@ugurluay
|
55.BÖLÜM “Gönül ile aklı koydum kafese. Biri "ümit" diyor, biri "kes" diyor. Çırpındıkça kaldım nefes nefese, Biri "dayan" diyor, biri "pes" diyor. Yüreğim döndükçe döndüm ak kora. Sabrım demir aldı, yelkenler fora! Gitmek istiyorum çok uzaklara, Biri "aman" diyor, biri "es" diyor.” -Mevlana- Tamer’in dilinden dökülen her bir kelime Yaren’in iki büklüm olmuş umudunun yersiz inkârıydı. İnkâr etti, kabul etmedi, inanmadı, inanmak istemedi. Erdem, sevdiği, gönlünün bahçesine girebilen yüreği güzel adam, bunu ona yapmış olamazdı. Yaren’i sevdiği yalan olamazdı, başka bir tene dokunup ona ihanet edemezdi. Aşkı onu düşler âleminde yaşatırken, gerçekleri cehenneme sürükleyemezdi. Erdem ona, gözlerine, yüreğine, ruhuna ihanet etmiş olamazdı. Peki, o zaman şimdi neredeydi? Neden yanında değildi? Karanlık… Zihni yanıtsız sorularla boğuşurken görüşü kapkaranlık, tıpkı hayatı, geçmişi ve geleceği gibi… Çok uzak bir yerlerden biri ona sesleniyordu. Duyuyordu ama cevap vermek gelmiyordu içinden. Bu karanlıktan çıkmak da, uyanmak da istemiyordu artık. Uyandığı zaman her şeyin gerçek olmasından çok korkuyordu. Duyduğu, gördüğü, öğrendiği her şeyin… Yaren, uyanmak istemedikçe birinin dokunuşu onu giderek rahatsız ediyordu. İçinde oluşan huzursuzluk ve elindeki dokunuştan hissettiği tiksinti ile göz kapaklarını zorlukla araladı. Gözlerini araladığında belki de görmek istemediği tek insanın endişeli bakışları ile buluştu gözleri: Tamer… Bakışları ve tenine dokunan eli ile midesinin altüst olduğunu hissediyordu. Dokunmasından iğreniyordu ve panikle elini elinden çekip sulanan gözleri ile başını onun olmadığı yöne doğru çevirdi. Genç kızın bu hareketinin adamı sinirlendirdiğini hissediyordu. Sesi hafif bir kızgınlık, bir parça kırgınlık ve çokça da pişmanlık doluydu. “Yaren, ben özür dilerim,” dedi tok bir sesle. “Ben senin bu derece yıkılacağını tahmin edemedim. Düşüp bayılacak kadar onu sevdiğini bilmiyordum,” dedi sıkkınca çıkan ses tonuyla. “Sen ne sanıyordun ki? İki yıl önce çekip gittim diye onu sevmediğimi mi? Çok basit düşünüyorsun Tamer, daha doğrusu beni hiç tanımıyorsun. Her neyse seninle daha fazla bu konu hakkında konuşmak istemiyorum,” dedi yüzüne bile bakmadan, başını nefretle çevirdi. “Şimdi izin verirsen dinlenmek istiyorum.” “Yaren, saçmalıyorsun. Bilmen yetmiyordu inanman için görmen lazımdı. Çünkü, çünkü…” dedi ve sustu. Son söylediği kelime ve sesinin kesilmesi kızın kaşlarının çatılmasına ve içine şüphe tohumlarının ekilmesine sebep oldu. “Çünkü ne?” diye ona döndürdüğü yüzüyle adama hiddetle karşılık verdi. “Çünkü bunu görmeni Erdem istedi anladın mı? Karşına çıkıp söyleyemediğini ve benden senin görmeni sağlamamı istedi. Bebekleri olacağını ve senin geçmişte kaldığını söyledi. Senin karşına bir daha çıkma cesareti gösteremeyeceğini, iki yıl önce bekleyeceğim dediği halde bekleyemediği için affetmeni istedi. Yaren, Erdem seni hayatında istemiyor. Ama yine de yok sen yalan söylüyorsun diyorsan, kapı orada çıkıp git ve hesap sor. Neden beklemedin de? Nasıl başka bir tene dokunabilirsin de? Sadece kendini küçültürsün. Bu kadar gurursuz ve onursuz musun sen Yaren? Karşına çıkıp bunları itiraf etmeyen