@ugurluay
|
Gece utanmadan şehrin üzerine çökmüştü. Cantuğ darma duman ettiği yatak odasında camın kenarına oturmuş boş gözler ile etrafa bakıyordu. Öyle bilinçsizdi ki… Ne karanlığın gelip gökyüzüne misafir olduğuna ne de gümbür gümbür aralıksız çalan kapıyı duyuyordu. Başını kolları arasına gömmüş sadece o an içinde yok olmak istiyordu. Ama buna izin vermeyecek öfkeli bir ses kulaklarına dolduğunda bıkkınca bir nefes verdi. Birileri onu rahat bırakmayı ne zaman akıl edecekti acaba? “Cantuğ, sen kafayı mı yedin? Saatlerdir kapıyı çalıyorum ne demeye açmıyorsun şu kahrolası kapını?” dedi hiddet ile ona bağırıyor bir yandan da endişeli gözler ile onu süzmeyi ihmal etmiyordu. Cantuğ, adamın ona olan tepkisine ölü bakışlarla karşılık verip tekrar başını cama döndürdü. Sanki o hiç orada değilmiş gibi, hiç gelmemiş gibi yok sayıyordu adamın varlığını… Tufan onun bu tuhaf tavrına anlam veremezken içeriye girdiği sırada dikkat etmediği bir gerçeğin daha yeni farkına varıyordu. Gözleriyle savaş alanına dönmüş odaya dikkat kesildiğinde dehşete kapıldı. “Burada neler oldu böyle?” Sesi korkunun her bir tınısını içinde ayrı barındırıyordu. “Tufan inan ki hiç seni çekecek ruh hali içinde değilim. Hem sen benim evime nasıl girdin?” “Arıyorum telefonumu açmıyorsun. Saatlerdir kapıdayım tek bir yaşam belirtisi göstermeyince korktum be adam, ben de çilingiri çağırdım.” “İyi halt ettin. Şimdi geldiğin yönü takip ederek çıkışı bulabileceğini inancım sonsuz. Kısaca senin anlayacağın dilden konuşmak gerekirse defol buradan Tufan.” “Bak Cantuğ burada neler olup bitti bilmiyorum ama saatlerdir Ceylan’a da ulaşamıyorum. Sen nerede olduğunu biliyor musun?” Duyduğu isimle adamın gözü dönmüş ve bir anda kan beynine sıçramıştı. Sabahtan bu yana çektiği acının haddi hesabı yokken şimdi Tufan onun adını yanı başında utanmadan zikrediyordu. Unutmaya çalıştığı her bir anı ruhuna ıstırap çektirircesine canlanmaya başlamıştı. Oturduğu yerden hiddetle canı yanmışçasına fırlarken ışık hızı ile elleri adamın yakasına yapıştı. “Sana ne lan? Sana ne Ceylan’ın nerede olduğundan. Ne demeye arıyorsun onu?” “Delirtme oğlum beni , Ceylan nerede, kıza ne yaptın?” “Cehennemin dibinde Tufan, duydun mu beni cehennemin dibinde.” “Ya sabır.” Dediği an gümbür gümbür kapı çalınmaya başladı. Tufan gözleri alevler saçan adamın öfkesine anlam veremese de pekiyi şeylerin olmadığını anlamıştı. Tufan yakasına hesap sormak için yapışan elleri bir hırsla tutup geriye doğru ittirirken “Umarım pişman olacağın şeyler yapmamışsındır.” Dedi ve çalan kapıyı açmaya gitti. Cantuğ içten içe yalnız kalmak istese de evine gelen davetsiz misafir sayısı git gide artmaya başlamıştı. Elleriyle yüzünü sıvazladığı sırada içeride bağıran bir kızın sesi yeri göğü inletir cinstendi. Cantuğ dikkat kesilip kızın ne diye bağırdığını anlamaya çalışıyordu. “İrem, neredesin İrem çık ortaya?” diye bas bas bağırıyordu. Cantuğ ne olduğunu anlayamıyordu. İrem? İrem de kimdi ki? Daha ne olduğunu bile anlayamadan tanımadığı bir kızın odasına bir hışımla girmesiyle neye uğradığını