@ugurluay
|
62.BÖLÜM “Ay doğmuyorsa yüzüne, Güneş vurmuyorsa pencerene, Kabahati; ne güneşte ne de ay da ara... Gözlerindeki perdeyi arala.” -Mevlana- (İki ay sonra) Mutlu. Çok mutlu geçen bir iki ay, hediyeler, sürprizler, ayaklarımı yerden kesen heyecanlar, gözümün aşktan kör olduğu anlar, Erdem’in bize bir şans verişi ve hayata yeniden merhaba deyişimiz… El ele çıktığımız yeni serüvenimizde dişlerimizi göstererek bir poz vermemiz. Ah! Ne çok isterdi bunları diyebilmeyi… Bunları diyemedi ya, içi bir ateş parçası gibi sırf bu yüzden yanıyordu. Şu an çalıştığı tiyatroda yeni bir oyun hazırlığı içindeydiler. Yaren koltukta oturmuş yapması gereken ezberi değil de Erdem’in son iki ay içinde ona yaşattıklarını düşünüyordu. Bin bir umut ile bize bir şans verdi diye çocuklar gibi sevinirken, yalnız kaldıkları ilk anda kulağına fısıltı halinde dediği tek şey, “Sırf abin üzülmesin diye katlanıyorum tüm bunlara, içeride söylediklerini ben söylemeyeceğim ama ikimiz için olan tüm şansları da sen tükettin. Şimdi sesini kes ve sabah takmış olduğunuz maskeyi tekrar takınınız Sayın Oyuncu Hanım. Sizin için zor olmasa gerek sevgili numarası yapmak. Zamanı geldiğinde abine gereken açıklamayı da ben yapacağım, sen o çok fazla mesai yapıp işleri allak bullak eden beynini biraz istirahata çek ve artık gereğinden fazla konuşma. Anlaşıldı mı?” dedi hiddetle. Genç kız onun söylediklerini daha hazmedememişken bir de beyimizin büründüğü sert ve hiddetli yapı onu iyice şaşkına çevirdi. Herkesin yanında sevgili, yalnız kaldıkları anlarda düşmanıymış gibi davranır oldu. Tüm hayalleri bir bir yere düşüp paramparça olmuştu. Bulutların üzerinde oradan oraya uçarken ayağının altındaki bulutun birden çekilmesi ile boşluğa yuvarlanıp sertçe yere çakılması gibiydi; yaşadığı tam olarak da buydu. O günün ardından abisi İzmir’e geri dönerken Yaren’i de Erdem’e emanet etmişti. Ah abi ya kime kimi emanet ediyorsun bir bilsen. Adam ilk fırsatta onu kapının önüne koyacaktı haberi yoktu. Ama yine de pes etmedi Yaren. Ancak her şey yoluna girecek derken daha beter bir hal aldı. Her gün bir öncekinden daha içinden çıkılmaz oluyordu. Yaren asla vazgeçmem nidaları atarken adam her girişimini bertaraf ediyordu. Herkes onları sevgili sanıyordu. Herkesten kastı Cihan, Arzu, tiyatrodaki arkadaşları falan filan... Abisi gitse de yine de onları sık sık arıyor ve kardeşinin üzerine çok fazla düşüyordu. Nerede, ne yapıyor sürekli rapor verir hale gelmişti Yağız’a. Tabi sürekli Erdem’i sorması da cabasıydı. Yaren’den sürekli haber aldığını hatta daha fazla abartıp peşine adam taktığından bile şüphe etmeye başladı kız. Herkesin yanında sevgililer, yalnız kaldıklarında kızı görmüyor, duymuyor, o yokmuş gibi davranıyordu. Mesajları ve aramaları hep karşılıksız kalıyordu. Ne sevgiliydik ne de değildik. Allah aşkına ne olduklarını bile bilmiyorlardı. Ne zaman sorsa lafı ağzına tıkıyordu. Yaren artık ayrılık çanlarının çalmaya başladığını hissediyordu. Ayrılığın ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Oturduğu koltukta huzursuzdu. Aklı hâlâ sevdiği adamdaydı ve abimle konuşup beni ne zaman bırakacak diye düşünmekten elindeki kâğıtta yazılanlara bir türlü odaklanamıyordu. Hocası sahneye geçmelerini söylediğinde, derin bir nefes alıp vererek kâğıdı oturduğu koltuğa sertçe bıraktı. Bilmiyordu. Her şey allak bullaktı. Sahneye geçip oyun arkadaşı Cem’e önce bir selam verdi. Çocuk günlerdir sahneye çalışmak için dil döküyordu ama kızın gözü o kadar körleşmişti ki onun iyiliği için