bir adam için değer mi? Ha söylesene değer mi?” dedi gözünü bile kırpmadan tek nefeste. Onun dilinden dökülen cümleler kızı her bir kelime de yerden yere vurdu. Canı parçalanıyor ve bu adam hiç acımadan konuşmaya devam ediyordu. Yaren gözleri yaşlı ona bakarken sesinin yitip gittiğini, cümlelerinin onu terk ettiğini hissetti. Konuşamıyordu. Karşısında apansızca konuşan adamı bir türlü susturamıyordu. Dili zehir saçan bu parazit biraz daha konuşursa sonu kötü olacaktı. “Yaren bak, senin şu halinin beni ne kadar üzdüğünü bilemezsin. Şu anda bir hastane odasında yaşadıklarının ağırlığı ve gerçeklerinin altında ezildiğini görmek beni ne kadar kötü etkiliyor biliyor musun?” dedi ve kızın yanına gelerek elini tuttu. Tutuşu kızın midesinin kasılmasına sebep oldu. Elini çekiştirmeye çalıştıysa da onun güçlü ellerinin altından esir alınan parmaklarını kurtaramadı. Tehdit eder gibi gözlerine baksa da Tamer buna pek aldırmıyordu. “Yaren,” dedi sesini duygulu çıkarmak için çabaladığı belliydi. Yaren bu seslenişin ardından hiç iyi bir şey gelmeyeceğini tahmin ediyordu. Genç kız susmasını dilerken o tükenip gitmeyen sesi ve acı sözleriyle konuşmaya devam etti. “Aile kaybının ne demek olduğunu en iyi sen bilirsin. Annesizliğin, babasızlığın, kimsesizliğin sebep olduğu boynu büküklüğün insanın ruhunda ne yaralar açtığını en çok sen yaşadın. Erdem’in bir çocuğu olacak, daha dünyaya gelmemiş masum bir bebeği daha gözlerini bile açmadan babasız bırakmak ister misin? Bu vebali kaldıracak yüreğin var mı? Aşk bencilliktir ama sen küçük bir çocuğun boynunu büküp babasız büyümesine sebep olacak bencil bir yüreğe sahip değilsin. Karar senin Yaren, ister git Erdem’e hesap sor, ister önüne bak hayatına devam et. Artık yaptığın her şeye aldığın her karara saygı duyuyorum,” dedi ve ellerini ellerinden yavaşça çekerek doğruldu. Kaçamak bakışlarla kıza bakıp “Senin daha fazla üzülmeni istemiyorum. Erdem’in nişanlısı Lale eğer senin varlığını öğrenirse asla Erdem’le evlenmez ve onların çocuğunun boynunun büküklüğünün hesabını vicdanın bir ömür veremez. Ben senin iyi olmanı istiyorum Yaren, pişman olacağın bir şeyi yapmanı istemiyorum. Artık üzülmeni istemiyorum,” dedi üzüntülü bir şekilde. Onun bu hali ve sözleri kızın kafasını karmakarışık etti. Madem Erdem ondan vazgeçmişti, şimdi bu ilişkilerini bozabileceği korkusu neydi? Kız zaten onun peşinden gitmemişti ki! Neyin telaşıydı Tamer’deki? Tamer, kızın yattığı hastane odasından çıkmak için kapıya yürüdü. Elini kapı kulpuna koymadan önce son bir defa ona döndü “Cihan’ı aradım yaklaşık bir saate kadar buraya gelir. Beni daha fazla görmek istemediğinin farkındayım. Tekrardan geçmiş olsun. İnan ki böyle olmasını, bunları bu şekilde öğrenmeni istemezdim. Ama başka çare yoktu. Bilmeli, öğrenmeli en önemlisi de görmeliydin. Artık istediğini yapmakta özgürsün,” dedi ve çıkmak için kapıyı açtı. Tam çıkıyordu ki “Tamer,” diyen sesi ile birden yerinde durup beklenti dolu gözlerle kıza baktı. “Benim yaşadıklarımı nasıl biliyorsun?” dedi. Erdem ile konuşmalarının içeriğini bile biliyordu ve bu kızın aklını karıştırmaya yetiyordu. Yüzünde acı bir gülümseme ile ona baktı “Nereden mi biliyorum? Akıllı kızsın