@ugurluay
|
61.BÖLÜM “Sus Gönlüm… Bütün bu susmalarına karşılık, Her şeyin hayırlısının olacağına inanarak sus. Her susuşun bir cevap olsun, Her susuşun sabrın olsun, Her susuşun duan olsun.” -Mevlana- Bekledi. Erdem onu hep beklerdi. Dün, bugün, yarın… Fark etmezdi ki gelecek olan Yaren’se beklemek bile mutluluğun adıydı onun için. Çünkü dönüşler hep ona olacaktı, en azından Erdem öyle zannediyordu. Yoruldu. Sevgisini ispatlamak, onun güvenini kazanmak için, verdiği emeklerin karşılığını alamamaktan yoruldu. Ne kadar savaşırsa savaşsın mücadelesinin sonuçsuz kalacağından emindi artık. Yaren ona hiçbir zaman tam olarak güvenmeyecekti. Erdem bugün bunu bir kez daha anladı. Bahçede onu ilk gördüğü an kollarının arasına alıp sarılmamak için kendini ne kadar zorladı, ne kadar güç tuttu. Sevdiği bir adım ötesinde özlem dolu bakışlarla bakarken, ona dokunamamak işte bu fani dünyada cehennemi yaşamak gibi, ölüm gibi, nefessiz kalmak gibiydi. Özlemişti, ipek gibi yumuşacık rüzgârda dalgalanan saçlarını, buram buram burnuma dolan kokusunu, hasretini çektiği tek bir bakışını bile deli gibi özledi. Ama dokunamadı, uzaktı ona, konuşmasa da çok uzaklardaydı. Bir adım yakın bin adım uzak, tarifi böyleydi bakışlarının ona. Uzak diyarların insanı gibiydi şimdi özlediği kadın. Bakıyordu ama ona ulaşamıyordu. Bugün buraya Yağız’ın daveti üzerine geldi. İtiraf etmeliydi ki tiyatro sahnesinden inerek ondan kaçışının ardından bir şeyler kırılıp dökülüp gitmişti içinde, bu kadar mı görmek istemiyor beni, kopmuş muydu, yıllar alıp götürmüş müydü onu benden, gözlerimden, ruhumdan, diye veryansın etti yüreği. O gece aklı durdurdu kalbinin tüm hükümlerini, karar verdi çıkmayacaktı karşısına bir daha, bitmeyecekti dibinde, eski Erdem yoktu artık karşısında, yıllar Yaren’i olduğu gibi Erdem’i de değiştirmişti. Eskisi gibi soluk aldırmadan düşmeyecekti peşine. İlk gün ondan uzak durmayı başarsa da ikinci gün aldığı kararı rafa kaldırması farz oldu. Yaren’in bu şehirde bu kadar yakınında nefes aldığını bilerek, hiçbir şey yapmadan durmak yüreğine yakışmazdı, aklı el vermezdi buna. Eskisi gibi olmasa da ona yakın olacaktı ama onun haberi olmayacaktı. Madem adamı görünce kaçıyordu Erdem de göremediği mesafede ama yakınında olurdu, en azından iyi olduğuna dair ondan haber alırdı, bu bile yeterdi ona. Ertesi gün bir önceki gece yaka paça atıldığı tiyatroya gayet medeni bir şekilde giderek arkadaşıymış gibi onu sordu. Şansı yaver gitmişti. Adamı hatırlamayan birkaç insanla karşılaşıp onunla ilgili ufak tefek şeylerle evinin adresini öğrenmeyi başarmıştı. Evine gittiğinde onun dışarıya çıktığını gördü. Evinin adresini tam olarak teyit ederek hemen Yağız’ı arayıp haber verdi. Yaren’in gidişinin ardından Yağız ile çok iyi, iki samimi dost olmuşlardı. Her günü acaba yeni bir haber var mı diye onu araması ile geçmişti. Yağız da Erdem gibi çaresizdi. İki yaralı adam ne kadar çaresiz kalsalar da bulamadılar Yaren’i… Cihan ile gidişini öğrendikleri anda ise dikildiler Cihan’ın karşısına, ama adam Nuh dedi peygamber demedi. Nasıl bir gizlilik ile iş halletti bilmiyordu ama bir türlü yeterli bilgiye de Yaren’e de ulaşmayı başaramadılar. En sonunda Cihan ile yaptığı son görüşmesinde söyledikleri Erdem’i durdurmaya yetti. Sessizliğe gömülse de adam onu beklemekten bir an olsun vazgeçmedi. Yaren’in ondan kaçışı ile tekrar sessizliğe gömüldü ta ki Yağız’ın onu Yaren’in evine davet etmesine kadar. “Aranızdaki problemleri çözün artık. Onu burada emanet edebileceğim kimse yok,” dediği an içine gelip taş gibi bir şey oturdu. Erdem