Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.BÖLÜM

@ugurluay

(***Derbeder***)

“Derbeder bir hale düştüyse bu beden, cevapsız kaldıysa sorular, çözümü yok ise yaşananların, kördüğüm olduysa hayatlar…

Uzaklaş, uzaklaşabildiğin kadar, gücünün yettiği yere kadar nefessiz kaç git.

Ta ki sular durulana kadar…”

Umut, derbeder bir ruh hali ile yollara vurmuştu kendini. Neydi bu kadar canını yakan? Sevmediği ama aklı ile yürüttüğü,mantığına sığdırdığı ilişkinin büyük bir hayal kırıklığına dönüşmesi mi? Yoksa aşk denen meletin bir defa bile hayatına değip yüzüne aksetmemesi mi? Canı yanıyordu Umut’un, hem de çok… Ama bunun sebebi ihanetti? Bunun sebebi güveninin yerle biredilmesiydi. Haklı çıkmıştı kuzeni Mira, çakma porselen derdi sevgilisine ama Umut insanlığının da çakma çıkacağını tahmin edemedi. Bu kadarını uzun süre birliktelik yaşadığı kadından beklemiyordu.

Çiğdem, sevgilim diye koluna takıp gezdirdiği ihaneti kendine hak gören kadın… Her şey yolundayken bir anda ortalıktan kayboldu. Meydanlarda boy göstermesi ise baş düşmanı Akın ile oldu. Hem de bir davette onun kolunda, onun karısı olarak. Umut’a bu yaşananlar çok ağır geldi. Sevgilim dediği kadını, başka bir adamın kolunda görmek beklemediği ve asla tahmin etmeyeceği bir şeydi. Akın karşısına geçip utanmadan “Seni karım Çiğdem ile tanıştırayım.” dediğinde Umut öfkesini daha fazla dizginleyemedi. Karşı karşıya gelmeleri asla olmaması gereken bir durumdu. Akın bunu sırf Umut’un canını yakmak için yapmıştı. Acı çekmesi ve küçük düşmesi için bugüne kadar elinden geleni ardına koymadı. Ama bu kadarı çok fazlaydı. Şeref dediği değeri yok etmek adına yapılan adice bir plandı. Şerefi sizliğe dönüştüren Akın, Umut’un yumruğu ile yüzünü nasiplendirdiğinde ağzı ile yüzü kan içinde bulanmışken bile yüzündeki alay ifadesi bir türlü silinmiyordu.

Arda, Umut’u Akın’ın üzerinden zar zor çekip aldı. Davet verilen salon bir hesaplaşmaya ev sahipliği yaparken Çiğdem soğuk ve ifadesiz bir şekilde olanları izliyordu. Umut o kadar zaman bu kadına sevgilim sıfatını yükleyip yanında gezdirdiği için kendinden tiksindi. Arda’nın kolları arasından kurtulmayı başaran Umut, Çiğdem’in göz hizasına geldi. Şimdi burun buruna gelmişlerdi. Çiğdem’in kılı kıpırdamazken umursamaz bakışları Umut’u iyiden iyiye çileden çıkardı. Tamam, sevmiyor olabilirdi ama böyle acımasız bir ihaneti de hak edecek hiçbir şey yapmamıştı. Gözlerinin içine bakarak sesini keskinleştirip hiddetini arttırarak “Aslında şu yaptığınla kendi değerini belirledin. Senin yanına da ancak böylesi bir şerefsiz yakışırken karakterine uygun soyadı ise bu adamın soyadından başkası olamazdı. Senin gibi bir kadını ancak böyle bir adam taşır. Sen adama güç değil ancak yük olursun.” Dedi. Umut sanki normal bir şey söylemiş gibi umursamaz bir hava da ona banka Çiğdem“Bitti mi?” dedi. Umut şaşkındı. Binlerce söz duymaya hazırken dilinden dökülenler bu kadar mı duyarsız, bu kadar mı pervasız olmalıydı? Hiç mi utanmıyordu şu halinden, kendini de Umut’u da ne duruma düşürdüğünün farkında değil miydi bu adi kadın?

