Yeni Üyelik
24.
Bölüm

23.BÖLÜM

@ugurluay

23.BÖLÜM(***Bırakmak İstiyorum***)

“Koca dünyada küçücük bir nokta kadar kaldım.

Şimdi dilim suskun, bedenim sessiz ve huzursuz, yüreğim paramparça acılarla dolu, beynim çığlık çığlığa, ruhum ıstıraplar içinde kıvranıyor.

Vazgeçtim, kendimden, herkesten ve her şeyden…

Ardımda bırakıyorum, bırakmak istiyorum.”

“Ne alırsınız?” Beren duyduğu ses ile korkarak yerinde irkildi. Uçağın hostesi yiyecek ya da içecek bir şey isteyip istemediğini soruyordu. Karşısında hostesi gördüğü anda derin bir nefes alarak, “Yok, teşekkür ederim.” Dedi kafasını olumsuz anlamda sağa sola sallamıştı. Hostes gittiğinde yanında derin uykuya dalmış olan Mira’ya bakarken buldu kendini, yüzünü sıcacık bir gülümseme kapladı. Kafasını diğer yana çevirip başını farkında olmadan cama sert bir şekilde bıraktı. Hala kendine inanamıyordu.

“Bu kararı nasıl aldım?” Diye, iç geçirirken gözlerini istemsizce kapattı.

Mert Bey’in bu işi sizden başkası yapamaz diye konuşurken dilinin nazik olduğu kadar gözlerinin yalvaran ve çaresiz bakışlarla bakması, Mira’nın geceler boyunca onu ikna etme çabaları geçirdiği krize rağmen en sonunda daha fazla kaçamayacağımı anlamıştı.

“Kaçsam nereye kaçacağım ki, unutmak için çıktığım bu yolda unutmayı bırak her gün acı çekmedim mi? Yok saymaya çalıştığım her an düşünceler beynimi, aşkım yüreğimi kemirmedi mi? Geçen zaman neyi ya da kimi unutturdu ki bana? Artık kaçmıyorum, ne olursa olsun yüzleşeceğim. Her gün ölmektense geri dönüp bir gün ölmeliyim yoksa yeni bir hayatta yeni bir başlangıç yapamayacağım,” diye düşünceler denizinde kaybolmaya başlamıştı.

Şu anda kendini ne kadar hazırlamaya çalışsa da Beren korkuyordu. Onun nefes aldığı şehre, babasının ülkesine, annesine ve bebeğine mezar olan topraklara geri dönmek onu tarifi imkansız bir şekilde korkutuyordu. Hiç açıklamamıştı kendini, hiç masumiyetini savunmamıştı. Belki de savaşmaktan korkuyordu, bir gün karşısına çıkarsa ona karşı direnememekten korkuyordu. Başta korkuları onu mağlup etmiş bu yüzden işi bırakmayı bile düşünmüştü ama tutunduğu son dalı da kırıp atmaya cesaret edemedi. Sonunda kararını vermiş içinde anlam veremediği bir zafer coşkusuyla geri dönme kararı almıştı.

Unutmak isteyip unutamadıklarından zamanı gelince hesap soracak, yerin yedi kat dibine gömmek istediği acıları gün yüzüne çıkarıp onlarla yüzleşecek ve herkese her şeye karşı savaşacaktı. O eski Beren yoktu artık… En azından buna inanıp bundan güç almak istiyordu.

***

Beren ve Mira İstanbul’ a geldikleri andan itibaren kendilerini yoğun ve hızlı bir tempo içinde buldular. Şirketin kendileri için tahsis ettiği bir ev ve araba vardı. İşlerini daha rahat halledebilmeleri için ihtiyaçları olan her şey anında gerçekleştiriliyordu.

