@ugurluay
|
Final Gecenin karanlığı zifiriye bürünmüş ama inatçı yıldızları yok etmeyi başaramamıştı. Dila Antakya’da çiftliğin bahçesinde kollarını göğsünün altında birleştirmiş gözleri önündeki sahneyi film izler gibi seyrediyordu. Boran’ın önünde diz çökmüş İrem’in elleri ve ayakları bağlanmıştı. Koskoca Boran Ağa ilk defa verdiği kararın altında eziliyor, titreyen elleri arasındaki tabancanın tetiğini çekmeye gücü yetmiyordu. İrem korkusuz gözlerle büyük bir nefretle ona bakarken adeta Çek tetiği de bitsin artık bu çile, der gibiydi. Boran’ın alnındaki boncuk boncuk terler arsızca yere düşerken yutkunmak ateşten bir bilyeyi boğazında hissetmek gibiydi. Ne ölümler görmüş, geçmişte hırsları uğruna ne insanlar harcamıştı ama hiçbiri şu an kadar zoruna gitmemişti. Gücü yetmiyordu tetiği çekmeye. Yüreği el vermiyordu yıllarca bulmak için peşinde süründüğü kadını öldürmeye. Bu gösteriye daha fazla tahammül edemeyen Dila “Bitir artık şu işi Boran gerçekten sıkıldım.” Dedi. Adam bu sözlerle seslice yutkundu ama olmuyordu. Bunu yapamıyordu. Defalarca İrem’e karşı tehdit unsuru olarak ona ölümü hissettirse de gerçekleştirmeye takati yoktu. İrem onun en büyük zaafıydı. Dila Hanım adamın gözlerindeki korkuyu gördüğü an daha fazla kendisini tutamadı. Hızlıca onun yanına gelerek elindeki silahı aldı ve sertçe Boran’ı geriye doğru ittirdi. “Senin bu işi halledeceğin yok.” diyerek İrem’in gözlerinin içine büyük bir soğukkanlılıkla baktı. Genç kız karşısındaki kadının bakışlarında acımasızlığı gördüğü an usulca gözlerini kapadı ve fısıltı halinde Kelime-i Şehadet getirmeye başladı. Yüreği sonunda bitecek diye ferahlarken ruhunda biraz olsun endişe yoktu. Artık her şey son buluyordu. Gerçekten bugün ölüm günüydü. En azından ölüm tarihim doğru olacak, diye geçirdi içten içe. Yüzü huzurluydu. Onun bu teslimiyetçi tavrına isyan eden Boran kadının üzerine “Yapma. ”diye atıldığı an Dila Hanımın adamları tarafından kollarından sertçe tutularak engellendi. “Dila dokunma ona, yapma, çekme o tetiği.” Diyerek bağırıyor, yalvarıyor, çırpınıyor ama bir türlü kendisini tutan adamlardan kurtulamıyordu. Dila Hanım, bir önünde diz çöktürülmüş gözleri kapalı İrem’e, bir de adamlarının elleri arasında üzerine atılmak için çırpınan Boran’a bakıyordu. “Zayıfsın Boran, çok zayıfsın. Zaaflarına yenik düşmemeliydin.” Dediği an gözlerini tekrar İrem’e döndürdü. Ona acıyarak baktı. Yapmacık bir üzgünlük ve dudak bükmesiyle “Üzgünüm tatlım senin de sonun diğerleri gibi olacak.” Dedi ve namluyu kızın başına sertçe bastırdı. Dimdik durdu İrem onun karışışında. Artık umurunda değildi. İstediğini söyleyebilirdi. Artık Boran’ın kimden güç aldığını biliyordu. Yapbozun tüm parçaları yerine oturmuştu. Tetiği çekmeye hazırlanıyordu ki gecenin karanlığını ışık hızıyla bölen bir ses öylesine bir yankılandı ki adeta kulakları sağır etti. İrem bir an vurulduğunu düşündü ama vücudunda hissetmediği acı ile gözlerini hızlıca