Umut’un midesi orada durmayı daha fazla kaldıramadı. Öyle karanlık baktı ki Çiğdem’in gözlerinin içine, sanki anlayacak gibi… Ama biliyordu ki bu çabada boşunaydı. O asla pişmanlığı kendi ruhuna katık etmeyecek bir kadındı. Kaldı ki vicdan ve pişmanlık asla onun gönül sofrasının misafiri dahi olamayacaktı. Onca zaman böylesi bir kadınla geçirdiği için kendine lanetler etti. Yazık, dedi içten içe bunun için miydi? Kaybettiği zamanı için yandı, uğradığı ihanete, yaşadığı hayal kırıklığına öfkelendi. En büyük öfkesi kendineydi, böyle bir kadını hayatının içine aldığı, için, kimseyi dinlemediği için aşkın kapısını asla çalmayacağına inanıp aklı ile başladığı ilişkiye kızdı mantığına öfkesini kustu. Davetten kendini dışarı atar atmaz kendini bilmez bir halde arabasına atladı. Tek istediği uzaklaşmaktı. Kaçabildiği yere kadar, bilmeyeceği, duymayacağı yere kadar… Bu mide bulandırıcı, öfkesine kurban olacak aklını uzaklaştırmak adına arabasına atlayıp sorgulamadan tabelalara bile bakmadan gaza basmıştı. Zaman akıp geçse de Umut’un öfkesi bir türlü dinmiyordu. O kadar saat olmuş olsa da hala yeni gibiydi her şey, burnundan soluyordu. Gözleri ateş saçarken gördüğü tabela ile biraz olsun durmayı akıl edebildi. Arabayı durdurup gözünü kırpıştırdığında tabeladaki isim kendisinin bile şaşkınlığa uğramasına sebep oldu. O kadar yolu ne ara ve nasıl gelmişti? Ruhu o kadar kızgın ateşler içinde kavruluyordu ki gözleri bir yeri görecek aklı geldiği yeri ardak edecek durumda değildi. Zihni yaşadığı hayal kırıklığı ile resmen suskunlaştı. Elleri ile yüzünü ovuşturdu. Üzerinde hala davetten kalma lacivert takım elbisesi varken boynundaki kravat resmen nefes almasını engelliyordu. Kravatını çıkarıp gömleğinin üstten birkaç düğmesini çözdü. Üzerindeki ceketi de çıkardı. Havanın sıcaklığı giderek rahatsız etmeye başladı.

Umut’un kafası darma dağınık olsa da sonunda telefonunu eline almayı akıl edebildi. İlk aklına gelen ailesiydi. Şirkete bir an önce haber vermesi gerekiyordu. Kimseye dert anlatacak hali yoktu. Kısa kesmişti görüşmelerini. Ama dert anlatması gereken ve onu defalarca aramış olan adamı en sona bıraktı. Çünkü bu konuşma sağlam bir mücadele gerektiriyordu. Karşısındaki insan hem olaylara bizzat şahit olmuş hem de onu kaç yıldan bu yana en iyi tanıyan insandı. Arabadan inip ayaklarının onu götürdüğü yere doğru ilerliyordu. Ayakları onu yönlendirse de gözünün pek bir yeri gördüğü yoktu. Aheste adımlar ile ilerliyordu.

Telefon daha ilk çalışta Arda tarafından hunharca açıldı. Adam öfkeliydi. Saatlerdir ona ulaşamadığı için ağzına gelen her şeyi ona sıralıyordu. Kötü bir şey yaptı diye içi içini yemişti. Şimdi ise karşısında hiçbir şey olmamış gibi sessizce kendisini mi dinliyordu bu adam? Arda sinir krizleri geçirmemek için kendini zor tutuyordu. Bir an önce nerede olduğunu öğrenip gidip onun yanında olmalıydı.

Umut, telefonda konuşurken nereye geldiğinin farkında bile değildi. Kaşları çatılmış telefonun diğer ucundaki arkadaşına laf anlatmaya çalışıyordu.

“Arda, tamam biliyorum, habersiz çıktım yola. Son olanlardan sonra orada daha fazla kalmaya tahammül edemedim, kafamı dinlemeye ihtiyacım var.”

“Umut, tamam anlıyorum seni yaşadıkların ağır şeylerdi ama neredesin en azından bunu söyle.”

Umut, Arda’yı kardeşi gibi severdi. Umut’un şirketinde Arda yönetici olarak çalışırdı. Arda’nın farklı ve hüzünlü bir hayat hikâyesi olsa da ona bu hayatı hak gören insanların adını bile anmazdı. Ne kadar pervasız ve dalgacı gözükse de asla öyle bir adam değildi. Sevdikleri için her şeyi yapabilecek gözü pek duygusal herifin tekiydi. Şu hayatta değer verdiği bir Umut bir de onun kuzeni Mira vardı. Mira ve Arda benzer hayatların başkarakterleri olsa da asla geçinmeyi başaramayan iki inatçı keçi gibiydiler. Mira hem benim hem Arda’nın uslanmaz, yaramaz, sivri dilli küçük kardeşimiz gibiydi.

Arda, Umut için çok değerliydi. Öyle ki şu dünyada dostum dediği, dertlerini paylaştığı ve güvendiği belki de tek insandı. Kardeşi olmadığı için onu hep kardeşi gibi görmüştü. Ama telefondaki ısrarı Umut’un giderek canını sıkmaya başladı.

