Yeni Üyelik
1.
Bölüm

TANITIM-1.BÖLÜM

@ugurluay

GÖNÜL YANGINI

TANITIM

“Kaçamadım, çıkamadım ve en sonunda yakalandım.

Aşkın en yakıcı hali ile yandım, kül oldum.”

***

“Vefası eksik olsa da gözlerinin,

Ben sevdamı helal ettim yüreğine…”

***

“Vazgeçmediğini dillendirmeden vazgeçilmez olduğunu hissettirebilmek…

İşte asıl mesele bu…”

Cihan, “Emin misin Yaren?” dediğinde, genç kız allak bullak oldu. Emin miydi gerçekten? Emin olmasa ne olacaktı acaba? Başka bir çaresi mi vardı?

“Daha önce de defalarca konuştuk Cihan, artık buna mecburum, daha fazla buralarda kalamam. İnan gücüm yok. İstanbul’da alacağım soluk sona erdi. Gitmekten başka seçeneğim kalmadı,” dedi çaresizce.

Cihan, “Ama…” diye itiraz edecek olsa da daha fazla konuşmasına izin veremezdi. Zordu bırakıp gitmek. Geri dönmem dediği, yıllardır ayak basmadığı o şehre, şimdi ardında bırakmak zorunda kaldığı Erdem yüzünden geri dönmek… zordu, hem de ölesiye…

“Lütfen Cihan, senin tek bir kelimen sadece işleri daha fazla zora sokmaktan başka bir işe yaramaz. İnan bu bana fayda değil zarar verir. Lütfen!” dedi ve otobüse ağlarken tutamadığı hıçkırıkları eşliğinde bindi. Gücü yoktu hiçbir şeye, alışık değildi ki vedalara… Zamanında annesi, babası ile bile vedalaşamamıştı ki o…

Şimdi gözyaşları yanaklarından hırçın pınarlar gibi akıp süzülürken, ateşten demir bir bilyeyi yutuyormuşçasına boğuk bir fısıltı ile “Keşke seni hiç tanımasaydım ve o gün karşıma hiç çıkmasaydın,” diye iç geçirdi. Elini can dostum dediği Cihan’a elveda dercesine sallarken gözleri yaşadıklarına ve onu bekleyen acımasız geleceğe isyan ediyordu.

“Keşke altı ay öncesine geri dönebilseydim ve her şeyi sil baştan yaşayarak değiştirebilseydim,” dedi ve gözyaşları akıp giderken geçmişte bıraktığı koskoca altı ayını şimdi zihninde bir bir canlandırıyordu. Neler yaşamamıştı ki son altı ay içinde!?

 

“Çıkılmazımsın Yaren, bu aşk girdabından kaçamazsın.

Sen bana, ben sana ömürlük yazılmışken,

Gönlüm de alev alev yanan bir ateşken,

Kaçamazsın, çıkmayı başaramazsın.

Mecburuz anla artık bunu…”

***

1.BÖLÜM

“Nasip; istenen değil hep, verilen.

Nasipse gelirmiş Çin’den, Yemen’den…

Nasip değilse; senin olsa bile kayıp gidermiş elinden.”

-Mevlana-

Gün boyunca yürüyen Yaren’in ayaklarına kara sular indi. Üstüne üstlük çivi gibi incecik topukluların üzerinde yürümek hiç de sandığı kadar kolay ve hayal ettiği kadar da güzel değildi. İtiraf etmeliydi ki topuklu ayakkabı giymek bir sanattı ve Yaren bu sanatı başarıyla icra edemeyeceğini anlamıştı.

“Off, bitsin bu kara gün ve dolsun topuklu eziyetime biçilen çilem,” diye iç geçirirken suratından acı çektiğinin sinyallerini veren izleri silmeye çalışıyordu. Ama kahretsin ki canı da fena halde acıyordu. Bu ayakkabıları pazardan sırf ucuz diye aldığı günkü aklına şimdi kızsa da neye yarardı? Topuklu ayakkabılardan nefret ettiği kadar hiçbir şeyden nefret etmiyordu. Kimin aklına gelmişti ki topuklu ayakkabı üretip piyasaya ihtiyaç diye sürmek? Sanki kadınlar güzel gözüksün diye değil de, acı içinde kıvranıp eziyet çeksin diye yapmışlardı. Ya da aşk acısı çeken bir erkek, sırf kadın cinsinden intikam almak için bile yapmış olabilirdi bu hainliği.

