@ugurluay
|
Gözlerini sevdiği adamın kollarında burnuna dolup taşan kokusuyla açtığında yüzünde tatlı bir tebessüm oluşmuştu. Dirseğinden destek alıp yatakta doğrulduğunda ise gözleri hiç beklemediği o bakışlarla karşılaştı. Dehşetle çığlık attığında yatağın içinde korku ile karışık çırpınırken Cantuğ uyku mahmuru gözlerini ovuşturarak “İrem ne oluyor?” dedi. Aynı yatağı paylaştığı kızın gözlerindeki korku, bedenindeki tedirginliğini gördüğünde bakışlarını hipnotize olmuş gibi odakladığı yere döndürdü. Bir anda gördükleri karşısında yataktan kalkmaya yeltense de hiç beklemediği ve o ana kadar fark etmediği yabancı kollar tarafından omuzlarından tutulup yatağın içinden sürüklenircesine kaldırıldı. “Bırakın ulan beni.”diye haykırıp çırpınsa da iki kolundan tutulmuş bir şekilde ayağa kaldırılmıştı. İrem öylesine bir dehşete kapılmış ve şoka girmişti ki yaşadıklarının büyük bir kâbus olmasını dilemekten başka bir çaresi kalmamıştı. Sevdiği adam onun yüzünden ölümle burun buruna gelmiş aylarca korktuğu sahne gözlerinde an be an cereyan etmişti. Yine çıkmıştı karşısına kanından olsa da kansız herif. Şerefsizliği boynunda bir madalya gibi taşıyan, yüzsüzlüğü ile nam salmış Boran Ağa… Kaçamamıştı kız kaderinden, kara yazgısından. Yine çıkmıştı karşısına Boran Ağa… Hissediyordu artık yolun sonuydu bulunduğu yer. Boran, İrem ve Cantuğ’un gözlerini açtığı an yatağın tam karşısında nefretle onlara bakıyordu. Ve o gözler intikam almak için alev alev yanıyordu. Genç kız sırtını duvara yaslamış küçük bir bedenin küçülmesi gibiydi görüntüsü. Boran kıza yaşattığı bu anlardan büyük zevk alırken Cantuğ adamların elinden kurtulmak için çırpınsa da sert tutuşlarından sıyrılmasının pek de mümkünatı yoktu.
“Ne demişler İrem? Çekirge bir sıçrar iki sıçrar üçünce de işte böyle kucağıma sıçrar.” dedi usulca ayağa kalkarken omzundaki kurşun yarası varlığını hissettirdi. Eli yarasına giderken dudakları arasından acı dolu bir inleme firar etti. Adım adım kıza doğru ilerlerken Cantuğ “Yaklaşma ulan kıza, yoksa öldürürüm seni. Bırakın beni.” Diyerek çırpınmalarına devam ederken Boran Ağa bir an duraksadı ve canla başla tutulduğu kollardan kurtulmaya çalışırken adeta yaralı hayvanlar gibi saldırganlaşan adama döndürdü bakışlarını. Alaycı bir gülüşle ona karşılık veren adam “Sen mi beni öldüreceksin?” dedi ve adımlarını ona doğru yönlendirdi. Tam dibine kadar geldiğinde gözlerine kıstı ve sağlam olan koluyla adama öylesine bir yumruk savurdu ki onu tutan adamların bile bulundukları yerde bir adım geri gitmelerine sebep oldu. Boran attığı yumruk ile acı içinde inleyip diğer yaralı omzunu tutarken bir nebze olsun içinin rahatlamasına değerdi çektiği acı. Cantuğ yüzüne aldığı darbe ile bir an gözlerinde kararma oldu. Ağzından burnundan kanlar boşalmaya başladığında bu defa da İrem girdiği şoktan ansızın çıktı ve yataktan fırlayarak “Dokunma ona, vurma.” Diye haykırarak sevdiği adama doğru adım atmıştı ki bu defa da Boran Ağa’nın diğer adamları tarafından kız iki kolundan tutularak Cantuğ’un yanından yerde sürüklenerek uzaklaştırıldı. Boran bir kıza bir de ağzı burnu kanlar içinde hala kendisine saldırmaya çalışan adama baktı. “Biliyor musun amcakızı çok büyük yanlış yaptın? Sadece kendini değil şu zavallı adamı da yaktın.” “Bırak onu Boran, senin istediğin benim bırak gitsin.” Diye gözyaşları içinde yalvarmaya başladığında Cantuğ sert ve bir o kadar da emreden bir ses tonuyla “Sakın ona yalvarma.” Diyerek ağzından burnundan akıp giden kana aldırmadan haykırdı. Ama İrem’in onu dinleyecek gücü yoktu. Tek istediği Cantuğ’a zarar gelmeden buradan bir an önce gitmesiydi. Ona ne olacağı umurunda bile değildi. Yeter ki Cantuğ kurtulsun istiyordu. “Yalvarırım Boran, onun bir suçu yok bırak gitsin.” Diye hıçkırıklara boğulduğunda adam bundan zevk alırcasına adamları tarafından kollarından tutulmuş kızın harap olmuş gözlerine mecalsiz kalan bedenini süzdü. Tam önüne geldiğinde kızın ondan medet uman bakışlarına karşılık önce gülümsedi ve bir anda sertleşen bakışlarıyla eli kızın saçlarına yapıştı. “Dokunma ulan bırak, bırak onu.” Diye haykıran Cantuğ’a aldırış bile etmedi. Canının acısıyla kıvranan kızın bedeni iki büklüm olurken yüzünü kendi yüzüne yaklaştırdı. Gözlerindeki nefret barut gibiydi. Bir kıvılcım ile her yer yerle bir olacak gibiydi. “Çok geç amcakızı, çok geç. Sana