yapıyordu. Ama iki yıl sonra onu bir tiyatro sahnesinde kanlı canlı görmek… İşte bu Erdem’in asla hayal edemeyeceği ve yüreğinin hesap etmediği bir karşılaşmaydı. Hakan’ın arayarak itiraz kabul etmeyen ses tonu ile “Yeter artık dostum bu gece bir şeyler yapıyoruz,” dediğinde aklındaki planlar tamamen farklıydı. Kendini tiyatroda bulmak çok da beklediği bir şey değildi. Çünkü Hakan ve tiyatro pek de yan yana gelebilecek iki kelime değildi. Erdem, Hakan ve ortak arkadaşlarıyla gittikleri tiyatro oyununun başlarında çok sıkılmıştı. Çünkü oyunun adı onun yüreğinin kaldıracağı bir oyun değildi. Oflayıp puflarken artık daha fazla dayanamayacağını söyleyerek Hakan’a “Ben gidiyorum bu oyun beni aşar,” dedi ve gitmek için ayaklandı. Hakan arkadaşının kolundan tutarak “Dur az kaldı bitiyor zaten…” dese de Erdem’in onu dinleyecek hali kalmamıştı. Tam ayaklandığı sırada duyduğu o ses… Duyduğu o ses geçmişin tozlu sayfalarından kulaklarına çalınırken, vücudu ayakta kaskatı kesilmiş ve gözleri istemsizce kapanmıştı. Hayaller bitti şimdi de sesler mi duymaya başlamıştı? Ah Yaren ne rüyalarda ne de gerçek hayatta rahat bırakıyorsun beni. Hareket edemiyordu. Biraz daha duymak istiyordu. İki yıldır hasret kaldığı ve tınısının bile vücudunun alev alev yanmasına sebep olan kadının sesi gözlerini yavaşça açmasına sebep oldu. Gözlerini açtığında ise gördükleri karşılaşmayı beklemediği gerçeklerdi. “Yaren,” diye özlem dolu bir fısıltı döküldü dudaklarının arasından, gözleri ona odaklanmış sadece gerçekliğini idrak etmeye çalışıyordu. Nasıl olurdu? Onun burada ne işi vardı? Ne zaman dönmüştü? Dönmüştü ve Erdem’in haberi mi yoktu? Yoksa Cihan haklı mıydı? Yaren artık onsuz nefes alabilen, onsuz mutlu olarak hayatına devam edebilen biri miydi? Aklında yankılanan gerçeklerle, elleri iki yanında yumruk olurken kaşları çatıldı. Yaren, son sözlerini de bitirip gözlerini açtığında sanki planlamış gibi ansızın bakışları hasret kaldığı gözlerle buluştu. Ah! Ne de çok özlemişim, bakışını, gülüşünü, hüznünü, tebessümünü, ben seni ne çok özlemişim be güzelim. Gözleri Yaren’e hesap soruyordu. Ama onun endişeli, dahası korkmuş bakışları Erdem’i öfkelendirmeye yetmişti. Erdem’den mi korkuyordu? Ondan, bir zamanlar duvarlarını yıktığı ve aşkını içine hapsettiği adamdan mı çekiniyordu? Yıllar onu adamdan bu kadar mı uzaklaştırmıştı? Erdem kendi içinde hesaplaşa dururken Yaren hiç beklemediği bir anda ve hızda herkesin şaşkın bakışları arasında koşarak sahnenin arkasına doğru çıktı. Çıkmak ne kelime adeta kaçtı. Onun bu tavrı adamı iyiden iyiye çileden çıkardı. “Yok, yok bu defa değil. Bu defa buna asla izin vermem,” diye dudaklarının arasından tıslarken, Hakan’ın keyifli sırıtışını şu anda sorgulayacak durumda değildi. Hiç kimseye aldırmadan şaşkın seyirciler ve selam vermek için sahneye doluşan oyunculara bile aldırış etmeden, onu engellemeye çalışan insanları iteleyerek sahneye atladı ve Yaren’in az önce kaçarcasına çıktığı yöne doğru ilerledi. Her odaya girip çıkarken bir kapının içeriden kilitlendiğini fark etti. Görememişti ama bütün hisleri onun şu an o kapının ardında olduğunu hissettiriyordu. “Yaren, aç şu kapıyı, aç dedim sana aç!” diye haykırırken içindeki öfkeyi yumrukları ile kapıya savuruyordu. “Aç şu kahrolası kapıyı aç!” diye haykırırken sadece içeriden gelen hıçkırık sesini duyuyordu. Onun ağladığını hissetmek adamın canını yakıyor, yüreğinin acımasızca burkulmasına sebep oluyordu. Kapıyı yumruklarken “Ağlama, artık ağlama yeter! Yetmedi mi Yaren? Bana, kendine, bize, abine çektirdiğin eziyet yetmedi mi? Bitmedi mi sevdamıza kestiğin ceza? Neden kaçıyorsun? Niye karşıma çıkmıyorsun Yaren? Bu kadar mı nefret ediyorsun benden? Bu kadar mı uzaklaştın? Bu kadar mı vazgeçtin benden?” diye avazı çıktığı kadar haykırıyordu. Kapının açılmaması adamın gözünü döndürmeye yetti. Yumruklarına şimdi de tekmeleri eşlik