@ugurluay
|
4.BÖLÜM “Aşk nasip işidir, hesap işi değil! Aşk adayıştır, arayış değil! Sen adanmışsan ve yanmışsan bu uğurda, Aşk seni bulmaya gelir.” -Mevlana- Yaren “Sen…” diyebildi düştüğü yerden başını yukarıya doğru çevirdiğinde. Şimdi şaşkınlıkla kendine bakan gözlere o da bakıyordu. “Pardon kim?” diye soran genç adam, anlamaz gözlerle genç kızın perişan halini süzüyordu. “Sen o’sun…” İşaret parmağını adama uzatarak havada sallarken hayretler içinde kaldı. Böyle bir şey nasıl olurdu? Dünden sonra bir daha nerde karşıma çıkar dediği kahve canavarı, şimdi gözlerini dikmiş ona bakıyordu. “Kim? Anlamadım hanımefendi, siz iyi misiniz?” derken yerden kalkması için kıza yardım amacıyla elini uzattı. Yaren, Erdem’in ona elini uzatmasıyla daha da öfkelendi. Kendisine uzanan yardım elini büyük bir sinir ile geriye doğru ittirerek zor da olsa ayağa kalkmayı başardı. “Şuna bak, utanmadan bir de iyi misiniz diye soruyorsun? Baksana halime, iyi bir görüntüm var mı? Beni ne hale soktuğunun farkında mısın sen? İnsan böyle bir havada biraz dikkatli olur kardeşim! Altında araban var diye her şeyi yapma özgürlüğün olduğunu mu zannediyorsun?” “Hanımefendi özür dilerim. Sizi gerçekten fark edemedim.” Erdem hâlâ Yaren’i sakinleştirmeye çalışıyordu. Bu kızı bir yerden tanıyordu ama şu haliyle pek tanınacak gibi de değildi. Yağmurun ıslattığı saçları, bembeyaz yüzü ve üstü başı çamur içindeydi. Ama gözleri, yoksa o kız bu kız mıydı? Dün ondan intikam alırcasına ona şekerli kahveyi tattıran ve bir anda ortadan kaybolan kız olabilir miydi? Kongre bittiğinde gözleri onu ne kadar arasa da yokluğu ile karşılaştığı vakit, hayal kırıklığı yüreğini ele geçirmişti. Ama şimdi hayat, belki de böyle bir rastlantıyla ona yeni bir şans daha veriyordu. Onunla tanışmak için kötü bir fırsat olsa da, Erdem bunu kendisi için olumlu bir hale dönüştürebilirdi. Hem üzerine çamur sıçrattı diye ne kadar öfkeli olabilirdi ki? Yaren, “Özür diliyor bir de ya, utanmadan arlanmadan benden özür diliyor. Kafayı yiyeceğim arkadaş!” diye söylendiği sırada bir yandan da yerlere saçılan ders notlarını toplamaya çalışıyordu. “Oğlum özür dileceğine biraz dikkatli ol, dikkatli! Herkesin altında senin gibi arabası yok. Yağmurlu havalarda yürümek zorunda kalan, sıradan benim gibi normal insanların da var olduğunu unutmazsan sevinirim.” Yaren sinirden giderek kendini kaybetti. Adam kızın abartıyla karışık çıkışları karşısında hâlâ sakin kalmaya çalışıyordu. Erdem, “Sen ve normal olmak pek de yan yana gelmeyecek kavramlara benziyor ya, neyse…” dedi ima dolu bakışlarıyla. “Seni kahve canavarı, tuhaf bakışlı kafein manyağı, sapık, uğursuz herif ne olacak? Nerden çıktın benim karşıma bilmiyorum ki? Seni gördüğüm andan bu yana başıma gelmedik kalmadı. Sen, yoksa beni mi takip ediyorsun?” “Siz,” dedi zihninde canlanan suretle, karşısındaki kızın yüzünü sonunda birleştirmeyi başardı. Erdem sonunda kızı tam anlamıyla tanıdı ama onun ağzından dökülenler sabrının sınırlarını aşalı çok oluyordu. Kendini zor tuttu. Dün gördüğü o masum bakışlı güzel, şu an karşısında duran kıza pek de benzemiyordu. “Hı hı evet ya, ben, dalga geçer gibi siz diyor bir de! Numara yapma üçkâğıtçı herif, içtiğin kahveler yetmedi de beni mi takip ediyorsun şimdi de?” “Ne? Çılgınlık bu! Hanımefendi biraz sakin olur musunuz artık, bir kazaydı diyorum.” Erdem duydukları karşısında daha çok gerildi. Bu deli kız neden bahsediyordu böyle? Karşılaşmaları sadece bir tesadüftü. Tamam, belki kötü bir tesadüf olmuş olabilirdi ama bilerek, kasıtlı yapılan bir suikast değildi. Bunu anlamak ne kadar zor olabilirdi ki? “Ne sakini be, ne sakini… Senin yüzünden ıslanmışım, sınava geç kalmışım, üstüne bir de manyak sapık herifin teki beni takip ediyor. Sonra da karşıma geçip bana sakin ol diyorsun. Kusura bakma da sen benimle