@ugurluay
|
Gün sabaha dönmeye başlarken güneş cömertçe vuruyordu genç kızın yüzüne. Ceylan, gözlerine değmeye başlayan ışınların etkisiyle yüzünü buruşturmaya başladı. Yattığı yerden yavaşça doğrulduğunda üzerine örtülmüş örtüyü fark etti. Elleri ile yüzünü ovaladı. Gözlerini açtığında bir an nerede olduğunu idrak etmeye çalıştı. Etrafın sessizliği ve kucağındaki boşluğu hissettiğinde canının yandığını hissetti. Umutsuzca baktı dün gece kucağında olan adamın boş verine “Ne bekliyordun ki.” Dedi fısıltı halindeki sesi itiraf eder gibiydi. “Bu bile bir mucizeyken daha fazlası bana haramken ne olmasını bekliyordum ki.” dedi bir hırsla yerinden kalkarken ellerini saçları arasından geçirerek derin bir nefes alıp verdi. Camdan dışarıya baktığında sokakların yavaş yavaş hareketlendiğini insanların yeni gün ile birlikte hayata kaldıkları yerden devam etmeye başladığını gördü. Bir kendisi hayatına kaldığı yerden devam edemiyordu. Ceylan savruluyordu. Bir rüzgârın esintisine bırakmıştı artık kendisini, çözüm bulamıyor ve sadece kaçıyordu. Kaçmak. Hayatının son yıllarında yaptığı yegâne şeydi. Ama hissediyordu artık yolun sonuna gelmişti. Son demlerini yaşıyordu. Telefonu ısrarla çalmaya başladığında dün gece masanın üzerine bıraktığı telefonunu almaya gitti. Eline aldığında ekranda gördüğü isim bir an yüzünün huzursuzca gerilmesine sebep oldu. “Of!” dedi içli bir nefes bırakırken “Şimdi olmak zorunda mı?” diye sıkıntısını bir fısıltı halinde dillendirdi. Ama el mecbur açmak zorundaydı. “Efendim.” Dedi kaçacak bir yeri olmadığını artık biliyordu. “Sonunda telefonlarımı açmayı akıl edebildiniz küçük hanım.”Sitemkâr çıkan sesi Ceylan’ın gözlerini bıkkınlıkla açıp kapamasına sebep oldu. “Gülce gerçekten şu an hiç sırası değil.” “Dur bir dakika senin sesin neden böyle geliyor. Bir şey mi oldu? Yoksa…” dedi soluksuzca sorduğu sorular Ceylan’ı çoktan yormaya başlamıştı. Uykusuzluğun vermiş olduğu baş ağrısı ile bir eli ile başını ovalamaya başladı. “Yok Gülce sandığın gibi değil sadece biraz başım ağrıyor. Malum saat daha çok erken ve hafta sonu.” “Ha yani sabah sabah keyfinizi kaçırdım ve uykunuzu böldüm öyle mi? Bunu mu demeye çalışıyorsun sen şimdi bana?” “Gülce…” dedi sert bir şekilde. Onu kırmak istemiyordu ama son zamanlarda üzerine gereğinden fazla gelmeye başlamıştı. Hak vermiyor değildi ama elinden de başka bir şey gelmiyordu. “Tamam, tamam zaten rahatsız olsan da pek umurumda değil. Şimdi kulaklarını aç ve beni iyi dinle. Tam bir hafta sonra Hasan ile seni almaya geleceğiz. Hazırlıklarını yap ve bir an önce o işten ayrıl.” İşte yine başlamışlardı. Gülce vazgeçmeyecekti. Yine ona işten ayrılmasını söylüyor ve sürekli emirler yağdırıyordu. Ama ilk defa Hasan ile geliyoruz demişti. Ve son cümlesi Ceylan’ın yüreğine taş gibi oturmuştu. “Gülce ben yapamam. Ayrılamam…” Dedi sesi çaresizce çıkarken gözleri dolmaya başlamıştı. Gülce “Ne demek yapamam.” Diye haykırdı. “Çocuk oyuncağı değil bu Ceylan? Bırak artık küçük bir çocuk gibi davranmayı. Biz senin için nelerle uğraşıyoruz haberin var mı senin? Kendi hayatını birazcık olsun bizim kadar düşün.” “Gülce lütfen bunu bana yapma?” “Ceylan ne dersen de bu defa ne sen ne de Hasan beni vazgeçiremezsiniz. Söz konusu olan senin hayatın kızım. O cehenneme gitmene göz göre göre seyirci kalmamı istiyorsan yanılıyorsun. Buna asla izin vermem. Sana rağmen buna izin vermem duydun mu beni?” “Ama Cantuğ...” Diyebildi sadece. “Yeter artık Ceylan zaten gereğinden fazla kaldın orada. Bırak artık Cantuğ’u bir kenara şu an olmaz, bu defa olmaz. Anlıyor musun beni? Şu an önceliğimiz ona karşı hissettiklerin değil, önceliğimiz senin hayatın, önceliğimiz kahrolası o cehenneme geri dönmemen. Bu yüzden tam bir hafta sonra seni almaya geliyoruz. Bir an önce yer değiştirmen gerekiyor. Çünkü ortada hiç hoşuma gitmeyen şeyler dönüyor. Ve bu defa engel olamayacağım boyutlarda…” Ceylan konuşamıyordu. Sözü bitmişti. Nefesi kesiliyordu. Gülce’ye ağladığını hissettirmek istemiyordu. Her sözünde haklıydı. Ama işte gönlün ferman dinlemediği bir noktadaydı ve şimdi sadece küçük bir mucize bekliyordu. Bu yüzdendi burada bu kadar beklemesi. Bu yüzdendi hayatını bir an olsun düşünmemesi. Telefonu kapatır kapatmaz titrek adımlarına eşlik eden gözyaşları ve hıçkırıklarla sarsılan omuzları ile birlikte dün gece huzuru soluduğu kanepe doğru gitti. Onun varlığını hayal gibi gözlerinde canlandırırken kanepeye oturdu. “Neden?” dedi dişleri arasından öfkesini kusarken “Neden böyle olmak zorunda?” dedi. Eline aldığı yastığı sımsıkı tutarken gözyaşları ile başını yastığa gömdü. Sessiz çığlıklarını yükseltirken isyanı geçmişinde kalan her bir insan evladınaydı. Geçmeyi bir türlü beceremeyen insanlaraydı. |
0% |