@ugurluay
|
Bir Hafta Sonra Hayat kaderiyle elbirliği etmiş onunla nasıl da oyuncak gibi oynuyordu. Gözlerini tavana dikmiş ölü bakışlarla hareketsiz bir şekilde yatağında ruh gibi yatıyordu. O uçurumun kenarında yalnızca hayallerini değil kendisini de öldürmüştü. Patronu Tahsin telefonlarına çıkma gereği bile duymadan tek bir mesajla işine son vermiş “Beni mağdur ettin, aslında en başında yapmam gerekeni yaptım.” Diyerek sözün bittiği zirveye Sanem’i tırmanmaya zorlamıştı. Gitmek, kaçmak istemiş ama onu bile başaramamıştı. Kendi yaşadıklarının bedelini kardeşine ödetmeye gönlü razı gelmemişti. Hem gitse ne olacaktı ki artık, bir işi bile yoktu. Az mı çekmişti işsizliği o şehirde, açlığın ne demek olduğunu öğrenmemiş miydi? Artık ne için gidecekti, neyin mücadelesini verecekti? Kıpırdamadan, gözünü bile kırpmadan hayallerinin mekânını işgal eden ve yerini acımasızca mesken eden adamın radyoda çınlayacak sesini duymak için bekliyordu. Adem, karanlık geceler de sevdaların dili, yüreklerin sesi olmaya niyetlenen adam Adem. O günden sonra çılgınlar gibi araştırmış ve onun gibi geleceği parlak bir radyocunun kendi küçük radyo programında ne işi olduğunu deli gibi merak etse de bir türlü bulamamıştı. Her şey yanmış, bitmiş, kül olmuştu. Çınar’ın çıkardığı yangın meydanında geride Sanem’in küle dönmüş hayalleri, hiç yaşamak istemediği geleceğinin gerçekleri kalmıştı. Hala olanlara inanamıyordu. Onu deliler gibi seven, gözünden akacak bir damla yaşa tahammülü olmayan adamın yaptıklarına aklı el vermiyordu. Oysa bir zamanlar ne kadar da merhametliydi kendisine karşı, ne kadar da hassasiyet doluydu ona dokunurken… Gözleri tavana sabitlenen kız usulca kapattı gözlerini. Gözünden bir damla yaş akıp giderken zihni geçmişte kendisine güzel anılar bırakan adamın yaşattıklarına dalıp gitti. Geçmiş Zaman “Kızım sen iyice şifayı kaptın? Gözünü açamıyorsun birde hastaneye gitmiyorsun. Hadi bırak şu inadı da gidelim hastaneye.” Diyen Damla arkadaşının yattığı yatağın başucunda elini alnına götürmüş giderek artan ateşini kontrol ediyordu. Gözünü açmak da zorlanan Sanem mırıltı halinde “Ya ben sevmiyorum hastaneleri, bilmiyormuş gibi konuşuyorsun, hem iki gün sonra sınavlar başlıyor. Biraz dinleneyim geçer.” Diyerek yorganı üstüne daha da çekti. “Allah’ım bana sabır ver ya.”diyerek kızın başına kadar çekiştirdiği yorganı tutarak açmaya çalıştı. “Örtme şu yorganı daha da ateşin çıkacak.” “Ya bıraksana Damla üşüyorum ben.” Diyerek güçsüz kolları ve huzursuz yüzüyle üşüyen bedenine üzerinden çekilen yorganı geri örtmeye çalışıyordu. “Küçük çocuk gibisin Sanem, hadi bırak artık şu inadı.” Onu bezdirmeye çalışarak saatlerdir dil dökse de bunun pek de işe yaramayacağını anladı. “Tamam, hastaneye gitmeyelim ama en azından dışarıda bir tabak sıcak çorba içelim, belki iyi gelir.” “Ya ben aç falan değilim sadece uyumak istiyorum.” Giderek mızmızlanamaya başlamıştı. “Aaaa yeter artık, ya hastaneye gidiyoruz ya da çorba içmeye ikisine de hayır deme gibi bir lüksün yok. Hayır dersen de ambulansı çağırttırırım haberin olsun.” Dedi ellerini göğsünün altında birleştirip otoriter bir havada hiç taviz vermeyen bir tınıda konuştu. Sanem göz ucuyla arkadaşına baktı. Suratını yan tarafa çevirmiş ve gayet ciddi olduğu belli oluyordu. Eğer şimdi kalkıp sunulan bir tercihi kabul etmezse gözünü hastanede açması an meselesiydi ve Sanem hayatta en çok hastane kokusundan nefret ederdi. “Başka bir seçenek…” dedi olmadığını bildiği halde şansını denemek istedi ama Damla’nın “Yok.” Diyen kesin tavrı ve sert cevabının ardından yataktan sökülürcesine kalktı. Bir adım atacak dermanı olmayan kız ayaklarını süründüre süründüre giyinmek için kabine girdi. Siyah eşofman altı ve üzerine kapüşonlu beyaz