Yaren anlamış olman lazım. Ama tamam yorma kendini söyleyeyim, bana tüm bunları Erdem anlattı. Senin ondan uzak durmanı söylemem için bana rica etmeye geldi. Senin inanmayacağını biliyordu, bu yüzden her şeyi bana anlattı. Her neyse artık biliyorsun. Seçim senin, ne olursa olsun, ne yaparsan yap benim her zaman senin yanında olduğumu unutma. Bir telefon kadar yakınındayım ama şimdi gitmem lazım. Hem Cihan da gelmek üzeredir malum benden pek hoşlandığı söylenemez.” dedi ve arkasını döndü. “Tamer,” dedi tekrar ona endişeli bir şekilde baktı bu defa, “ Teşekkür ederim. Her şey için,” diye kinayeli bir üzerine vurgulama ile konuştu. Tamer, minik bir tebessüm ve baş selamı ile odadan çıkıp gitti. Arkasında ruhu enkaza dönen kızı bıraktığını bilmeden. Kök salmış bir kere hüzün hayatımın her bir köşesine, söküp atmak imkânsız. Anlam yüklemiyorum artık yaşadıklarıma, geçmişte içime kor gibi düşen bakışlara, musallat etmiyorum artık acı veren anıları yüreğime… Duvarlara sinen yalnızlığım ile yaşadığım büyük hüsranı kollarımın arasına alıp gitmek istiyorum sadece. Düşünmemek, duymamak, görmemek ve hissetmemek… Sadece gitmek… *** Tamer’in her sözü kızın beyninde bir bir yankılanıyordu. Ona inanmak istemedi. İnanmadı da ama sonra… Sonrası küçük bir umudun yerle bir olma hikâyesiydi. Hastaneden çıkıp giden Tamer’in ardından daha fazla duramamıştı. Belki Cihan deliye dönecekti ama şu saatten sonra hiçbir şey umurunda değildi. Tamer’in iddiaları korkunçtu. Apar topar çıktığı hastaneden gideceği yer belliydi. Nereye giderse gitsin, yolunun çıktığı tek yön, tek adres her zaman Erdem’di. Duramazdı daha fazla. Birilerinin lafına bakıp sevdiği adama yargısız infaz yapamazdı. Yolu, yönü belliyken ayakları yağan yağmurun altında Erdem’in evini sonunda buldu. Bir şeyler yanlıştı, eksikti ve Yaren’in sevdiği adam ona bu kadarını yapmış olamazdı. Yağmur bile isyan eder gibi durmaksızın yağıyordu, gökler ağlıyordu tüm bu yaşadıklarına. O bile inkâr ediyordu Erdem yapmaz, diye rüzgâr kulağına inatla fısıldıyordu. Erdem’in evinin önüne geldiğinde, eli titreyerek zile dokunmaya çalıştı. Saçlarından damla damla akan yaşlara inat dik durmaya, soğuğun vermiş olduğu üşüme ile titrememeye çalışıyordu. Korkuyordu. Tamer’in söylediklerinin gerçek olma ihtimali onu ürkütüyordu. Saatin gece yarısı olması umurunda bile değildi. Geceymiş, gündüzmüş, erkenmiş, geçmiş fark etmezdi. Ona daha fazla geç kalamazdı. Topladığı tüm gücü ve cesaretiyle zile bastığında kapıda onu görünce Erdem’in nasıl tepki vereceğini aşırı merak ediyordu. İlk çalışta kapının ardında bir hareketlilik hissetmedi. İkinci çalışında içeriden gelen tıkırtıları duyması ile içinde derin bir rahatlama oldu. En azından evdeydi. “Be-ben, şey…” dediği anda içeriden tanıdık bir ses yükseldi. “Lale gelen kimmiş?” diyen ses adım adım kapıya doğru yaklaşırken adının Lale olduğuna emin olduğu kadın, “Bilmiyorum canım, ben de tam onu soracaktım,” diye cümlesini tamamlamadan Yaren ansızın ortadan kayboldu. Canım dediği an Yaren’in oradaki varlığının sonsuza kadar yitip gitme zamanı geldiğinin farkına vardı. Tamer’e ne kadar kızmış olsa da sonuna kadar haklı olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Bu