Yaren elindeki onlarca fincan dolu tepsiye bakarken, o kadar yoğunluk arasında aklından geçen tüm bunlara kıkırdamadan edemedi. Derya’nın sesiyle bir anda irkilerek kendine geldiğinde, tepsi de hafifçe sallandı ama Allah’tan düşmedi.

“Yaren, çaktırmadan saat üç yönüne doğru bak, seninki elinde bir adet fincan ile yine ve yeniden buraya doğru emin adımlarla geliyor.”

“Yok artık şaka yapıyorsun değil mi?”

“Görünüşe göre ben değil ama o arkadaş fena halde şaka yapmaya niyetli galiba.”

Yaren çaktırmadan Derya’nın ona söylediği yöne doğru gözünün ucu ile baktı.

“Ah, hayır!” diye inlerken bir anda elindeki tepside bulunan, daha yeni yıkadığı kahve fincanlarını devirmemek için büyük çaba sarf etti.

“Bak yine geliyor, adamın kaçıncı kahvesi bu?” diye dişlerinin arasından tıslar gibi konuşurken, hızlı adımlarla Derya’nın yanına gelip tuttuğu tepsiyi diğer fincanların yanına yavaşça bıraktı. Ve eline bir havlu alarak fincanları kurulamaya başladı. Servis masasına geçmeye hiç mi hiç niyeti yoktu. Hem geçip de ne yapacaktı ki; o arsız adamın yüzünü bir kez daha mı görecekti? İşini yapmaya devam ederken adım adım servis masasına doğru yaklaşan adamın ayak seslerini tüm kalabalığa rağmen duyabiliyordu. Anlamlandıramadığı bir sıcaklık tüm vücuduna yavaşça ve çoktan yayılmaya başlamıştı bile.

Yaren, kendisinde gelişen tüm bu değişikliklerin sebebini giydiği o rahatsız edici, çivi gibi topuklu ayakkabılara ve yorgunluğuna veriyordu. Kendini iç hesaplaşmasına ne kadar kaptırmış olsa da, “ Bir kahve daha alabilir miyim?” diye kibarlığın en nazik tonunda soran adamın sesini duydu. İşittiği nezaket kulaklarında yankılandığında bir eli havlu da diğer eli fincanda öylece kıpırtısız durup kaldı. Arkası dönükken duyduğu bu sesle gözlerini istemsizce kapatıp derin bir nefes verdi.

“Zıkkımın kökünü iç! Yetmedi mi?” diye ağzının içinde yuvarladığı kelimeleri sessizce kendine fısıldarken, yüzüne yapmacık bir gülümseme yapıştırıp yavaşça arkasını döndü.

Yaren sinirle karışık, dişlerini sıktı ve zoraki bir gülümsemeyle adama bakarken, “ Hemen Efendim, kahvenizi nasıl istersiniz?” diye sordu. Acı içinde kıvranan ayaklarına, yorgunluktan bitap düşmüş bedenine ve uykusuzluktan kızarmaya başlamış gözlerine inat, hâlâ işini iyi yapmaya çalışıyordu. Çünkü Yaren’in bu işi kaybetme gibi bir lüksü yoktu. Üstelik sabahtan bu yana dinlenmeden çalışıyordu. Ne vardı dengesiz bir adam çıkıp arka arkaya kahve içtiyse, sonuçta bu kahveleri içilsin diye yapmıyorlar mıydı? Onlar içmese Yaren nasıl çalışacaktı değil mi? Ah Polyana, fena halde aklını ve ruhunu ele geçirme çabaları içinde debeleniyordu.

“Sade lütfen!” diye cevap veren adamın pişkince sırıtması, kasılan sinirlerini iyice gerdi kızın. Sinir krizi geçirmemek için içinden sabır çekti, dışında soğuk durmaya çalışırken.

Yaren adamın bu tavrına rağmen onaylar bir baş işareti ile kahve makinelerinin olduğu tarafa doğru yöneldi. Kahvenin kutusunu eline aldı ve kapağını sertçe açıp kaşık ile yeterli miktarı doldurmaya çalışırken bir yandan da kendi kendisine söyleniyordu.