Beren, ilk defa böyle imkânlarla çalıştığı için şaşırıyor bunu da sadece müşterinin çok iyi bir sonuç beklediğine bağlıyordu. Kendini tamamen işine vermiş gece gündüz her an aklında proje yani kendi hayallerinin evi vardı. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlıyor her şeyi düşünüyor, hayallerindeki evde mutlu insanların yaşamasını umut ediyordu. Yaşayamadığı her şeyi bu insanların yaşamasını istiyor bu yüzden de tüm gücüyle çalışıyordu. Herhangi bir eksikliğe ya da hataya tahammülü yoktu adeta projesiyle bütünleşmiş, onunla yatıp onunla kalkıyordu.

Beren’ in son zamanlarda yüzü gülmeye başlamış ve uzun zamandır da kriz geçirmemişti. İstanbul’ a gelirken çok korksa da hiçbir şey kâbuslarındaki gibi olmamıştı. İşini kendi istediği gibi yönlendiriyordu. Abla gibi gördüğü ve en zor zamanlarda yanında olan Mira ile her anını birlikte geçiriyor adeta ondan güç alıyordu. Yan komşuları Levent Bey ve Ayşe Hanım, yeni evlerinin kendilerine bir nevi ikramiyesi gibiydi, o kadar güzel insanlardı ki Mira ve Beren hemen onlara ısınmışlardı. Birbirine deli gibi âşık olan bu yaşlı çift ise onların içtenliklerine samimiyetle karşılık vermiş, onları kızları gibi görmeye başlamışlardı.

Ayşe Hanım, onları ya kahvaltıya ya akşam yemeğine çağırıyor, hiç olmadı bir kahve içmek için kızları bahçesine davet ediyordu. Ayşe Hanım, bir nevi onların her boş anını kollar olmuştu. Yakaladığı anda kaçış yoktu mecbur davete icabet edilecekti. Kızlar nezaketen değil gerçekten gitmek istedikleri için gidiyorlardı. Beren, Ayşe Hanım’a bakarken kaybettiği annesini hatırlıyor ve içi paramparça olurken yüreği kan ağlıyordu. Babasını o kadar çok özlemişti ki bazen yanına gitmek için hazırlanmaya kalkıyor, montunu giyip ayakkabılarını giymek için aşağıya doğru eğildiğinde babasının düşüncesinde başını öne eğdiği aklına gelerek bir adım geri atıyor babasının üzülmemesi için bu fikirden hemen vazgeçiyordu. Telefonu açıp ben geldim demek istiyor, numarayı çeviriyordu. Babasının sesini duyduğu anda gözlerinden akan yaşa engel olamıyor deli gibi özlemesine rağmen sesini çıkaramıyordu. Gözyaşları telefonun ahizesini ıslatırken, sesi babasının kulaklarını dolduramıyordu. Daha hazır olmadığını hissederek her defasında gözyaşları içersinde telefonu kapatıyordu. Ne kadar tamamlanmaya çalışsa da hep bir eksik, boğazında ve yüreğinde hep çözemediği bir düğüm vardı. Babasının eksikliğinin yanında adını ağzına, aşkını yüreğine aldığı her anda kendine ihanet etmiş gibi hissettiği adamın eksikliği kor alevler içinde kavuruyordu yüreğini…

Gündüz kendinden ne kadar kaçarsa kaçsın gece gökyüzüne her baktığında, “Şu an aynı gökyüzünü paylaşıp aynı havayı soluyoruz.” Diyerek, Mira’dan bir sır gibi sakladığı gözyaşlarına engel olamıyordu.

İçi acıyor, yüreği yanıyordu; hak etmediği o kadar hakarete maruz kalmıştı ki… Unutamıyordu… Ne Umut’unu ne de kokusunu bile duymadan kaybettiği mucizesini bir an bile aklından çıkaramıyordu.

Yine acılarına tutunduğu, gözyaşlarını gizleme ihtiyacı duyup gücünün tükendiği, direncinin kırıldığı bir gece de kendisini evin bahçesine atmış, nefes almaya çalışırken gökyüzünü çarşaf gibi kaplamış ışıl ışıl parlayan yıldızlara bakıyordu.

