@ugurluay
|
65.BÖLÜM “Gel ey sevgili İster yar ol gel İstersen yara Ne gönlümün derdini sor bana Ne sararan yüzümü sor Ey gönlümün sol yarısı Aklıma koydum seni aklım almadı Kalbime koydum seni sana doymadım Arşımın aşkı yar Aşk sandığın kadar değil yandığın kadar!” -Mevlana- Yarım kalmışlık. Onsuzluğun Cihan’daki adı, belki de ruh haliydi. Ziyan ettikleri zaman, attıkları her adım, ellerine yüzlerine bulaşırken, nefesi acıtarak firar ediyordu boğazından. Seviyordu işte ötesi berisi yoktu bunun, ayarı, düzeni, sırası olmazdı ki kıskançlığın. Seviyorsan sahiplenirdin, bir başka gözün değmesine, el olan yüreğin umut beslemesine sebep olacak her bir anı yok etmekti tek görevi. Başka bakış değmemeliydi onun gül kokulusuna, yabancı bir kalp dokunmaya cüret etmemeliydi ona ait olan ruhuna… Anlamıyordu. Önemli olan olması değil başkasının o niyeti zihninin en küçük bir yerinde hayal etmesiydi. Belki üslubu yanlış, tavrı sertti ama onun üzerinde o el kadar kumaş parçasını gördüğü an ve o adına asla Cihan’ın kıyafet kelimesini yakıştıramadığı bez parçasını gün boyu üstünde durduğunu düşündükçe, ona bakan, bakmış olan, bakma ihtimali olan herkesi ortadan bir bir kaldırmak istedi. Cihan’ın sert ve bir o kadar ters tavrı Arzu’nun inatçı kişiliği ile çatışınca, biraz ortalığı ayağa kaldırdılar ama şimdi bunu düşünecek durumda değildi. Şu an düşündüğü tek şey saatlerdir ulaşamadığı Yaren ve Arzu’ydu. Erdem acil bir işi olduğunu söyleyip evden ayrılmıştı. Şimdi Yaren’in evinde oturmuş saatlerdir iki cadıya ulaşmaya çalışıyordu. Bu iki cadının onu delirtmek gibi özel bir yetenekleri vardı. Zaman ne kadar geçmişse yine de ikisi de ısrarla telefonlarını açmıyor bu da yetmezmiş gibi bir de mesajlarına karşılık vermiyorlardı. Kafayı yemek üzereydi. Neredeydiler? Başlarda ona kızgın diye açılmayan telefonların zaman geçtikçe başlarına bir şey mi geldi acaba endişesi kalbini kasıp kavurdu. Evin içinde bir ileri bir geri volta atarken yüreğini paramparça eden çaresizlik giderek adamı boğmaya başladı. Tam ümidini kestiği anda telefonunun çalması ile birden yerinde irkildi. Acele ile onlardan olma ihtimali olan aramayı cevaplarken arayana bakma ihtiyacı bile duymadı. Telefonu endişe ve korkunun tüm tonlarını barındıran ses ile yanıtlayıp “Alo,” dedi. Tam ikinci cümlesini kurmaya çabalarken karşıdan gelen “Cihan, ben Erdem,” diyen sesle bir an ağzından çıkacak kelimeleri yutup soluğunu derin bir şekilde bıraktı. Hayal kırıklığı tüm vücudunu sarıp sarmalarken “Erdem,” dedi kaşları çatılmış bir halde, onun neden kendisini aradığını anlamaya çalışıyordu. “Cihan, neredesin sen? Hâlâ Yaren’in evinde misin?” diye sordu yerini tespit etmek ister gibi… “Evet, hâlâ oradayım bir şey mi oldu?” dediğinde içindeki korku tohumları bir bir filiz vermeye başlamıştı. “Bak, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama sana haber vermezsem kendimi suçlu hissederdim. Bu yüzden…” sözler bir bir dökülürken dilinden, birinin yüreğini ellerinin arasına alıp onun soluğunu kesmek için sıkmaya başladığını hissetti. “Bu yüzden ne Erdem?” dedi acele ile ve devam ederek: “ Ne oluyor, bir şey söyle?” Aklına gelenler ellerini titretmeye yetti. “Yaren aradı az önce beni, Arzu,” dedi ve durdu. Onun bu kötü haber vermek üzere olan sesi canını giderek yakmaya başladı. “Arzu’ya bir şey mi oldu?” dedi içinde büyümeye başlayan korku yok etmeye başlamıştı etrafındaki her bir şeyi yavaşça. “Arzu iyi değilmiş. Saatlerdir odasındaymış ve kapıyı açmıyormuş. Cihan, Yaren’in sesi çok endişeli çıkıyordu ve kendine bir şey yapmasından korkuyordu,” dedi ve gerisini duymadan telefon ellerinin arasından kayıp gitti. “Arzu…” diye fısıldadı acı içinde “Bunu bana yapamazsın, böyle bir şeyi bize yapamazsın…” dedi ve o an her şey durdu. O an her şey bir bir yok oldu. Gitmek, bir an önce onun nefes aldığı o yere ulaşmak istiyordu. Geç kalmak. Bu onun kaldırabileceği bir yük değildi. Onun yokluğunu yaşamak bir yana, düşünmek bile adamı diri diri mezara sokarken asla ama asla böyle bir şeyin olmasına izin veremezdi. Koşarak evden çıkarken anlamanı yitiren zaman, mekân kavramları gibi insanlar da artık umurunda değildi. Gül kokulum yalvarırım bunu bana, bize yapma... Kıyamadığım, gözümün değdiği an içimin titrediği, sevgisini başa tacı yapıp, aşkını yücelttiğim yegâne varlığım beni sensizliğe, senin olmadığın bir dünyaya mahkûm etme, diyen iç yakarışları yüreğinden semaya yükselen belki de en özel en güçlü duasıydı. *** Yetişememek. Bu olabilir miydi? Yıllar sonra yüreğinin kıpırdanmasına vesile olan gül kokulusuna yetişememek, ona ulaşamamak, ulaştığında geç kalmak… Ah! Yüreği yanıyor, zihni olma ihtimali olan tüm senaryolarla kahroluyor, ruhu ıstırapların en büyüğü ile kıvranırken Cihan kendi ile büyük bir savaş veriyordu. İmtihanı zor, aşkı çetin bir mülakattan geçerken, ayaklarının altındaki dikenler canını yakıyor, yüreği kanıyordu. Korkuyordu. Onsuzlukla sınav olmaktan korkuyordu. Her şeyin birbirine girdiği, soruların yanıt bulamadığı anlarda, insanoğluna kısa gelen ama ona asırlar gibi geçen zaman diliminde bir sürü şey olup bitmişti. Kendini Yaren’in evinden canhıraş atarken, aklındaki tek düşünce, sevdiği ama sevmeye tecrübesiz yüreğinin yüzünden aşkını hissettiremediği kadına yetişebilmekti. Şimdi onun kapısında bir meczup gibi çırpınırken elleri, ona duvar olan kapıya acımasızca sert darbelerle iniyordu. Aralarındaki tek engel sadece önündeki kapıydı. Dakikalardır çaldığı kapı açılmadığı gibi içeriden tek bir ses kırıntısı bile duyulmuyordu kulağına. Artık gözü dönmüştü. Çaresizlik tüm hücrelerimi sarıp sarmaladı. Deli gücünün ne