“Bir de dönüp dönüp tuhaf bakışlar atıyor. Sapık mıdır nedir? Allah’ım şu geceyi olaysız bir bitirsem başka bir şey istemiyorum. Bugün tanıtımın son günü, şu zavallı kulunun yüzüne gül de bu geceyi şu adama kafa atmadan bitirmeyi başarabileyim. Bir kere daha o tuhaf bakışlarını üzerime zimmetlerse, acımadan kafamı taş kafasına toslayacağım, yazık olacak benim güzide kafama,” diye sayıklarken gözünün önünde adama kafa attığı görüntü canlandığında kıkırdamasına engel olamadı. Kendi kendine konuşmayı sürdürürken aklına gelen sinsi bir plan ile dudakları yukarıya doğru kıvrılırken gözleri kısıldı. Çok küçük, minicik bir an, aklındaki sinsi plana iyilik ile dolup taşan yüreğini kurban etmeyi seçti.

“Al sana sade kahve!” deyip makinenin cezvesine dolu bir kaşık şekeri boca etti. Cezveyi makineye yerleştirip hazır olduğunu belirten o sesin gelmesini beklerken, ellerini göğsünün altında birleştirip yaptığı muzırlığın keyfini çıkarıyordu. Beklediği sesi duyduğunda içinde dolup taşan coşkuya engel olamadı. Küçük çocuklar gibi heyecan içinde makineye dönüp kahveyi itina ile fincanın içine doldurdu. Yüzündeki gülümseme adama doğru yöneldiğinde daha da büyüdü.

“Buyurun Efendim, tam sizin istediğiniz gibi, ağzınıza layık, afiyet olsun,” dedi ve adamın teşekkür etmesini bile beklemeden koşar adım oradan uzaklaştı. Kuytu bir köşeye geçerek yaptığının sonuçlarını görmek için adeta pusuya yattı.

Genç adam eline aldığı kahvenin tadına keyifle varmak için fincanından tam bir yudum almıştı ki, yüzünde ani bir değişim belirdi. Ağzında yutamadığı kahve büyüyüp giderken çaresiz adam zorla da olsa sonunda yutkunmayı başardı. Ancak yutkunmasının ardından yüzünü buruşturarak bir anda öksürmeye başladı. Elini ağzına kapatıp öksürük krizini geçirmeye çalışırken diğer elindeki fincanı kendine en yakın masaya bıraktı ve lavaboların olduğu yöne doğru koşar adım ilerlemeye başladı. Tam hedefine ulaştığını sandığı anda önüne birden Yaren çıktı.

“Nasıl? Size özel yaptığım kahveyi beğendiniz mi?” dedi sırıtarak. Adam öksürükleri arasında zar zor konuşmaya çalıştı.

“Hı hı evet, çok güzel olmuş,” deyip önünde bir duvar misali dikilen kızı aşmayı başararak sonunda lavaboya ulaştı.

Yaren, adamın düştüğü bu komik durumdan ötürü kahkahasına engel olmazken, “ Oh olsun sana, sonuna kadar hak ettin sen bunu. Bir daha yanıma yamacıma kahve için gelmezsin,” dedi ve servis masasında kahve ikram etmeye devam eden Derya’nın yanına doğru ilerledi.

Tuhaf bir adamdı. Sabahtan bu yana belki on üçüncü kahvesini içmişti. Kahve komasına girecek ve düşüp kalacak, sonra da durduk yere kızın başına bela açacaktı. Sanki hayatında yeterince bela yokmuş gibi, bir de bu üzerine eklendi mi tamam olurdu.

Tıp kongresi için son oturuma girdiklerinde, Yaren ve arkadaşları kurdukları kahve stantlarını toparlamaya başladılar. Bir haftanın sonunda nihayet kongre bitmişti. Yaren gününü olaysız bitirdiği için kalbinden gökyüzüne doğru bir şükür ağacı büyüttü. O sırada yanlarına gelen patronu, çalışmalarından dolayı onları kibarlıkla tebrik etti. Kazandıkları paraları zarfların içinde uzatıp verdiğinde, Yaren ve Derya’nın gözleri ışıl ışıl parladı. Kazandıkları ücrete sevinmeleri daha geçmemişti ki, güler yüzlü patronlarının açılmamış birer kutu da kahve vermesiyle, adeta çifte ikramiye almışçasına sevindiler. Yürekleri mutluluktan bir kuş gibi kanat çırpmaya başlarken, dilleri ise bu coşkunun aksine sadece “Teşekkür ederiz,” diyebildi.