söylediğini bile ters algılar olmuştu. Yaren, sahnede kendini özgür hissediyordu. Her şeyi unutmuş kendini ezberleyemediğini düşündüğü sayfaları seslendirirken buldu. Cem ile Yaren bu sahnede şiddetle tartışan evli bir çifti oynuyorlardı. Tam kavganın ardından gelen barışma sahnesine gelmişlerdi ki, “Yaren,” diye haykıran bir ses kulakları tırmalarcasına kıza ulaştı. Cem de, Yaren de hareketsiz kalırken hocanın “Ne oluyor?” diyen hiddetli sesi ortamı kesip attı. Genç kız yavaşça başını döndürdüğünde gözleri Erdem’in kızgın gözlerini ve onlara eşlik eden iki yanında yumruk olmuş ellerini gördü. Onun suratı az sonra olay çıkaracak bir ifadeye bürünmüşken, kız hareket kabiliyetini yitirdiğini hissediyordu. Ne hocanın sesine ne de Cem’in öfkeli bakışlarına aldırış etmedi. “Yaren hemen buraya gel, gidiyoruz,” dedi hiç kimseye aldırış etmediğini gösteren ve emir veren bir ses tonuyla. Genç kız onun bu tepkisine gözlerini kocaman açarak “Saçmalama Erdem, ne yapıyorsun sen?” diye yanıt verirken dişlerinin arasından uyarır gibi tısladı. Verdiği cevap adamı daha da sinirlendirmiş olacak ki, Erdem’in alnında sinirden atan damarı, kız bulunduğu sahneden bile görebiliyordu. Gitmesini umarken sert adımlarla hızla kızın yanına gelip onu kolundan çekiştirmeye başladı. Gitmemek için direttiği o anlardaysa birden bacaklarından tutup onu omzuna aldı. “Erdem, saçmalamayı keser misin? İndir beni çabuk!” dese de buna aldırış etmedi. “Bir kere de söz dinle be kadın, bir kere de söz dinle…” diye homurdandığına emindi ama adamın onu tüm çırpınışlarına rağmen omuzlarından aşağıya indirmeye hiç niyeti yoktu. Bu adama birdenbire ne olmuştu böyle? *** Öfke. Erdem’in damarlarında hissettiği yakıcı şeyin adı öfkeyse, yüreğinde hissettiği kesinlikle kıskançlıktı. Onun kadını, Yaren’i sahnede bir adamla mı yakınlaşıyordu? O an orayı yakıp yıkmadıysa tamamen Yaren’e ve işine olan saygısındandı. Yapabildiği en iyi şeyi yaptı, ona ve çevresine daha az zarar vermek adına yanına çağırdı. Onun söz dinlemeyen sevdiceği her zaman olduğu gibi tabi ki onu şaşırtmadı ve sözünü dinlemeyip o dik tutmaya çalıştığı burnunun dikine inadına gitti. Erdemdeki de sabırdı sonuçta, taştığı an onun bile bir çözümü yoktu. Hele de söz konusu Yaren ise adamı durduracak bir Allah’ın kulu olamazdı. Ne oldu, nasıl oldu sorgulamıyor, içinden ne geliyorsa onu yapıyordu. Öfke ve kıskançlık yüreğini ele geçirip aklını çoktan hiçe saydıysa, o dakikadan sonra yapacak hiçbir şey yoktu. Su aktı ve yolunu buldu. Erdem, Yaren’i omzuna attığı gibi onun tüm itiraz ve debelenmelerine rağmen kızı aşağıya indirmedi. Ondaki inat ise adamdaki de inattı. Niyeti başlarda Ağva’da ona yaptığı oyunu burnundan fitil fitil getirmekti. Bu süreçte Yaren’in hareketlerine çekidüzen vermesi için kendini de sevgisini de ondan mahrum bıraktı. Tabi ki bu süreçte Yağız’ın yardımlarını yok sayamazdı. Ona Ağva’da yalnız kaldıkları ilk anda olanları anlattı. Yaren’i çok sevdiğini ama bazı şeyleri hazmedebilmesi için zamana ihtiyacı olduğunu, bu süreçte ona zarar vermemek için bir süre kendinden uzak tutması gerektiğini anlattı. Ama ne olursa olsun, ne kadar sürerse sürsün, Yaren’in yerinin her zaman kendisinin yanı olduğunu ve zamanı geldiğinde kıza her şeyi anlatacağını söyledi. Yağız, biraz düşünceli olsa da Erdem’e de hak verdiği ve sevgisine inandığı için hiçbir şey bilmiyor gibi davranmayı kabul etti. Yaren’in gözünde zoraki sevgililik dönemini yaşayan iki çifttiler. Aslında her şey tamamen farklıydı. Yaren’den süre istese