demek olduğunu omzumun kapıya indirdiği sert darbeyle daha iyi anlamış oldu. Kaç defa vurdu omzunu o kapıya, kaç defa da açılması için yalvardı Allah’a, kaç defa aşkı için dilendi güç vermesi için kendisine… Cihan, kapı açılmadıkça çılgına dönüyor ve kırmak için tekrar tekrar hamle yapıyordu. Ta ki kapının isyan eder gibi büyük bir gürültü ile kilidinin kırılmasına kadar. Gözleri dolu doluydu. Etrafa bakınıp can havli ile “Arzu!” diye bağırdı. Etrafta hiç kimseyi görememek onu daha da endişelendirdi. Çılgınlar gibi birinci katı gezdi ama bulduğu tek şey bomboş odalar, yalnızlık, kimsesizlikti. O evde göremediklerinde gördüğü şeylerdi aslında bunlar. Bu evde bir Allah’ın kulu yaşamıyor muydu? Neredeydi bu insanlar? “Arzu neredesin?” diye bağırdı bir medet umar gibi ama karşılığı büyük bir sessizlik oldu. Tek bir tıkırtı bile çıkmıyor, sesi evin içinde acı acı yankılanıyordu. Koşar adımlarla üst kata çıkıp odasını bulmaya çalışırken, odaları yüreği endişe dolu ve bin bir panikle gezmeye başladı. Yoktu. Hiçbir yerde yoktu. Umutları tükendiği anda adımını attığı o son odada burnuna gelen o efsunlu kokuyla vücudu hareket kabiliyetini birden yitirdi. Ah! Gül kokulu sevdasının kokusuydu burnuna dolan, kendini bilmez bir halde kavga ettiği ama yakınında olduğunda genzine dolan kokusu ile kalbini rahatlatmayı başaran, yüreğinin kadınının kokusuydu. O benim yüreğimin kadınıydı. Nefesi boğazında takılı kalmış, gözleri onsuz olsa da onun efsunuyla ve başını döndüren kokusuyla dolup taşan odasındaydı. Şimdi taş kesilmiş bedeniyle ona ait olan yerde yeniden yaşadığını hissetmeye başladı. Arzu’nun etkisinin var olduğu, onun belki de saatler önce nefes aldığı yerde, şimdi Cihan nefesini veriyordu. O nefes alıyor Cihan veriyordu. Ne de güzel tamamlıyorlardı birbirlerini. Bir görse, bir inansaydı… Ama yok, Cihan’a inanmanın yakınından bile geçmiyordu gözleri, düşmüyordu dilinden yüreğine sözleri. Gözleri odasını seyre daldığında sanki bin yıllık uykudan uyanır gibiydi. Sanki onunla yeniden doğmuş, onunla bu hayata yeniden başlamış, ilk adımların heyecanını, ilk seviyorumların coşkusunu, yüreğinin sıcacık kıpırtılarının hissiyatını, fark edilişini… Ah! O benim için varoluş sebebim gibiydi. Sırf Arzu için, onu mutlu etmek için gönderilmişti onun ömrüne, güzelleştirmek için adım atmıştı aslında hayatına… Bir izin verseydi, hayatında küçücük bir gecekonduya bile razıydı, Cihan o gecekonduyu ömrüne katıp saraylara çevirmesini de bilirdi. Ama izin vermedi, hep bir engel ve tek bir cümle: “Biz olamayız!” döküldü dilinden. “Neden?” diye sordu Cihan kaç defa. Neden? Seviyorum diyemezken neden biz olamayız? Yoktu cevabı, her neden dediğinde gözlerinin içine derince bakıp adamın bir cevap bulmasını ister gibi yakarıyordu o kıpırdayan hareleri… Sorduğu sorunun cevabını alamazken, Cihan’dan bilmesini istediği şeyi bilemezken… Of! Çok zordu. Çıkılmaz dertlerde, boğucu yollarda, karanlık zindanlardaydı. Zihni karman çorman, cevapsız sorularına bir yenilerini daha eklerken, gözleri onun odasını keşfe daldı. Arzu’nun varlığını yansıttığı odada bir iki adım attı. Kitaplığı, yatağı, çalışma masası, hepsi şimdi merakının gittiği noktada parmaklarının dokunuşları arasındaydı. Ne çok büyük ne de çok küçük bir odaydı. Yatağının üzerine oturup kendini biraz olsun sakinleştirmeye ihtiyacı vardı. Yatağına oturduğu andaysa engel olmadığı bir dürtü ile yatağına küçük bir çocuk gibi uzandı ve onun başını koyduğu yastığı kucaklarken derince kokusunu buram buram hissederek soludu. Sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Sakinleşip mantıklı düşünmeliydi. O koku burnundan yoğun bir şekilde içine çekilirken yüreğinin titrediğini ve sevdasını deli gibi özlediğini hissetti. Gözleri kapalı, onun yastığını derince solurken göz kapaklarını yavaşça açtı. Gözlerini açması ile gördüğü şey, bu imkânsızdı. Bu ihtimaller arasında bile yoktu. Gözlerini kıstı ve karşılaştığı gerçek ile yüzleşmesi gerektiğini fark etti. “Hayır, bu olamaz!” diye dişlerinin arasından inlerken elindeki yastığı sıkmaya başladığını canının acısı ile fark etti. Bunun burada ne işi vardı? Bu olabilir miydi? “Melek, Melek’im…” dedi gözünden düşen bir damla yaşa inat. Tuttuğu yastığı aniden fırlatıp Arzu’nun komodinin üzerinde, bir çerçeveye sıkışmış ona sımsıcak gülümsemesi ile bakan kız kardeşinin resmini eline aldı. Dokunduğunda kırılacak narin bir parça gibi resmini okşamaya başladı. “Melek’im. Ne kadar da özledim seni!” dedi tekrardan gözünden dökülen yaşları düşünmüyordu artık. Oturarak erkekler ağlamaz diyenlerin laflarının her bir kelimesini afiyetle yedi. Erkek dediğin, adam dediğin öyle bir ağlardı ki bazen, tek bir ses, tek bir bakış bazen de bir anıyı yıllar önce kayıt altına alan tek bir fotoğraf başarırdı bunu, ciğeri yanıyorken yüreği paramparça oldu. Cihan’ın yıllar önce babasının pisliklerinden kurtaramadığı, ölümünü gördüğü, cansız bedenini toprağın altına kendi elleriyle koyduğu kız kardeşinin gülen yüzünü görmesiyle darmaduman oldu. Şimdi titreyen elleri arasında sanki hiç gitmemiş gibi ona gülümsüyordu. Yanındaki kız arkadaşına sımsıkı sarılmış muzipçe abisine bakıyordu. Duyuyordu kulaklarında, onun o muhteşem kendine has kıkırdamasını… “Melek’im, güzel yüzlüm affet beni, kurtaramadım seni abiciğim. Soldurdum yüzünü, akıttım gözyaşlarını, üzdüm son zamanlarında yüreğini, yalnız bıraktım seni, yapamadım hak ettiğin abiliğimi, koruyup kollayamadım o küçücük bedenini… Kaçtığım için, seni ardımda bırakmak zorunda kaldığım için affet beni kardeşim,” dedi dişlerinin arsından çıkan her bir kelime adamı yeniden yeryüzündeki cehennemine