@ugurluay
|
Gecenin zifiri karanlığı tüm acılarının üzerine usulca çökmüştü. Ceylan tam da hayal ettiği gibi yatağında cenin pozisyonu almış ve gece boyu seyirci kaldığı manzaralar yüzünden kahroluyordu. Gözleri onu yalnız bırakmazken isyankâr gözyaşları çoktan yanaklarından aşağıya süzülüp gidiyordu. Canı yanıyordu kızın, her seferinde onun başkalarına doğru attığı her bir adım onu nefessiz bırakıyordu. Bir gün evliliğine de şahit olmaktan korkarken her şeye rağmen yüzünü güldüren bir kadına sahip olması için de dua ediyordu. Her ne kadar o kadın kendisi olmak istese de buna gücünün yetmeyeceğini biliyordu. Her şeyin farkındaydı ama yüreği el vermiyordu gördüklerine katlanmaya… Düşünceler onu karanlık denizlere atmıştı. Gözlerine kapatmış bir halde “Keşke…” diye fısıldadı. Yüreğinden geçirdiklerinin ihtimalinin gerçekleşmesi olası bile değilken hayal etmesi bile güzel diye geçirdi içinden. Yüreğinden yakardığı her bir kelime dudaklarından çıkmak için haram ilan etmişti kendisini. Gönül fermanının yazgısında Cantuğ’un karşılığı haramdı, yasaktı. Kendi hayatı ve sevdiği adam içindeki çelişkili düşüncelere dalıp gitmişken sabırsızca sert bir şekilde yumruklanan kapı ile korkuyla irkilerek gözlerini açtı. Bakışları endişe ve panikle parlarken kapıdaki kişinin varlığı, tahammülsüz vuruşlarla kendisini tasdiklerken genç kız delicesine korkuyordu. Elini kalbine götürüp “Sakın onlar olmasın.” Diye fısıldadı. Korkuyordu Ceylan, aylardır unutmaya yüz tutmuş korkuları ile yine ve yeniden yüzleşiyordu. Oysa bu korkuları Cantuğ’un gamzeli bakışlarını gördükten sonra bertaraf etmeyi çoktan başarmıştı. Ama şimdi yumruklanmaya devam eden kapının ardındaki kişinin kim olduğunu öğrenmek adına yavaşça yatağından kalktı. Gözlerindeki yaşları elinin tersi ile sildi. Eline telefonu aldı. Hasan’ın numarasını aramaya gözü gitse de öncelikle kapıdaki kişinin kim olduğunu öğrenmek istedi. Belki de korkulacak bir şey değildir, diye teskin etmeye çalıştı kendisini. Gecenin bir köründe onun kapısını kim çalmaya cüret edebilirdi ki, gerçi onun kapısını bugüne kadar hiç kimse de çalmamıştı ya neyse. Ceylan bir elinde telefon titrek adımlar ile kapıya ulaşmaya çabalarken ses çıkarmamaya dikkat etti. Eğer kapıdaki kişiler tahmin ettikleri kişiler ise buradan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydı. Kapının dürbününden baktığında gördükleri karşısında “Aman Allah’ım!” diye inledi aniden. Gözleri irileşmiş bir halde aceleyle kapıyı açtığında karşısında görmeyi beklemediği bir adam vardı. Ceylan “Cantuğ Bey!” diye inlediğinde adam onu baştan ayağa süzdü. Kızın üzerinde pembeli beyazlı pijamaya çarpık bir gülüşle baktı. İşaret parmağını hesap sorar gibi onun yüzüne doğru sallarken “Pembe.” Dedi. Ceylan “Efendim anlamadım.” Dedi zorlukla. Ceylan anlamaz gözler ile ona bakarken bir adım daha yaklaştı adam. Burun buruna geldiklerinde nefesinin sıcaklığını yüzünü yalayıp geçerken burnuna gelen ağır alkol kokusu daha da fazla şaşırmasına sebep oldu. İki yıldır tanıyordu onu ve koskoca iki yıl boyunca onun bir defa bile sarhoş olduğuna şahit olmamıştı. Asla kendisini kaybedecek kadar içmezdi. Ama şimdi karşısında, elleri ceplerine yerleştirerek nefesi ile bile başını döndürmeye yetecek bir yakınlıkta duran adam ayakta durmakta zorlanan ve sarhoş olmuş bir haldeydi. “Pembe.” Dedi tekrardan başını boynuna doğru götürmüştü. Genç kızın bedeni taştan heykel gibi bir adım dahi atamazken onun yakınlığı ile istemsizce gözlerini