Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@ugurluay

2.BÖLÜM

“Geçmişini bilmediğiniz bir insanı ne kadar hayatınızda barındırırsınız?

Bilmedikleriniz, öğrenmekten korktuklarınıza dönüştüyse eğer yüreğiniz sıkışıp kaldıysa bir mengeneye bilin ki sizi kaybetme korkusu sarıp sarmalamıştır?

Çözüm mü? Tek kelime ile susmak…”

Ceylan… Cantuğ’un sağ kolu… Elinin kolunun uzanamadığı her şeye bile bir şekilde yetişen, onu ondan daha fazla düşünen, anne gibi şefkatli, bir o kadar düşünceli, sekreterden, bir asistandan daha fazlası, bir yoldaş gibi hayatına dâhil olan genç kız… İki yıl önce kuzeni Tufan’ın İstanbul’a gidişinden bir hafta sonra Ankara’ya yanında getirdiği kız ile odasına gelip “Başım belada hiçbir şey sorma sadece yeni asistanınla tanış. Cantuğ bu bayan Ceylan, Ceylan bu da ortağım ve kuzenim Cantuğ… Eeee tanıştığınıza göre benden bu kadar gençler şimdi gitmem gerek.” Deyip odadan acele ile çıkmıştı. O an Cantuğ’un ağzı bir karış açık kalırken adeta eli kolu bağlanmış ama hiçbir şey yapamamıştı.

Tufan’ın peşinden koşarcasına çıkıp “Oğlum kafayı mı yedin sen? Bu da ne demek oluyor şimdi? Bu kız da nereden çıktı? Hem ne asistanından bahsediyorsun, benim hiçbir zaman böyle bir talebim olmadı ki şimdi olsun. O kadar çok istiyorsan sen al kendine asistan yap.” Demişti. Tufan’ın bu emrivakisine o kadar öfkelenmişti ki o an yumruğunu suratına geçirmemek için zor tutmuştu kendisini.

Tufan İstanbul’daki şirketin işlerinde ufak bir sorun olduğu için uzun bir süre orada olacağını söyledi. “Al kızı da götür o zaman.” Dediğinde ise orasının karışık olduğunu ve bir süre Ceylan’ın İstanbul’da olmaması gerektiğini söyleyerek karşılık vermişti.

“Neden?” Diye haykırdığımda ise “İnan hiç öğrenmek istemezsin o yüzden bir süreliğine benim için Ceylan’a katlanmak zorundasın. Gerçi kız öyle masum ki sana zorluk çıkaracağını hiç sanmıyorum. Ne olur Cantuğ başımda çok büyük bir bela var zaten ve inan Ceylan işe başlamazsa o bela benim ömrümü peynir ekmek gibi yiyip tüketecek. O da yetmeyecek hayatımı bana zehir zindan edecek. Ya ölmek için çok gencim ben. Beni sürekli karakollardan toplamak istemiyorsan soru sorma ve bu iyiliği bana yap lütfen daha fazlasını da sorgulama… Farz et ki küçük kız kardeşimi yanında işe başlattım.”

“Ah Tufan ah ne işler karıştırıyorsun sen? Ne haltlar yedin yine oralarda acaba?”

“Günahımı alıyorsun Cantuğ… Cidden bu defa hiçbir suçum günahım yok. Ceylan’ı işe almazsan işte o zaman bildiğin çıra gibi yanacağım. Mecbur kalmasam senden asla böyle bir şey istemezdim.” Diyerek ona zor durumda olduğunu hissettiren bakışlar ile baktığında artık yapacak hiçbir şeyinin kalmadığını anlamıştı adam.

“Ah Tufan ah bir gün cidden şu çapkınlığın yüzünden elimde kalacaksın. Kim bilir kimin kuyruğuna basıp da canını yaktın yine?”

“Ya valla öyle sandığın gibi bir şey değil ama inan ki şu an anlatacak vaktim yok. Ceylan sana emanet kalacak bir yer ayarlarsın artık.”

“Ne? Bir de kalacak yer mi ayarlayacağım yok artık. Oldu olacak nüfusuma da geçireyim.”

“Yok o kadarına gerek yok kuzen sen ona kalacak bir yer ayarla kafi. Cantuğ sen centilmen adamsın hem seversin böyle iyilikler yapmayı.”

