@ugurluay
|
9.BÖLÜM “Zor diyorsun, Zor olacak ki imtihan olsun.” -Mevlana- Yaren’in hıçkırıkları Cihan’ın kulağına doldukça genç adamın içi acıyordu. Yaren saatlerdir bir yandan ağlıyor bir yandan da başına gelenleri soluksuzca anlatıyordu. Öfke genç kızın damarlarında kızgın bir lav gibi dolaşırken, gözyaşlarına engel olacak gücü kendinde bir türlü bulamıyordu. O adama yeterince haddini bildiremediği için sinirliydi. Üstüne üstlük işinden olmasına da sebep olduğu için kızgınlığı düşündükçe daha fazla artıyordu. “Cihan sinirlerim çok bozuldu. İyi değilim ben, adam her yerde karşıma çıkıyor. Yetmiyormuş gibi bir de onun yüzünden işimden oldum. Of ya, ben yurt parasını ödeyecektim alacağım parayla, hep o mendebur adamın yüzünden böyle dımdızlak kaldım işte. Ah o tepsiyi kafasında paramparça edip masayı başına nasıl geçirmedim ben ya?” Yaren, yaklaşık bir saat önce gözyaşlarına boğulurken, berbat bir halde Cihan’ın kapısını çalmıştı. Cihan aynı gün ikinci kez Yaren’i böyle görmeyi beklemiyordu. Arkadaşının bu hali içini öyle derinden acıttı ki, daha ne olduğunu bile dinlemeden kapının eşiğinde duran kızı kendine çekerek kollarının arasına aldı. Bir terslik olduğu belliydi. O kadar korkmuştu ki bugün tekrardan aynı his ile yüreğinin burkulması onu soluksuz bırakmaya yetti. Genç kıza biraz olsun nefes aldırmak adına, ondan bir adım uzaklaşıp elinden tutarak içeriye aldı. Salondaki kanepeye oturduklarında kızın ağlamaktan şişmiş gözleri yanıyordu. Yaren kendinden geçercesine ve bir o kadar da anlattıkça rahatlarcasına konuştu. Duydukları karşısında Cihan’ın kaşları çatılarak vücudu tef gibi gerildi. Ne kadar sakin durmaya çalışsa da söz konusu Yaren olduğunda bu başarabildiği bir şey değildi. Bu adam da nereden çıkmıştı ki böyle? Hem Yaren’in üstünü başını çamurlara bulayan da mı bu adamdı yani? Ne kadar sinirlense de şu an bunun yeri ve zamanı değildi. Hem bir daha karşılaşmayacaklarına göre, öncelikli olarak yapması gereken, genç kızı biraz olsun kendine getirip dinlenmesini ve sakinleşmesini sağlamaktı. Eğer kafası dağılmazsa yine saçma sapan bir şeyler yapmasından korkuyordu. Onu bu gece bırakmamaya kararlıydı. Maazallah bir bırakırsa onu kim bilir nerelerden toparlamak zorunda kalacaktı! “Cancağızım tamam, sakin ol biraz, kendini helak ettin. Yurt parasını da dert etme hallederiz. Daha önce de söyledim sana, bu konuda da her konuda olduğu gibi sonsuz bir limitin var.” “Sağ ol Cihan, ben de sana defalarca söylediğim gibi dostluğundan daha fazlasını kaldırmaz bu yürek. Ben bu konuda abime bile rest çekmiş insanım, kendi başıma başaracağım. Biliyorsun.” “Tamam tamam biliyorum, bozuk plak gibi başa sarmaya niyetim yok.” Bir hışımla ayağa kalkarak ellerini havaya kaldırıp teslim olmuş gibi bir hareket yaptı. “Ama şunu da unutma ne zaman istersen bendeki yerini biliyorsun. Maddi ya da manevi, hiç fark etmez.” “Biliyorum Cihan, her şey için çok teşekkür ederim. Gerçekten.” “Biz aramızda teşekkür etme olayını çok uzun zaman önce bırakmadık mı? Ben senin için yabancı değilim, unuttun mu ben senin en yakınınım.” “Ya Cihan ya, sen çok fenasın…” dedi ve yerinden kalkıp ayaktaki adamın kollarına kendini bıraktı. Onun sıcaklığına, şefkatli kollarına güven duyan göğsüne o kadar ihtiyacı vardı ki… Şimdi huzur bulduğu, sonsuz güveni tattığı kollardaydı. En çok mutlu olduğu yerde… “Cancağızım tamam, şimdi şu doktor bozuntusu saçma adamı unutuyorsun. İtiraz kabul etmiyorum. Ben battaniye getiriyorum ve bu gece burada kalacaksın. Biraz uyuyup sakinleşiyorsun. Şimdi dinlenme zamanı, tamam mı?” “Senin hakkını nasıl ödeyeceğim ben?” “Sen benim kaderdaşımsın bunu asla unutma ve saçma sapan konuşup da sinirlerimi bozma benim.” “Kaderdaşım… Biliyor musun senin bu cümleni çok seviyorum. Geçmişimi hatırlarken yalnız olmadığımı hissettiriyor