onun gönüllü bekçisi olur, kapısında yatardı ama Yaren adamı kabul eder miydi işte orası en büyük meçhuldü yüreği için. Ne kadar istemese de yüreğinin önüne koyduğu tüm engeller bir bir kalkmış ve kendini bir anda Yaren’in kapısında bulmuştu. Onun şaşkın bakışları arasında evinin davetsiz misafiri olduğunu huzursuzluğundan anladı. Cihan’ı tanıyordu ve yanındaki bayan ile derin bir sohbete girişmişti. Erdem’i bahçede ilk gördüğü zaman başı ile uzaktan bir selam vermişti. Onu asıl şaşırtan Tamer’in Yaren’in evinde olmasıydı. Yaren’in döndüğünü bilmiyordu. En azından Erdem onun bilmediğini biliyordu. Ama görünüşe bakılırsa bilmediği daha fazlası vardı. Erdem’in Yaren’in gidişi ile kaybolduğu ıssız ve karanlık çukurlarda en büyük destekçisi Tamer olmuştu. Hep dibinde bitmiş, onu dağılıp döküldüğü gecelerden eve taşıyan omuz olmuştu. Ama bugün anlıyordu ki amacı destek olmak değil adamın acı çeken o halinden büyük zevk almakmış. Tamer’in üzerine ilk atıldığı o an aklındaki tek şey, Tamer’in Yaren’e saplantılı derecede âşık olduğu düşüncesiydi. Ama onun ağzından Merve ismini duyduğu an öfkesi dinerken ona acıyarak baktı. Tamer hastaydı, onlar aile olarak yıllar içinde ne kadar iyileştiğini düşünseler de adam sadece rol yapmıştı. Yıllar öncesini hatırladı o konuşunca. Merve, Tamer ve Erdem üniversitede çok iyi arkadaştılar. Onların arkadaşlığı giderek farklı bir boyut alıp ilişkilerinin adını koyduklarında, buna en çok Erdem sevinmişti. Canı gibi sevdiği iki insan birbirinin kıymetlisi olmuştu. Ama geçen zamanda güzel gitmesi gereken her şey sarpa sarmaya başladı. Merve giderek korkak, mutsuz ve ağlamaklı bir ruh haline büründü. En ufak hareketiyle de irkilip geri kaçıyor ona zarar vermesinden korkuyordu. Başlarda ne olduğunu anlayamadı. Ama bir gün Merve, Erdem’in kapısına geldi. “Yalvarırım bana yardım et Erdem, kurtar beni Tamer’den!” diye hıçkıra hıçkıra ağlayarak kapısına gelmesiyle her şey bir çözüme ulaşmıştı. Erdem ona ne olduğunu anlatmasını istediğinde, “ Tamer’in davranışlarına artık dayanamıyorum. Çok korkuyorum Erdem. Biz sevgili olduğumuzda başlarda her şey çok normaldi. Sonra ufak tefek kıskançlıklar başladı, ben başlarda normal dedim, zamanla geçer sandım, sevgililiğimizin ilk ayları alışma evresi dedim ama geçmedi Erdem. Tamer düzelmek yerine daha fazla şey yapmaya başladı. Tepkileri şiddete dönüşmeye başladı. Tehdit, zorbalık, şiddet aklına ne gelirse arkası geldi. Beni senden bile kıskanmaya başladı. Seninle görüşmemi bile yasakladı. Yanıma kimseleri yaklaştırmıyor, selam vereni görse olay çıkarıyor, erkekleri geçtim kız arkadaşlarımın bile yanıma yaklaşmasına izin vermiyor. Okulda herkes tarafından uzak durulan bir insan haline geldim. Ayrılmak istediğimi söyledim. Ben bu kadarına gelemiyorum Erdem, gücümü tüketti. Dayanamıyorum. Bu defa da beni tehdit etti. Eğer ondan ayrılırsam aileme zarar vermekle tehdit etti. Ben, ben çok korkuyorum! Yine geçer dedim bekledim ama son isteğini ben kaldıramıyorum artık. Kimseye gidemedim, ne yapacağımı şaşırdım. Sana geldiğimi bilse neler olacağını düşünemiyorum,” dedi gözyaşları eşliğinde. “Merve… Tamer senden en son ne istedi?” dedi duydukları karşısında şaşkına dönmüştü. Onun kuzeni, Tamer tüm bunları nasıl yapmış olabilirdi? Anlayamadı, anlam veremedi. “Be-benden okulu bırakmamı ve evlenmemizi istedi. Bunu kabul etmezsem olacaklardan sorumlu olmadığını söyledi. Korkuyorum Erdem!” dedi gözyaşları içinde ağlarken, korkudan hâlâ titriyordu. Kıza artık ne yaşattıysa öyle çok korkuyordu ki onu sakinleştirmesi günlerini aldı. Bu