bir çırpıda çekip aldı. Yanıyordu bedeni görünmez ateşlerde, vicdanı körüklemişti sönmeye çalışan geçmişini bir resimle. “Ne kadar uğraşsam da başaramadım Melek’im. Yaren’e ne kadar abilik yapsam da onu her gördüğümde seni kurtaramadığımın gerçeği yüzüme sert bir tokat gibi çarpıyordu. Seni koruyamadığım gibi onu korumak istedim. Onu tüm kötülüklerden uzaklaştırırken aslında senin için yapamadıklarımı yapıyordum. Ne yaparsam yapayım affedemedim ben kendimi. Hafiflemedi acım bir türlü. Döndüremedim zamanı geriye, akıp gitti her şey gibi saatler de aylar da yıllar da… Seni toprağa kendi ellerimle yerleştirdiğim gün, yok etmek istedim kendimi, yakıp yıkmak istedim ölümüne sebep olan tüm insanları, durdurmak istedim yaşadığım amansız acı ile dünyayı. Ama başaramadım, her şey gibi onu da elime yüzüme ve gözüme bulaştırdım. Rüyalarıma girip direncimi kırdın be Melek’im. Daha zamanın var, erken yanıma gelirsen affetmem abi diyerek rüyamda seni gördüğüm an gözümü mezarının başında açtım Melek’im. Senin mezarının başında uyuya kaldığım o gecenin sabahında senin için ölmeye değil yaşamaya karar verdim ama vicdanım her saniye yakıp geçti beni. Beni neyle mücadele içinde bıraktığını bir bilsen, bir bilsen Melek’im.” Melek’inin resmine o kadar dalmıştı ki bir an gözlerinden akan yaşları sildiğinde komodinin üzerinde bulunan başka bir şey gözüne çarptı. Yıllar önce acı bir şekilde kaybettiği kardeşinin resmi adamı o kadar sarsmıştı ki, yeni bir şeyle yüzleşmeye hazır mıydı bilmiyordu. Ama içindeki meraka yenik düşüp titreyen elleriyle komodinin üzerinde duran büyük zarfı aldı. Derin bir korku ile zarfı açarken ne ile karşılaşacağını bilemeyen yüreği panik halindeydi. Duygu yoğunluğu bir sele dönüşmüş, alıp götürmüştü onu yıllar öncesine. Zarfı açtığında içinden küçük bir mektup ve bir adet CD çıktı. Mektubun üzerinde “Sonra beni oku.” yazıyordu. Zarfın içinde bir tane de CD vardı. CD’nin üzerinde “Önce beni izle.” yazıyordu. Neler oluyor böyle, diye inlerken etrafına bakındığında hâlâ Arzu’nun evinde onun odasında olduğunu fark etti. Yaşadığı duygusallığa kendini o kadar kaptırmıştı ki, yer ve zaman kavramını birden yitirmişti. Aklı almıyordu olanlara, buraya ne için gelmişti ve ne ile karşılaşmıştı? Bu evde, Arzu’nun odasında, Cihan’ın kız kardeşinin fotoğrafının ne işi vardı? Dahası bulduğu CD ve mektupta neyin nesiydi? Aklındaki tüm çözümsüz sorulara artık bir an önce yanıt bulmalıydı. Neydi bu gizem? Artık çözülme vakti gelmişti. Ayağa kalıp etrafa şöyle bir göz attı. CD’yi çalıştırmak için bir şey ararken masanın üzerindeki bilgisayar gözüne çarptı. Koşarak çalışma masanın üzerindeki bilgisayarı açtı ve alelacele açtığı bilgisayara hemen CD’yi yerleştirdi. Açılan dosyada karşısında gördüğü kişi belki de tahmin ettiği kişi hiç değildi. “Arzu…” dedi sesi şaşkınlıkla odanın içinde yankılanırken. Artık sadece karşısında kıpkırmızı gözlerle ona bakan, ağladığını hissettiği ses tonu ile sevdiği kadın konuşmaya başladı. Cihan mı? Cihan artık sustu. Çünkü onun bu hali omuzlarının çökmesine sebep olurken sesinin artık kısılması gerektiğini bir kez daha ona hatırlattı. O gözler ona şimdi öyle kırgın bakıyordu ki, Cihan’ın bir eli toprak altındaki melek olmuş kardeşinin resminde diğer eli ekrandaki yüreğinin kadının kızarmış gözlerinde, gözyaşlarına derman olmak niyeti ile ekranda yüzüne dokunma çabası içindeydi. Neler olup bitiyor bilmiyordu ama olanlar hiç de güzel şeylere işaret değildi. Hissediyordu. Kötü, hatta çok kötü şeyler olacaktı. Ve tüm bu olanlarda hatalı olana doğru dönen tüm işaretler Cihan’a doğru yönelmişti. Okların ucundaki adam kendisi iken bir eli vicdanının resmi Melek’in fotoğrafında, bir eli yüreğinin kadını Arzu’nun görüntüsündeydi. *** “Cihan. Şu an bunu izliyorsan başucumda duran Melek’in resmini bulmuş olmalısın. Normal şartlar altında olsa hayatım boyunca asla böyle bir şeyi yapmazdım. Özellikle de senin için… Yaren olmasa bu gücü asla kendimde bulamazdım. Ama artık bilmen gerektiğine karar verdim. Sen bu videoyu izlediğinde ben çoktan ülke dışına çıkmış olacağım. Ama gitmeden sana olmasa da Melek’ime, kanımdan olmasa da canım bildiğim senin kız kardeşin benim hayattaki en büyük destekçim ve en yakın arkadaşıma olan borcumu ödemek istedim. Gitmeden önce benden istediği son isteğini yerine getirmek istedim. Şaşırdığının farkındayım, şimdi sen bu nasıl olur diye soruyorsundur kendine ama çok karmaşık ya da gizemli bir açıklaması yok bunun. Her şey çok basitti ama sen her zaman olduğu gibi yine bakmasını bilip göremedin. Elinde tuttuğun fotoğrafa iyi bak Cihan, Melek’in fotoğrafına, orada senin asla göremediğin, bakıp da göremediğin Melek’in yanındaki kıza dikkatli bak. O kız sana tanıdık geliyor mu?” dedi ve aniden elindeki fotoğrafa döndü gözleri. Videoyu durdurup elinde tuttuğu fotoğrafa tekrar tekrar baktı. Kardeşini o kadar çok özlemişti ki gözü ondan başkasına yönelmemişti. Daha doğrusu o resimde birinin olduğunu bile fark etmemişti. “Bu kız…” dedi inleyerek, “Bu kızı silik anılarımın içinde bir türlü hatırlayamıyorum,” diye fısıldarken bir an takılı kaldığı gözler, o gözler, o ışıldayan anlamlı bakışlar adamın aniden bir aydınlanma yaşamasını sağladı. Dişlerinin arasından kendine edepsiz bir küfür savururken “Arzu! Ben bunu daha önce nasıl fark edemedim?” diye inledi amansızca. Acele ile az önce durdurduğu videoyu tekrar oynatmaya başladı. Bunun devamında ne geleceğini deli gibi merak ediyordu. “Bilmiyorum belki hatırlarsın belki de yine hatırlamazsın, belki fark eder belki de yine o gözlerin algılayamaz beni. Ama sana bir sır vereyim mi Cihan? O resimdeki