kadın onun evinde, onun pijamaları ile ve onun… Aklının gittiği yönü beğenmemişti, hemen zihnini saçma sapan görüntülerden uzaklaştırırken ağır ağır adımlar atmaya başladı. Bir gün içinde bu kadar gerçekle yüzleşmek fazla gelmişti bünyesine. Geriye dönüp baktığında kısacık bir anda, Erdem’in onu sevdiği anlara sıkı sıkıya tutunmak istedi. Gözlerinden sevdayı okuduğu, yüreğinden aşkı kana kana içtiği o anlarda tutulup kalmak istedi. Payına düşense kocaman bir hiçlikti. Yaren de tıpkı anıları gibi sevdiği adam tarafından koskocaman bir hiç olmuştu. Umut etmişti, onu unutmadığını onu hâlâ sevdiğini ümit etmişti. Ama kurduğu hayaller umutlarıyla beslenince, hayal kırıklığı daha fazla can acıtıyormuş. Gözleri hayallerini vaat ediyordu, yaşanmışlıklar gerçekleri resmediyordu. Peki ya şimdi ne oldu? Erdem’in hangi âlemlerde keyif çattığını bilmezken, Yaren neden yağmur altında bir hastane odasından kaçarcasına çıktı ve onun kapısına geldi? Neden herkesten, her şeyden sonsuza kadar gitmek, yok olmak istedi. Gözleri bir daha görmeye katlanır mıydı onu başka bir tene dokunurken, yüreği kaldırır mıydı sevgi sözcüklerinin başka yüreğe değdiğini görmeyi? Dönüşüm kavuşmamız olacak derken, ayrılık nasıl da acımasızca bir kez daha yazılmış ömür hanemize… Alacaklıyım be sevdam, alacaklıyım ömründen, ömrümden çalıp gittiklerinin borcu var gözlerinde, veresiye defterin kalınlaştı yüreğimde. Gözlerimden dökülen her bir yaş şahidim olsun, seni o tene değerken gördüğüm an zihnime silinmez bir şekilde kazınsın ve yağan şu yağmur, yüzümden süzülen bu damlalar kaderimi de silip atsın. Sana dair hayallerimi de alıp götürsün. Bu geceden sonra bendeki varlığın son bulsun, yüreğim yüreğinden, gözlerim ruhundan elini eteğini sonsuza kadar çekip alsın. *** Üzerine yağan yağmura, gecenin ayaz soğuğuna inat saatlerce yürüdü. Yaşadıklarını, yaşayamadıklarını, pişmanlıklarını, kızgınlıklarını, öfkesini… Her şeyi düşündü. Saatlerin ilerlediğini fark etmedi bile, gecenin sabaha döndüğü o vakitler nasıl geldiğini bile bilmeden kendini evinin kapısında buldu. Daha o anahtarı yerleştirmeye çalışırken, bir hışımla açılan kapının ardında öfkeli gözlerle ona bakan Cihan’ı bulmayı hiç beklemiyordu. Yaren “Hoş geldin,” diyen soğuk sesiyle kapıdan içeriye geçmeye çalıştığı an, önüne bir duvar gibi gerildi ve geçmesini engelledi. Gayet alaycı bir ses tonu ile “Asıl sen hoş geldin. Bu saatte evine gelebiliyorsan eminim ki iyi bir mazeretin olmalı,” diye kükrediğinde içeriden koşarcasına gelen Arzu’yu görünce bu defa şaşırma sırası kızdaydı. Kaşlarını havaya kaldırıp hayırdır, der gibi ima ile Arzu’ya baktığında kızın yüzünün kıpkırmızı olduğunu fark etti. “Ben seni merak ettim Yaren, dün öylece çıkıp gidince sonra da hastane haberini alınca…” diye cümleleri acele ile ardı ardına kurarken, daha fazla dinleyecek ve ayakta duracak gücü kalmamıştı. “Neyse Arzu, ben yorgunum siz keyfinize bakın. Uyanınca konuşsak sanki daha iyi olacak,” dedi ve kapıdan içeriye geçmek için bir adım daha atmaya çalıştı ve yine adımı Bay Cihan tarafından sert bir şekilde engellendi. Yaren kaşlarını çatarak “Cihan izin verir misin? Çok yorgunum ve uyumak istiyorum. Uyanınca