süreçte ailesine eğitim için bir seminere katılacağını söyledi. Merve’nin ailesi çok yakın dostlarıydı ve Tamer’in bu kadarına cesaret ediyor oluşu yapacaklarından endişe duymasına sebep oldu. Tamer hastaydı ve iyileşmeyi istemiyor, durumunu kabullenmiyordu. Bu iş nereye varacaktı bilmiyordu ama artık yorulduğunu hissediyordu. Zihninde binlerce yaşanmışlık hayat bulurken, otomobilinde oturmuş direksiyonu sımsıkı tutuyordu. “Geldiğim şu duruma, yaşadıklarıma bak!” diye direksiyona sertçe vurduğunda aracının kapısının aniden açılmasını ve yanına gelip oturan Yaren’in endişeli bakışlarını gördü. Kaşlarını çatarak ona baktı. “Ne yapıyorsun?” diye haykırdı. “Seninle geliyorum. Beni dinlemeden hiçbir yere gidemezsin,” dedi kendinden emin bir duruşla. “İn arabadan Yaren, oyun oynamıyoruz burada,” diye karşılık verdi sertçe. O’ysa hiç aldırış etmeden omuz silkerek, “Oyun oynadığımı kim söyledi? Nereye gidersen git ben de geliyorum Erdem Dinçer, artık ihtimallere ve varsayımlara bırakacak bir hayatımız yok. Nereye gidersen git beni de götürmek zorundasın,” dedi emniyet kemerini bağlarken. Onun hu hali önceden olsa adamı keyiflendirirdi ama ona olan güvensizliğini daha yeni görmüşken bu tavırları hiç çekici gelmiyordu. “Gittiğim yere seni götürmek istediğimi de nereden çıkardın? İn aşağıya Yaren, bizim seninle artık konuşacak hiçbir şeyimiz kalmadı.” “İsteyip istemediğinle ilgilenmiyorum Erdem, zorundasın diyorum. Ve istediğini söyle, bağır, çağır ama umurumda değil, beni dinleyene kadar bu arabadan inmiyorum,” dedi ve kollarını göğsünün altında birleştirip başını camdan tarafa çevirdi. “Peki madem, öyle olsun…” deyip arabayı çalıştırarak gazı köklerken, onun bir anda koltuğun yan taraflarından endişe ile tutunduğunu fark etti. Onun bu hali adamı keyiflendirirken içten içe bunu sen istedin diyordu. “Vazgeçmek için geç değil hemen seni indirebilirim,” dedi gayet alaylı bir şekilde. “Vazgeçmiyorum,” diye bas bas bağırdı inatla. “Vazgeçmemek için çok geç kalmadın mı?” diye fısıldarken onu duyup duymadığını bilmiyordu. Bazı şeyler için geç kalınırdı. Şu an onların yaşadıkları da geç kalınmışlığın en gerçek ve acı haliydi. Tükenmişlik. Belki de yapacak hiçbir şey kalmadığı için çaresizliğin adıydı. Yaşananlar ağır gelmişti ona… Dokundu yüreğine, Yaren’in onu hiç tanıyamamış olması yıktı geçti, alev aldırdı yüreğini. Bu gönül yangınından geriye kalan ne olurdu bilmiyordu. Bu sevda onu yakarken küle mi döndürür yoksa sönmemecesine yangın devam eder miydi ruhunda belli değildi. *** Gözlerini araladığında etrafın karanlık olduğunu fark etti. Aklına bir anda dolup taşan gerçekle oturduğu yerde birden hareketlendi ve aynı hızda boynunda keskin bir sızı hissetti. “Ah!” diye inlediğinde eli bir anda boynuna gitti. Canı çok feci bir şekilde yanmıştı. Ağrı uykusunu açmış olacak ki, nerede olduğunu düşünmeyi yeni yeni akıl edebildi. Etrafa göz gezdirdiğinde bir an hayal mi görüyorum, dedi kendi kendine. Eli tutulmuş boynunun sızısını ovalayarak geçirmeye çalışırken, boynunu hareket ettiremediğini fark etti. Ağva’ya gelmişlerdi. “Ah Erdem!” diye içli ve özlem dolu fısıltısının ardından gözlerini kocaman açıp başını hemen yan koltuğa çevirdi. Ama gördükleri daha doğrusu göremedikleri onun içinde bir panik dalgasının oluşmasına ve ani hareket yapmasına sebep oldu. Can yangısı ile dudaklarının arasından bir inleme daha dökülüp gitti. “Allah kahretsin! Bu adam beni arabada iki büklüm katılıp kalacağımı bilerek mi bıraktı şimdi? Hain adam!” diye sinirle söylenip yılan gibi tısladı. Tamam, yola çıktıktan kısa bir