bana.” “Geçmişe değil geleceğe bakıyoruz artık küçükhanım.” Duyduğu cümle ile adamın kolları arasından sıyrılıp küskün bir eda ile koltuğa oturdu. “Bana küçükhanım deme…” diyerek yastığı alıp ona doğru sertçe fırlattı. “Oooo kendinize geldiniz bakıyorum.” “Gelene değil getirene bakacaksınız.” “Tamam uzan bakalım sen şöyle,” deyip Yaren’in omuzlarından tutarak onu kanepeye doğru yatırdı. Gözleri ile genç kızı izlerken, onun kırılgan bakışları cam kırıkları olup Cihan’ın kalbine batıyordu. Öyle narin öyle hassastı ki onun bu halleri adamın kahrolmasına sebep oluyordu. Yaren’in gözkapakları ağırlaşırken ağzından mırıltı halinde, “Sen, iyi ki varsın…” cümlesi çıktı. Onun bu mırıltılı konuşması Cihan’ın yüzünde kocaman bir tebessümün oluşmasını sağladı. Diğer odadan bir battaniye alıp geldi. Geldiğinde uykuya yenik düşen genç kız ile karşı karşıya kaldı. Cihan gibi sonsuz güvendiği bir dostu olduğu için huzur içinde onun evinde, onun salonunda gözlerini yummuştu. Adam onu uyandırmamaya dikkat ederek üzerini dikkatli bir şekilde örttü. Başına minik dokunuşlar yaparken saçlarına şefkatli bir öpücük kondurdu. “Asıl sen iyi ki varsın minik kız, iyi ki yanımda, yakınımdasın. Sen olmazsan nasıl tutunurdum bu hayata, nasıl güç toplardım yeniden başlamaya? Asıl sen iyi ki varsın Melek’im… Şimdi biraz uyu…” deyip Yaren’den uzaklaştı. Işıkları kapatarak odadan çıktı. *** Erdem, evine geldiğinden beri kendini sakinleştirmeyi bir türlü başaramıyordu. Başına gelenleri ne aklı ne de mantığı almıyordu. Umduğu şeyler vardı ama son yaşadıkları yenilir yutulur şeyler değildi. Bu çılgın kız kendini ne sanıyordu acaba? “Yeşil gözlü şeytan, ne hale getirdi beni! Allah kahretsin! Şu üstümün başının haline bak. Karşıma çıktığından beri başımın belası olup çıktı.” Kendi kendine konuşurken bir yandan da söyleniyordu. “Resmen mahvetti beni,” diye söylenirken yatak odasına giderek üzerini değiştirmeye başladı. “Kahveden nefret etme sebebim olacak.” Mutfağa doğru yönelirken aklındaki kahve fikrini çoktan der top yapıp çöpe attı. Tezgâhın üzerinde bulunan su ısıtıcısının altını açtı. Yanına atıştırmalık birkaç şey çıkarmaya yeltense de, midesinin bu saatte kabul etmeyeceğini anlayıp vazgeçti. Su kaynar kaynamaz eline aldığı bitki çayını bardağın içine attı. Hareketleri o kadar sertti ki kendisi bile şu anki haline ve öfkesine anlam veremiyordu. Sinirlerini yatıştırıp bir an önce uykuya dalması gerekiyordu. Ertesi gün o kadar çok yoğunluğu vardı ki, vücudunun da zihninin de dinlenmeye aşırı derecede ihtiyacı vardı. Sekreterinin doğum iznine ayrılması ise başlı başına ayrı bir dertti. Hâlâ onun boşluğunu doldurabilecek, işlerini çekip çevirecek güvenilir bir insan bulamadığı için sıkıntılıydı. O kadar sorunun arasında bir de baş belası bir kızla uğraşmak zorunda kalmak sinirlerini bozmaya yetiyordu. Erdem, biraz daha sakince çayını yudumlarken derin derin nefes alıp verdi. Çayını bitirdiğinde kendini daha iyi hissediyordu. Bardağını mutfağa bırakıp yatak odasına doğru yöneldi. Uyku onu çağırıyordu ve bir an önce olanları unutmak için kendini uykunun kollarına teslim etmeliydi. Yatağına uzanıp gözlerini kapadığında gözünün önüne gelen yüz, dudaklarında manidar bir gülümseme oluşturdu. Her ne kadar gözünün önündeki sima onu rahatlatsa da, doğru olmadığına inandığı için aklındaki gerçeklerle yüzleşip zihnindeki resmi yok etti. Olmayacak şeyleri düşünmek zaman kaybından başka bir şey değildi. Olmayacaktı. Bir daha asla onunla karşı karşıya gelmeyecekti. Hayat onların yollarını bir daha kesiştirmeyecekti. Genç adamın aklının istediği bu iken yüreğinin çığlık çığlığa dillendirdiği bambaşka bir şeydi. Belki şu an Erdem’in bunu itiraf etmeye cesareti yoktu. Kim bilir belki de zaman hayat ile birlikte olup ona bu itirafı etti rmeye başarırdı. Kim bilir? |
0% |