defalarca şans verdim. Sen her defasında kaçtın, gittin. Ben kovalamaktan yoruldum sen kaçmaktan yorulmadın. Bak ne oldu şimdi? Kaderinden kaçabildin mi? Benim topraklarımdan çekip gidebildin mi? Bulamayacağımı mı sandın? Yerin yedi kat dibine de girsen seni bulurum İrem, seni de aşığını da bulur yedi kat yerin dibine kara toprağın altına gömerim. Kaçamazsın, ne benden ne de yaptıklarının bedelinden?” “Peki sen Boran Ağa, sen hangi bedelleri ödeyeceksin?” dedi kız içinde hissettiği deli bir güçle. Aklına gelen gerçekler dilinin susmasına engel oluyordu. “Ettiğin lafların altında ezerim seni İrem, benimle oyun oynama. Bildiğini sandığın hiçbir şeyi kanıtlayamazsın. Ne sen ne de polis olacak o arkadaşların?” “Sen Enderoğlu aşiretinin yüz karasısın Boran, gerçekler elbet bir gün ortaya çıkacak. Ve sığındığın o ağalık senin sonun olacak. ” “Sen mi çıkaracaksın gerçekleri ortaya? Güldürme beni İrem, şu haline bak, ne durumda olduğuna bir bak.” Dedi Cantuğ’a bakarak ve yatağı göstererek. “Söylesene kim inanır sana? Aşiretin kararlarına saygı duymayan, dört yıldır kaçan, evlendiği gün başkasının kadını olduğunu açıklayan ve aynı gece kaçıp giden, beni kurşunlayan adamla yatakta basılan kadına kim inanır?” “Senden iğreniyorum. Tüm bunların sebebi sensin bunu çok iyi biliyorsun.” “Ben miyim? Bunların hepsini sen başlattın İrem? O çok sevdiğin Beyaz Ananın vasiyetine karşı gelip kaçmasaydın bunların hiçbiri olmayacaktı.” “Beyaz Ananın adını ağzına alma.” Dedi dişleri arasından tıslayarak. İçindeki kanayan yaraya dokunmuştu adam. “Neden? Gerçekleri duymak canını mı yaktı?” “Gerçek mi? Sen gerçekleri mi duymak istiyorsun?” dediği an adam bir anda kızın saçlarından daha fazla çekti ve kulağına fısıltı halinde şu cümleleri tekrarladı. “Kapa çeneni İrem, inan ki seni pişman ederim. Ağzından tek bir kelime daha çıkarsa şu an şurada sevdiğin adamın gözleri önünde sana sahip olurum. Ardından da senin gözlerinin önünde sevdiğin adamı öldürürüm. İbreti âlem için namusum için bunu yaparım ve bir Allah’ın kuluna da hesap vermem. Senin de ölmemen için bu anları tekrar tekrar yaşayıp an ben an gün be gün hatırlaman için her şeyi yaparım. Bilirsin yaparım İrem, şu dünyada amcaoğlunu senden iyi tanıyan yok. Ayağını denk al ve kapa çeneni.” Dedi kızın gözleri irileşirken yüzü bembeyaz olmuştu. İrem’in üzerine karabasan çökmüş gibiydi. Gözleri sevdiği adama dikilmişken zihni sadece olma ihtimali olan durumla yüzleşiyordu. Cantuğ çaresizdi. Ne İrem’e ulaşabiliyor ne adamların elinden kurtulabiliyordu. Ne söylese ne yapsa çare olmuyordu. Boran kızda istediği etkiyi bıraktığını anladığı an yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirdi ve tuttuğu saçlarını bir hışımla geriye doğru ittirdi. Adamlarına baş işareti ile emri verirken iri yarı adamlar bir anda Cantuğ’a saldırmaya başladılar. Cantuğ kendini savunmaya çalışsa da bunun pek de işe yaradığı söylenemezdi. Dört adam birlikte öldüresiye saldırmışken Cantuğ’un görüş açısı yavaş yavaş daraldı ve kanlar içinde yere yığılarak bilincini kaybetti. İrem onun kanlar içinde yerde bilinçsizce yatan bedenini izlerken canından can kopmuştu. Durduramamıştı adamları, gücü yetmemişti onu kurtarmaya “Cantuğ…” diyerek ansızın mecalsiz kalan dizlerine yenik düşerek kendisini yerde bulurken hıçkırıklara boğulmuştu. Boran onun yanına gelerek yanı başına eğildi. “Yazık oldu. Bu işlerin buraya geleceğini bildiğin halde adamı da yaktın be İrem.” Dedi. İrem “Senden nefret ediyorum.” Diye haykırdığında adam “ Sence bu benim umurumda mı amcakızı?” dedi alaycı bir tavırla. Yavaşça ayağa kalkarak adamlarına döndü. “İrem’i alın Antakya’ya gidiyoruz.” Dedi ve başka tek bir söz etmeden kapıdan çıktı. Cantuğ yerde kanlar içindeyken kızı sürükleyerek elinde gizlediği karagül ile birlikte Antakya’ya götürüyorlardı. Bitmişti her şey, gözleri adamın yerde cansız yatan bedenine tutuklu kalsa da yüreği kaldıramamıştı bu acıyı. Kurtaramamış, amcaoğlunun dediği gibi onu da cehenneminde yakmıştı. Bu saatten sonra fark eder miydi? Yaşamış yaşamamış… Kulağında “Bizim sevdamız mutlu sonla bitecek diyen adamın sesinin tınısı, yüreğinde delicesine hissettiği büyük aşkı, elinde dün geceden kalma karagülün hatırası… Bitmişti. Artık ruhu tükenmişti. Ve Antakya, neden niçin gittiğini bilmediği şehir, belki de mezarının yeri olacaktı? |
0% |