süre sonra uyuya kalmış olabilirdi ama bu da yapılır mıydı insan evladına? İnsan bir uyandırır, olmadı dürter geldik diye, onu da yapamıyorsa bir seslenirdi değil mi? Ama yok beyimiz intikam alacak, güya beni umursamıyor, güya bu şekilde nefretini kusuyor. Arabanın kapısını açıp içinden söylenmelerime devam etti. “Madem öyle, savaş başlasın o zaman, ben de Yaren’sem seni kazanmadan buradan geriye dönmeyeceğim. Tüm eziyetlerine ve bezdirme çabalarına rağmen boyun eğmeyeceğim, duydun mu beni?” diye bağırdığında kapının tam dibine gelmişti. “Utanmaz herif, sen beni nasıl bırakırsın arabada?” diye haykırdığında eli kapıya vurmak için yumruk olmuş ama daha kapıya dokunamadan havadaki yumruğu boşa düşmüştü. Yaren daha ne oluyoruz, diyemeden kaşları çatık bir adet Erdem ona hunharca bakıyordu. Az önceki öfkesi toz olup uçarken sırıtışıyla ona dişlerini sergiledi. Erdem “Bir şey mi oldu? Bağırdığını duydum?” diye kıza endişeli bir şekilde bakarken Yaren ona “Yok, yok ne olacak, bir şey olmadı. Yalnızca beni arabada unutmuşsun da birazcık kendimi hatırlatayım dedim,” diye tısladı. “Unuttuğumu kim söyledi?” Ellerini göğsünün altında birleştirip omzunu kapıya yaslarken pek de umurunda olduğu söylenemezdi. “Ne? Bu da ne demek? Yani sen bilerek mi?” dedi bir eli boynunu hâlâ ovarken gözleri şimdi kızgınlığını kusuyordu. “Sana gelmeni teklif eden ben değildim. Dolayısı ile seni hatırlamak gibi bir yükümlülüğüm de yok. Sonuçta sen aklı başında, kendi kararlarını alıp yurt dışına çıktığında başının çaresine bakabilen bir kızsın. Ben buraya gelmek istedim, peşime takılan sensin ve eminim ki başının çaresine de bakabilirsin. Şimdi izin verirsen evin içinin soğumasını istemiyorum ve karnım acıktı. Müsaadenle aç karnımı doyurmam lazım,” dedi ve kapıyı kapatmak için yeltendiğinde nasıl olduğunu bile anlayamadığı hızda, boynunun ağrısını hiçe sayarak ayağını kapının arasına sıkıştırıp “Hey! Beni içeriye almayacak mısın?” dedi hayret dolu bir nidayla. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu böyle? Şaka yapıyor olmalıydı. “Almamı gerektirecek bir durum olduğunu düşünmüyorum,” dedi acımasızca. Gözlerini kocaman açarak “Ne demek oluyor bu? Sana konuşacağız dedim.” “Ben de konuşacak bir şey olmadığını söyledim.” “Ama benim anlatacaklarım var,” dedi bin bir inatla kapıyı ittirerek geri çekilmesini sağladı. Tekrar kapıyı kapatmasına izin vermeden “Madem senin konuşmaya niyetin yok beni dinlersin o zaman,” diye içeriye hızla koşarak girdi. Ne olur ne olmaz onu kapı dışarıya etmesine izin veremezdi. Hatalıydı ve hatasını kabul edip onun ayağına kadar gelmişken Erdem’in kızı evine almama gibi bir lüksü olamazdı. Hem de onlar için özel olan bu yere genç kızı almamazlık yapamazdı. Bu kadar gaddar olamazdı. *** Erdem, yola çıkarken niyeti asla buraya gelmek değildi. Şehir içinde biraz dolaştıktan sonra Yaren koltukta uyuya kaldı. Onu Yağız’a götürmeye karar verdiği sırada trafikte ilerlerken kafasını kaldırdığında Ağva tabelasını gördü. Ve nasıl olduğunu anlayamadığı hızlı bir kararla kendini Ağva yolunda buldu. Yaren o kadar kendinden geçmişti ki, yolda Yağız’ı arayıp Yaren’i merak etmemesini, onunla olduğunu ve konuştuktan sonra onu ona sağ salim geri getireceğini söyledi. Yağız’ın dediği tek cümleyse “Onu sakın üzme!” Oldu. Bu cümleye karşılık sessiz kaldı. Çünkü şu saatten sonra bu artık pek de mümkün değildi. Yaren, konuşmak istediği için ona bu fırsatı tanımaya karar verdi. Gerçi konuşacak bir şey yoktu ama Ağva tabelasını gördüğü anda içinden kopup gelen bir şeylere dayanamadı. Aslında onların