@ugurluay
|
3.BÖLÜM Arşiv odasında yaşadıkları o tuhaf dakikalardan sonra her şey bambaşka bir boyut almıştı. Artık Ceylan’a eziyet etmeyi bırakmış hatta iyi bile davranır olmuştu. Adamdaki bu değişimi fark ettiği için ne kadar belli etmemeye çalışsa da Ceylan’ın da rahatladığını yüz hatlarından hissedebiliyordu. Üzerindeki gerginliği attığı anda yüzünde açan gülleri ilk defa görmüştü. O kadar güzel güldüğünü geçen onca zamana rağmen fark edememiş olmak onun nasıl da büyük bir ahmak olduğunu gösteriyordu. Gerçi geçen zamanda ona eziyet etmekten yüzünü güldürdüğü olmamıştı ya neyse. O kadar masumane ve dokunaklı, hüzün dolu bir bakışı vardı ki, fark etmediği anda ona baktığında duruşunda bile bir şeyler anlatmak ister gibi bir hali vardı. Ama dili bu konuda adeta mühürlenmiş gibiydi. Yıllar geçse de adeta çözülmeyecek bir tılsıma sahipti. Asla kendi hayatı ile ilgili bir şeyden söz etmiyor genç adam ailesi ile ilgili bir konu açmaya çalıştığı o anlarda ise mutlaka bir bahane ile ondan kaçmayı başarıyordu. Yine onun hüzünlü duruşuna dalıp gittiği o anlarda “Cantuğ Bey…” diyen o efsunlu sesi ile kendine geldi adam. “Efendim ne dedin Ceylan?” Hiç bozuntuya vermeden gayet net bir tonda konuşmuştu. “Bu gece yemek için rezervasyonunuzu yaptırdım. Saat 20.30’da toplantı olacağını ve yer bildirimi hakkında karşı tarafı bilgilendirdim. Her şey istediğini gibi ayarlandı efendim.” Aklı o kadar yoğun ve onunla doluydu ki akşamki iş toplantısını tamamen unutmuştu. Yurtdışından gelecek bu grupla yapılacak anlaşma onlar için çok önemliydi. Ve her şeyin hassasiyetle işlenmesi gerekiyordu. Kendisini bugün çok da iyi hissetmiyordu. Zihni o kadar darma dağınıktı ki… Ayağa kalkıp camın kenarına gitti. Ceylana dönerek “Akşama seni 20.00’de alırım.” Dedi. Başındaki ağrı giderek şiddetleniyordu. Alnına elini götürüp ovuştururken onun bakışlarının üzerinde olduğunu hissetti. Kaşlarını çatarak “Bir şey mi oldu Ceylan Hanım?” dedi. O hala şaşkın bakışlarla adama bakarak “Be-beni mi alacaksınız? Hem de akşam yemeği için.” dedi. “Neden şaşırdın bu kadar asistanım değil misin? Hem akşam yemeği dediğin şey bir iş yemeği. O toplantı da senin de olman kadar doğal ne olabilir? Sonuçta görüşme esnasında not alman gerekebilir.” Dedi umursamaz görünmeye çalışarak. Ceylan’ın renginin attığını görebiliyordu. “Bir sorun mu var Ceylan?” dedi sert ve otoriter çıkan sesiyle. Ne vardı bunda bu kadar şaşıracak anlamış değildi? Alt tarafı işi gereği adamın yanında gelecek ve ona yemekte eşlik edecekti. Onun bu tavrı adamın şüpheye düşmesine sebep oldu. “Yok efendim ne sorunu olacak? Ben sadece şey, yalnız katılacağınızı ya da kız arkadaşınızla katılacağınızı düşünmüştüm.” Dedi. Kız arkadaş mı? Bu kız neden bahsediyordu böyle? “Kız arkadaşım mı?” dedi neyi ve kimi kastettiğini anlamak için. “Evet, yani eşli olunca ben öyle zannetmiştim. Sonuçta Duygu Hanım…” derken ismi telaffuz etme şekli bile yüzünün hoşnutsuzca değiştirmeye yetmişti. Cümlesini tamamlamasına izin vermeden adamın sertleşen yüz hatları ile hiddetli bir şekilde “Duygu Hanım yalnızca iş ortaklarımızdan biri, onunla özel anlamda bir arkadaşlığımız yok.” Dese de neden böyle bir açıklama yapma gereği duyduğunu bilmiyordu. Cantuğ kalkmış asistanına Duygu ile ilgili açıklama yapıyordu. Her ne kadar içten içe ne yapıyorum ben ya dese de Ceylan’ın yüzündeki cennet gülüşü görmesi ile her şey bir anda anlamını yitirip gitti. “Tamam ben o saate hazır olurum.” Diyerek çocuklar gibi şakıyarak heyecanına bir de panik ekleyerek masanın üzerinde bulunan kâğıtları acemilikle toparlamaya çalışıyor bir yandan da gözlerini adamdan kaçırmayı deniyordu. Onun bu hali Cantuğ’u keyiflendirirken Ceylan’ın çalan telefonuyla istemsizce adamın kaşları çatıldı. Ceylan “Pardon Cantuğ Bey kapatmayı unutmuşum.” Dedi. “Önemli değil açabilirsin.” Dediğinde ise eli telefona gitti. Ama artık o telefonda ne gördüyse yüzündeki cennet gülüş