konuşalım,” dedi tüm uyarı tonlarını sesine katmaya çalışarak. Cihan bundan pek etkilenmemiş olacak ki “Bana ne haltlar karıştırdığını anlatmadan, bu saate kadar hangi cehennemde olduğunu söylemeden hiçbir yere gidemezsin!” diye haykırarak kolundan sertçe tutup kızı içeriye doğru çekiştirmeye başladı. Onun bu hareketi Arzu’yu korkutmuş olacak ki “Cihan, yapmasana dur, kızın canını acıtacaksın,” diyen korku dolu inlemelerini görmezden geldi. Ne onun çekiştirmesi, ne de mengene gibi sıkı sıkıya tuttuğu kolu, hiçbir şey dün geceden sonra canını daha fazla yakamazdı. “Bırak beni Arzu, bu küçükhanım her şeyi anlatana kadar hiçbir yere kımıldamayacak,” dedi sertçe haykırırken. Kolundan sürükleyip Yaren’i kanepeye savurdu. Artık sinirleri zirveye tırmanmaya başlamıştı. Düştüğü kanepeden aynı hızda ayağa kalkarak öfkeli bakışlarını onun görüş alanına savurdu. Tamam, merak etmiş olabilirdi, anlatacağım diyordu ama adamın kalın kafası bir türlü bunu almıyordu. “Cihan, sonra anlatacağım dedim görmüyor musun iyi değilim.” İki elini yanlarına doğru açarken halini göstermeye çalışarak onu anlamasını dilerken, öfkesini burnundan soluyordu. Her zaman birbirlerini anlarlardı ama son yaşananlar ikisinin de sinirlerini yıpratmaya yetmişti. “Hayır, şimdi anlatacaksın. Dün geceden bu yana ben ecel terleri döktüm. Kaç kapıyı seni aramak için çaldım, karakollar, hastaneler, gitmediğim yer kalmadı. Mahvoldum Yaren, dün geceden bu yana sana bir şey oldu diye öldüm öldüm dirildim. Nasıl bir sorumsuzluktur bu, insan telefonuna bile bakmaz mı? Bir cevap vermez mi? Bu kadar mı değersizim ben senin için? Merak edeceğimi, dahası deliye döneceğimi bile bile bana bu korkuyu neden yaşattın Yaren?” diye bir kez daha avazı çıktığı kadar haykırdı sertçe. Yaren’in artık direnme gücü kırılıp gitti. Bitmişti artık. Ayakları daha fazla onu taşıyamadı ve sertçe yere düştü. “Yeter, yeter artık sus!” diye bağırırken bir yandan da ağlamaya başladı. Hıçkırıkları boğazından firar ederken Arzu’nun ve Cihan’ın şaşkın bakışları arasında gözyaşları ile bir yandan yeri yumrukluyor bir yandan da haykırıyordu. “Aramadım, cevap vermedim, kaçtım, gittim ve ilk defa sonsuza kadar yok olmak istedim duydun mu beni? Sonsuza kadar yok olmak istedim. Onun başka bir tende can bulduğunu, başka bir yürekte nefes aldığını gördüğüm an bittim ben anladın mı? Canım yanıyor, canım çok acıyor…” dediğinde elleri yere vurmaktan kıpkırmızı olmuş, sesi son kelimelerde fısıltıya dönüşürken hıçkırıklar arsızca boğazından firar ediyordu. Başı önünde, gözleri kapalı omuzları hıçkırıklarla sarsılırken tanıdık bir dokunuşla sarılıp sarmalandı. Cihan “Özür dilerim cancağızım, özür dilerim ben bilemedim. Ben, ben sadece seni kaybetmekten koktum. Sana bir şey olacak diye deliye döndüm,” dedi ve kızı kolları arasına alırken başına minik bir buse kondurdu. Yaren artık bırakmıştı kendini can abisine, gözleri bir an ayakta gözyaşları ile onları izleyen Arzu’ya takıldığında şefkat dolu bakışları ile içini ısıtmıştı kız da. Yüreği yanarken, Cihan’ın korumacılığı, Arzu’nun şefkati bir nebze de olsa onu yatıştırmayı başarmıştı. Peki gönül yangınını, onu ne yatıştıracak, ne söndürecekti? |
0% |