açtı ve karşısında elinden kanlar damlayan Dila’nın acı içinde kıvranan suratını gördü. Kadın nereden geldiğini anlayamadığı kurşunun vücudundaki yayılan acı dalgasıyla neye uğradığını şaşırdı. Arka arkaya gelen silah sesleriyle Dila Hanım bağırıyor adamlarına emirler yağdırıyordu. İrem kurşunlar arasında kaldığında ellerinin ve ayaklarının bağlı olması sebebiyle sadece kendisini yere atmıştı. Ne olduğunu bilmiyordu. Duyduğu tek şey silah sesleriydi. Gecenin karanlığında görebildiği hiçbir şey yoktu. Etraf mahşer alanına dönmüşken bedenine sarılan başka bir beden bir anda kızın irkilmesine sebep oldu. Gözlerini açmaya korkan kız bir an Boran mı acaba diye korksa da burnuna dolup taşan koku… Oydu… Gelen, bedenini sarıp sarmalayan sevdiği adam Cantuğ’du. Cantuğ kızı kucaklayarak ve dikkat ederek kendisine en yakın ağacın arkasına sürüklediğinde kız hala şaşkındı. Rüyada mıydı? Yaralanmıştı da yoksa hayal mi görüyordu? Cantuğ ona bir şeyler söylüyor ama kız duymuyordu. Sadece onu izliyordu. Adam kızın ellerini ve ayaklarını çözdü ve yüzünü elleri arasına alarak avuçladığında büyük bir aşkla baktı. Kız hala şoktaydı. Onu duymuyor, algılayamıyordu. Gözlerini irileştirerek ona bakıyor gördüklerinin bir hayal olmasından delicesine korkuyordu. Cantuğ kızın hala şokta olduğunu fark ettiği an avuçları arasındaki yüzünü kendisine yaklaştırdı ve dudaklarına günlerin açlığı ile hasretini dindirircesine, sahiplenircesine öpmeye başladı. Kız bu öpüşü, tenindeki sıcaklığın vermiş olduğu özlem duyduğu bu dokunuşları hissettiği an yüreği titredi ve gerçekte var olduğu ana geri döndü. Adamı kendinden uzaklaştırdı ve gözlerine baktı. Gecenin karanlığına rağmen onun yüzündeki morlukları, yaraları bereleri görebiliyordu. Elleriyle o yaralara dokunarak ışıldayan ve akmaya hazır gözyaşlarıyla “Seni ardımda bıraktığımda öldün sandım.” dedi avuçlarının içine öperken bir damla yaş akıp gitmişti adamın avcuna. Cantuğ onun bu haline içi öyle bir gitmişti ki kızın yüzünü tekrar avuçları arasına aldı. “Gözlerimi açıp da seni yanımda görmediğimde öldüm sandım.” Dedi yüreğinde yaşadığı korkuları tüm çıplaklığı ile ona söylemişti. *** İrem, başını Cantuğ’un göğsüne hapsetmiş kokusunu derince içine çekerken bir an önce bu cehennemden kurtulmak istiyordu. Yavaş yavaş silah sesleri kesilmeye başladığında tanıdık bir ses yankılandı kulaklarında. “Cantuğ, İrem neredesiniz?” diyen o ses Gülce’den başkasına ait değildi. Kulaklarında yankılanan arkadaşının sesiyle bir anda adamın kolları arasından sıyrılan kız ona baktığında Cantuğ onay verircesine gözlerini açıp kapadı. “Gerçekten burada mı?” diye sorduğunda gerçek anlamada emin olmak istiyordu. O kadar çok şey yaşamışlardı ki artık ne gerçek ne yalan ayırt edemiyordu. “İrem neredesiniz?” diye duyduğu ikinci ses ise Hasan’a aitti. “Her yer temiz çıkabilirsiniz.” Dediğinde kız daha fazla yerinde duramadı ve hızlıca ayağa kalktı ve az önce ölümü beklediği yere koşarak