ansızın silinip giderken birden gözlerini panik bir hava sarıp sarmalamıştı. Ondaki bu değişim adamı istemsizce tedirgin etmişti. “Açmayacak mısın?” diye sorgulayan bakışlar ile ona baktığımda “Ben, şey sonra cevaplarım. Önemli bir telefon değil.” Diyerek meşgule attı. Cantuğ gözlerini kısarak ona bakarken elinden telefonu çekip almamak ve o ekranda onun cennet gülüşünü yok edecek ismi görmek için kendisini çok güç tutuyordu. Yine aynısı olmuştu. Bir şeyler düzelecek, tam yeni bir adım atıyoruz ona açılacak dediği anda adamdan gizledikleri ve derin şüpheleri ortaya çıkıyordu. Ve bu şüpheler bu kadar başıboş gezerken, cevapsız sorular havada uçuşurken nasıl bir adım atacaktı ki ona doğru, nasıl dokunacaktı hüzün dolu bakışlarına, cennet gülüşüne yüreği nasıl değecekti. Cantuğ yine iç çekişleri arasında gidip gelirken Ceylan’ın telefonu tekrar ısrarlı bir şekilde çalmaya başladı. Sinirleri o kadar gerilmişti ki adamın o telefonu alıp elleriyle paramparça etmek istiyordu. O ki kolay kolay kontrolünü yitirmezken, şimdi bu kızın sırlarından da bilmediği geçmişi yüzünden de giderek öfke bataklığının içine ansızın çekiliyordu. Ellerini saçlarının arasından geçirip yüzünü sıvazlarken sakin kalmaya çalışarak “Aç şu telefonu Ceylan.” Dedi sesinin yüksekliğini ayarlayamamış olacaktı ki karşısında yerinde korkudan geriye irkilerek adım atan kızın gözleri anında cam gibi parlamaya başladı. Bu kızın her hareketi giderek önlenemez bir şekilde onu sarsıyordu. Duygular arasında ani geçiş yapmaktan artık yüreği hırpalanır olmuştu. Alt tarafı basit bir asistanken onu bu kadar etkilemesi giderek asabımı bozmaya başlamıştı. Koskoca iki yıl boyunca onunla ilgili öğrenebildiği şeyler o kadar sınırlıydı ki bir yerde pes etse de artık bu durum can sıkıcı olmaya başlamıştı. “Ben…” dedi fısıltı halinde ve telefonu yine ve yeniden sinir bozucu bir şekilde çalmaya başladı. Kızın yüzü sıkıntıdan ve endişeden o kadar kızarmıştı ki sesi kısılmış cümlesini tamamlayamamıştı. “Sen hemen o telefonun ucundaki her kimse ona cevap vereceksin ve benim sinirlerimi daha fazla bozmayacaksın.” Diye haykırdı. Hala o kahrolası telefonu onun yanında açıp cevaplamıyordu. Neydi ondan gizlediği, neden bu kadar ondan çekiniyordu? Ceylan elindeki tüm kâğıtları masaya bırakarak koşarak aceleci adımlar ile kapıya yönelmişti. Tam çıkmak üzereyken “Ceylan.” Diye haykırdı adam. Bardağı taşıran son damla gibiydi sanki bu yaşadıkları. İsmini hükmederce söylemesi ile taş olup kesilmişti. Genç kızın ayakları bir adım dahi atamamıştı. “Bu böyle devam etmez Ceylan haberin olsun.” Ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Bir nevi açık açık tehdit etmişti kızı. Yine onu konuşmak için zorluyordu. İki yıl boyunca sonuçsuz kalan girişimlerine bir yenisini daha ekliyordu. Başını önüne eğdi Ceylan, gözünden bir tek damla yaş yanaklarından süzülüp giderken yere düştüğü o ana şahitlik etti adam. Yere değil de adamın ruhunun canının özüne akıp gitmişti o tek damla adeta. Ateş gibi kavurmuştu yüreğini. “Allah kahretsin!” Diye bağırırken öfke damarlarında o kadar yakıcı dolaşıyordu ki önüne ne geçse yakıp yıkıp paramparça etmek istiyordu. Onun az önce dokunarak bıraktığı kâğıtlara ansızın yöneldi. Masanın üzerinde öylece hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi, sanki az önce onlara cennet gülüşlü bir kız dokunmamış gibi öylesine duruyorlardı. Öfkesi boğazına tırmanıp, yüzü hiddetten kızarmaya başladığında “Ne saklıyorsun benden kahrolası, bu kadar gizlediğin şey ne?” diyerek masanın üzerinde onun parmaklarının sıcaklığını taşıyan kâğıtları yere saçarken canı yanıyordu. Hayatına teklifsizce giriş yaparak cennet gülüşünü ona bahşeden kızın kendisinden bu kadar uzak durması artık onun dengesini bozuyordu. Buna artık engel olmalı ve onu bir an önce aklından fikrinden çıkarmalıydı. Geleceğin de olamayacağı açıkça belli olan bir kadın için bu kadarı çok fazlaydı. Hem de çok… |
0% |