@ugurluay
|
Sevdanın yükü çöküyordu yüreklerinin omuzlarına. Ne bir adım ileri gidebiliyorlar, ne da alıp omuzlarından yıkabiliyorlardı. Devası olmayan bir hasta gibiydiler. Yüreklerinin omuzlarındaki bu sevda yıkıntısı her geçen gün bitip tüketiyordu onları. Çaresizlik boyun büktürüyordu halsiz kalmış bedenlerine. Sızım sızım sızlattı adamın işgüzar bakışları. Olmamalıydı, bakmamalıydı o gözler böylesine genç kıza. Kırıp dökmemeliydi acımasızca kurumaya yüz tutmuş yüreğinin gözyaşlarını. Ceylan adamın beklenmedik sözleriyle gözlerinde büyük bir hayal kırıklığı dökülüp gitse de şu an buna takılıp kalacak durumda değildi. Yüreğinde fırtınalar esiyor ve karşısındaki adamın tüm sorgulayıcı bakışlarına rağmen onu alabora etmek istiyordu. “Sana söylüyorum Ceylan, ne işin var bu saatte burada?” Adamın soğuk ve sert sesi ortamda yankılandığında genç kız omuzlarını dikleştirip karşısındaki adama meydan okurcasına baktı. “Misafirlerini böyle mi karşılıyorsun sen? Sana hiç yakıştıramadım.” “Misafir beklemiyordum ve siz şimdi ne olduğunu söyleyip beni daha fazla rahatsız etmeden gideceksiniz Ceylan Hanım.” Kendisine hala mesafeli davranma çabası yerle yeksan etmişti tüm aldığı gardını. “Varlığımın seni rahatsız ettiğini bilmiyordum. O geceden sonra bu kadar kısa sürede bakışların ile birlikte cümlelerinin de değişmesi şaşırtıcı Cantuğ.” Dedi isminin üzerine bastıra bastıra söylemişti. Ceylan ilk defa kendisini ona karşı bu kadar cesur hissediyordu. Belki de ilk defa ona karşı gerçekten kendisi gibi davranıyordu. Cantuğ ondaki bu değişimi gördüğünde bir an kendisine meydan okuması hoşuna gitse de Tufan’ın sözleri aklına geldiğinde hemen yüzüne yayılmaya başlayan tebessümü silip attı. Kaşlarını çattı ve “Ceylan derdin ne söyle ve git seninle uğraşacak inan ki zamanım yok benim.” Dedi. “İadeyi ziyaret yapıyorum diyelim.”Dedi ve iki eli ile onu göğsünden geriye doğru ittirerek Cantuğ’un şaşkın bakışları altında içeriye teklifsizce süzülüp gitti. Adam arkasından ona belli etmemek için çabaladığı hoşnutlukla “İçeri geçseydiniz Ceylan Hanım.” Diye alaylı bir şekilde konuştu. Ceylan ardından söylenen kinayeli cümleye aldırış etmeden çoktan çalışmak için defalarca geldiği ve aşina olduğu salona geçti. Camın kenarına geçip derin bir nefes alıp verdi. Ellerini göğsünün üzerinde birleştirirken az önceki cesurluğunda eser kalmadığını, yanaklarının kızardığını ve nefeslerinin hızlandığını hissetti. Cantuğ iki elini de beline yerleştirip “Neden buradasın Ceylan?” dedi hesap sorarcasına. Her ne kadar burada olması ve kendi ayaklarıyla ona gelmesi hoşuna gitse de neden geldiğini öğrenmek zorundaydı. İçinde onu kemirip duran düşünceler ve şüpheler varken ona nasıl davranacağına karar veremiyor bu yüzden sürekli dengesiz bir ruh hali ile onu karşılıyordu. Ceylan kendisine yöneltilen soru ile birden öfke denizinde kendisini buldu. Bu adam kendisine neler yaptığının farkında değil miydi? Açıklama bekleyen Ceylan iken bir de utanmadan o mu hesap mı soruyordu? Hayretler içinde adama dönen genç kız “Bunu bana sen mi soruyorsun?” dedi. “Ceylan bu saatte evime gelen sensin, senden başka bu soruyu kime soracağım söyler misin bana?” “Sana inanamıyorum ya, gerçekten inanamıyorum. Sen nasıl bir adamsın? Günlerdir peşinde koşuyorum. Seninle bir şey konuşmak için çabaladığımı görmüyor musun? Bir haftadır deli divane gibi ortalarda dolanıyorum dönüp yüzüme bile bakmıyorsun. Bana başka çare mi bıraktın adam, söylesene kapına gelmekten başka seçeneğim mi vardı?” “Bu kadar önemli olan ne söyler misin? Kapıma gelecek kadar hayati mevzu ne?” dedi hiddetle. Öfkesi öğrendiklerindeyken kurbanı Ceylan olmuştu. Genç kız