kara kuru, dişleri telli, özgüveni yerlerde, omuzları düşük çirkin kız, o resimdeki senin kız kardeşinin yanında görüp de görmezden geldiğin kızcağız, sana kendini bildi bileli sırılsıklam âşık olan ve senin onu görmediğin her saniye ölen kız… O kız benim Cihan. Doğru duydun ben sana seni gördüğüm ilk andan bu yana aşığım. Bunu ne yıllar söküp alabildi benden ne de senin beni görmeyen gözlerinin ihaneti başardı. Sen bana hep baktın aslında, baktın ama görmedin beni, o gözler hep bana yabancıydı, ben o gözlerde hiç var olamadım. Bir an olsun varlığımın sıcaklığını soğuk duvarlarında hissettiremedim. Şimdi yıllar sonra karşıma geçip gözlerimin içine bakıp hatırlayamadığın beni sevdiğini söylüyorsun. Söylesene ben buna nasıl inanırım? Söylesene bana yüreğimi geçtim, gözlerimden sevdiğimi anlayamamış, bakışımdaki aşkı hissedememiş adamın sırf dış görünüşüm değiştiği için şimdi beni sevdiğini söylemesine, deli divane âşık olmasına nasıl inanırım? Buna aklımı inandırsam bile yüreğimi nasıl kandırırım? Seni seven ruhuma nasıl ihanet ederim? Ben seni öyle masum sevdim ki adam, öyle saf öyle karşılıksız sevdim ki ama sen bilmedin, belki de bilmek istemedin. Bilmiyorum. “Hayır Arzu, hayır gidemezsin! Bunu bana yapamazsın!” derken ekrana bakıyor tuşlara olabildiğince sert vuruyordu. Geri gelmesini konuşmasını şaka yaptım seni nasıl bırakır giderim, demesini istiyordu. Ama olmuyor kahrolası ekranda son anın görüntüsü donup kalırken, eli havada ona kırgın gözlerle bakıyordu. Buna sebep olan kendine bir kez daha lanet etti. “Gidemezsin, beni böyle yarım bırakıp hiçbir yere gidemezsin. Bu kadar acı içinde bırakamazsın. Pes edemezsin. Bizden vazgeçemezsin. Yapamazsın. Yapmamalısın. Ben sensiz ne yaparım Arzu? Ne yaparım sensizliğinde hiç düşünmedin mi? Gücüm var mı? Sensizliği yaşayacak takatim kaldı mı?” diye haykırırken dizlerinin bağının çözülmesi ile yere düştü. Sırtını az önce oturduğu sandalyeye yaslarken gözyaşları sel olup aktı. Kafasını sandalyeye ritmik bir şekilde vururken, “ Başaramadım, seni de kaybettim. Beni iyi edecek yüreğimin kadınını, yaralarımı saracak tek iyi şeyi de kaybettim,” diye omuzları sarsılarak ağlarken gözyaşları eşliğinde resmin altında tuttuğu mektubu yavaşça açmaya çalıştı. Melek’inin ona yazdığı ilk ve son mektuptu bu. Canı olan kız kardeşinin, cananı olan Arzu ile ona gönderdiği mektubu açarken içinde ne yazdığını deli gibi merak ediyordu. “Canım abim… O kadar özledim ki seni, o kadar çok ihtiyacım var ki sana, yanımda olmana. Biliyorum sevmiyorsun babamın işlerini, bu yüzden çıkıp gittin bu evden de hayatımızdan da. Beni de götürmek istediğini ama babamın izin vermediğini de biliyorum. Babam abin bizi terk etti dese de ben ona hiç inanmadım. Çünkü sen beni asla terk etmezsin ki. Beni küçükken bir ömür boyu korumaya söz veren kahramanım, dizim kanadığında canımın acısını dindirmek için düştüğüm yer ile kavga eden abim, beni nasıl terk edebilir? Küçük olabilirim ama babamın saçmalıklarına inanacak kadar da çocuk değilim. Babama seni görmek istediğimi söylediğimde beni engellediği an bazı şeyleri daha iyi anladım. Babam sen gittiğin günden bu yana daha da çekilmez bir adam oldu. Evdeki hiddeti de şiddeti de gözle görülür derece de arttı. Kaç defa Arzu’nun yardımı ile kaçıp sana gelmek istedim ama babam her defasında bunu engelledi. Telefonuma el koydu. Senden haber alamadıkça daha da kimsesiz hissediyorum kendimi. Abim… Canım abim. Şu sıralar etrafta tuhaf şeyler oluyor. Evin çevresindeki koruma sayısı giderek artmaya başladı. Evden girişlerim ve çıkışlarım hep kontrollü oluyor. Korkuyorum. Babamın giderek tuhaflaşması da çekilir şey değil. Keşke yanımda olsan, beni koruyup kollasan geçecek miniğim diyerek başımı okşayıp beni sakinleştirsen. Ama yoksun. Yanlış anlama sakın asla seni suçlamıyorum sadece özlüyorum abim. Bu mektubu sana can dostum ve senden sonra en çok sevdiğim insan olan Arzu’yla gönderiyorum. O benim canımdır abi, onu sakın üzme olur mu? O sen yokken bana sığınak, korunak, ağladığım zaman tereddütsüz omuz oldu. Biliyor musun çoğu zaman senin fotoğraflarını bana fark ettirmeden gizliden gizliye seyrettiğini görüyorum ama utanmasın diye görmezden geliyorum. Onun sana duyguları çok farklı abiciğim, bakışları bir tek senin fotoğraflarında şenleniyor. Bu mektubu onunla göndermemin bir sebebi de onun gözlerine dikkatle bakmanı istememdi. Bu mektup benden geldiğinde eminim ki onun gözlerinin içine gerçekten bakacaksın ve orada kendin için atan bir kalp olduğunu göreceksin. Onu üzme abi, ne olursa olsun onu asla kırma. Seni bekliyorum abiciğim, bu zindan gibi evde, Arzu ile gelip beni kurtaracağınız günü bekliyorum. Ama gelemesen de gücenmem, kırılmam bilirim ki abim beni sever, bilirim ki abim çabalar. Canım abim, seni çok seviyorum, çok özledim. Lütfen benim için kendine dikkat et olur mu? Babam kavuşmamızı engellerse ne olursa olsun benim için hep mutlu olarak yaşa. Ben inanıyorum biz bir gün yine bir araya geleceğiz. O zaman buna babam bile engel olamayacak. Sen bana yine geçecek miniğim diyeceksin ve her şey geçecek. Çünkü benim adam gibi adam olan bir abim var. Seni çok seviyorum abim. “Kurtaramadım Melek’im, affet seni o zindandan kurtaramadım, babamın pislik yuvasından seni çekip alamadım. Lanet olsun benim adamlığıma,” diye haykırdı. Yerden güç alarak ayağa kalktığında omzunun üstünden geriye doğru baktı. Cihan’a hoşça kal diyerek son sözünü söyleyen Arzu’nun kırgın gözlerine bakarken omuzları daha fazla çöktü. Bu eve, bu odaya asla yıkılmayacak bir adam olarak girmiş, geçmişin ve hatalarının altında ezilerek kaldırılamaz bir