@ugurluay
|
İrem başını yastığa koymuş uyumaya çalışsa da gözüne bir türlü uyku girmiyordu. Cantuğ saatlerdir dışarıdaydı ve hala gelmemişti. Aklı ondayken uyku gözlerine haramdı. Bir sağa bir sola dönerken kulağına dolup taşan bir türkü ile bir an hareketsiz kaldı. Usulca yorganı üzerinden çekerek yattığı yerde doğrulan kız kulağına dolup taşan şakının sözlerini ayırt etmeye çalışıyordu. Cantuğ gecenin bir vaktinde bir şarkı söylüyordu. İrem’in ayakları ondan izin almadan kapıya doğru yöneldi. Ne diyeceği ne düşüneceği artık umurunda bile değildi. Onun söylediği şarkıyı daha yakından onun gözlerinin içine bakarak dinlemek, bu ölümsüz ana tanıklık etmek istiyordu. Kendine daha fazla engel olamadı ve kapının ardındaki adamı görmek için sessiz olmaya özen göstererek kapıyı açtı. Cantuğ evin bahçesine küçük bir ateş yakmış ve zifiri karanlığa inat yüzü ateşin kıvılcımlarının yansıttığı ışık ile aydınlanıyordu. Kapının eşiğinde öylece dikilen kız onun elinde tuttuğu şeye dikkatle baktığında gözlerine inanamadı. Bu karagüldü. Halfeti de yetişen ve burada şu an Cantuğ’un elinde tutması onu bir an şaşırtsa da adamın sesi ile öylesine efsunlanmıştı ki yavaşça yanına gelip oturmuştu. Adam kızın varlığını hissetmiş ama gözlerini döndürmeden şarkısını söylemeye devam etmişti. Şimdi yüreği öyle bir coşmuştu ki… Sevdiği kadının kokusuyla aşka gelen dili şimdi her kelimenin idrakine vararak daha da sevda ile söylüyordu. “Ali Baran & Eser Eyüboğlu - Yüreğun Yüreğimde Sensiz bu topraklarda Yüreğin yüreğimde Doldurun bardağımı Yüreğin yüreğimde SÖZ-MÜZİK :ALİ KADEM”
Şarkı bittiğinde adam gözlerini ayırmadan elinde tuttuğu karagüle bakıyordu. “Evin arkasında buldum onu. Öyle kimsesiz, yalnız ve öyle çaresiz duruyordu ki bana bir an seni hatırlattı. Rengini alevlerin ışığıyla fark ettim. Daha önceden duymuştum ama böylesine bir güzelliği hiç görmemiştim. Ne büyük tesadüf değil mi? Siyah bir gülü çaresizliğin baş gösterdiği aşkın filizlendiği kimsesizliğin nefes aldığı yerde buluyorum. Bu güle her baktığımda her yaprağında seni gördüm. Normalde asla şarkı söylemem bilirsin beni. Ne yapıyorsun sen bana böyle Ceylan? Beni sevdanla nasıl bir adama dönüştürüyorsun böyle?” dedi elinde tuttuğu gülü narin bir şekilde okşarken sanki kızın yüzünü okşar gibiydi. İrem derin bir nefes alıp verdi ortamı biraz rahatlatmak ve kendi hayatını anlatmaya hazırlamak için adamın elinde tuttuğu güle usulca uzandı ve elinden aldı. Onun yüzüne bakarak “Karagülün hikâyesini dinlemek ister misin?” dedi. “Bir hikâyesi var mı?” “En azından babaannemin bana anlattığı bir hikâyesi var. Ne kadarı gerçek ne kadarı hayal ürünü bilmiyorum ama ben bu hikâyeyi dinlediğim her zaman hüzünleniyorum.” “Eğer sen anlatacaksan dinlerim İrem.” Dedi kızın gözlerinin içine bakarak gerçek anlamda ilk defa yüreğini titretircesine onun ismini söylemişti. Bu hareketiyle kızın yüreğini rahatlamış ve gözlerinin ışıl ışıl parlamasını sağlamıştı. İrem bakışlarını güle çevirip tatlı bir tebessümle ona bakmaya başladı. Cantuğ tüm