@ugurluay
|
Ceylan elinde kahve fincanı ile içeriye girdiğinde Cantuğ kanepe de çaresizce oturuyordu. Dirseklerini dizine dayamış boş gözlerini camdaki yansımasına dikmişti. Ceylan onun o an aklından neler geçirdiğini öğrenmek için içten içe delicesine bir istek duymuştu. Ama bunu ona soramazdı. Onun yıkılmaz gibi görünen heybetli duruşundan eser kalmazken buna sebep olan kişinin ta kendisi olduğunu biliyordu. Derin bir nefes alıp verdi ve yavaş adımlarla onun yanına geldi. Yanındaki kıpırtı ile genç kızın farkına vardı. Gerçi onun odadaki varlığını hissetmesi için onu görmesine gerek yoktu. Odaya adım attığı anda başını döndürmeye yeten burnuna dolan efsun kokusunu duyması yeterliydi. Ceylan elindeki kahveyi kanepenin önündeki sehpanın üzerine koydu. “İçmelisiniz, başınızın ağrısına iyi gelecektir.” Dedi. Cantuğ genç kızın yüzüne bakma gereği bile duymadan dalga geçiyor olmalısın, der gibi gülümsedi. Kahvenin bulunduğu fincanın tabağına üstün körü bir şekilde parmaklarıyla dokundu. Fincanı eliyle kavrayıp kızın camdaki yansımasına baktı. “Gerçekten bana iyi gelecek şeyin kahve olduğunu mu düşünüyorsun?” dedi tek nefeste. “Cantuğ Bey…” derken sesi uyarır tonda çıkmıştı. “Sizler, beyler havada uçuşmaya başladı yine Ceylan…” diyerek sertçe sehpanın üzerine fincanı bıraktı. “Bir sen diyorsun, bir siz, bir Bey diyorsun, bir ismimle hitap ediyorsun. Patronumsun diyorsun ama gözlerin, bakışlarının ardındaki sır, benden her bir sözünde gizlediklerin, yeter artık Ceylan anlat sen de kurtul ben de kurtulayım. Böyle yaşanmaz, böyle bir hayat devam etmez. Sen söyle gözlerinde gördüklerime mi, dilinden dökülen yalan sözlerine mi inanayım? Sen söyle Ceylan ben neye, kime, senin hangi sözüne, hangi bakışına inanayım?” dedi öfkeliydi adam. Durduramıyordu artık kendisini bu cehennem onu yakıp kavuruyordu. Uzak durmaya çalışsa da beceremiyordu. Ne kadar kaçsa da kaçtıklarına yine yakalanıyordu. Cantuğ’un bu kesin tavrına karşın kısa bir süre için şaşkınlık yaşasa da onun aklındaki tüm soru işaretlerini gidermek istiyordu. “Bak Cantuğ sen de benim kadar iyi biliyorsun ki senden benden ortaya bir biz çıkmaz. Bizim ikimizin adı patron ve asistanı dışına hiçbir şekilde taşınamaz. Buna ne senin gücün ne de benim gücüm yetmez. Senden hiçbir şey beklemiyorum sende benden bekleme, hayatımı araştırmayı bırak, boşuna çabalara girişme, eğer benim bu şekilde hayatında asistanın olarak görmek istemiyorsan da anlarım ve şu an şu dakika hiçbir söz etmeden çıkar giderim hayatından. Sormam, sorgulamam sebebini, anlarım.” “Ne?” dedi adam, korku ile açıldı birden gözleri. “Sen ne dediğinin farkında mısın Ceylan?” diye haykırdı acı acı. “Ne demek hayatımdan çıkıp gitmek.” “Ben artık yoruldum Cantuğ, her arkamı döndüğümde benim geçmişimi sorgulamandan, sürekli değişen davranışlarından, beni azarlamalarından, hor görmelerinden, yerli yersiz aşağılamalarından, sana karşı mücadele etmekten yoruldum.” “Asla izin vermem Ceylan, hayatımdan çıkıp gidişini seyredeceğime inanıyorsan çok büyük bir yanılgı içerisindesin. Böyle bir gidişe ben asla izin vermem.” Dedi itiraz kabul etmeyeceğini belli ediyordu. Genç kız onun bu tepkisine içten içe sevinse de çaresizliğine isyan ediyordu. Yıkılamazdı. Karşısında dimdik durmalıydı. Ve ne kadar ciddi olduğunu gözlerindeki karalılıktan anlamalıydı. “Giderim Cantuğ, ve inan sen, ben gitmek istediğim anda buna sen asla engel olamazsın.” Dedi söylediklerinin gerçekliği gözlerinden açık bir kitap gibi okunuyordu. Cantuğ o an anladı. Kızın gözlerinde asla bağlanmak istemediğini belli eden bir tavır vardı. Ama aklına gelen bir isim de yüzünü öfke ile buruşturmasına sebep oldu. “Ona mı gidersin?” “Kime?” “Hasan’a ya da ne bileyim şu dargın duramadığın her kimse ya da daha adını bilmediğim geçmişindeki herhangi birine...” “Yeter.” Dedi genç kız bu sözlerin onu ne kadar yaraladığını görmüyor gibi davranmasına artık katlanamıyordu. Gözlerinden akmaya başlayan yaşlar ve bakışlarındaki büyük hayal kırıklığı ile adama gözlerini döndürdü. “Bu kadar acımasız olmak zorunda mısın?” dedi elinin tersi ile gözlerinin yaşını aceleyle silerken “Canımı bu kadar acıtmak zorunda mısın?” diye devam etti sözleri. Cantuğ o an ne kadar saçmaladığını yine ve yeniden haddini aştığını bir kez daha anladı. Bu kızın gözyaşlarını görmeye tahammülü yoktu artık. Ve