kapattı. “Pembe sana çok yakışmış.” Dedi ve gülmeye başladı. Derin bir şekilde boyun kökünden kokusunu içine çekerken içli bir “Ah!” çekti. “Çok güzel kokuyorsun Ceylan.” Dedi ve onun hazırlıklı olmadığı bir halde birden onu kolları arasına alarak sımsıkı sarıldı. Ceylan böyle bir hareket beklemezken “Cantuğ Bey, siz sarhoşsunuz.” Dedi. Adam bu duyduklarından hiç hoşnut değil gibi sesler çıkarırken “Ben sarhoş falan değilim. Yalnızca biraz fazla kaçırdım. Hepsi senin suçun.” Dedi konuşmaları kayıp giderken genç kız onu yavaşça içeriye çekmeye çabalıyordu. Zira adam giderek vücudunun ağırlığını genç kızın bedeninin üzerine bırakıyordu. “Cantuğ Bey lütfen içeriye geçelim gecenin bu saatinde rezil olacağız herkese.” Diyerek yavaşça onu sürüklemeye çalıştı. Cantuğ’un aklına gelen yeni bir gerçek ile birden gözleri irileşerek açıldı ve kızı sertçe bıraktı. Ceylan korku dolu gözler ile ona bakarken adam “O nerede?” diye haykırmaya başladı. Genç kız acele ile kapıyı kapatıp onun salona doğru gidişini izledi. Sanki az önceki o büyülü anları onlar yaşamamış gibi evin içinde deli danalar gibi dolanıyor bir yandan da “O şerefsiz nerede?” diye bağırıyordu. Ceylan tüm apartmanı ayağa kaldıracağından korktuğu adaman önüne aşılmaz bir dağ gibi geçip onun kollarından tuttu. “Cantuğ Bey kimden bahsettiğinizi anlamıyorum.” Dedi. Gözleri soru sorar gibi bakarken adamın gözleri ona hesap soruyordu. “Bana rağmen seçip gittiğin Erkan şerefsizinden bahsediyorum. Nerede o it herif? Ciğerini bilirim ben o herifin.” “Cantuğ Bey Erkan sizin arkadaşınız.” Dedi duruma açıklama getirmek ister gibi içten içe savaş veriyordu. “Vay…” dedi Cantuğ ve kollarını genç kızdan kurtarıp ellerini saçlarının arasından sertçe geçirdi. Gözlerini ona hiddetle döndürürken bakışları kızı öldürüyordu adeta. “Bana Bey derken ona ismi ile mi hitap etmeye başladın. Hem de tek bir gece de, bu yakınlığı neye borçluyuz Ceylan Hanım.” Dedi alay eder gibi çıkıyordu sesi. “Siz bir gece de nasıl bu kadar yakınlaştınız Ceylan.” Diye acımasızca onu yargılarken gözü dönmüş bir halde haykırıyordu. “Cantuğ Bey haddinizi aşıyorsunuz, yeter susun artık.” Dedi gözlerinden firar eden yaşlara engel olamıyordu. Adamın ağzından çıkan her bir söz bir ok misali yüreğine saplanırken daha fazla yara açıyordu ruhunda. “Neden susacağım Ceylan?” Dedi ve bu defa o kızın üzerine yürürken genç kız refleks olarak bir iki adım geriye attı. Onun bu hareketi adamı daha da öfkelendirirken kaşlarını çattı. “Benden korkuyorsun.” Dedi kollarından sertçe tuttu ve onu bulunduğu yerde sarsmaya başladı. “Benden korkarken daha bugün tanıdığın adamla benim gözümün önünde çıkıp gitmeyi kabul ettin sen, onu da beni aldığın gibi aldın mı evine söylesene bana? Ona da cennet kokunu bahşedecek yakınlıkta durdun mu? Kahretsin Ceylan o da benim gibi senin konunu içine derince çekti mi? Onun da başını bu kahrolası masumluğunla döndürdün mü?” diye tehdit eder gibi çıkıyordu sesi. Ceylan duydukları ile şoka girmiş bir haldeydi ve son cümleler artık onun direncini kırmaya ve sessizliğini bozmaya yetmişti. Ondan anlam veremediği öfkeli bir güç sayesinde kurtulup suratına sert bir tokat geçirdi. Cantuğ’un başı yana doğru savrulurken gözlerini aniden genç kıza döndürdü. Ama karşısındaki kızın bugüne kadar hiç tanışmadığı bir yüzü ile karşılaşıyordu. “Sen…” dedi Ceylan gözlerinden akıp giden her bir inci tanesini elinin tersi ile silip işaret parmağını havada sallarken artık kendini kaybetmişti. “Sen