dalga mı geçiyorsun?” “Eee yeter be, sözlerine dikkat et biraz!” diye çıkışan genç adam da, sonunda kendini daha fazla tutamayıp sesini yükseltti. “Vay, beyimize bak sen hele, bir de sinirlenirmiş. Söylesene bana; sözlerime dikkat etmezsem ne olacak hı, etmezsem ne olacaak sapık herif!” Yaren, dur durak bilmeden adamın damarına basmaya devam ediyordu. “Bak küçük kız, seni tanımıyorum. Kim olduğunu bilmiyorum. Yaşananlar küçük bir kaza ya da kötü bir tesadüf, daha ötesi yok. Bunu anlamak bu kadar zor olmamalı.” “Numaraya gel numaraya… Oğlum karşıma niye çıkıyorsun benim? Ben senin gibileri iyi tanırım, uzak dur benden!” “Saçmalama be kadın! Kimsin ki senden uzak durayım? Yalnız bir odada kalsak bile dönüp bakacağım bir tip değilsin. Cazgırlık yapıp da kendini nimetten sayma.” “Bana ha, bana hakaret mi ettin sen?” “Vay canına, o küçük beynin bunu algıladı demek, şaşırdım doğrusu.” “Seni sapık herif, kahve canavarı, beyinsiz ukala, sen de…” Erdem kızın giderek daha da asabının bozulduğunu fark etti. Kendisi de sakinleşmek için derin bir nefes alıp verdi. Olayı büyütmek istemiyor, bir nevi hatasını telafi etmek istiyordu. Kızın üstünü başını batırmış, üstelik bir de sınavına geç kalmasına sebep olduğunu öğrenmişti. Hatasını telafi etmek için daha sakin ve nazik olmaya özen göstererek konuşmaya gayret etti. “Bak, tamam haklısın, bir kaza oldu. Af edersin, özür dilerim. Lütfen hatamı telafi etmeme izin ver. Seni gideceğin yere kadar bırakayım.” Erdem’in gözlerinde beliren acıma ile karışık şefkati görünce, birden kızın gözleri de öfkeyle parladı ve yine o ağızdan çıkanların hesabını asla veremeyeceği sözlerin altına imzasını atmayı başardı. “Oldu canım, başka… Adama bak, önce tuhaf bakışlarıyla beni gün boyu süzüyor, sonra takip edip üstüme çamur sıçratıyor, ben sapık değilim ayaklarına yatıyor, yetmiyor bana hakaretler sıralıyor, şimdi de bir anda yumuşayıp özür diliyor, gideceğin yere bırakayım diyor, falanlar filanlar… Sen bak bakayım benim gözüme?” “Ne?” “Bak, bak, bak… İyi bak.” “Ne diyorsun kızım, neler saçmalıyorsun sen be?” Erdem öfkeden patlamamak için kendisini zor tutuyordu. “Alnımda emrine amadeyim diye bir yazı mı görüyorsun sen? Oğlum bir git işine ya… Biraz klişe olacak ama ben senin bildiğin o kızlara benzemem. Baksana bana, tanımadığım hem de sapık olduğuna delillerim olan bir adamın arabasına binecek kadar aklımı yitirmedim daha.” Erdem’in dehşetle açılan gözleri yüzünü yırtacak kadar büyüdüler. Bir an Yaren bile kendini bir adım geri çekti. Galiba çok fazla ileri gitmişti. “Eeeh yeter be! İnsanlık namına yardım edelim dedik, iki dakikada canımdan bezdirdin. Ne canavarlığım, ne manyaklığım, ne de sapıklığım kaldı. İnsanlıktan çıkardın beni, ne halin varsa gör! Böylesine değil yardım, yolda görsen arkana bakmadan kaçacaksın. Senin gibisini zaten insan diye sokağa çıkarmamaları lazım. İnsanlıktan nasibini almamış, yeşil gözlü şeytan, ne olacak!” “Ne… Ne! Ne dedin sen!” “Duydun işte, sen tam bir şeytansın dedim, öyle gözlerini pörtleterek açınca resmen içindeki canavar ortaya çıkıyor.” “Sen, sen de tam bir hödüksün, evcilleşmemiş yabani öküz, yontulmamış kütük ne olacak! Duydun mu beni, Allah’ın belası adam! Hem suçlu hem de güçlü… Ayrıca sensin şeytan, asıl senin gibi dağ kaçkınlarını bir yere kapatmaları lazım, tuhaf bakışlı sapık.” Yaren sinirden yerinde tepinip ağlamaya devam etti. Bu sırada Erdem arkasına bile bakmadan arabasına bindiğinde, içini tuhaf bir huzursuzluk kapladı. Kızın söyledikleri yüreğinde bir şeylerin kıpırdanmasına, gözünde gülümsemeye neden olsa da… Aklı hemen saçmalama kaba ve küstah bir kızın nesini düşüneceksin, diye ona engel oluyordu. Erdem bu tesadüfe şaşırarak yoluna devam etti. Bilmediğiyse, kaderin gittiği yolda onlar i çin hazırladığı tesadüflerle dolu olduğuydu. |
0% |