dikkati ile kızı izlemeye devam etti. “Siyah gül, namı diyar karagül. Halfeti’ye özgü nadir bir güzellik. Eşine benzerine kolaylıkla rastlanmaz. Dünya üzerinde nereye dikersen dik yalnızca Halfeti’de açıyor. Bir gizem, bir sır gibi aslında, belki Fırat Nehri’nin suyundan belki de havasından bilinmez. Babannem ne tesadüftür ki senin gibi o da benim hep kara bir güle benzetirdi. Kendi topraklarında açan, kendi topraklarında özünü bulup nefes alan, başka topraklarda solup gidecek bir güzellik gibi görürdü. O zamanlar anlatmıştı bu hikâyeyi de bana… Kim bilir belki de yaşarken böyle bir olayın içine düşeceğime hissetmişti. Başıma gelecekleri önceden sezmişti belki de… Her neyse biz hikâyemize geçelim değil mi? Sana babaannemin anlattığı benim gerçekliğine yürekten inandığım hikâyeyi anlatacağım.” “Dinliyorum.” Dedi adam tüm ilgi alakasını ona yönelterek. “Efsane o ki zamanın birinde Ulu Cami’yi yapan Ermeni bir ustanın Vartuhi adında güzeller güzeli bir kızı varmış. Ermenice de Vartuhi gül kız anlamına geliyormuş. Genç kız evlerinin avlusunda Halfeti’nin en güzel güllerini yetiştiriyormuş. Annesi onu doğururken ölmüş. Ermeni ustasının tek varlığı güzeller güzeli kızıymış. Nehrin karşı kıyısında da güvercin ve keklik yetiştiren Fırat adında Müslüman fakir bir delikanlı yaşıyormuş. Günlerden bir gün Fırat’ın yetiştirdiği güvercinlerden biri Vartuhi’nin yetiştirdiği güllerin bulunduğu bahçeye kaçmış. Fırat güvercini almak için avluya girdiğinde güzeller güzeli Vartuhi’yi görmüş ve ilk görüşte bu iki genç birbirlerine deliler gibi âşık olmuşlar. Ve herkesten gizlice bu iki âşık buluşmaya başlamışlar. Bir süre sonra bu iki gencin birbirini sevdiklerini öğrenen kızın babası bu ilişkiye şiddetle karşı çıkar ve tek varlığı kızının Fırat’la evlenmesine izin vermez. Sevgilerini geride bırakamayan, ama kavuşmanın mümkünatı olmadığını da anlayan, sevişte artık bu dünyada kavuşamayacaklarını anlayan gençler kendilerini Fırat’ın sularına atarak intihar etmişler. Ve derler ki; bu iki gencin ölümünden sonra Halfeti’deki tüm kırmızı güller siyaha dönüşmüş. O gün bugündür de bu topraklarda açan güller hep siyah olmuş. Artık bu karagüller Halfeti’den başka yerde de yetişmez olmuşlar. Eğer ki bu güller buradan başka bir yere götürürlerse kırmızıya dönermiş.” Dedi kederli bir şekilde siyah güle bakmaya devam etti. Sanki kendi kaderi de buna benzer sonuçlanacakmış gibi hissetti. “ Sen karagülün kaderini paylaşmayacaksın İrem, sen Vartuhi gibi olmayacaksın. Ben yaşadığım sürece senin sevdan mutlu sonla bitecek. Bizim sevdamız ayrılıkla değil kavuşma ile sonuçlanacak.” Dedi ellerini elleri arasına alan adam usulca kızı kendisine çekerek sımsıkı sarıldı ona. Kız böylesini bir şefkati beklemezken hazırlıksız yakalanmıştı. İçi titredi bir anda, günlerdir tuttuğu tüm hıçkırıkları sevdiği adamın kollarında bırakırken yüreğinin daha da rahatladığını hissediyordu. Gökyüzündeki yıldızların şahitliğinde onlar aşkın efsunlu şarabından yudumluyorlar sevda denen ruh halinde kaybolup gidiyorlardı. |
0% |