o yaşlar her defasında istemese de kendisi yüzünden süzülüp gidiyor ve yanakları ev sahipliği yapıyordu. Genç kızın reddetmesine bile izin vermeden usulca onu kolları arasına çekti. Gözyaşlarını yavaşça siliyor “Özür dilerim, ne olur ağlama? Ağlamana katlanamıyorum. Bu yaşlara sebep olduğum için kendimden nefret diyorum. Yalvarırım ağlama.” Dedi. Etkileyici bir ses tonunun içinde acıyı barındırdığı hissediliyordu. Ceylan, sevdiğim diye adını koyduğu adamın kolları arasında onun kokusunu içine çekerken hıçkırıklarına daha fazla engel olamadı. İçi sökülürcesine omuzları sarsılarak ağlamaya başladı. Rahatlamalıydı genç kız, son iki yıldır yaşadıkları kolay değildi ve çok uzun zamandır ilk defa çözüldüğünü hissediyordu. Cantuğ onun sırtını sıvazlarken “Tamam, sakin ol ağlama artık.” Dedi. Sanki az önce bağırıp çağıran, bu anın yaşanmasına sebep olan kendisi değilmiş gibi şimdi genç kızı teskin etmeye çalışıyordu. Ceylan biraz daha sakinleştiğinde onu biraz kendisinden uzaklaştırdı. Gözlerinin içine bakarak “Tamam, her şey senin istediğin gibi olsun. Patronumsun diyorsan öyle kalayım, daha azı dersen ona da razıyım ama Ceylan ne olursa olsun asla gitmene izin vermem bunu böyle bil.” “Cantuğ…” “Şiyt…” diyerek parmaklarını dudaklarına dokundurarak onu susturdu. “Yalvarırım daha fazla bir şey söyleme, ben seni görüp dokunamasam da razıyım ama bu ihtimalin bir gün elimden acımasızca alınabileceğini senin dudaklarından duymaya hazır değilim.” Dedi. Ceylan onun ne kadar üzgün olduğunu gördüğü için başını “Tamam.” anlamında olumlu yönde salladı. Onun bu kabullenişini yüreğinde küçük bir zafer olarak kabul eden adamın yüzünde buruk bir tebessüm peyda oldu. “Güzel.” Dedi biraz olsun memnun olduğunu hissettirmek adına. O anda başına giren ani bir ağrı ile eli başına gitti. Şakaklarını ovalarken genç kız adamın içtiği içkiler yüzünde bu halde olduğunun farkındaydı. Ayaklanarak “Bu kahve soğudu ben sana yeni bir kahve yapayım.” Diyerek kalktığında elinden nazikçe tutularak “Gitme.” Diyen adamın bakışları ile buluştu gözleri. Yalvarır gibi çıkmıştı sesi, yakarıyordu gözleri. “Ama…” dedi genç kız “Ayılmak ve kendine gelmek için kahve içmeye ihtiyacın var.” “Benim yalnızca sana ihtiyacım var.” Diyerek karşılık verdi adam. “Cantuğ…” diyerek itiraz etti genç kız. “Ceylan, sadece bu gecelik her şeyi, herkesi unutamaz mısın? Bir geceyi gözlerinde gördüklerime hediye edemez misin? Benim yüreğimde hissettiklerim bu kadarını olsun hak etmiyor mu?” dedi. Genç kız onun ne kastettiğini anlamaya çalışırken yavaşça az önce kalktığı yere geriye oturtuldu. Ceylan ne olduğunu bile anlayamadan Cantuğ onun dizlerine başını yerleştirdi. Genç kızın elleri onun bu hareketiyle havada asılı kalırken neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Merakına yenik düşse de yüreği sorular ile dolup taşsa da sesini yükseltip kelimelere dökemiyordu. Ama Cantuğ kızın afallamış yüz ifadesini hayal ederek gülümserken gözlerini huzurla kapadı. Mırıltılar eşliğinde konuşmaya başladı. “Küçükken annem her öfkelendiğimde ya da çok sinirlendiğimde beni kucağına yatırır ve başımı okşayarak beni sakinleştirirdi. Bunun nedenini asla çözemedim. Onun parmakları adeta sihirli gibiydi. Büyülü dokunuşlarla saçlarıma dokunduğunda bedenim gevşer ruhum rahatlardı. Şimdi senin kucağında bir gecelik huzuru senin kokunu içime çekerek yaşamak istiyorum. Bunu bana çok görme Ceylan.” Dedi. Sesi son anlarda mırıltılı bir hale bürünürken kelimeleri fısıltı değerinde çıkmıştı. Ceylan içten içe bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Havada asılı kalan ellerini yavaşça saçlarına değdirdi. Saçlarının her bir telini öpüp koklamak istese de şu an yapabildiği tek şey onlara dokunabilmekti. Bu bile onun için büyük bir mucizeydi. Kim hayallerinde büyütüp beslediği aşkının hiç beklemediği bir anda onun saçlarını her bir teline özgürce dokunabilirdi ki? O kişi onun için bir hayal, bir mucize, imkânsız, yasak bir meyveyse… O nadir insanlardan biriydi. Bir gecelik huzuru hissederken belki de aşkını özgür yaşayabileceği son gecenin karanlığının içindeydi. Peki, böylesine delice seven iki yüreğin birbirine yasak olması, birbirlerine dokunabilmeyi, sıcacık nefeslerini tenlerinde hissetmeleri gerekirken, yüreklerinde mucize saydıkları bu aşkın yaşadıkları haksızlık değil de neydi? |
0% |