“Tufan senden nefret ediyorum biliyorsun değil mi?”

“Ben de seni seviyorum kuzen, hadi ben kaçtım. Zaten gelmek için zor vakit ayarladım. İstanbul’daki şirkette tahminimizden büyük bir sorun var. Onu bir an önce halledip geri dönmek istiyorum. Malum İstanbul beni kasıyor.” Diyerek geldiği hızda yok olmuştu.

Ah, ah yıllar önce Cantuğ’un babası ile Tufan’ın babası birlikte çalışmaya başlamışlardı. Yaşları kemale erince de emeklilik günlerinde işten güçten ellerini çekmişlerdi. Şimdi Ankara’da ve Trabzon’daki şirketlerinin yanı sıra kız kardeşinin eşi Toprak ile de küçük çaplı bir işe girişmeye karar vermişlerdi.

Cantuğ İstanbul’a sık sık gitse de şu sıralar gidemiyordu. Bu yüzden kuzeni Tufan’ı göndermişti. İşleri yoluna koyup Ankara’ya geri dönecekti. Ama ne olduysa gitmesinin üzerinden tam bir hafta geçmişti ki yanında genç bir kız ile çıkagelmiş o da yetmezmiş gibi bir de onu Cantuğ’un asistanı ilan etmişti. Tufan’ın bu hareketine çok öfkelense de onu kıramamıştı eşek sıpasını, haylazdı çapkındı ama kanıydı, canıydı işte… Atsan atılmaz, satsan satılmazdı.

Ceylan, işe başlar başlamaz Cantuğ’da ona eziyetlerine başlamıştı. Tamam, Tufan’a söz vermişti ama kız kendi çekip giderse bunda onun hiç bir suçu olamazdı değil mi? Bir an önce kızı canından bezdirip çekip gitmesini sağlamalıydı. Yapmadığı eziyet, etmediği hakaret, işitmediği azar kalmamıştı ama kız gıkını çıkarmıyor üstüne üstlük işini öyle güzel yapıyordu ki bazen vicdan azabından kendisini yiyip bitiriyordu. Tamam, başta bir torpil ile gelmiş gibi olsa da o hiç bundan faydalanmaya çalışmadığı gibi hiç de şımarmamıştı. Ne derse en iyisini yaparak karşısına dikilmişti.

Yaklaşık bir buçuk yıl önce Cantuğ’un odasında bir iş görüşmesi için misafir ettiği konukların önünde Ceylan’a öyle yersiz ve gereksiz bir şey için öfkelenmişti ve aşağılayarak bağırmıştı ki o anı hiç unutamıyordu. O anki öfkesinin asıl sebebi genç kızın yaptığı küçük hata mıydı? Yoksa iş görüşmesine gelen şerefsizin Ceylan’a iştah ile bakıp onu gözleri ile soyması mıydı işte buna o an olmadığı gibi şu an da bir cevabı yoktu. Ceylan adamın öfkesi karşısında sinip kalmış ve beklemediği bir tepki ile karşılaştığı için neye uğradığını şaşırmıştı. Gözleri ışıl ışıl olmuş hiçbir şey demeden demir bir bilye yutar gibi yutkunup adamın odasından koşarcasına çıkıp gitmişti. Ağzından dökülenlerin ardından onun gözlerinde oluşan can acısını gördüğümde onun o haline içi acımıştı. O an adam o kadar pişman olmuştu ki içten içe kendine ettiği küfürün haddi hesabı yoktu. İş görüşmesi biter bitmez her yerde deli gibi Ceylan’ı aradı ama yer yarılıp da içine girmişti sanki onu bir türlü bulamamıştı. Her yerde onu ararken arşiv olarak kullanılan kapının ardından gelen küçük bir hıçkırık sesi kulağına dolup taşmıştı. İçimden bir ses o kapının ardında göreceklerinin adamın kendisini hiç iyi hissetmeyeceğini söylese de bir hışım ile kapının kolunu tutup açarak içeriye girdi. Duvar dibine sinip kalmış Ceylan’ı yerde dizlerini karnını çekmiş sırtını duvara yaslayarak hıçkırarak ağladığını görmesi içinin daralmasına sebep oldu. İnsanın nefesinin kesilmesi, işte Cantuğ o anı o görüntü ile dibine kadar sıyırarak yaşadı. Adımları korkak ona doğru giderken genç kızın omzuna yavaşça dokundu. Kendinden öylesine geçmişti ki adamın geldiğini bile o an dokunuşu ile irkilerek fark etmişti.