arasındaki her şey gerçek anlamda orada başlamıştı ve başladığı yerde de bitmeliydi. Erdem, bugün buraya, başladıkları yere Yaren’in konuşmasını dinleyip tamamen bitirmek için götürüyordu. Her şey başladığı yerde bitecekti. En doğrusu buydu çünkü artık onunla bir gelecekleri olacağına inanmıyordu. Hayal kırıklığı sarıp sarmaladı adamı, inkâr etmek boşunaydı. Sevmek, sevdiğinde kalabilmeye yetmiyordu. Yüreğinde sonsuz yolculuğa çıkmaya orada süresiz kalmaya yetmiyordu. Ağva’ya geldiklerinde Yaren hâlâ koltukta uyuyordu. Hava karardığı için evin serin olduğunu düşündü. Uzun zamandır da gelmediğinden sebep evin ne halde olduğunu bilmiyordu. Onu uyandırmadan eve gidip bakmanın daha iyi olacağına karar verdi. Eve girdiğinde evin durumunun çok da kötü olmadığını anladı. Şömineyi yakarak evin ısınmasını sağladı. Gelirken hazır aldığı birkaç şeyi de mutfağa yerleştirdiği sırada, dışarıdan gelen ses dudaklarının yukarıya doğru kıvrılmasına sebep oldu. Belli ki küçük hanımefendi uyanmış, yetmemiş attığı nidalarla sesini adama duyurmaya çalışıyordu. Yüzünde oluşan tebessüme içten içe kızıp suratını ifadesiz bir şekle soktu. “Oh! Sen burada keyif çat ben dışarıda soğuktan kaskatı kesileyim. Vicdansız adam!” dedi boynunu ovalarken. İçi gitse de boynuna dokunup müdahale etmedi, edemedi. “Ne yapmamı bekliyordun? Peşime kuyruk gibi takılan sensin,” dedi sesini düz tutarak, kapıyı kapatıp arkasından salona doğru geçti. “İnsan bir uyandırır, boynum tutulmuş ama…” dedi şımarık bir çocuk gibi. Her hareketinde canının yandığı yüzünün ifadesinden belli oluyordu. Yüzündeki tek bir acı kırıntısında dahi içi bin bir parçaya bölünürken, onu orada o halde bıraktığı için dişlerinin arasından tıslayarak kendine edepsizce küfür savurdu. Yaren’se bunu yanlış anlayıp kaşlarını çattı ve onu incelemeye başladı. Yaren’in bu halini görmezden gelerek arkasında onu hayret dolu bakışlar ile bırakırken odasına doğru yürüdü. Bir an önce odaya geçip sakinleşmeye ihtiyacı vardı. “Bu asla olmayacak!” diyen ses beyninde yankılanırken, arkasını döndüğünde karşılaştığı gözler ışıl ışıl ona bakıyordu. Yaren’in asla olmaz, diyen bakışları adamın yüreğini enkaz haline dönüştürmeyi başarmıştı. Adamın bakışlarıysa bambaşka şeyler fısıldıyordu. Bakma bana öyle be güzelim, bakma, beceremedik biz, gücümüz yetmedi yan yana kalabilmeye. Mahvettin her şeyi, bitirdin bizi. Ağzına kadar gelen kelimeler dilinden firar ederken, odadaki ölüm sessizliğini bozan tek şey onun boğazından firar eden zalim hıçkırık oldu. Söylemese de, kelimelerde vücut bulmasa da gözlerinden açık bir kitap gibi okudu zihninde can bulan her bir kelimeyi… Farkındalığını yaşadığı her kelimede bakışlarından hayır nidalarını duyar gibiydi. Konuşmak için söze, sese ihtiyaçları yoktu ki onların. Gözlerinden akıp giden bakışlarından okunuyordu her duyguları, her hissettikleri. Erdem’in olamazlarına Yaren’in hayırları karışıp giderken, kulaklarında yankılanan tek ses onun hıçkırıklarının sesiydi. Ah o zalim hıçkırıklar… Beni benden alan insafsız hıçkırıklar… *** Hıçkırık… Sabaha kadar duyduğu tek ses Yaren’in hıçkırıklarıydı. Sayıklar gibi söylediklerinin ne kadarını duydu bilmiyordu ama kulaklarını tıkayıp odadan çıkarken salona kaçarcasına gitti. Gözyaşları eşliğinde dilinden fısıldadığı tek cümle “Bu asla olmayacak!” oldu. Arkasından “Yaren,” diye haykırsa da artık onu duymuyordu. Kendini bir anda kapattı. Kanepeye oturup dizlerini karnına çekerek kulaklarını elleri ile kapatıp sadece “Bu asla olmayacak!” diyor, bir yandan da ileri geri sallanıyordu. Bir hikâyeydi belki