***

Yaren, iş arkadaşlarıyla vedalaştıktan sonra, yorgunluktan pestile dönen vücudunu taşımakta zorlanarak ama eli ve cebi de dolu bir şekilde yurduna doğru yürüdü.

Derya, kendi sınıfından en yakın arkadaşıydı. Şu dünyada anlaştığı sayılı insanlardandı. Yaren, genellikle herkesle iyi anlaşabilen biri değildi çünkü onun aşılmaz duvarları vardı. O duvarları aşan insan sayısı ise bir elin parmak sayısını geçmezdi. İnsanlara karşı ördüğü duvarları sayesinde kendini koruma altına aldığına inanıyordu. Bu çevresindeki insanlar tarafından çoğu zaman yanlış anlaşılsa da, onun bu durumu pek de umursadığı söylenemezdi. Onu genel olarak kibirli, kendini beğenmiş, burnu havada bir kız olarak gördüklerinden, kimse de yanına gereğinden fazla yaklaşmazdı zaten.

Derya ise onun yanına yaklaşabilen, duvarlarını aşıp içindeki hassas ve kırılgan insanı ortaya çıkarabilen nadir kişilerdendi. O yüzden Derya, onun için çok özel bir varlık, dost adeta kardeş gibiydi.

Yaren, yurda döndüğünde kendini yorgunluktan tamamen dağılmış gibi hissediyordu. Hemen üzerindeki kıyafetleri aceleyle değiştirip derslerinin başına oturdu. Malum Güzel Sanatlar Fakültesi son sınıftaydı. Vizelerin iyi olması demek finallere kafası rahat olarak girmesi demekti. Genç kız kendine günün sonunda gelen, gecenin ikramiyesi olarak kabul ettiği kahvesinden bir fincan hazırladı. Yarın çok önemli bir sınavı vardı. Bu yorgunlukla okuduklarını nasıl anlayacağını bilmiyordu ama başka bir seçeneği de olmadığı için el mecbur çalışacaktı. Hem Yaren böyle durumlara da alışkındı.

Gözlerini kısa bir süreliğine kapattı. İşte tam o anda zihnine sisli bir perde indi ve ardından geçmiş acı dolu anıları canlanmaya başladı. Yüzünde vuku bulan keder kendini hissettirirken, engel olamadığı iki damla gözyaşı da, yanaklarından aşağıya doğru adeta bir boncuk gibi yuvarlanıp indi. Bir anda içine düştüğü geçmişin acı dolu izleri canını yaksa da, aklını bu anılar deryasının arasından çekip almayı başardı.

Yaren üniversite hayatı boyunca hem çalışmış hem de okuluna gitmişti. Tatil nedir bilmezdi. Şimdi son senesiydi. Bir an önce okulunu bitirip kendi ayaklarının üzerinde durmak ve hayal ettiği hayatı kurmak istiyordu.

Zor olacaktı. Zaten onun hayatı hiçbir zaman kolay olmamıştı. Aklına doluşan düşünceleri kafasından kovup, bedenindeki yorgunluğu kahveyle atmaya çalıştı. Uyumamalıydı. Kendini koyu bir çalışma sürecine amansızca bıraktı. Saatler akıp giderken göz kapakları yer çekimine ne kadar inat etse de, çoktan iflas bayrağını indirmiş ve kapanmaya başlamıştı. O kadar çok yorulmuştu ki ayakları o kahrolası topuklular yüzünden hâlâ sızlıyordu. Daha fazla dayanamayan genç kız, “Neyse ya beş dakika uzanayım, sonra geri kalanına da çalışırım. Hem sabaha daha çok var,” dediğinde yorgun bedenini kapaklanırcasına yatağa bıraktı. Nasılsa sınava saatler vardı. Beş dakikadan bir şeycik olmaz, derken aslında yavaş yavaş kaderinin içine çekildiğinin farkında bile değildi.

 

NOT: LÜTFEN TÜM HİKAYELERİM İÇİN BEĞENİ VE YORUMLARINIZI EKSİK ETMEYİN.

Loading...
0%