geldiğinde Hasan’ı ve Gülce’yi gördü. Gözyaşları ile onlara doğru koşup kollarına atıldığında üçü de birbirlerine sıkıca sarılmışlardı. Yılların dostluğu, geçen ayların özlemiyle birbirlerine sıkıca sarıldılar. Arkasından gelen başka bir ses ise kızın bedeninin birden taş kesilmesine sebep oldu. “Kızım.” Dedi o ses… Vücudu gerilen kız duyduğu babasının sesi ile hareketsiz kaldı. Ne dönebiliyor ne de bir cevap verebiliyordu. “Kızım.” Diyerek bir adım daha attı adam “Kırgın mısın babana? Dargın mısın koruyamadığım diye seni? Affet kızım, bilemedim, böylesine çetrefilli bir olayın içinde olduğumuzu anlayamadım. Bu kadar yalan, dolan, günahın içinde töre dedim, abim dedim, ağa dedim boyun eğdim, seni kurban ettim affet kızım. Sesimi çıkaramadığım, karşı gelemediğim, ardını sorgulayamadığım için affet beni.” Dedi kızına gözleri yaşlı adım adım gelerek onun omzuna dokundu. “Affeder misin beni kızım? Kale gibi sağlam durup seni koruyamadığım için affeder misin beni?” dedi özür dilercesine. Omzundaki elin titreyişlerini hisseden kız daha fazla dayanamadı ve hızlıca dönerek “Baba…” diyerek hıçkırıklarla babasının kollarına kendisine küçük bir kız çocuğu gibi bıraktı. Babasına sarılan kızın yanına yavaş yavaş gelen Bilal ve adamları, Enderoğlu aşiretinin adamları, Gülce, Hasan ve Cantuğ, baba kızın etrafını sarmışlardı. Herkes bu duygusal ana şahit olurken Dila, Boran ve çiftlik içindeki tüm adamları etkisiz hale getirilerek bahçenin ortasına getirilmeye başlanmıştı. Tam da İrem’in ölüme mahkûm edilmeye düşünüldüğü yere her biri diz çöktürülmüş ve gerçeklerin bir bir su yüzüne çıkmasına şahitlik ediyorlardı. İrem babasının kolları arasından sıyrılıp arkadaşlarına döndüğünde “Nasıl oldu? Nasıl başardınız? Ben tüm ümidimi yitirmiştim.” Dedi kalbinin kabul ettiği gerçekleri ortaya dökerken. Gülce kızın yanına gelip arkadaşının omzuna kolunu attı. “Sana seni bu töre saçmalığına kurban etmeyeceğim demiştim değil mi?”dedi tüm şakacılığı üzerindeyken. Hasan bu kadar gergin ortamda Gülce’nin yapmaya çalıştığı yumuşatma operasyonu saçmalığını bertaraf etmeye çalışarak “Sen ona bakma İrem.” Dedi yapmacık bir kızgınlıkla. Gülce “Ne var ya?” diyen bakışlarını ona gönderirken Hasan tüm ciddiyetiyle İrem’e ve hikâyeyi bilen Cantuğ’a döndü. “Boran’ın seni Halfeti’den kaçırdığını öğrendiğim an artık daha fazla bekleyemedik. Bilal de bize bazı gerçekleri anlatınca taşlar yerine oturdu.” Dedi. İrem bakışlarını birden Bilal’e döndürdü. Bilal artık konuşması gerektiğini biliyordu. “Bak İrem biz Hasan ile askerden arkadaşız. Ben askerliğimi bitirmeye gün sayarken ardımda sevdiğim kızı bırakmıştım. Üniversite okuyordu. Benim askerliğim bitince evlenecektik. Ama ben zamansız bir şekilde ailem tarafından izne çağırıldığımda içim daraldı. Çünkü uzun zamandır ondan haber alamıyordum. Ruhum daralarak izne geldiğim memleketimde beni karşılayan sevdiğimin, Hilal’imin cenazesi oldu. Yüksek dozda uyuşturucundan