kimsin de bana hesap soruyorsun? Sevgilim misin? Anam mısın? Babam mısın? Yoksa abim misin? Söylesene kimsin sen? Ben söyleyeyim sen benim yalnızca patronumsun. Zor zamanımda yanında sığındığım ve uzun bir süre beni kovmak için bahaneler üreten her fırsatta beni aşağılayıp aylarca bana eziyet çektiren adamsın. Sana olan zaafımı kullanıp başımı her fırsatta karıştıran istediğini elde edemeyince de gözlerimin için bakarak başka kadınlara dokunan adamsın. Sen benim canımı yakan adamsın. Asla yüreğine sahip olamayacağımsın. Sen bu gece benim gözlerimin içine bakarak o kadına dokundun ve onunla gittin. Şimdi tutmuş bana utanmadan hesap mı soruyorsun Cantuğ? Yapamazsın, sen bana hesap soracak şu hayattaki en son ki bile değilsin.” Dedi. Cantuğ şaşkındı. Ceylan’ı ilk defa böylesine çığırından çıkmış görüyordu. Sanki canı çok yanmış gibi alev püskürüyordu sözleri. Ona her zaman güzel gözler ile bakan kadın şimdi ona yaşattıklarını acımasızca yüzüne çarpıyor, bundan bir adım dahi geri durmuyordu. Cantuğ onun bu çıkışı karşısında “Ben…” dedi ama cümlesinin devamı bir türlü gelmiyordu. Ne söyleyebilirdi ki sonuna kadar haklıydı. Restorandan onun gözlerinin içine bakarak Duygu ile çıkıp giden kendisiydi. Onu arkasında Erkan ile kendisi bırakmıştı. Tutup kolundan çekip almamıştı. Aslında tüm bunlara sebep olan kişi kendisiydi. Yaptıklarını ölçüp tartarken salondaki kanepeye teklifsizce oturdu. Elleri ile yüzünü sıvazladı. Kızın gözlerine değil yüzüne bakmaya cesareti yoktu. “Ben özür dilerim Ceylan.” Dedi derin bir soluk bırakırken. Genç kız onun bu tükenmiş bitmiş halini görünce kendisi de biraz sakinleşmeye ihtiyacı olduğunu hissetti. Adamın yanına yavaş adımlar ile gitti. Usulca ona hiç değmeden yanı başına oturdu. İkisi de şimdi karşılarındaki camın yansımasından birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Dönüp gerçeğine bakamadan suretin yansımasında can bulmaya çalışıyorlar mantıklı düşünüp sağduyulu olmaya çabalıyorlardı. “Ben nasıl bu kadar kontrolden çıktığımı inan ki bilmiyorum Ceylan.” Dedi adam gözlerini yansımalarından çekip alamazken kızın her bir mimiğini izliyordu. “Niyetim kesinlikle seni üzmek değildi. Ben yalnızca…” dedi ve sözü Ceylan tarafından kesilip atıldı. “Sen yalnızca kendine hak gördüğünü yaptın değil mi? Ama bilmediğin bir şey var Cantuğ sen benim üzerimde hak sahibi bir insan değilsin. Sen yalnızca benim patronumsun bunun dışında hayatım üzerinde bir söz söylemeye hakkın yok.” Dedi acımasızca çıkmıştı kızın tüm sözleri dudaklarından. Cantuğ “Gerçekten aramızdaki tüm ilişkinin bundan ibaret olduğuna inanıyor musun?” Dedi duyduklarına inanamaz gibi bir hali vardı. Gözleri genç kıza dönerken yüreği bunun aksini söylemesi için adeta yalvarıyordu. Genç kız yavaşça adama döndü ve gözlerinin en derinine baktı. Söylemeliydi. Söylemeli ve bir an önce kurtulmalıydı. Çünkü bu yol, gidilecek yol değildi artık. “Bundan başkası mümkün değil Cantuğ. Sen benim yalnızca patronumsun asla daha fazlası değil.” Dedi her bir kelime de yüreği kan ağlıyordu. Asıl söylemesi gereken dile gelecek cümleler bunlar değilken adeta kaderi yüzsüzce diline yön veriyordu. Acımasız olmak zorundaydı. Sevdasının yakıcı ve arzu dolu bir karşılığının olduğunu bile bile ondan uzak durmaya çalışmalıydı. Yoksa çok daha büyük acılara sebep olacaktı. Engellemeliydi. Bu sevdada payına en büyük acı dilimini karşılıksız ve sorgusuz sualsiz kendisi almalıydı. Bundan Cantuğ’un haberinin olması gerekmiyordu. |
0% |