bir sweatshirt geçiren kız kafasına da bir şapka takarak kapüşonlusunun şapkasını kafasına geçirdi. Sırtına taktığı çanta ile arkadaşının karşısına geçtiğinde adım atacak takati kalmamıştı. “Böyle mi çıkacaksın dışarıya?” dedi ona hayret dolu bakışlarla. “Nasıl çıkmamı istiyorsun Damla? Alt tarafı çorbacıya gidiyoruz. Beğenmediysen, beni yanına yakıştıramadıysan hemen vazgeçebilirim yani, zaten canıma minnet.” Dedi üzerine değiştirmek için kabine geri yönelmişti. “Ay tamam ya...” diyerek koşar adım arkadaşının fikrinden caymaması için onu durdurdu. “İstersen çuvalla gel ama yeter ki şu bir tas sıcak çorba iç.” Dedi onun koluna girerek sürüklercesine odadan çıkardı. “Ne çorbaymış arkadaş? Kız utanmasa çorbacıya ışınlanacak.” Dedi ağzının içinde keyifsizce homurdandı. Yurttan çıktıktan kısa bir süre sonra dolmuş durağına doğru yürüdüler. Önlerindeki dolmuş sırasına girmek için yönelen Sanem’in kolundan tutup geriye çeken arkadaşına şaşkınlıkla baktı. “Ne yapıyorsun hadi binelim dolmuşa.” “Yok ben bunu beğenmedim bir sonrakini bekleyelim.” Diyen arkadaşına şaşkınlıkla baktı. Ona dönüp “Damla hasta olan sen misin yoksa ben miyim? Ben bir şüpheye düştüm o noktada.” Dedi ellerini göğsünün altında birleştirip arkadaşına baygın gözlerle bakarken sorgulamaktan da geri durmadı. “O ne demek öyle?” “Kızım alt tarafı dolmuş ne gibi bir beklenti içine girdiğini anlayamadım? Hepsi de birbirinin aynısı.” Dediği an arkasında bir araba sesi duydu. Damla keyifle arkadaşına baktığında yüzünde otuz iki dişinin de meydana çıktığı bir sırıtış peyda oldu. “Ne demeye sırıtıyorsun şimdi? Bak cidden iyi değilsin sen, kesin benden hastalık kaptın.” Dedi endişeli gözlerle. “Yok ben gayet iyiyim ama şimdi seni iyi etme zamanı diyerek arkadaşının kolundan tutup arkasında duran arabaya Sanem’i bindirmeye çalıştı. Sanem ne olduğunu anlamazken bir boşluk anında kendini bir anda arabada buluverdi. “Ne oluyor ya?” dediği an etrafına baktı ve o gözlerle karşılaştı. Aşkı bulduğu huzuru tattığı o gözlerle hasretle buluştu. “Çınar…” dedi şaşkınlıkla arabanın koltuğunda hareketsiz kaldığında Damla arabanın kapısını kapatıp camına doğru eğildi. “Bak bu dolmuş daha güzel.” Diyerek arkadaşına göz kırptı. Sonra da Çınar’a dönüp “Enişte bu kız sana emanet, beni yedi bitirdi hastalıktan düşüp kalacak ama malum götüremedim hastaneye. İyi etmeden getirme emanetimi.” Diyerek arabanın kapısına hayırlı yolculuklar dercesine vurdu. “Damla…” diyerek şaşkınca ona bakarken, Çınar “Merak etme baldız o iş bende, emanetine yüreğimle bakacağım.” Diyerek ona göz kırptı. Sanem şaşkınlıktan konuşamaz haldeyken Çınar ona döndü “Beni özlemedin mi ceylan yüreklim.” Diyerek yanağına minik bir buse kondurdu. “Ama, sen nasıl?” “Nasıl senin hasta olduğunu öğrendim değil mi?” “Yani evet, şey ben sen üzülme diye söylemek istememiştim.” Diyerek başını önüne düşürdü ve gözlerini ondan kaçırdı. Suçluluk ev sahipliği yapıyordu vicdanında. Çınar nazikçe onun çenesinden tutup gözlerine bakması için onu dokunuşuyla ikna etti. Yüzüne tatlı bir gülümseme ekledi. “Ben senin nefesinden, ben senin sesinin tınısından, ben senin gözlerinden anlarım Sanem. Sen benden hiçbir şey saklayamazsın ki bu hastalık bile olsa. Şimdi küçükhanım başarısız saklama girişiminizin ardından şimdi benim sözüm dinlenecek.” “Bu da ne demek?” “Şimdi ben ne dersem o olacak demek? Kemerini bağla seninle küçük bir yolculuğa çıkıyoruz.” Dedi ona göz kırparak. Sanem öylesine mutlu, öylesine şaşkın ve öylesine merak doluydu ki … Ama şu an yapması gereken şeyi çok iyi biliyordu. Sevdiğim dediği adamın varlığının yaydığı huzur ile birlikte onun yanı başında ona güvenecek ve sessizce yaşayacaklarına seyirci kalacaktı. Ve böylesi seyirciliğe can kurbandı… |
0% |