ölmüştü. Tecavüz edilmiş…” Dedi sesi kısılmıştı son kelimede. Gözlerindeki acı sesine de yansımıştı. “Evlenme hayalleri kurduğum kız ölmemiş, öldürülmüştü. Ve ben o gün onun mezarı başında yemin yettim. Ona bunu yapanların cezasını kendi ellerimle verecektim. Ama bana bıraktığı mektupta elimi kana bulamamı söylemişti. Sanki öleceğini biliyor gibi bana mektup yazmış. Başına bu talihsiz olayların geleceğini bilir gibiymiş. Bu kalktak…” diye eliyle Dila’yı gösterdi. “Onun yanına bir arkadaş gibi yaklaşıp sonra da üniversitede uyuşturucu satması için zorlamış. Hilal kabul etmemiş dahası polise bildirmiş. Sonra da Hilal’i mi kaçırmış bu şerefsizler. Ceza vermek ve mecbur etmek amaçlı uyuşturucuya alıştırmışlar. Ve bu Boran pisliği…” diyerek daha fazla kendini tutamayan adam yerde diz çökmüş adamı yakalarından tutup sarsamaya başlayarak yüzüne bir yumruk savurdu. Hasan arkadaşının yüreğindeki yangını biliyor ama bir yanlış yapmaması için onu durdurmaya çalışıyordu. “Bırak beni Hasan, bırak, neyim kaldı ki artık, bırak beni.” Diyerek Boran’ın üzerine atılırken Hasan onu sakinleştirmeye çalıştı. “Polisler gelecekler ve cezasını çekecek. Unutma Hilal’e verdiğin sözünü, onu huzursuz etme yattığı yerde. Yapma Bilal.” Dedi adam. Bilal daha fazla dayanamayıp yere çöktüğünde “Bu şerefsiz ona tecavüz etti ve ben sevdiğim kızı koruyamadım. O kaltak pisliklerini temizlemek için sevdiğim kızı öldürdü, ona yüksek dozda uyuşturucu vererek öldürdü. Ben koruyamadım.” Dedi yıllardır içinde tuttuğu acıyı serbest bırakmıştı. Hasan arkadaşının omzuna dokunup gözleri Boran’a döndürerek tiksinircesine konuştu. “Onu öyle bir yere tıktıracağım ki yaşadığı her ana, gözünü açtığı her sabaha lanet edecek. Ölmek isteyecek ama başaramayacak. Ölüm onun için kurtuluş olur Bilal, o yaptıklarının bedelini her Allah’ın günü ödeyecek.” Dedi. “Hilal’e yaptıklarından, Beyaz anayı zehirlemekten, ağalıktan men edildiği vasiyeti değiştirip İrem’i kendiyle evlenmeye mecbur etmekten, Cantuğ’a ve İrem’e yaptıkları için büyük ceza alacak. O da onlarda…” dedi yerdeki bir yığın insanı göstererek. İrem, Hasan’ın yanına hızlıca gitti. “Babaannemi öldüren oydu değil mi?” dedi bildiği gerçeğin ispatlanması için. “Bunu doktor sevgilisi Dila ile yapmış. Vasiyeti öğrenince adım adım her gün zehirlemişler. Doktor olan Dila Hanım ise raporlarla çok güzel oynayıp olayı örtbas etmiş.” Dedi uyuşturucu şebekesinin başı olan kadına bakarken. İrem’in babası Boran’ın yakalarından tutup sarsmaya başladı. “Nasıl kıydın ulan anama? Nasıl kıydın kanından canından bir insana? Bu kadar mı gözün döndü? Bu kadar mı hırs bürüdü yüreğini?” dedi ve onun “Amca yalvarırım bir dinle.” Demesine aldırış etmeden suratına öyle bir tokat savurdu ki adam kendisini boylu boyunca yerde buldu. “Amca…” dedi eli yanağındayken hissediyordu yolun sonunda olduğunu. “Sen bana anamın ölümünü yaşattın, kızım hayattayken diri diri bizi mezara koyup ölümünü ilan