bizimkisi, bir aşk hikâyesi, sonunda kavuşanı olmayan, bol acı ve gözyaşı olan… Bir hikâyeydi ve her şey gibi bizim için de bitiş zamanı gelmişti. *** Erdem, kapısının sertçe açıldığında korkuyla ve kalbi hızla atarken yataktan panikle fırladı. Gözlerini olabildiğince kocaman açmış şaşkınca karşısında pis pis sırıtan Yaren’e bakıyordu. Daha ne oluyor bile diyemeden sert zemine ayaklarını vura vura yanına geldi. “Hayatım hadi kalk kahvaltı hazır,” dedi. Erdem hâlâ şakınca ona bakıyordu ki şimdi de onu afallatan başka bir hareket daha yaptı ve adamı omuzlarımdan tutup kendine çekerken bir anda yanaklarından sıcacık öperek “Günaydın canım,” diye ekledi. Onun bu yakın tavırlarına mı yoksa rahatlığının vermiş olduğu ikramiye gibi öpücüğe mi şaşırsın bilemezken, kızın hâlâ karşısında sinsice sırıtmasına bakakaldı. “Hah!” dedi büyük bir aptallıkla. Dilinden tek bir kelime çıkarken ağzı bir karış açık kaldı. “Sevgilim hadi ama ben çok acıktım. Çayları bardaklara döküyorum, sen de fazla bekletme beni. Hem sana küçük bir sürprizim var,” dedi göz kırparak ve arkasında rüyada olduğunu zanneden bir adet Erdem bırakarak çıktı odadan. Az önce odadan içeriye girenin kesin hayal olduğunu düşünürken “Ne oluyor ya?” diye kendi kendine konuşmaya başladı. “Ya ben kafayı yedim ya da bir yerlerim açıkta kaldı ve Rabbim hayallerimin rüyasını bana gördürüyor. Yok, yok kesin rüya, gerçek olma ihtimali hiç yok!” dediği an içeriden Yaren’in “Sevgilim…” diyen tiz çığlığı yankılandığında bu yaşananların rüya olmadığını anladı. Eeee bu rüya değilse içerideki kimdi? İçeride ki Yaren ise ben kimdim? Ben ben isem hay ben aklıma… Yavaşça yataktan kalkıp Yaren’in neler döndürdüğünü öğrenmek için kaşları çatık, derin derin soluyarak hesap sormak maksadıyla salona adım attı. “Yaren neler olu…” diye haykırmıştı ki gördükleri kelimelerin boğazında tıkılıp kalmasına, sesinin bir anda fısıltıya dönüşmesine sebep oldu. Yok artık, gördükleri gerçek olamazdı değil mi? Kafası karışmış bir halde Yaren’e bakarken onun yavaş adımlarla yanına gelip yanağına sıcacık bir buse daha kondurmasıyla iyice serseme döndü. “Bak hayatım misafirlerimiz var,” dedi. Misafirler mi? Neden ki? Niçin ki? Ah hayır ben kesin rüyadaydım. Yaren elinden tutup adamı masaya yönlendirirken karşısında “Kardeşim,” diyen Yağız’ı görmeyi hiç beklemiyordu. Yağız’ın ona sarılması ile neye uğradığını şaşırdı. Yağız, Ece, Burak, Cihan, Arzu bile burada onun evindeydi. Kaşlarını çatarak “Neler oluyor?” diyen bakışlarını Yaren’e yönlendirdiğinde teklifsiz kollarının arasına yerleşerek “Barışmamızı kutlamak için onları çağırdım. Malum mangal yarım kalmıştı ve ben abimler gitmeden ikimizi bir arada görsünler istedim,” dedi şenşakrak bir halde. Bu kız neler çeviriyordu böyle? “Barışmamızı?” diyerek ima ile onun anlayacağı tonda sorularını sorarken kızın eğlenen bakışları adamı iyice çileden çıkardı. Erdem sabah konuşurum, diye planlar yaparken, Yaren onu ailesine sevgilisi olarak takdim ediyordu. Hem de barıştıklarını söyleyerek… “Aranızdaki tüm sorunların hallolduğuna ne kadar sevindiğimi bilemezsin kardeşim,” diyen Yağız omzuna dostane bir şekilde dokunurken, gözlerinden Erdem’e de sevgisini ve güvenini belirtti. Bu Erdem’i her ne kadar onurlandırsa da şimdiki durumları çok saçmaydı. Bu küçükhanım onu oyuna getirmişti ve adam şimdi bu oyunun içinden nasıl çıkacağını bilmiyordu. Karşısında ona güven duyan bir adam var iken, hem de kardeş ve abinin arası yeni düzelmişken… İçten içe içinde bulunduğu saçma duruma veryansın ederken “Yaren…” dedi sesini sakin tutmaya