asla bunu ona tanımaz ve olumsuz karar almaması için onu bir an olsun yalnız bırakmazdı. Başlarda her şey aklını toplamak adınaydı ama geçen zamanda Yaren’in ilişkilerini kurtarmak için yaptığı çırpınışlarını gördükçe keyfi gitgide arttı. Yaşanan süreç bir kaçma kovalamaca hikâyesine dönüştü. “İki dakika rahat dursana be kızım, ikimizi de düşüreceksin.” “Sen ne yaptığını sanıyorsun mağara adamı? Beni sahnede omzuna atıp çıkarmak da ne demek? Dağ başında mı yaşıyoruz?” Ayakları yere basar basmaz ağzından o kadar kelimeyi nefes nefese nasıl sıraladı adam şaştı doğrusu. “Seni bilmem ama benim duygularım ilkel zamanlardan kalma… Asıl sen söyle elin adamı ile ne bu yakınlık? Sana dokunmasına nasıl izin verirsin?” “Ne? Erdem neler söylüyorsun sen? Gözünde bir sorun mu var senin? Çocuk bana dokunmadı bile?” “Gelmesem dokunacaktı ama!” dedi hiddetle. “Erdem sen neyin kafasını yaşıyorsun? Ben oyuncuyum oyuncu, o gördüğünde oyunun sahnelerinden sadece küçük bir bölümdü.” “Küçük bir bölümü böyleyse gerisini düşünemiyorum!” dedi sesini daha fazla sakin tutmayı başaramazken. “Ya sana ne be adam? Sana ne? Sen ne yaptığını sanıyorsun söylesene bana? Günlerdir peşinde dolanıp durdum, dönüp bakmadın bile bana, şimdi ansızın gelip nasıl olur da hayatıma, işime, bana karışırsın? Hangi hakla? Ne sıfatla?” “Ben…” dedi devamını getiremedi. Aferin Erdem sana, sen kızı süründüreceğim diye kıvrandığı her andan keyif al, şimdi de gel bu sorusuna cevap ver, diye iç sesini azarlamak ile meşgulken suskunluğunu yanlış anlayan Yaren daha da çılgına döndü. “Susarsın tabi çünkü bir cevabın yok. Allah kahretmesin Erdem, beni ne hale soktun ne duruma düşürdün! Rezil oldum sayende, bravo sana! Her şeyi geçtim karşımda daha neyim olduğunu söyleyecek bile cesaretin yok. Korkaksın sen, korkak!” dedi gözlerinden akıp giden yaşlara engel olamıyordu. O kızı ağlatan kendisiydi. Yine gözyaşlarının sebebi Erdem’di. Yatacak yeri yoktu. Toprak bile kabul etmeyecekti bu gidişle onu. Yaren, adamın içinde yaşadığı bocalamayı görünce daha da öfkelendi. Erdem daha ne olduğunu anlayamadan Yaren yoldan bir taksi çevirip arabaya bindi. Erdem, kendine geldiği o anlarda arkasından koşsa da kaşla göz arasında kaybolup gitti kız. Yetişemedi ve her şeyi yine ve yeniden berbat etmeyi başardı. *** “Adama bak sen ya, doluya koysam almıyor boşa koysam dolmuyor. Nasıl dengesiz bir adama dönüştün böyle sen! Ne istediğin bile belli değil? Bir de utanmadan karşıma geçip bana hesap soruyorsun.” “Abla bana mı dedin?” diyen sese döndüğünde, bir taksinin içinde kendi kendine konuşarak çığır aştığının farkına vardı. Erdem’den kaçarcasına nasıl bindiğini bile hatırlamadığı taksinin içinde, şoförün ona çattık belaya diyen bakışlarına maruz kalmasına sebep olan adama öfkesi bir kat daha arttı. “ Of!” diye inleyerek elini alnına koyup ovuşturdu. O kadar sinirliydi ki nerede olduğunun bile farkında değildi. “Sana demedim kardeşim,” dedi ve ona evinin adresini verdi. Kendini toparlayıp aklını başına alması lazımdı yoksa bu adam sinirlerini altüst etmeye devam edecekti. Umut ettiği tek şey birazcık sakinlikti. Çok değil bir parça… Evimin önüne geldiğinde sinirle arabadan indi. Hâlâ öfkesini üzerinden atamamıştı. Sakinleşmek yanından bile geçmiyordu. Şu an elime Erdem’i verseler bir kaşık suda boğarım, diye iç geçirişinin ardından daha bahçeye adım atmıştı ki arkasından gelen ani fren sesi ile panikle geriye döndü. Ve onu tüm heybetiyle arabadan öfke ile inerken gördü. Gökyüzüne bakarak “Ama neden diğerleri