ettin. Daha nicelerinin hayatını cehenneme çevirdin. Ben senin amcan mamcan değilim.” Dedi ve aşiretin ileri gelenlerine ve adamlarına dönerek “Ey Enderoğlu aşireti bundan böyle benim ne kardeşim ne de onun Boran diye bir oğlu var. Beyaz ananın tek oğlu ve tek bir torunu var. Bundan böyle onları sayan bizden değildir.” Dedi ve hükmü verdi. Boran duydukları karşısında ilk defa yaptıklarının büyük acısını yüreğinde hissetti. Bitmişti. Bir adı vardı hükmettiği onu da yaptıklarının ortaya çıkmasıyla sonsuza kadar yitirmişti. Artık ne aşiret ne de babası hiç kimsesi kalmamıştı. Bitmişti her şey. “Tüm bunlar nasıl ortaya çıktı hala aklım almıyor?” dedi kız. Hasan bir iki adımda arkadaşına yaklaştı. “Aslında bizim birimde sevmediğimiz bir adam vardı. Adı Cafer... Hatırlıyor musun? Seni apar topar Ankara’ya yerleştirmiştik. Aslında endişemiz Boran’ın bizim attığımız adımlardan haberdar olmasıydı. Çözememiştik. Bir türlü emin olamamıştık. Ama telefonlarını dinlettiğimizde aramızdaki köstebeğin o olduğu anlaşıldı. Ve birazcık güç kullanarak tüm her şeyi öğrendik diyelim. Halfeti’de Cantuğ’u bulduğumuzda ise biraz çuvallamıştık. Çünkü senin yerini bilmiyorduk. Cenaze törenine gelen Boran’ın bizi sana götüreceğini biliyorduk. Buraya kadar takip ettik. Tam harekete geçecekken Dila Hanım teşrif etti. Onun gelmesi ile de tüm halka tamamlandı. Gerçi Cantuğ’u durdurmak biraz zor oldu ama…” diyerek adama yandan sert bir bakış attı. Cantuğ hiç kimseye aldırış etmeden kızın yanına gidip onu kolları arasına alarak “Sevdiğim kadın günlerdir bir psikopatın elindeyken kusura bakma ama duramazdım.” Dedi. İrem’in babası bu yakınlığa kaşları çatılarak baktığında Gülce ruhu daralmışçasına Hasan’a dönerek “Ne zaman gelecek ekipler? Burada daha fazla durmasak olmaz mı?” dedi. Hasan kıza hak verircesine başıyla onaylayarak “Haklısın, daha fazla burada beklemenize gerek yok, sen İrem’i falan alarak merkeze geçin. Orada ifade için bekliyor olacaklar. Herkes her şeyden haberdar zaten.” Dedi. “Emredersin amirim.” Diyerek ona takıldı. Arkadaşının koluna girip onu Cantuğ’un tatlı esaretinden kurtarırken hiç beklenmedik bir anda yerde oturan Dila Hanım göğsünün iç kısmına gizlediği silah ile ayağa kalkarak “Her şey senin suçun.” Diyerek tetiğe basarak silahını ateşlediği anda adeta zaman durdu. Kulaklarda birkaç el silah sesi yankılandı. İrem, Gülce, Hasan, Bilal, Cantuğ hareketsiz kalmıştı. Kime ne olduğunu anlamaya çalışan gözler birbirini kontrol ederken yere yığılan bir beden yüreklerin korku ile dolup taşmasına sebep oldu. *** Gözleri kayarak yere süzülen İrem’in bedeni toprakla buluştuğunda Gülce bir an hareketsiz kaldı. Bilal ateş eden Dila Hanımın üzerine atılıp onu etkisiz hale getirirken Cantuğ “İrem...” diye haykırarak koşarak büyük bir korkuyla yanına geldi. Yere düşen bedenini usulca kucağına çekerek “İrem, yapma, ne olur yapma.” Diyerek yalvarıyordu. Gülce girdiği şoktan çıkarak yanı başında Cantuğ’un kucağında kesik kesik nefes alan arkadaşına gözyaşları ile bakarken “Sakın İrem, sakın uyuma, aklından bile geçirme.” Diyerek onun elini tutarken canından can kopuyordu. Ciğeri parçalanıyordu. Hasan koşarak yanlarına geldiğinde İrem’in sırtından vurulduğunu, kurşunun girişinin olduğunu ama çıkışının olmadığını gördüğü an Allah kahretsin diyerek hemen telefonuna sarıldı. 