enkaza dönmüştü. Cihan bu saatten sonra iflah olur muydu? Melek’ini kurtaramamış olmanın verdiği vicdan azabı, aptallıkları yüzünden elinden kayıp gitmesine seyirci kaldığı yüreğinin kadını… Elinde ise bir mektup, bir CD ve bir fotoğraf… Cihan bu saatten sonra nefes alsa bile yaşayabilir miydi? Kimin için ne için? Sebep kalmış mıydı bir sonraki güne gözünü açmaya, gününü aydınlatacak bir sebebi kalmış mıydı? Sarsak adımlarla odadan çıkarken nereye, ne için, kim için gittiğini bilmeyen ayakları bir bilinmeze doğru adım atıyordu. *** Bakıyordu. Saatlerdir sahilde elinde bir fotoğraf, bir CD ve bir mektupla bankta oturmuş geçen tüm saniyelerini daha önce bakıp da göremediği, fark edemediği ayrıntılarını seyrediyordu. Gözleri boşlukta salınıyor gibiydi. Ruhu boşalmış benliği son birkaç saatte bambaşka bir adama dönüşmüştü. Bazen bir an gelir, insan kırılma noktası yaşar ya Cihan da şu an içinde tam olarak o kırılma noktasını yaşıyordu. Gerçi kaç kırılma noktasıydı yaşadığı, daha kaç bedel kaç sınav vardı yaşayacağı ömründe kim bilir. Kaybettikleri, hataları, seyirci kaldıkları neyin hesabını kime verecekti? Ömründe sevmeyi başardığı tek kadını yaptığı hatalarla kaybetmenin hesabını yüreğine veremezken, melek olmuş kardeşini kurtaramamanın hesabını vicdanına nasıl verebilirdi? “Gerçek olamayacak kadar uzaksın bana, aklım, oynama hayallerimle, kaldıramaz bir yalanı daha bu yürek. Kaldıramam, gözümü açtığımda seni orada göremezsem, aklım, hissettirme imkânsızı bana, dayanamıyorum. Onsuzluğun tek bir saniyesi bile beni alıp hiçlik ateşine savurduysa, yapma oynama benimle,” diye inledi. Gözünü açtığında omzundaki sıcaklığın olduğu yerde rüzgârın estiğini görmek, onun orada olmadığı gerçeği ile yüzleşmek kaldıramayacağı kadar ağır bir yüktü onun için. “Cihan.” dedi ya o müptelası olduğu ses… Ah! Bu ses, dokunuşu ile adamı ateşlere atan, adını sevda koyduğu kadının billur sesiydi. Duyduğu sesle gözlerini açıp birden ayağa fırladı. Gerçekliğini hissettiği gibi görmeye de ihtiyacı vardı. Duymak yetmiyor görmeye de ihtiyaç duyuyordu. Cihan ayaklanmış karşısında kıpkırmızı olmuş gözlerle ona bakan, kıyamadığı yüreğinin kadınına bakarken dilinden “Gitmedin…” diyen kelimeler şaşkınlıkla inler gibi dökülüp gitmişti. “Gitmedim.” dedi ve ona bir adım attı. Cihan hâlâ olayların gerçek mi hayal mi olduğunu ayırt etmeye çalışıyordu. Gitmedim diyor ve ona doğru bir adım daha atıyordu. Şimdi gözlerine medet umar gibi onu sarıp sarmalaması için adama bakıyordu. “Gidemedim Cihan, seni ardımda bırakıp nasıl gidebilirdim söylesene?” dedi ya işte adam orada bitti. İşte o an yeni bir sayfa tertemiz karşısında açılıverdi. “Arzu,” dedi ve elinden tutarak bir hışımla onu kollarının arasına aldı. Saçlarından öpüyor kokusunu içine deli gibi çekiyor, sımsıkı sarılıyordu. Gitmemişti, onun için gidememişti. Cihan ona sımsıkı sarılırken “Çok korktum Arzu, seni kaybetmiş olma fikri beni çılgına çevirdi. Sen beni ne hale getirdin be güzelim, varlığının yokluğu silip atıyor beni bu dünyadan,” dedi nefes almadan konuşarak. Onun kollarının beline dolanmasıyla kendini yenilmez, yıkılmaz bir adam gibi hissetti. İnsanın sevdiği kadının kollarının sıcaklığını vücudunda hissetmesi ne muazzam bir duyguydu böyle, onun varlığının sıcaklığı ile şenlenen yüreği şimdi daha bir güçlü sarıyordu kollarını bedenine. Gitmesin, kaçamasın, bir adım öteye gidemesin istiyordu. Onunla aldığı nefesi onunla versin istiyordu. Cihan ne kadar bu anın bitmesini istemese de, Arzu biraz kendini geriye çekip şimdi gözlerinin ta içine bakarak adamı okumaya çalışıyor ve sonra ansızın biraz tutuk biraz çekingen konuşmaya başlıyordu. “Sen benim kaderimsin, nasıl kaçabilirim, vazgeçebilirim ki senden, nereye gidebilirim ki yanımda sen olmadan? Nefesinden bir adım ötede hayat yokken söylesene nasıl gidebilirim gözlerinden, esiri olduğum yüreğinden? Nasıl uzaklaşabilirim varlığının emsalsiz sıcaklığından? Yıllar önce başaramadığımı söyle bugünümde nasıl başarırım? Seni unutmak kendimi unutmak demek, senden vazgeçmek kendimi yok saymak demek. ” Cihan, onun gitmişliği ile savaşırken baktığı yere odaklanıp şimdi o boş bakışlar atıyordu. Yaşadıklarının yoğunluğu ve dengesizliği arasında bocalayıp dururken içinden tek bir cümle geçiriyordu. “Olsun, gitmedi ya bu saatten sonra aşamayacağım, aşamayacağımız hiçbir şey olamaz.” Onun yanına otururken esen rüzgârın etkisi ile başını döndüren kokusunu buram buram içine çekiyordu. Ömrünce duyduğu ve içine çektiği en güzel koku onu sarhoş ederken, Cihan kendini daha güçlü hissediyordu. Savaşmaya ve kadınını kazanmaya hazır bir savaşçı edası ile kendinden emin bir şekilde, eli eline gittiğinde onun şaşkın bakışlarının adamı bulmasına aldırmadan, şimdi Cihan uzaklara odaklanıp geçmişe eli elinde sürüklenmeye kararlıydı. Arzu’dan güç alarak gitmeliydi onun için zorlu yıllara, onun desteği ile o anları ona anlatmalıydı. Bakıp da görememesinin sebebini o da bilmeliydi. Ve anlattıklarından sonra onun kaçmaya meyilli ellerinin sıcaklığını yüreğinde hissetmeliydi. Ve şimdi geçmişin tozlu raflarında bekleyen acı hatıraları canlanmalıydı, önce zihninde sonra da gözlerinde… *** Zaman iyileştirebilir miydi acılarını? Anılar hatırlandıkça olgunlaşır ve daha iyi anlaşılır mıydı? İşte şimdi tam olarak bunu görecekti. Arzu, “Ben, seni tanıdığım günden bu yana aşkın ateşi ile yanıyorum. İçime düşen kıvılcımın ateşe dönüşmesiyle alev alıyorum, yandığım gibi de seviyorum,” dedi eli elinde gözleri boşlukta amaçsızca salınırken. Adına sevda dediği kadının dudaklarından duyduğu itiraflar adamı o kadar çok mutlu etti ki… Ne kadar biliyor