“Arda, nerede olduğumu bilmene gerek yok, çocuk değilim ben. Sakın bizimkilere de haber falan verme beni iş gezisinde zannediyorlar.” Dedi. Umut’un giderek kaşları çatılıyordu. Arda’nın bitip bilmez ısrarlarına daha fazla tahammül edemedi.

“Umut saçmalama ve çocukluk yapma neredesin dedim sana?”

“Arda, tamam bir sorun yok. Benim için endişeleniyorsun biliyorum ama iyiyim ben, sadece rahat bırak beni. Nerede olduğumu da sorup durma. Söylediğim an atlayıp geleceğini biliyorum. O yüzden söylemiyorum. Dediğim gibi biraz kafamı dinleyip geri geleceğim, son olanları hazmetmem lazım. Yoksa çok kötü şeyler olacak. Neyse şimdi kapatmam lazım.”Diyerek cevap bile vermesini beklemeden telefonu adamın suratına kapattı. Telefonun diğer ucundaki adamın küfür ettiğinden o kadar emindi ki…

Umut, sakinleşmeye çalışıyordu. Son yaşadıkları ağır geldi. Hazmedilemezdi. Sevgilim dediği kız Çiğdem sebepsiz yere ortadan kaybolmuş ve ne olduğunu bile anlamadan baş düşmanı ile gidip evlenmişti. Karşısında kol kola dikilirken, Anıl utanmadan sevgilisi bildiği kadını kendisine karısı olarak tanıştırmaya kalkmıştı. Burunu buruna gelmeseler Umut’un terk edildiğinden bile haberi olmayacaktı. O kadar zavallı bir haldeydi ki... Öfkesi kendine, kızgınlığa o kadına yaşattığı güzel anılaraydı.

Çiğdem ile aralarında geçen konuşma, Anıl ile yaşadıkları arbede sonunda kendini bilinçsiz bir şekilde arabaya atmıştı. Kendine geldiğinde ise hiç bilmediği ve tanımadığı bir yoldaydı. Foça tabelasını gördüğünde geri dönmek istemedi. Bir süre uzaklaşması kendisi ve ailesi için daha iyi olacaktı. Ailesine iş gezisine çıkıyorum diye haber verip ardından şirketi aradı. Sekreterinde gerekli talimatı verdikten sonra Arda’yı bağlamasını söyledi. Arda biraz kafasını şişirse de onu da halletmeyi başardı.

Umut yaşadıklarını zihninden tekrar tekrar geçiriyordu. Telefonu kapattığında ayakları onu şirin bir balık restoranın önüne getirdi. Restoranın bahçesinde çeşit çeşit rengârenk çiçekler vardı. Normalde Umut’un gitmeyeceği bir mekân olmasına rağmen o an o kadar çok o mekânın içine girmek istemişti resmen anlamadığı bir şekilde ruhu o yöne doğru çekildi. Acıkan karnının da etkisiyle kendini mis gibi balık kokan mekânın içine attı. Gözünü kestirdiği bir masaya oturup etrafta kendisi ile ilgilenmesi için birilerine bakınırken birden kulağına çalınan ılık , sıcacık bir ses ile kafasını yukarıya doğru kaldırdı.

“Hoş geldiniz, ne alırdınız?”

Umut kafasını kaldırdığında kızın ışıl ışıl parlayan gözlerini ve ona tebessümle bakan yüzünü gördü. Kızın gülümsemesi ile içinde anlam veremediği bir huzur dağıldı. İçine dağılan huzur yüzünde bir gülümsemeye yol açtı. Daha fazla dağılmadan hemen kendini toparlamayı başardı.

“Şey, aslında ne yiyeceğimi bilmiyorum. İlk defa buraya geliyorum sizin önerdiğiniz bir şey varsa hemen hızlıca hazırlanacak atıştırmalık bir şeyler onu alabilirim.”

“Tabii ki hemen sizin için bir şeyler hazırlatıyorum. Memnun kalacağınıza eminim.” Diyerek oradan uzaklaştı. Umut, kızın arkasından bakarken kız ile birlikte içindeki huzurunda anlam veremediği bir şekilde uzaklaştığını hissetti. Yüzündeki gülümseme de kızın gidişi ile birlikte bir anda silindi.

Kader, Umut’un başına anlam veremediği daha neler getirecekti? Gözünü takıldığı yer kızın çıkış yaptığı kapıydı? Tuhaftı… Bugüne kadar tatmadığı bir huzur dolup taşmıştı içine, belki de her şeyden ve herkesten uzaklaşmanın etkisi olabilir, diye düşündü.

Loading...
0%