@ugurluay
|
“Ağlamayacağım hayır bu defa onun için ağlamayacağım.” Diyerek gözünden akmaya hazırlanan bir damla yaşı akıp gitmeden elinin tersiyle silip attı. “Gözümden o şerefsiz için süzülüp gidecek, sineme dökülecek tek damla yaş dahi haram bana.” “Bir şey mi dedin abla?” diye sordu taksi şoförü. Sanem bir an eve gitmek için taksiye bindiğinin farkına vardı. “Bir şey yok siz işinize bakın lütfen!” dedi gayet ciddiyet dolu bir sesle. Adam başını sağa sola sallayarak fısıltı halinde “Gece gece çattık belaya.” Dedi. Onun bu huysuz homurdanmasına aldırış etmeyen Sanem ellerini göğsünün altında birleştirip arabanın camından dışarıya bakarken ne yapacağını, bu işin içinden nasıl olup da sıyrılacağını düşünüyordu. Bir yolunu bulup Çınar’ı bu çılgın isteğinden vazgeçirmeliydi ama nasıl? Artık karşısında duran yıllar önce ona kör kütük âşık olan Çınar değildi. Sanem bu adamı tanımıyordu, karşısında ona meydan okuyan kişi tamamen ona yabancıydı. “Of!” diyerek içli bir şekilde nefes verdiği sırada telefonunun sesini duydu. Bir an “Acaba Çınar mı?” diye düşünse de hemen aklına gelenleri ani bir şekilde yok etti. O herifin ismini cismini hayatının kıyısında köşesinde görmeye, duymaya, bilmeye dahi tahammülü kalmamıştı. Çantasından gelen sesin istikrarlı bir şekilde çalmaya devam etmesiyle eline telefonunu aldı. Ekrandaki isime kaşlarını çatarak baktı ve açtı. “Alo Leyla.” “Abla.” Diyen sesi tedirgin ve sıkılgan geliyordu. Onun ses tonu Sanem’in hiç hoşuna gitmemişti. Yine bir şeyler olmuştu. Hem de Sanem’in hiç hoşuna gitmeyecek bir şeyler… “Söyle ablasının kuzusu, sende söyle, bu gece kötü haber gecem nasıl olsa, ne oldu söyle?” dedi duyacaklarına hazır olmayan yüreğine inat. “Abla şey…” dedi kıvranıyordu kız telefonun diğer ucunda. “Leyla cidden uzatma, takatim kalmadı, Çınar yeterince zorladı beni bu gece bir de sen zorlama, bir nefeste söyle geç kardeşim, daha kötü ne olabilir zaten?” diyerek mırıldandı. “Abla sen patronunla görüştün mü hiç? Yani gelmeyeceğini söyledin mi?” “Hayır aramadım daha bu nerden çıktı şimdi?” Kızın kaşları istemsizce çatıldı. “Sen bu gece senin saatinde başlayan programdan haberdar değilsin yani.” “Ne? Ne programı? Hangi saatte? Kızım doğru düzgün anlatsana şunu.” “Of abla ya, sen ne demeye patronunu aramazsın, adam senin yerine bir başkasını işe almış. Az önce yayına girdi ve bundan sonra bu saatlerin yeni sahibi benim dedi.” “Ne dedi? Ne dedi?” “Of abla niye tekrarlatıyorsun duydun işte.” “Kapat, kapat telefonu çabuk.” Diyerek cevap bile beklemeden kardeşinin suratına telefonu bir hışımla kapattı. Taksiciye doğru eğilip can havli ile “Durdur çabuk arabayı.” diye haykırdı. Adam bir an arabadaki yüksek ses ve hareket ile ne yapacağını şaşırdı. Sinyal vererek hemen sağa yanaştı. “Ne oldu abla? İyi misin?” diyerek kıza bir şey oldu mu diye baktı. Gözlerindeki öfke bulutları adamın sesini kısmasına sebep oldu. Sanem çantasındaki cüzdanından yüklü miktarda bir parayı çıkarıp adamın eline tutuşturdu ve arabadan indi. Nerede olduğu hiç umurunda bile değildi. Nefes almaya ihtiyacı vardı. Taksicinin arkasından seslenmesine bile aldırış etmeden kayalıklara doğru yürüdü. Eli kalbine gitti. Derin derin nefes alıp verdi. Gözlerinden yaşlar akıp gidiyordu. Artık durdurması imkânsızdı. Elindeki telefonun rehberinden hemen patronu Tahsin beyin numarasına dokundu. Çaldı, çaldı, çaldı bir süre sonra da meşgule atıldı. Pes etmedi Sanem, bıkmadan usanmadan tekrar tekrar aradı ve telefonu yine meşgule atıldı. “Allah kahretsin!” diyerek haykırdı. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Uçurumun ucuna geldi. Dalgaların sesi kulağına sertçe ulaşıyordu. Gecenin karanlığı içine acı ile işliyordu. Bu nasıl bir geceydi böyle? Hayatı ellerinden çekilip alınıyor ve o hiçbir şey yapamıyordu. İlmek ilmek işlemiş her bir tuğlasını kendisi örmüştü. Şimdi ise ilmekler sökülüyor emek verip ördüğü duvar üstüne acımasızca yıkılıyordu. Cevapsız kalmıştı tüm aramaları. Telefonunun internetini açarak kendi radyosunun ismini yazdı. Kimdi yerine gelen, durduk yere nereden çıkmıştı, patronu nasıl olurda ondan vazgeçmişti. Radyo açıldı ve kızın kulağına kadifemsi bir erkek sesi dolup taştı. Bir şeylerden bahsediyordu adam ama Sanem o kadar tükenmiş bir haldeydi ki kulağına dolup taşan sesin söylediklerini algılayamıyordu. Ayakları o kadar gücünü yitirmişti ki uçurumun kenarında daha fazla ayakta duramaya mecali kalmayan kız dizlerinin gücünü ondan çekmesiyle yere ansızın düştü. “Bir elimde fotoğrafın, gözlerinin en derinine bakıp kadehimi şerefine kaldırıyorum. Aşk şarabından sarhoş olurken ben senden bir an olsun ayrılamıyorum. Senin yokluğunda şarkıların nakaratı işliyor içime içime… Sen gittin. Gelmediğin her güne bir çentik atıyorum masamdaki takvime, sensizliğin izini bırakıyorum ömrüme ve biliyorum bir gün geleceksin. Ve sen benim ömrümde sonsuza dek hüküm süreceksin. Ben Adem , her gece aynı saatte karanlık gecenizde sevdanızın dili yüreğinizin sesi olmaya geldim. Sıradaki parça dili olmayan sessizliğe gömülmüş sevdalara gelsin.” Dedi ve Sanem’in kulaklarına Yüksel Baltacı’dan Haram şarkısı dolmaya başladı. Yüksel Baltacı-Haram Gel etme sevdiceğim Şarkının her bir kelimesi, her bir cümlesi Sanem’in yerle yeksan olmasına sebep oldu. En büyük hayali de elleri arasından uçup gitmişti. Çınar sebep olmuş, Adem denen adam hayallerini elinden çekip almıştı. Omuzları sarsılarak uçurumun kenarında hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Elinde telefon kulağında şarkının sözleri kaybettiği işinin yasını tutuyordu. Bitmişti. Zifiri karanlık gece de tüm hayatı ellerinden alınmış, uçurumun kenarında hayalleri intihar etmişti. Gözyaşları hayatının üzerine kaderiyle işbirliği içinde toprak atmıştı. Her şey artık bitmişti. Gözünden akıp giden her bir yaş bu yaşananlara asilce şahitlik etmişti. |
0% |