“Allah’ım bu acı ne zaman dinecek, bitsin artık dayanacak gücüm kalmadı. Tükendim, bittim artık.” Diye kendini taşımakta isyan eden dizleri gücünü kestiği anda Beren yere şiddetli bir çöküş yaşadı. Ardından nöbet saatini bekleyen asker gibi gözyaşları durmaksızın akmaya, hıçkırıkları ise ona eşlik etmeye başladı. Omuzları sarsılarak içi sökülürcesine ağlıyordu. Beren’ i yan bahçeden göz takibine almış olan Ayşe Hanım kızın yere düştüğünü görünce bayıldığını sanmış koşar adım kendini onların bahçesine atmıştı. Yanına geldiğinde ise hıçkıra hıçkıra ağlayan Beren’ i görünce korku ile dehşete kapıldı.

“Beren, kızım iyi misin?”

“Ben, ben, canım acıyor Ayşe teyze, canım çok yanıyor.”

“Kızım bir yerine bir şey mi oldu, neyin var?” Korkuyla yüzüne bakıyor bir yandan da elleriyle kızın gözyaşlarını siliyordu.

“Ben, ben unutamıyorum… Allah kahretsin unutamıyorum. Kendimi kandırmaktan yoruldum, ben, zannettikleri kadar güçlü değilim Ayşe teyze, hem de hiç güçlü değilim. Artık onu bu yürekte taşımak istemiyorum. Canım, canım çok acıyor.” Derken hıçkırıklar arasında zorlukla konuşuyor güç alabilmek için Ayşe teyzesine sımsıkı sarılıyordu. Anne şefkatini hissetmek, nefes alabilmek, tüm kötülüklerden korunabilmek için ona sımsıkı sarılıyor, korunaklı bir sığınak, bir liman gibi ondan medet umuyordu.

“Yavrum, canım benim geçecek, her şey düzelecek. Ağla bir tanem, ağla gül kokulu kızım benim, aksın içindeki acı ağla canım kızım benim.” derken saçlarını okşuyor, sırtını sıvazlayarak acısını bir nebze olsun dindirip onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

“Geçmiyor, geçmiyor… Onunla ben her şeyimi kaybettim. Her şeyimi… Bak, bak bana Ayşe teyze.” Ellerini iki yana açmış ağlamaktan halsizleşen bedenini göstererek, “Ben, ben öldüm anlıyor musun? Öldüm ben, yaşamıyorum. Beni öldüren, mezara gömen de sevdiğim adamdı Ayşe teyze, sevdiğim adam Umut beni öldürdü.”Derken kollarını iki yana daha fazla açmış bitmiş tükenmiş halini gösteriyordu.

“Kızım, sakin ol, bak sana yazık be evladım.” Tekrar onu sakinleştirmek için sarıldı.

Beren artık hıçkırıklarından konuşamıyordu. Ayşe Hanım, Beren’ in halinden o kadar etkilenmişti ki o da onun o haline dayanamamış birlikte ağlamaya başlamıştı. Gözlerinden yaşlar akarken bu kızı bu hale getiren delikanlıya da içinden büyük bir öfke soluyordu. Çok ama çok kızıyordu.

İstanbul, ah İstanbul! Adı gibi büyük, Beren için küçük şehir. Her şeyi ve herkesi içine aldığın gibi Beren’i neden kabul etmedin ki içine? Niye saramadın onun yaralarını da? Senden umut ederek yola çıkan bu kızı neden iyileştirmedin de yarı yolda bıraktın? Her derdin devası da ilacı vardır sende dediler de neden sessiz kaldın bu yaralı yapıncağa… Sen de haklısın tabi, sende olmayan dermanı bu kızın yaralı yüreğine merhem diye nasıl vereceksin? Peki nerede bu yaralı yapıncağın yüreğinin ilacı? Yoksa onun ilacı olan umut ışığı sönüp gitti mi hayattan? Telafisinin olmadığını düşündüğü bir yaraya deva olamayacağını bildiği için pişmanlığı ile silinip gitti mi nefes olamadığı hayattan?

Loading...
0%