etmeye başladı. Korku öyle saf, öyle katıksızdı ki… Yüreği yine onu kaybetme korkusu ile dolup taşarken yaralı bir hayvan gibi can yangısı ile etrafa saldırıyordu. Kollarından sertçe tutulduğunu hissettiğinde sayamadığı ve tanımadığı insanlar tarafından çekiştirilmeye başlandı. Erdem ne kadar dirense de gücü kurtulmaya yetmedi. Sürüklenircesine o kapıdan uzaklaştırıldı. Sesinin ona ulaştığını bilerek, “Bu burada bitmedi Yaren, bana hesap vereceksin. Nereye gidersen git, ne yaparsan yap bu yüzleşmeden artık kaçamazsın. Sensiz geçen iki senemin hesabını bana vereceksin. Duydun mu beni? Bu iş burada bitmedi!” diye haykırıyordu. Canı yanıyordu ve zoraki bir şekilde yine onun nefes aldığı ortamdan uzaklaştırılıyordu. *** Kaçtı. Aslında ondan değil hissettiklerinden kaçtı. Başka yüreğe helal olan gözleri artık ona haram kılınan adama dayanamamaktan kaçtı. Bu karşılaşmayı binlerce kez aklında hayal etmişti ama hiçbir şey hayallerindeki gibi olmadı. Ne de güzeldi hayallerinde, Yaren ona gidecekti. Erdem onu yüreğine kabul edecekti ve onlar sonsuza kadar mutlu olacaklardı. Ama her şey hayallerdeki gibi olmuyordu. Mutlu sonların masallarda gizlenmiş satırlar olduğu gerçeği gibi. Hayat şakaya gelmiyordu. Hesaplar planlar tutmuyordu. Bahsi geçen şey hayattı ve bazen yapılan tek bir hata bir ömre bedel olabiliyordu. İçindeki aşk yaptığı hata ile ömrünce acısını çekeceği bir bedeldi. Sevdiği adamdan uzak durarak, onun sesine, yüzüne, ruhuna, sıcaklığına hasret kalarak bir ömür ödeyeceği bedeldi. Bu Yaren’in hatasının bedeliydi. Erdem’in huzurunu kaçırmaya hakkı yoktu. İki yıl sonra karşısına geçip düzenini bozmaya hakkı yoktu. Onun hayatına girmeyi başarabilen insana da bunu yapmaya hakkı yoktu. Hakkı yoktu ama, amaydı işte… Ona dair kurduğu her hayal gelecek zamanın içinde tükenip gitti. Zaman akıp giderken hayaller kendisi gibi onları da tüketti. Hıçkırıkları boğazından firar ederken Erdem’den kaçarak kendini kulisteki odalardan birine kilitledi. Ne de çok özlemişti sesini, her ne kadar ona bağırsa da… O kapıyı yumrukladıkça, kapıya sırtını dayamış dizlerini karnına çekip ellerini bacaklarına dolamış bir şekilde gözlerinden izin istemeden akıp giden yaşlara teslim oluyordu. O bağırıyor Yaren boğuluyordu. O ağlama diyor Yaren sadece hıçkırıyordu. “Ağlama, artık ağlama yeter. Yetmedi mi Yaren, bana, kendine, bize, abine çektirdiğin eziyet yetmedi mi? Bitmedi mi sevdamıza kestiğin ceza? Neden kaçıyorsun? Niye karşıma çıkmıyorsun Yaren, bu kadar mı nefret ediyorsun benden, bu kadar mı uzaklaştın, bu kadar mı vazgeçtin benden?” dediği an genç kız gücünün tükendiğini hissetti. Sanki bir şeyler yanlıştı. Nişanlı bir adam eski sevgilisini gördüğünde, hem de onu terk edip giden kızı gördüğünde bu şekilde davranmazdı. Yüzleşmek için yüreğinde derin bir cesaret birikirken yavaşça yerden destek alarak ayağa kalktı. Bir eli kapı koluna, bir eli anahtara gittiğinde tam açmaya hazırlanırken dışarıda bir arbede çıktı. Erdem sürüklenircesine dışarıya çıkarılırken bağırışları kulağında çınlıyordu. Haykırarak söyledikleri kızın aklını daha fazla bulandırarak, hesap soran sözleri onu öfkelendirdi. Erdem’in derdi Yaren değildi, onun derdi terk edilişinin hesabıydı. Aklındaki gerçekler ellerinin iki yanında yumruk olmasına ve kaşlarının çatılmasına sebep oldu. Bu adam ne istiyordu ondan? Nişanlanmamış mıydı? Yaren’e seni bekleyeceğim diyerek nişanlanan kendisi değilmiş gibi bir de utanmadan ondan hesap mı istiyordu? Hayatına başka birini kabul etmiş, gözlerini başka bir kadına sunup yüreğinin bahçelerine başka kadının girmesine izin vermişken, hangi cesaret ile ondan geçmişin hesabını istiyordu? Hangi hakla, ne cüretle… Yaşadığı derin aydınlanmayla elinin tersi ile gözyaşlarını sildi, şimdi kendini daha güçlü hissediyordu. Belki de bu cesaretinin tek sebebi kapının ardında artık bir Erdem olmamasıydı. Kim bilir? |
0% |