“Ceylan.” Sesi öyle özür dilercesine çıkmıştı ki oturduğu yerden yukarıya, adamın gözlerinin içine doğru derince baktığında içi parçalandı. Cantuğ’u karşısında görmeye o kadar hazırlıksızdı ki bir an şaşırdı. Ardından başını önüne eğip ağlamasına kaldığı yerden devam etti. Ceylan’ın yanına oturarak sırtını duvara yasladı. Bir süre onun kendisine gelmesini bekledi. O biraz daha sakinleşip konuşmaya başladığında şaşırma sırası Cantuğ’daydı. Bölmedi onu, konuşmasına izin verdi. Çünkü adamın da dinlemeye onun sesini iş dışında duymaya ihtiyacı vardı.

“Her günüm hata yapmamak için çabalayarak geçiyor. Kabul ediyorum, tanışmamız, benim buraya gelişim ve işe başlamam pek hoş olmadı. Hatta hiç hoş olmadı. Biliyorum kim olsa tepki gösterir. Ama Cantuğ bey ben kötü bir insan değilim. İnanın benden size zarar gelmez. Ve inanın başka çarem olsa sırf sizi mutlu etmek için bile çeker giderim ama şu an için başka çarem yok. Benim sizden istediğim sadece çalışmak başka bir şey istemiyorum. Neden benden nefret ediyorsunuz? Sevmemenizi anlarım, kabul da ederim ama nefret etmek. Ben bunu hak edecek kadar size ne yapmış olabilirim? Günlerdir düşünüyorum ama bulamıyorum. Ben size ne yaptım Cantuğ Bey? Geldiğimden bu yana bir hatamı, bir saygısızlığımı mı gördünüz? Neden bana bu kadar kötü davranıyorsunuz?” dedi ya adamın her bir sözde etleri liğme liğme oldu.

Ben Ceylan’a ne yapmıştım böyle? Nasıl ürkek bir kıza dönüştürmüştüm? Onun kırılgan yapısını gördüğüm halde sırf canı yansın diye neden onu bu kadar zorladım? Belli ki mecbur olmasa o da burada durmaya gönüllü değildi? Diye iten içe bir hesaba çekmişti kendisini. Aklında deli sorular dönerken daha fazla kayıtsız kalamadı beynindeki soru işaretlerine. “Peki neden Ceylan? Neden mecbursun? Neden burada çalışmak zorundasın?”

“Bu çok karışık bir mevzu Cantuğ Bey, sizin hayatınız benim dünyamdan o kadar farklı ki anlatsam bile anlayamazsınız. O yüzden bilmemeniz sizin içinde benim içinde daha doğru…” Diyerek kalkıp gitmişti yanı başından. O günden sonra aralarındaki dağlar aşılıp, duvarlar yıkılmış buzlar kalıp kalıp eriyip gitmişti. O arşivdeki konuşmalarının ardından geçen günler içinde ne kadar zorlasa da Ceylan’ın hayatı ve mecburiyetleri ile ilgili hiçbir şey öğrenememişti. Tufan’a sorduğunda ise zor durumda ama daha fazlasını kurcalama deyip onu geçiştirmişti. İşe Tufan başlattığı için personel dosyasında da sınırlı bilgiler vardı. Maaşını bile elden alması ortalarda dönüp dolaşan bir sıkıntının açıkça göstergesiydi. Bir yanı deli gibi merak etse de bir yanı kurcalama seni ne ilgilendirir kızın özeli deyip aklını başka şeyler ile meşgul etmeye çalışıyordu.

Ben Cantuğ BEYTER… Yaklaşık iki yıldır adı dışında hiçbir bilgiye sahip olmadığım bir kızı sağ kolum gibi hissetmeye başladım. Onun gözümün önünden ayrıldığı her saniye içime anlamsız bir huzursuzluk çöküyordu. Önceden bilmiyordum ve umursamıyordum? Şimdi çılgınlar gibi merak etsem de öğrenmekten deli gibi korkuyordum. Bazen bilmemek güzeldir. Susmak çözümdür. Nefes aldığını bilmek bile yeter gözün gördüğü müddetçe…

Loading...
0%