böylesine umursamaz ve sert bir tepki beklemediği için şaşırmış ve bir o kadar da kendi ayakları ile geldiği için çoktan pişman olmuştu. Gözlerinden süzülüp giden yaşlara artık engel olamıyordu. “Koskocaman aptalın tekiyim ben. Buraya hiç gelmemeliydim. Ben çok büyük bir hata yaptım. Sen hiçbir şeyi hak etmiyorsun Cantuğ BEYTER, zalimsin adam.” Dedi elinin tersi ile gözyaşlarını silerken gitmek için kapıya doğru yönelmişti. Adamın yanından geçerken sertçe kolundan tutularak gitmesi engellendi. “Bırak kolumu.” Diye haykırdı kız. Ölümcül bakışlar ile karşılık veren adam dişlerini sıkarken “Benimle günlerdir konuşmak istediğin, kapıma kendi ayağınla gelecek kadar önemli olan neydi Ceylan?” dedi sakin tutmaya çalıştığı sesiyle. “Sen.” Dedi. Adamın sert tutuşu ile canı yanan kadın önce koluna sonra adamın gözlerinin en derinine baktı “Sen gerçek bir vedayı bile hak etmiyorsun. Şimdi bırak beni.” Diyerek adamın elleri arasından kolunu kurtarmaya çalıştı. Cantuğ duydukları ile neye uğradığını şaşırdı. İki eliyle birden kollarından tutup kızı sarsamaya başladı. “Sen ne vedasından bahsediyorsun kadın, ne vedası. Nereye gidiyorsun?” Diye acı bir şekilde haykırdı. Genç kızı tamamen kaybetmek, hayatından ve ellerinden kayıp gitmesine seyirci kalma fikri adamı çılgına döndürmüştü. “İsitifa ediyorum Cantuğ BEYTER, işinden de hayatından da çıkıp gidiyorum. Tıpkı istediğin gibi, artık senin hayatında Ceylan diye biri yok.” Diye gözyaşları ile yüreği dağlanırcasına canı yanarak bağırdı. Adam gözlerini kocaman açmış duyduklarını idrak edemiyordu. Hazmetmek öylesine apansız ve imkânsız bir hale geliyordu ki... Hükmedercesine ona doğru baktı ve sert bakışlarını ondan bir an olsun gizlemedi. Onun tek bir bakışı, tek bir iması, tek bir sözü ile adeta canı gider, ruhu şahlanır, benliği kuş olup uçar giderdi. Böyleydi adamın ondaki sessiz bir o kadar da etkili tesiri… “Ne söylediğini kulakların duyuyor mu senin? Buna izin vereceğimi mi zannediyorsun sen? Söylesene öylece çekip gitmene seyirci mi kalacağım ben? Hiç mi tanımadın sen beni? Ben böyle bir adam mıyım Ceylan?” İstemese de sesi kendisine hükümdar gibi çıkmıştı. “Sen, sen ne demeye çalışıyorsun Cantuğ?”Hüzün bıraktı akarcasına yüreğine, istemese de kabulüydü. Hüzün onun kader hanesine parlak bir o kadar da ince işçilikle işlenmişti. Geçmişi yakasına acımasızca yapışmış geleceğinin hesabını soruyordu. Sürgün edilen yüreğine acıya mahkûm ediyordu. “Gözyaşlarının izi yanaklarında kurumamışken, yüzüme gülümsemeyi sen öğrettin bana. Ceylan, sen bana her baktığında gözlerinde gördüğüm hüznü damla damla döküp acılarımdan kurtulmak istedim. Biliyor musun, gözlerinden akıttığın damlalarında ıslanmak en büyük ıstırabımdı benim. Yalvarırım ağlama güzel gözlüm.”dedi yüzünü avuçlarken gözlerinden yanaklarına akan yaşları öpücükleri ile silip atarken nefesi yüzünü yalayıp geçiyordu. Şimdi öylesine ve o kadar yakındı ki cümleler teninden önce yüreğine değip geçiyordu. “ Sana uzaktan her baktığımda, dokunamadığım her saniye yüreğinin dokusuna, teninin eşsiz kokusuna değmek isterdim.” Dedi gözleri kapalı başını saçlarına gömerken genç kızın kokusunu içine derince içer gibi çekti. Müptelası olmuş, son nefesiymiş gibi çekti içine. “Parmaklarının değdiği ellerimdeki her bir koku zerresini içime derince çekmek, çektiğim her bir soluğu seninle birlikte içimde sonsuza kadar hapsetmek isterdim.” “Cantuğ…” dedi gözleri kapalı inlercesine. “Ceylan, sensizliğin kara kuyuları yakıyor beni, sırra düğüm attığım gözlerinle birlikte.” “Cantuğ yalvarırım yapma. Kanatlarım kırık benim, soluğumu tükettiler. Uçmaya cesaretim yok benim, yüreğimi bitirdiler. Anlasana