olsa da şimdi onun sıcaklığında, onun sesinden bunları duymak, adamın tüm mimiklerini seyre dalmışken sesinin cesur olan tonuyla duymak bu tarifi imkânsız bir duyguydu. “Cihan,” dedi gözleri birden onun bakışları ile buluştu. Titrekti o gözlerin içi, her an akmaya hazır bir şelale gibi ışıldayarak ona bakıyordu. “Söyle Arzu’m, söyle sevda kokulum,” dedi ve yüzüne düşen birkaç tel saçını gözlerinin üzerinden çekerek yanağını avucunun içine alıp okşamaya başladı. Ona güvenmesini ve biraz olsun rahatlamasını istiyordu. “O kadar çok senden vazgeçmek istedim ki, o kadar çok unutmak için çabaladım ki,” dedi ya birden yanağını okşayan eli hareketsiz kaldı. Vücudunun kasılması ve kaşlarının çatılması ile onu daha fazla konuşturmak istemedi. Onun sözlerini duymadan önce adamı dinlemeliydi. Onu dinlemeli ve o zaman duyduklarından sonra konuşmak isterse konuşmalıydı. Belki o zaman adamı yaralayacak sözleri zikretmezdi. Cihan’ı anlar, sebeplerini öğrenince ona hak verirdi. “Cihan,” dedi elini dudaklarına susması için kapadı. “Arzu şimdi konuşması sırası bende, vakit senin sükûnetinin vakti… Şimdi izin ver ben konuşayım,” dedi onun çakmak çakmak bakan gözlerinden aldığı sessiz onayla, Arzu’yu kendine biraz daha çekip kollarının arasına aldı. Bu hareketine tepkisiz kaldı dahası kuytularına öyle bir sokuluşu vardı ki, yüreği onu tüm kötülüklerden koruyup kollama isteği ile dolup taştı. “Yıllar önce öyle bir çıkmaz içindeydim ki kendimi bilmez halde dolanıyordum ortalarda. Babamın işlerini oldum olası sevmemiş ve asla bulaşmak istememiştim. Ama yaşım ilerledikçe babamla girdiğimiz çatışmalar da büyüyordu. Kavgaları bir şekilde atlatıyordum ama çatışmaların boyutlarının şekil değiştirdiğini fark ettiğim o zamanlarda sen karşıma çıkmışsın. Haklıydın. Bakıyordum ama seni görmüyordum. Ama bilmediğin şu ki, ben kendimi bile görecek durumda değildim. Babam ile yaptığımız her kavgada beni kardeşimle tehdit ediyordu. Ben ne yapacağımı bilmez halde serseri mayın gibi dolaşırken o günlerde aklımda olan tek şey kardeşimi de alıp çekip gitmekti. Ama kahretsin ki maddi durumum o zamanlar için elverişli değildi. Babamın giderek sıkıştırmaları beni öyle bir hale getirdi ki gizliden gizliye kardeşimi alıp kaçıp gitme planları yapmaya başladım. İşlerimi halletmeye çalışıyordum. Ben bu süreçte planlar kurarken benim bilmediğim şey babamın adım adım beni takip ettirdiği ve tüm yakın çevremden planlarımı parası ve gücü sayesinde öğrenmiş olmasıydı. Ben o gece kardeşimi alıp gitme planları kurarken babamın gerçek yüzü ile bir kez daha karşılaştım. O gece bana öyle bir şey söyledi ki ben o evden tek başıma çıkıp gitmek zorunda kaldım. Kurtaramadım Melek’imi…” dedi sesi giderek fısıltıya dönüşmüştü. “O gece baban sana ne dedi Cihan? Neden Melek’i almadan çıkıp gittin?” “ Kardeşimi alıp gitmeye kalkarsam onu gözlerimin önünde öldüreceğini söyledi.” “Ne? Bunu bir baba nasıl söyler?” “Söyledi. Ve o gece ben kardeşimi alıp gitmeye kalksam bunu gerçekten yapacaktı.” “Yok hayır bu kadarını yapamazdı. Melek onun kızıydı. Hangi insan kedi evladını öldürebilir?” “Kendi öz evladı olsa evet yapamazdı ama Melek benim öz kardeşim değildi. Babam benim Melek’e bağlılığımı biliyordu. Tek evladı olan bana karşı da üvey kızını silah olarak kullanıyordu.” “Cihan, sen ne dediğinin farkında mısın? Bu nasıl olur? Ne demek Melek benim öz kardeşim değildi?” diye bir an öfke ve şaşkınlıkla kollarının arasından çıkmış ve şok olan gözleriyle ona bakıyordu. “Bunu hayatımda ilk defa sana anlatıyorum Arzu, Melek benim öz kardeşim değildi yani annelerimiz aynı fakat babalarımız farklıydı. Annem ve babam ben beş yaşındayken kısa bir ayrılık yaşamışlardı. Ben hayal meyal hatırlıyordum olanları, annemin gidişi ve ardından döktüğüm gözyaşlarını… Sonra bir de dönüşünü hatırlıyordum. Kucağında Melek ile dönmüştü. Babam anneme saplantılı derecede âşıktı, kendisinden ayrılmasını hazmedemedi. Annem kendine yeni bir hayat kurmak üzere iken de bin bir pislik döndürerek, tehditlerle annemi eve geri döndürdü. Ben bunları yıllar sonra annem ve babamın tartışmaları esnasında öğrendim. Ama uzun zaman bu durumu kabullenemedim. Melek benim kardeşimdi ve ben onu korumak için o bebek iken kendi kendime söz vermiştim. Korumam gereken kişi babam da olsa annem de olsa fark etmezdi. O günden sonra her şey değişti. Babamın gerçek yüzünü öğrenmek için o kadar çaba sarf ettim ki anlatamam ama her öğrendiğim yeni bilgide midem daha da bulanıyordu. Onun işleri ve hayatı asla bana ve kız kardeşime göre değildi. Onu o kadar çok kurtarmak istedim ki, çok çabaladım ama kardeşimin canı ile tehdit edildiğimde her şey kırılıp gitti. Tek bir çıkar yolum vardı. Çekip gitmek ve bir an önce kardeşimi babamın elinden kurtarmak. O evde kalırsam bu asla gerçekleşemeyecekti. Gerçi yine kurtaramadım ya…” dedi acı gerçeğinin vicdanıyla birlikte suratına attığı tokat ile bir kez daha irkildi. Arzu “Cihan…” diye iki eliyle yüzünü avuçlarının arasına aldı. “Kardeşin seni öyle çok seviyordu ki, onu sevdiğine öyle bir inanıyordu ki, sen onun en büyük kahramanıydın. Sürekli senin nasıl biri olduğunu anlatırdı bana, gidişinden asla seni suçlamadı. Senin olmadığın o anlarda senin için atan yüreğimle ben yanındaydım. Lütfen kendini suçlama ve artık üzülme. Bazen bazı şeylerin önüne geçemezsin. Olacak olan olur ve bazen sadece seyirci kalırsın. Bu yaşananlar sen onun yanındayken de olabilirdi. Artık bu konuda lütfen kendini suçlamayı bırak, Melek’i de daha fazla üzme,” dedi şefkatin sahiciliğiyle ona bakarken. “Ben bu çıkmazlar içinde kendimi bile bilmezken karşıma çıkmışsın, bakıp da göremeyen