şaşırdı. Tufan son anda kızı belinden yakalayıp havaya kaldırdığında kızın pençelerinden Cantuğ’u zar zor kurtarmıştı. “Ne oluyor burada Tufan? Bu da kim?” “Ben göstereceğim sana kim olduğumu? Söyle İrem nerede? Nereye sakladın onu?” “Gülce bir sakin ol dedim sana, anlamadan dinlemeden delirdin yine.” “Bırak beni hayvan herif, zaten her şey senin yüzünden oldu. Nereden çıktın da başımıza bela oldun bilmem ki.” “Ha yani şimdi böyle olduk öle mi?” “Bırak beni parçalayacağım ben bu adi pisliği.” Diyerek Cantuğ’un üzerine atılmaya yeltenmişti. Yaşadığı acının ıstırabını çekerken bir de böylesine bir saçmalığın ortasında kalmak iyiden iyiye öfkesini arttırmıştı. Daha fazla sessiz kalmaya dayanamayan adam “İrem de kim? Ben İrem diye birini tanımıyorum. Tufan al git şu kızı yoksa elimden bir kaza çıkacak.” Dedi sırtını onlara dönerken içten içe ya sabır çekti. Akıllısı bulmazdı ki zaten onu. Bir bu eksikti zaten diye veryansın eden yüreği üst üste yaşanan bu saçmalıklar yüzünden daralıyordu. Adam ellerini ceplerini yerleştirmişti. Arkasındaki hareketlilik biraz olsun yatışmıştı. Tufan’a “Bırak beni, çek o pis ellerini üzerimden.” diyerek elinden kurtulmayı başarmıştı.” Sonra iki adımda Cantuğ’un dibinde bitti. Arkasındaki kızın varlığını hissediyor ama dönüp onun yüzünü görme cömertliğini göstermiyordu. “Bana bak zengin züppesi şimdi bana ya İrem’in yerini söylersin ya da bundan sonra olacaklardan ben sorumlu değilim.” Cantuğ duydukları ile iyiden iyiye gerilmişti. Duyduğu cümleler onun patlaması için gerekli olan kıvılcımı ona sağlamıştı. Tehlikeli bir şekilde ansızın kıza döndü. Şimdi burun buruna geldikleri anda “Sen beni tehdit mi ediyorsun küçük hanım?” dedi. “Ne anladıysan o küçük bey.” Dedi imasını zehirli dili ile sokarcasına hissettirmişti. “Senin bedenin kadar kıt aklın almıyor galiba, ben İrem diye birini tanımıyorum dedim sana. Bunu idrak etmek bu kadar zor olmasa gerek.” “Ya demek tanımıyorsun.” Dedi dalga geçercesine “Peki ya Ceylan, onu da mı tanımıyorsun?” dedi gözlerini kısarak vereceği tepkiyi bekler olmuştu. Adam Ceylan ismini duyduğu anda irileşen gözleriyle kin kusuyordu. “Sen onu nereden tanıyorsun?” dedi adını diline bu defa alamıyordu. İsmini zikrettiği anda yüreğinin zehirleneceğinden korkuyordu. “Ya cidden kafayı yiyeceğim.” Dedi ve elleri ile önce yüzünü sıvazladı ardından saçlarını çekiştirdi. “Of!” dedi içlice bir nefes bıraktı. “Benim arkadaşım İrem, yani senin asistanın Ceylan, anlasana adam bunların ikisi de aynı kişi.” Dedi artık pes edercesine olan itirafı sonunda dökülmüştü dilinden. Gerçeklerin gün yüzüne yavaşça çıkma vakti gelmişti. Ama bununla yüzleşecek yürekler hazır mıydı? Bilinmez… “Bu da ne demek oluyor?”dedi gözleri bir kıza bir Tufan’a gitti. Tufan ellerini teslim olur gibi havaya kaldırırken “Valla benim hiçbir şeyden haberim yok.” Dedi. “Beni aradı ve Ceylan’ı evde bulamadığını söyledi. Senin adresini istedi ve bende adresi verdim. Başka hiçbir şey bilmiyorum.” Dedi. Cantuğ gözlerini önünde korkusuca dikilen kıza diktiğinde “Sen ne saçmalıyorsun?” Dedi. Tam