değil de bu isteğim?” diye inlerken onun kendisine hızla gelişini engellemek için koşarcasına evinin kapısına yöneldi. Zorlukla cebinden çıkardığı anahtarını güçlükle yerine yerleştirip döndürdü, adımını içeriye attı ve kapatmak için panikle sertçe ittirdi. Evet, tam da başarmıştı ki, ne ara gelip ayağını kapı aralığına sıkıştırıp kapatmasını engellediğini anlayamadığı adama kızgın gözlerle baktı. “Kafanı sıkıştırmamı istemiyorsan çek şu ayağını kapımdan,” dedi sertçe. “Çocuklaşma Yaren, konuşacağız,” dedi itiraz kabul etmeyen bir ses tonuyla. Çocuklaşma kelimesini duyduğu an eli ayağı birden boşaldı ve tüm gücü bedeninden kesilirken, Erdem bunu fırsat bilip içeriye kolaylıkla adım attı. Ona hayretle bakarken “Ben mi çocuklaşıyorum? Asıl çocuk olan, ne istediğini bilmeyen sensin be!” dedi el kol hareketleriyle söylediklerini desteklemeye çalışırken. “Yeter Yaren, bir kere de bekle, bir kere de dinle, cümlenin sonunu dinlemeden çekip gitmelerinden bıktım artık,” dediğinde bir de utanmadan bas bas bağırıyordu ona arsız herif. “Bıktın demek, çık git hayatımdan o zaman! Ne sevgiliyiz ne değiliz. Bu belirsizlik tüketiyor artık beni, her gün kaybetme korkusu yaşayıp ölüp ölüp dirileceğime bir kez adam akıllı kaybederim olur biter. Her gün üzüleceğime bir kere üzülürüm,” dedi. “Bu ne demek oluyor Yaren?” Kaşları çatılmıştı. Duyduklarının hiç hoşuna gitmediği yüz ifadesinden okunuyordu. “Ne anladıysan o Erdem. Yetti artık, inceldiği yerden kopsun. Bu duruma dayanamıyorum. Ben de bir insan evladıyım sonuçta. Hataysa tamam, hata yaptım ama bu kadar da affedilemez, telafi edilemez değildi yaptığım. Bu neyin çilesi, neyin cefası… Daha kaç bedel ödeteceksin bana? Soğumadı mı için? Acımıyor mu yüreğin? Ne yanımdasın ne de değilsin. Ne varsın ne de yok… Yokluğuna alışamadan birden hayatımda var oluyorsun, ağzıma bir parmak bal çalıp yine acıyı yaşatıyorsun. Yoruldum Erdem, görmüyor musun? Bu kadar mı soğudun benden? Neyimsin dediğimde cevap veremeyecek kadar mı?” “Yaren ben…” dedi ve yine sustu. Bu adamın susmaları bir gün kızı gerçekten kalpten götürecekti haberi yoktu. “Ne sen Erdem? Ne sen? Bırakma artık cümlelerini yarım, beni yarım bıraktın, eksik cümlelerini, yarım yüreğimi tamamla artık. Daha fazlasına gücüm yok. Ya adam gibi sağlam yıkılmaz bir şekilde yanımda dur, ya da çek git. Artık karşımda durmana ne gücüm ne de tahammülüm yok.” “Tamam, sana her şeyi açıklamanın zamanı geldi,” dedi. Yaren’in tüm isyanlarına rağmen yüzündeki umut kıvılcımı yüreğine düştü. Neyi açıklayacak diye merakla yüzündeki her bir ayrıntıdan bir şeyler çözmeye çalışırken, az önce açık bıraktıkları kapıdan hiddetle içeriye giren iki kişiye başlarını aniden döndüler. Onlar daha ne oluyoruz demeden Yaren’in güzel evinin eşyaları havada uçuşmaya başladı. Erdem de, Yaren de hayretler içinde yaşananlara bakarken güzel evinin ve havada uçuşan eşyalarının paramparça olmasına engel olamadı. Ah bu içine çok fena dokundu. Varlıklarını da kavgalarını da unutup, vakitsiz düştükleri cehennemde kendilerini koruma içgüdüsü ile irkilerek olacakları bekler hale gelmişlerdi. Allah aşkına neler oluyordu böyle? Bilen bir Allah’ın kulu varsa onlara açıklasındı. Yaren’in evi şu an neden bir savaş alanına dönüşüyordu? “Ah ama hayır o benim en sevdiğim biblo…” diye haykırdığı saniyelerin sonunda, boynu kırılmış kitap okuyan bebek biblosu şimdi boyladığı yerde ona melül melül bakıyordu. Yaren korku ile öfke arasındaki ince çizgi arasında gidip geliyordu. Peki hangi tarafa geçecekti? |
0% |