gözlere müptela olmuşsun. Yıllar sonra hatırlayamadıysam inan ki dış görünüşün şu bu değildi sebep, o dönemimde ben ben değildim. Anla beni Arzu, ben o süreçte kendi canımdan bile vazgeçecek kadar kardeşimin canının derdine düşmüştüm. Bizim için yanlış zaman ve yanlış yermiş. Ama artık doğru zamandayız, gözlerimiz doğru an’ların bekçisi artık. Yüreğimiz birbiri ile bir bütün olma sevdası içindeyken yarım bırakma artık beni. Biz olma yoluna çoktan girmedik mi? Sebepsiz ve bir o kadar gereksiz ayrılıklara sürgün etme bizi, acı çektirme seven yüreklerimize. İkimiz de yaralı, ikimiz de yorgun, artık dinlenme zamanı gelmedi mi? Yorgun yüreklerimizin, yaralı ruhlarımızın iyileşme vakti değil mi?” dedi yüreğinin içinden geçenleri kızın önüne sererken kalbi olumsuz tek bir sözü dahi kaldıramazdı. “Ben yıllarca yüzüme bile bakmamış bir adama vuruldum. Gözleri bana değmeyen, nefesinin sıcaklığını hissetmediğim, yüreğimdeki saf çırpınışları görmeyen bir adamı sevdim. Yıllar geçse de ben seni bir an olsun unutamadım. Ben yalnızca kendimi kandırdım. Yıllar sonra seni karşımda gördüğümde aslında senden hiç uzaklaşamadığımı fark ettim. Seni sevmekten vazgeçtiğini düşünen ben, aslında içimdeki aşkın daha da büyüdüğünü ve beni aştığını, buna engel olamadığımı fark ettim. Ama gidemedim, gidemem de… Yıllar önce çekip gitmek işe yaradı mı ki şimdi yarasın? Hem de beni sevdiğini bile bile seni ardımda bırakacak kadar cesur değilim. Yüreğim sana duyduğum aşka bu kadar büyük bir ihaneti kaldıramaz. BİZ olalım Cihan, yıllar önce yanlış zamandı belki ama şimdi doğru zamanımızı geçmişimize harcatmayalım. BİZ olalım Cihan, seni beni öncesini sonrasını geçmişini bir kenara bırakalım ve sonsuza kadar BİZ olalım ve hiç ayrılmayalım,” dedi ve adama tüm gücüyle sarıldı. Allah’ım bu duyduklarım ile ben yeryüzündeki gizli cennette gözümü açmıştım. Şimdi kollarımdaki BİZ olalım diyen benim sevda kokan, deli gibi hasret çektiğim yüreğimin kadınıydı. O benim geleceğime sahip olacak ömrümde açan cennet çiçeğimdi. *** Dakikalardır soluksuzca izlediği bir aşk filminin mutlu sona ulaştığını hissettiği o anlarda Cihan ve Arzu’nun birbirine sımsıkı sarılmış hallerini izliyordu. Onları gizliden gizliye çalılıkların arkasından izlerken, Erdem’i de sorgusuz sualsiz yanında sürüklemişti. “Bu iş bu kadar!” diye yanında ne olduğunu anlamaya çalışan Erdem’e döndü. Ona neler olduğunu açıklayacak bir fırsatı olmadığı için Erdem’den küçük bir yardım istemişti. Sonra her şeyi anlatacağına söz vererek, isteğini biraz huzursuz olsa da yerine getirmeyi kabul etmek zorunda kaldı adam. Daha fazla olanlara anlam veremediği için dayanamayan Erdem, kaşları çatık bir halde yerinde huzursuzca kıpırdanarak “ Bana olanları ne zaman açıklamayı düşünüyorsun?” diye sordu. Tahammül derecesinin sonuna geldiğini anlayarak, artık açıklama zamanının geldiğini fark etti. Görüş mesafelerinden Cihan ve Arzu’yu çıkarıp olanları izlemeye bir son verdi. Koluna girip “Hadi gel şurada oturalım,” diye parmağıyla işaret ettiği yerde bulunan çay bahçesine doğru onu yönlendirmeye başladı. “ Ve seni neyin içine çektiğimi anlatayım,” dedi muzip bir ses tonuyla. Erdem’in itiraz etmeyen tutumu kızı rahatlatırken onun yönlendirmesiyle ilerlemesi Yaren’i bir nebze de olsa cesaretlendirdi. “Sizi dinliyorum Yaren Hanım, beni nasıl bir belaya bulaştırdığınızı çok merak ediyorum doğrusu,” dedi buz gibi bir ses tonuyla konuşurken, sözleri kızın canını yakmaya yetti. Onun kendisine siz demesi kızı ne kadar rahatsız etmiş olsa da, o an buna takılamayacak kadar mutluydu. “Saçmalama ne belasından bahsediyorsun sen? Az önce birbirine aşkla sarılmış çift sana belayı mı anımsattı? Olsa olsa sevap kazanmana yardımcı olmuşumdur. Malum sevenleri birleştirmek sevaptır. Hadi yine iyisin sayemde iyi işlere ortak oluyorsun,” dedi ortamdaki gerilimli havayı yok etmek için yapmıştı bunları, ama durum çok farklıydı. Erdem’in bakışlarında bir tuhaflık vardı. Bir yabancıya bakar gibi bakıyordu. Sanki kırk kat el gibiydi gözlerinin karşısındaki adam ve bu kızı giderek rahatsız etmeye başladı. “Cidden daha ne kadar saçmalayacaksın diye merak ediyorum.” Onun sert tutumu Yaren’in oturduğu yerde gerilmesine sebep oldu. Adamdan alt tarafı küçük bir iyilik isteyerek Cihan’ı araması konusunda ricada bulunmuştu. Şimdi karşısında duran adamı da ona acımasızca fırlattığı bakışlarını da tanıyamıyordu. Cümleleri bugüne kadar sert olmadığı kadar acımasızca çıkıyordu ağzından. “İki dakika yaşadıkları mutluluğun keyfini bana çıkarttırmayacaksın değil mi? Her neyse madem ciddiyet istiyorsun öyle olsun,” dedi keyifsizce. Yüzü asılarak morali bozuldu. Bu kadar sert ve bir o kadar yabancı bir tepkiyi beklemiyordu. “Senin deyiminle seni bulaştırdığım belayı anlatayım o zaman. Malum değerli vaktini senden çalmayayım,” dedi huzursuzca, sandalyesinde geriye doğru yaslanıp ellerini göğsünün altında birleştirerek kırgın bakışlarla yabancısı olduğu gözlere bakıyordu. Yaren’in keyifsizliğinin üzerine masaya gelen suratsız garsona iki çay sipariş ettiler. Konuşmanın yarıda kesilmemesi için bir süre çayların gelmesini beklediler. Çayların gelmesiyle birlikte derin bir nefes aldı ve onun da hazır olduğunu hissettiği anda soluksuz konuşmaya başladı. “Cihan ile Arzu aslında yıllar öncesinden tanışıyorlardı. Ama Cihan bunu bugün Arzu’nun evinde öğrendi. Arzu, Cihan’ın kız kardeşi Melek’in en yakın arkadaşıymış. Onlar bazı sebeplerden ötürü bir daha görüşmemişler, ta ki yıllar sonra yolları bir daha kesişinceye kadar. Belki kader belki de tesadüftü ama yıllar sonra yüz yüze yeniden gelmişlerdi. Fakat Cihan onu