o sırada genç kızın telefonu çaldı. Gülce telefonu apar topar açtı “Hasan ne olur iyi bir haber ver bana.” Dedi. Genç kızın suratı an be an solarken umutsuzluk bir perde misali örtmüştü bakışlarını. Gözlerinde hüznün belirtisi olan pırıltılar peyda olduğunda “Emin misin?” dedi acı acı yutkunarak. Onda ki bu değişimi odadaki iki erkek de soluksuz ve bir saniye bile bakışlarını ayırmadan izliyorlardı. “Tamam.” Dedi genç kız ve yüzünde derin bir kederle telefonu kapattı. Cantuğ’un “Ne oldu?” diyen bakışlarına aldırış etmeden odadan çıkmaya yeltendiğinde adamın kıskacı altında tutuldu kolu. “Bana burada neler olup bittiğini anlatmadan hiçbir yere gidemezsin. Ne dolaplar döndürdüğünüzü anlatacaksın.” Dedi itiraz kabul etmeyen otoriter bir ses tonunda. Gülce bir adamın gözlerine bir de kolunu tutan eline baktı. Eğer Hasan’ın söyledikleri doğruysa bu adamın da sebep olduğu her şeyi bilmeye hakkı vardı. Kolunu adamın kıskacından sertçe kurtaran kadın içindeki tüm öfkesini kusmaya hazırdı. Tüm bunların tek sebebi Cantuğ’du. “Neyi merak ediyorsun Cantuğ? Evet Ceylan’ın gerçek ismi İrem’di. Tufan’a anlattığım tüm hikaye ise uydurmacaydı. Bu hikâyeyi anlattığımdan kızın haberi bile yok. Çok çaresizdik Boran şerefsizi kızın izin bulmak üzereydi ve o gün karşımıza bir kaza vesilesi ile Tufan çıktı. Tehditti şantajdı derken uydurmaca bir hikâye ile İrem’i senin yanına yerleştirdik. Ama zamanı geldiğinde yer değiştirmesi gerekiyordu. Tüm hazırlıkları yapmamıza rağmen İrem kabul etmedi. Seni bırakıp gidemedi. Tüm itirazlarına rağmen onu almaya gelmiştik. Ama çok geç kaldık.” “Ne demek çok geç kaldık.” Kaşları çatılan adam önceki cümleleri şu an düşünmeden son cümleye takılı kalmıştı. Neye çok geç kalmışlardı? “İrem şu anda Boran’ın ellerinde.” “Boran kim Gülce?” dedi bu defa hiddetle yeri göğü inletirken içinde tarifi imkânsız bir daralma hissediyordu. Bu iyi bir şey değildi. “Boran, o İrem’in amcasının oğlu. Dört yıl önce düğün gecesi nikâh kıyılmadan kaçtığı müstakbel kocası.” Dedi tek solukta. Cantuğ duyduklarına inanamıyordu. Hangisi daha fazla acı veriyordu. Yalanlar, gerçekler, her şey birbirine girmişti. “İrem şu anda dört yıl önce kaçtığı cehennemine yanında Azrail’i ile geri dönüyor. Onu orada neyin beklediğini bilmiyoruz? Ölüm mü? Hayat mı? Bilmiyoruz anlasana be adam, orası onun için ölümden daha beter. Eğer yetişemezsek her şey için çok geç olacak.” Dedi bezgin çıkan sesiyle. Cantuğ yüzleştiği gerçekleri idrak etmekte dahası hazmetmekte zorlanıyordu. Ceylan aslında İrem’di. Dört yıl önce amcasının oğlu ile evlenmemek için düğününden kaçmıştı. Bir kaza vesilesi ile Tufan’la karşılaşmışlar ve İstanbul’dan Ankara’ya getirilen genç kız onun bir anda asistanı olmuştu. Tüm her şeye rağmen onu bırakıp gitmemişti. Canı pahasına ondan vazgeçmemişti. Peki ya Cantuğ? Şimdi o ne yapacaktı? Ona bin bir yalan söyleyen kızın peşine mi düşecekti? Yoksa bunları kabul etmeyip önüne mi bakacaktı? Kader bu kadar tesadüf ettiyse hayatlarına, beraber geçirecekleri bir ömür için bir şans olabilir miydi? |
0% |