çalışarak. “Benimle biraz mutfağa kadar gelir misin? Sana söylemem gereken önemli bir şey var,” diye onu arkasında bırakıp soğukkanlı olmaya özen göstererek mutfağa gitti. Arkasından güldüğünü hissettiği Yaren’in adım adım onu takip ederek geldiğini biliyordu. Çünkü kokusu adamı takip ediyor ve o bunu çok iyi hissediyordu. Mutfağa girdikleri anda onun beklemediği o zaman diliminde birden arkasını döndü. Erdem buna hazırlıklı değildi ve bir anda göğsüne sertçe çarptı. Dengesini kaybederken düşmemek için omuzlarından sıkı sıkıya tutundu. Onun bu hareketi ile refleks olarak Erdem de kızın belinden tuttu. Bir an, sadece birkaç saniye gözlerinde takılı kaldı ve tutuklu kaldığı o anlarda hissettiği tek şeyin adıydı tutku. Aklının yavaş yavaş başından gitmeye başladığını anladığı an onu kendinden ateşe değmiş gibi uzaklaştırdı. Gözlerini kaçırıp, boğazını temizleyerek “Sen ne halt yediğini sanıyorsun Yaren?” diyebildi. Sesini kısık tutmaya çalışırken yılan gibi tıslamasına engel olamadı. Az önce yaşadıkları dağılmasına sebep olmuştu. Erdem darmaduman olmuşken, kendine faydası yokken ona nasıl neyin hesabını soracaktı? İşte o şaşılacak bir mevzuuydu. *** Duymuştu. Erdem’in odasında ondan vazgeçeceğini kulaklarıyla duymuştu. Çılgına dönmüş gibiydi ve sözlerini ne kulakları ne de yüreği kabul etmiyordu. Kanepede kendini sakinleştirmeyi başardığında kapının açıldığını duydu ve gözlerini kapadı. Uyuma numarası yaparak adamın ona nasıl davrandığını öğrenmek istedi. Gerçekten bir şansları olabilir miydi, bunu anlaması ve hissetmesi lazımdı. Erdem, kızın yüreğinde hissettiklerinde yanılmadığını başına kondurduğu buse ve dilinden dökülen “Seni öyle sevdim ki kendimi bile unuttum,” diyen sözlerine eşlik eden bir damla gözyaşı ile kanıtlamış oldu. Yaren o an karar verdi; asla vazgeçmeyecekti. Kendi yaptığı hatayı onun da yapmasına izin vermeyecek, artık aşklarını yaşamak varken gözyaşını hayatlarına misafir dahi etmeyecekti. İşte sırf bu yüzden sevdiklerini buraya çağırıp hiçbir şey olmamış gibi davrandı Erdem’e. Erdem ise sinir krizi geçirmenin eşiğinde neler olup bittiğini çözmeye çalışırken anlamlandıramadığı şeyler yaşıyordu. Mantıklı kararlar vermesi için sakinleşmesi gerekiyordu ve zamana ihtiyacı vardı. Yaren de ona bu zamanı verecekti. Tabi ki yakınında kendisi olacaktı ama herkes bir arada olduklarını düşünecekti. Ama Erdem’in bu kadar büyük tepki vereceğini itiraf etmeliydi ki beklemiyordu. Şimdi mutfakta karşısına geçmiş ona bas bas bağırmak istese de, sesini fısıltıya dönüştürüp dişlerini sıkarak tıslıyor öfkesini kusuyordu. “Sen ne halt yediğini sanıyorsun?” diye karşısında bağırmak istese de dişlerinin arasından tıslayarak çıkardığı sese gülmemek için kendini zor tuttu. Boğazını temizleyerek gülmesini bastırdı. “Ne yapıyormuşum ki ben?” dedi hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi. “Bu yaptığını söylüyorum.” Parmağı ile salonu işaret edip gözlerini hayret ile açarken ona inanamıyorum sana bakışları atıyordu. “Neden bu kadar abartıyorsun hayatım? Alt tarafı sevdiklerimizi bu mutlu günümüzde yanımızda görmek istedim. Ha senin telefonunu izinsiz almış olabilirim ama sevgilinden de telefonunu kıskanacak değilsin herhalde,” dedi arsızca. Ne onun öfkeden kızaran yüzünü ne de boğazında yuttuğu kelimelere aldırış etmedi. “Ben de öyle düşünmüştüm zaten, neyse hadi gel çayımızı soğutmayalım,” diye onu arkasında bırakıp kapıya yönelmişti ki, “ Bu işi hemen düzeltiyorsun ve içerideki herkese bir daha asla bir arada olmayacağımızı söylüyorsun,” dedi acımasızca soğuk bir sesle. Söylediği