tanıyamayınca Arzu sevdiği halde ondan uzak durma kararı almış. Bir hayal kırıklığını daha kaldıracak durumu olmadığını düşünüyordu. Bu sebepten sevdiği halde hep kaçtı.” “Saçma, insan sevdiği için savaşır. Tabi sevdiği hak edecek yüreğe sahipse,” dedi. Ağzında fısıltı halinde gevelediklerinin işaret ettiği kişi tabi ki Yaren’di. Tam ağzını açıp cevap vermeye yelteniyordu ki, sözleri ağzını kapatmasına yetti. “Peki, sen bu hikâyenin neresindesin Yaren? Daha doğrusu Cihan’ın yeni öğrendiği gerçekleri sen nasıl öğrendin?” “Cihan’ın bana geldiği bir gece dayanamayıp sabahında soluğu Arzu’nun kapısında aldım. Çok üstüne gittim ve bana anlatmak zorunda bıraktım. Cihan’a anlatmamam içinde üzerimde büyük bir baskı kurdu. Haklı sebeplerini bana anlattığında o an için doğru olanın sessiz kalmam olduğunu düşündüm. Ben de kararımı bu yönde verdim. Ta ki son tartışmalarına kadar… Olaya el atmam gerektiğini fark ettim. Çünkü birbirlerine daha büyük zararlar vereceklerdi. Buna engel olmalıydım. O yüzden seni aradım. Arzunun videosunu çektim. Öncelikle kendini ifade etmesini sağlamalıydım. Yıllardır içinde biriktirdiği ayrılık zehrini kusmalıydı. Bir nevi içini boşaltmalıydı. Cihan’a karşı tüm suçlamalarını onun karşısına geçip dökmemeliydi. Bu yüzden video en mantıklı olandı. Aslında her şey de istediğim doğrultuda ve planladığım gibi gerçekleşti. Yıllar önce verilmesi gereken bir mektubun var olduğunu Arzu CD’yi zarfa koyarken öğrendim. İçinde ne yazdığını bilmediğimiz için riskliydi ama göze almamız gerektiğini hissettim. İçinde bizim için de sır olan Melek’in mektubunu da CD ile birlikte küçük notlarla zarfa yerleştirdik. Zarfı ise Arzu ve Melek’in fotoğrafının altında koyduk. Onun evden yıkık bir halde çıkışını izleyen Arzu daha fazla dayanamadı. Çünkü onu o kadar çok seviyordu ki yıllardır bu aşkı onsuz yaşamıştı. Şimdiyse onunla yaşama ihtimalini kaybetmek istemiyordu. Ve onu affetmeye karar verdi. “Boşuna dememişler terzi kendi söküğünü dikemez diye.” “Efendim! Bu da ne demek şimdi?” “Yaren, dönüp de bir yaptıklarına bakar mısın? Başkaları için neler yapıyorsun?” “Onlar başkaları değil,” diye söylediklerine karşı çıktı. “Öyle mi? O zaman şöyle diyeyim, ben kimim Yaren?” “Erdem, sen…” “Sus Yaren bir şey söyleme, senin için ne olduğumu, kimin neyin olduğumu düşünmeyi bırakalı çok uzun zaman oldu. Çünkü sorularım hep cevapsız, çünkü sende bir cevabım yok,” dedi keskin sözleri acımasızca kızın yüreğine yağmur gibi yağıyordu. Gözleri dolmaya başlarken Erdem’in onu görecek durumu yoktu. O kadar hiddetliydi ki sesi giderek artıyor, etraflarındaki diğer masalarda oturan insanlar korku ile onlara bakıyordu. “Onlar için bu kadar kısa sürede onca şey yapabilen sen, yıllardır bizim için neden bir şey yapmadın? Benim sendeki cevabımı neden yüreğime hissettirmedin? Mutlu olma şansımızı elimizden neden aldın Yaren? Onların aşkı, mutluluğu için yaptıklarının birini bizim için yapsan, Arzu’ya verdiğin akıllardan birini bile kendin gerçekleştirsen, her şeyi geçtim bana doğru sağlam sarsılmaz gerçek bir adım atmış olsan şimdi biz bu halde olmazdık.” “Ne var halimizde Erdem?” dedi sesi boğuklaşıyor, gözlerinden akan yaşlara artık engel olamıyordu. “Haklısın hiçbir şey yok. Sorun da bu ya, bize dair hiçbir şey yok!” dedi ve oturduğu yerden aniden kalkması ile sandalye geriye doğru gürültülü bir şekilde düştü. Onun bu ani hareketi kızın yerinde irkilmesine sebep oldu. Ayakta dikilmiş, şimdi şaşkın ve ürkek bakışlarına inat onun sarsıcı duruşu Yaren’i titretemeye yetti. Adamın bakışları Yaren’i delip geçerken zor yutkundu. Tam bir şey söylemek için ağzını açacakken hiçbir şey söylemeden ve söylemesine de izin vermeden arkasına dahi bakmadan çekip gitti. Yaren’i, sevdiğim dediği, can olmayı dilediğim dediği kızı orada öylece bırakıp gitti. İsyanlar yüreğinde yükselirken dilinden dökülen tek cümle “Bu ne şimdi böyle?” oldu. Çünkü aklı az önce yaşananlara, kurulan cümlelere bir anlam veremezken zihni olanları hiçbir mantık çerçevesine yatıramıyordu. Az önce yaşanalar gerçek miydi? Ne yaşamıştı Yaren az önce? *** Kıskançlık. İnsana yapmam dediği her şeyi yaptırıyordu. İnsanın içinde öyle bir yakıcı etkiye sahipti ki bunu az önce masasından kalktığı, sevdiği kadını ardında bıraktığında daha iyi anladı. Belki tepkisi gereğinden fazla sertti ama aklı almıyordu tüm bu olanlara. Yaren’in başkaları için yaptıklarını gördükçe aklında tek bir soru beliriyordu. Neden? Neden biz değildik? Neden birlikte olamıyorduk? Neden mutlu olamıyorduk? Neden? Neden? Neden? Nedenler yiyip bitiriyordu zihnini, bir Erdem kalmıyordu geriye… Arzu ile Cihan’ın sarmaş dolaş halini gördüğünde onları deli gibi kıskandı. Onların barışmalarına sevinse de, Yaren ile içinde bulundukları belirsiz durum orada daha fazla durmasına engel oldu. Duramadı yanında ve onu öylece orada ne halde olduğuna aldırış bile etmeden bıraktı. Dönüp bakmadı bile, biliyordu dönüp bakarsa onun üzgün haline dayanamazdı ama daha fazla orada da kalamazdı. Bu kıza olduğu kadar adama da zarar verecekti. Aklı o kadar karışıktı ki tam her şeyi düzelteceğim derken daha kötü hale getirdi. Tam evet netlik kazandıracağım derken bu defa da Arzu ile Cihan meselesi çıktı karşılarına. Dönüyoruz, dolaşıyoruz her şeyi yine batırıyoruz. Sakin kalmalı, biraz uzaklaşmalı ve kafa dinlemeliydi. Biraz ortalardan kaybolması ikisi için de daha faydalı olacaktı. Bazen uzaklık işe yarardı. Bazı şeylerin zamanı gelmediği için ise zorlamanın bir anlamı yoktu. Akışına bırakıyordu her şeyi elbet su akacak ve yolunu bulacaktı. Kim bilir bu zaman Yaren’in akıp ona gelmesini de sağlardı. |
0% |