112 Acil servisi ararken elleri titriyordu. Bağıra çağıra ambulans isterken, kızın babası yaşının vermiş olduğu güçle nefes nefese kızının başına geldi. “Kızım.” diyerek feryat eden adam elini kalbinin üzerine götürdü. Boran bulunduğu yerden kalkmaya çalışsa da aşiretin adamları ona izin vermiyordu. Daha düne kadar emrinde olan adamlar şimdi ona düşmanmış gibi bakıyorlardı. Sevdiği kadının kolları arasında kanlar içinde olması Cantuğ’un tüm direncini kırıp atmıştı. “Bunu bana yapamazsın İrem, beni bırakıp gidemezsin. Daha seninle ne yaşadık ki? Bu haksızlığı bize yapmaya hakkın yok.” Diye veryansın ediyordu. . İrem onun canının yandığı için böyle konuştuğunu biliyordu. “Söz verdim ben sana İrem, bizim hikâyemiz mutlu sonla bitecek, bizim hikâyemizin sonu karagüle bulanmayacak.” Diye haykırdı. Kız adamın yüzünü avuçları arasına aldı. Gücü yettiğince canının acısını hissettirmemek adına burukça tebessüm etti. “Sen…” dedi nefesi kesilir gibi oldu. “Dur, konuşma, yorma kendini, kurtulacaksın, şimdi ambulans gelecek, iyileşeceksin.” “Üzülme, eğer geri dönmezsem sakın üzülme.” Dedi tekrar nefesi acıdan kesildi. Dudağının kenarından kan sızmaya başladığında adamın ciğeri parçalanırcasına acılar içinde kıvranmaya başladı. “Konuşma, veda eder gibi sözler sarf etme. Yapma, yorma kendini. Ne olur sevdam yapma bunu bana, yarım bırakma beni.” “Ben… “ dedi gözleri hafiften kayar gibi oldu ve tekrar güçlükle açtı. “ Seni çok sevdim, hep sevdim.” Dedi ve gözleri kayıp giderken bir anda bilincini yitirdi. Cantuğ onun bu sözleri karşısında gözleri irileşti. “Yok, yok olmaz, olamaz, İrem…” diye genç kızın bedeni kucağındayken yeri göğü inleten feryadıyla başını gökyüzüne kaldırdı. “İrem bunu bana yapma.” Diye haykırdığında tüm yürekleri titretmemişti. Gülce kızın ellerine kapaklanmış hıçkırıklara boğulmuştu. Kızın babası yere çökmüş başı önünde omuzları sarsılarak hıçkırıklarla ağlıyordu. Hasan İrem’in bilinçsizce yatan bedenini Cantuğ’un kollarında gördüğünde telefonla konuşmasını yarım bıraktı ve sesi kesildi. Eli yavaşça yanına düştü. Yıllardır sırf o yaşasın, özgür olsun diye verdikleri mücadele böyle mi bitmişti? Kader onu mutluluğa kavuştukları son dönemeçte acımasızca ellerinden mi almıştı? Bu hikâye burada böylelikle biter miydi? Hasan’ın başı çaresizlikten önüne düşmüştü. Feryatlar, isyanlar, hıçkırıklar gökyüzünün karanlığına yükselirken herkesin yüreğinde derin bir korku ve can yakan acı vardı. Zaman kayıpların zamanı mıydı? Yürekler buna dayanır mıydı? Bunca mücadele mutluluk yerine ölümü mü hak etmişti? |
0% |