her kelime kızın yüzünün birden asılmasına sebep oldu. Onun bu kelimeleri ne kadar içini acıtsa da belli etmemek için suratına bir sırıtış ekleyip, arkasında bıraktığı adama döndü. Söylediklerine hiç aldırış etmediğini ve keyfinin gayet yerinde olduğunu belirtircesine ellerini göğsünün altında kavuşturup, “Bunu sen söylemek ister misin?” dedi sesi de bakışları gibi ima doluydu. “Mesela şunları söyleyebilirsin. Sevdiğim kadını aptalca gururum yüzünden bırakmaya karar verdim. Onun yıllar önce mantıklı düşünemediği bir ruh halinde aldığı karar yüzünden beni bırakıp gittiği gibi ben de onu bırakmaya karar verdim. Yine kendi geçmişimin bana ve Yaren’e yaptığı bir oyun ile şu an ve sonrasında asla bir araya gelemeyiz. Bu iş bitti. Yüreğimden onu söküp attım, diyebilir misin? Bir başka adamı yanımda görmeye dayanabilir misin? Beni ardında bırakıp arkana bakmadan gidebilecek misin? Söylesene gidebilecek misin? Seni sevdiğimi bile bile benden vazgeçebilecek misin?” “…” Yaren’in sözleri onu ne derecede etkiledi bilmiyordu ama adamın yüzündeki renk değişiminden duyduklarının çok da hoşuna gitmediğini anlayabiliyordu. Toparlanmasına fırsat vermeden konuşmasını sürdürdü. “ Seçim senin Erdem, ben hata yaptım, sen hata yaptın, ben yine hata yaptım ama artık göz göre göre en azından senin bir daha hata yapmana izin vermeyeceğim. Bir şeylere çok yanlış başladık belki, geçmiş önümüze her defasında sert bir duvar gibi set çekti ve biz hep duvara çarptık. Ben acıdım, seni acıttım, yüreğini yeri geldi paramparça ettim ama unutma, senin canın yandığı kadar ben de yandım. Bu ilişkide yaralanan bir tek sen değilsin, bir tek hata yapan da ben değilim. Ve şimdi bir hata yapmak istiyorsan buyur kapı orada,” dedi ve eliyle işaret ederek kapıyı ona gösterdi. “Ama dikkat et kapıdan çıkıp aldığın kararı uygulamaya geçirdiğinde ya beni sonsuza kadar kaybedeceksin ya da bize bir şans vereceksin. Çünkü bu işin bittiğini söylediğin an, abim beni alıp götürecek ve bir daha onun güvenini asla kazanamayacaksın. Sen öfken dinip sakinleşmeye başladığında, beni özlediğinde ve geri istediğinde önünde artık kendi çektiğin sert bir duvarla karşılaşacaksın. Seçim senin Erdem, kararını ver öyle çık buradan, artık kararın ne olursa olsun buna saygı duyacağım,” dedi ve daha fazla orada duramadan çıkıp gitti. Artık sazı onun eline vermişti, kararı o verecek fermanlarını o okuyacaktı. Yaren ne olacak, ne karar verecek, diye için için düşünürken masadakilere içeride yaptıkları konuşmayı belli etmemeye çalışıyordu. Kendini toparlamaya çalıştığı o anlarda Erdem’in sarsak adımlarla masaya geldiğini gördü. Yüzüne bakmıyordu. Suratındaki ifadesizlikten ne düşündüğünü, onlarla ilgili aldığı kararın ne olduğunu anlayamıyordu. Ama uzun süreli sessizliğinden sonra kararının olumsuz yönde olduğunu fark etti. Tam başını önüme eğmiş olacaklara kendini hazırlamaya ve onu tamamen kaybettiğini düşünmeye başlamıştı ki… O anlarda birden onun düz tonda çıkan sesini duydu. “Yağız, bu akşam buradasınız değil mi?” diyen sesiyle önüne eğdiği başını birden kaldırdı. Beklenti dolu bakışlarla ona bakarken “Şu yarım kalmış mangalı yapmaya ne dersin?” diye sordu ve birden gözleri kızı bulduğu an suratlarında ikisinin de anlamlandıramadığı bir bakış buluştu. Şimdi bu sözlerle onlara bir şans mı vermişti? Yağız’ların burada kalmalarını istemesindeki sebep bu muydu yani? Yaren bakıyordu, o bakıyordu ama ne olacaklarını şu an için ikisi de bilmiyordu. Çünkü bakışlarındaki belirsizlik kızın kafasını karıştırmaya yetti. Belirsizdi. Asla net değildi. |
0% |