@ugurluay
|
50.BÖLÜM “Allah der ki; Kimi benden çok seversen onu senden alırım. Ve ekler: "Onsuz yaşamam" deme, Seni onsuz da yaşatırım. Ve mevsim geçer, Gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, Canından saydığın yar bile bir gün el olur, aklın şaşar. Dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dostun olur, Öyle garip bir dünya. Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. "Düşmem" dersin düşersin, "Şaşmam" dersin şaşarsın. En garibi de budur ya, "Öldüm" der durur, yine de yaşarsın...” -Mevlana- “Adama bak ya, sen… Seni bekleyeceğim diye arkamdan deli danalar gibi böğür, sonra hiçbir şey olmamış gibi nişanlan, yetmedi utanmadan karşıma ızbandut gibi dikil ve bana hesap sor… Vicdansız herif ne olacak!” diye gözyaşlarını silerken bir yandan da öfke ile söylenip ağzına gelen her şeyi usturupsuzca havaya doğru savururken ne hiddetinin ne de sesinin ayarı yoktu. Anahtarı çevirerek kapıyı açıp evine girerken de hâlâ söylenmeye devam ediyordu. Ne duru ne durağı ne de ayarı yoktu dilinin. Freni boşalmış kamyon gibiydi, kime, ne zaman ve nereye çarpacağı belli değildi. Salona girdiği ana kadar da gayet ayarı kaçmıştı ta ki, kanepesinde kafasını geriye atıp dertli bir halde kederinde boğulmak için oturup kalan bir adet Cihan’ı görünceye kadar. Onun o hali kızın kendi içler acısı halini çoktan unutturdu. “Cihan!” diye korkuyla cırladığında onun burada ne işinin olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yurt dışından döndükten kısa bir süre sonra evlerini ayırmış olsalar da anahtarının bir eşi de ondaydı. Teklifsizdiler hayatlarında, birinin derdinin olması yeterdi kendini diğerinin kapısında bulması için… Neden demezlerdi. Anlatmasını beklerlerdi. Tıpkı şimdi olduğu gibi… “Yaren,” dedi gözleri dolu dolu. Onu böyle görmek içini burktu. Söylemese de adamın bu bakışlarından sebebini anladı. Aşktı onun bu halde olmasına sebep, zaman yaşadıkları hayatı tekrarlarken utanmadan acıları da yine ve yeniden onlara yaşatıyordu. “Cihan, sen iyi misin?” diye sordu masumca. Onun gözlerinin cam gibi parlaması ve elinden o an için bir şey gelmemesi, dahası onun bu haline sebep olan kadını bilmek içine büyük bir öfke dolduruyordu. Çaresizlik elini kolumu bağlıyordu. Şimdi Cihan’ın neden Erdem karşısında onu savunduğunu, korumak kollamak istediğini daha iyi anlıyordu. Yaren olsa Cihan’ın onun için yaptıklarını o da şimdi can abisi için yapardı ama Cihan buna asla razı gelmezdi. “Olmadı,” dedi dertlice. “Bu defa da olmadı, inanmadı, inanmayacak bana Yaren, Arzu’yu sevdiğime bir türlü inandıramıyorum,” dedi hırçın gözleri öfke ile dolup taşarken. Sarhoşluğun verdiği rahatlama ile iyice kendini kaybetti. Oturduğu yerde doğrulup ellerini ellerinden çekti ve yüzünü ovalamaya başladı. “Ben, ben hiç böyle olmamıştım cancağızım. Hiç içimde, ta şuramda…” Bir elini kalbinin üzerine götürüp yumruk vurarak gösterirken, “Şuramda aşk namına bu kadar büyük acı, çaresizlik hissetmemiştim. Yürek nasıl acırmış hiç bu kadar tanık olmamıştım. Bu çok kötüymüş Yaren, sevdiğim kadının bana her defasında hayır demesi, canım yanıyor Yaren, Arzu bana her hayır dediğinde ben nefessiz kalıyorum, gözlerimdeki umut kırıntıları dökülüp gidiyor, sarıldığım her dal bir bir kırılıyor…” diye içli içli konuşurken derdine derman olamamak Yaren’i büyük bir hayal kırıklığına sürüklüyordu. Bu kızın ne istediğini anlamıyordu. Cihan’a bakışları âşık bir kadınken gözleri ile sözleri hiç tutarlılık göstermiyordu. Ne evet diyor ne de Cihan’ın kendinden uzaklaşmasına izin veriyordu. Hayat ne kadar hızlı akıp gidiyordu. Dönüp baktığında dün gibiydi yaşananlar, aslında her şey çok zaman önceydi. Ama zamana hükmedemiyordu insan. Acılar, kayıplar, terk edilişler, hiçbir şey dünyanın dönmesini, günün geceye dönmesine, gecenin gündüze kavuşmasına engel olmuyordu. Hiçbir acı dünyanın dönmesini durduramıyordu. Herkes bir yerlerde bir şeyler yaşıyor ve zamanla alışıyordu. Acılar katlanılır hal alırken insanoğlu her şeye alışıyordu. Atlatamam dediği birçok şeyi geride bıraktı. Dert yumağına sarmalanmış hayatını bir bir çözerken, şimdi Cihan’ın dertlerine derman olmak için çabalıyordu. Hem de bu kararı, korktuğum dediği yüzleşmenin ertesinde alıyordu. Büyümek, acılarla olgunlaşmak bu olsa gerekti. Gökyüzüne baktı, zifiri karanlıktı, az sonra karanlığa inat gün doğacaktı… En karanlık geceler bile güneşin doğuşuna engel olamamıştı. Elbet onlar da bir gün aşkın huzurunda demlenerek yaşayacaklardı. Elbet bir gün onların da zifiri karanlıkları son bulacak ve gelecekleri aydınlanacaktı. |
0% |