be adam benden sana ne can ne de yar olur.” Sessiz bir şarkı gibiydi bakışları, sözsüz mırıldanıyordu adını bir dua gibi dudakları, kavruk yakıcı nağmeler içine içine işliyordu. Genç kızın her bir cümlesinde bin bir veda saklıydı artık. “Gülen gözlerinle mi karşıladın sen beni? Yoksa alev saçan yüreğinle mi? Neyin hesabındasın can dediğim? Kime neyin hesabını soruyorsun sen? Sahip olduğun halde görmezden geldiğin yüreğime hala neyin cefasını çektiriyorsun? Hak mı bu? Yoksa bana reva mı? Kıyıya vuran sevdalar, toprak altında kalan ölü yürekler için yakma beni güzel yüzlüm. Başından savma kanter içinde kalmış beni, bozuk para gibi harcama yaver giden şansımı, izin ver sarmaş dolaş kalsın kederimizle birlikte kaderimiz, tatmin olsun iflah olmaz yüreklerimiz, hor görme sana dair yeşeren umutlarımı, göç diyarına mesken etme ümitlerimizi. Gözlerindeki tek bir bakışı, yüreğindeki minik bir aşk kırıntısını sadaka ister gibi dileniyorum senden görmüyor musun?” Sözleriyle mıh gibi çakmıştı genç kızı olduğu yere. Mümkünatı yoktu tek bir adımın dahi, soluksuzdu. Kala kalmıştı olduğu yerde adamın kolları arasında. Ne edecek bir sözü ne de tek bir cümlesi vardı artık. Genç kızın duruşunda vedalar gizliydi. Bakışlarında ayrılık vaktinin geldiğini gösteren pırıltılar baş gösterirken adamın tahammül sınırı Ceylan’ın sessizliği ile yükselişe geçiyor, sinirleri iyice bozulan adam öfke kusmaya hazırlanıyordu. “Ceylan bir şey söyle artık, konuş benimle, neden gitmek istiyorsun? Sorun benden gizlediğin geçmişin mi? Bana söylemediğin, sözlere dökemediğin cümlelerin mi?” Ondan duymak istiyordu. Korkularını Ceylan’ından dinlemek istiyordu. “Onca sözümden sonra tek bir kelime dahi etmeyecek misin? Konuşsana be kadın sana karşı olan duygularımın hiç mi önemi yok.” Derken genç kızı kollarından tutup sarsıyordu. Gür bariton sesiyle haykırırken yer yerinden oynuyordu. Daha fazla bu ölüm sessizliğine dayanamayan adam aklına gelen düşüncelerle adeta yüreğini zehirliyordu. Gözü dönmüş gibi bas bas bağırırken çıldırıyordu. “Sen zaten hep sus, hiç konuşma, anlatma, sorularımı her zaman cevapsız bırak. En iyi bildiğin şeyi yap sus ve buradan ardına bile bakmadan hemen kaç.” Dedi ve kollarından kızı geriye doğru ittirerek sertçe bıraktı. “Tamam madem bu kadar istiyorsun tamam Ceylan istifanı kabul ediyorum. Nereye gitmek istiyorsun git artık.” Dedi ve genç kıza sırtını döndü. Derin nefesler alıp veriyor ve sakinleşmeye çalışıyordu. Yaşananlar, itiraflar ve sevdiği kadının gözlerinde gördüğü veda pırıltıları canını yakmış ve o an için gidişini kabullenmeye hazırlanıyordu. Bu sanki mümkünmüş gibi… İnsanın yüreği canlı canlı sökülür müydü? Eğer o kapıdan Ceylan tek bir kelime dahi etmeden çıkıp giderse işte o zaman Cantuğ’un yüreği ruhu ile birlikte sökülüp gidecek ve bir daha asla çıkmamak üzere kara toprağın altına gömülecekti. Ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar artık biliyordu iki deli gönül de veda vaktinin geldiğini. Zaman ayrılığın isimlerine yakıştığı vakitti. Tarihte ne büyük aşklar kavuşma yaşanmadan son bulmuştu. Acımasızdı hayat. Ama bir o kadar da gerçek. Kim bilir belki bir gün onların adları da anılacaktı. Kısa ve öz olacaktı onlar hakkında konuşulanlar. “Çok sevdiler lakin geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp kalmış iki sevda yüklü yürek kavuşamadılar. Ayrılık kaderlerinin içine hapsolmuş bir mahkûm gibiydi. Çözüm yoktu. Dert çoktu. Derman yoktu. Ayrıldılar.”Denecekti. Onlar için zaman dolmuş kısacık ömürlerinde saniyelik anılarda kayıtlı kalan yaşanmışlıkları hatırlayacaklar ve büyük bir hasretle anacaklardı kıymetini bilmedikleri bugünlerini. |
0% |