Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12.BÖLÜM

@ugurluay

12.BÖLÜM(***Nasıl Yaparsın?***)

Saatlerdir arabanın içinde sakinleşmeye çalışıyordu. Kendini dışarıya çıkardı ve nefes almaya çalıştı. Şehir dışında uçurumun kenarına gelmişti. Gördüklerinden sonra arabanın gazına öyle bir basmıştı ki buraya nasıl geldiğinin farkında bile değildi. Başını iki elinin arasına almış gücü yettiğince sıkıyordu. Gördüğü tüm kareler gözünün önünden akıp giderken aklının görüntüleri sorgulamaya başladığını fark etmemişti bile. Kendini arabadan dışarıya söküp alırken nefes almaya çalışıyordu.

“Bu nasıl olur? Sevdiğim kadın, âşık olduğum evleneceğim kadın, benim gitmemi fırsat bilip ona mı koştu? Bana hep yalan mı söyledi?” Elleri arasındaki başına defalarca vuruyor gördüklerini beyninden silip atmak için acı dolu haykırışlar ile kendisine itiraf etmeye başladıkları ile feryat figan bağırıyordu. Can yanıyordu, yüreği kan kokuyordu. İçinde onu kemirmeye başlayan şüphe öyle bitiriyordu ki canı çok yanıyordu. “Hangi sözün, hangi bakışın gerçekti? Bana olan aşkın, sevgin de mi yalandı?” Umut, aklını da yüreğini de darma duman eden düşünceleri toparlamaya ve mantıklı düşünmeye çalışıyordu. Düşüncelerini bölen ise telefonundan gelen sesten başkası değildi. Bu ses sevdiğim dediği, deli gibi kıskandığı, bir saat önceye kadar onun için deli oluyorum dediği kadından gelen mesajın sesiydi. Telefonu eline aldığında KADINIM yazıyordu. Beren’ e kadınım diye seslenmeyi çok seviyordu. Umut’un ona ait olduğu gibi, Beren de her şeyiyle ona aitti, ya da “Ben öyle sandım.” diye iç geçirdi. Gözünden yaşları silerken açmak istemese de merakına daha fazla direnemedi ve mesajı açtı.

“Özledim, gel artık.”mesajı gören Umut’ un yüreği paramparça olurken duyguları birbirine girdi. Ayakları kendini daha fazla taşıyamaz olduğu sırada, elindeki telefonu yere öylesine sert bir şekilde fırlattı ki telefon paramparça olurken içi çıkarcasına bağırdı.

“Yalancı” diye haykırdı. “Sen aşktan, özlemekten ne anlarsın? Hepiniz aynısınız. Aşağılık kadın benden ne istedin, ne istedin benden?” Diyerek omuzları sarsılırken hıçkırarak ağlarken daha fazla dayanamayan ayakları isyan eder gibi gücünü kesti ve Umut arabanın tekerleğinin yanına bir çuval edasında yıkılırcasına düştü.

Umut, çocuklar gibi içi sökülürcesine ağlıyordu. Kaybettiği aşkı, sevdası için, belki de ilk defa uğruna dünyaların yanında kendini bile feda edebileceği sevdiğim dediği kadını için ağlıyordu. Anlamıyordu, aklı almıyordu ama gördüklerinin başka hiçbir açıklaması olamazdı. “Beren, o beni aldattı.” Diyordu. Beyni sürekli bunu tekrarlarken yüreği aklına müdahale edemez oldu. Aklı gördüğü dışında her şeye kapatmıştı kendini. Canı yanmıştı ve can yakacaktı. “Beren’ i asla affetmeyeceğim, onun canını öyle bir yakacağım ki benimle karşılaşıp tanıştığı güne lanet edecek, pişman olacaksın.” Diye iç geçirirken farkında olmadan yumruk yapıp sıktığı elinin parmaklarına kan oturmuştu. Bir hırsla bindiği arabasıyla içinde kin, gözünde hırs Foça’ya doğru son süratle yol aldı.

***

Vakit geceye yöneldiğinde Ferhat Bey, yavaş yavaş restoranın toplanmasına yardım ediyordu. Beren, masa başında boş boş hala elindeki telefona bakıyordu.

“Saat kaç oldu? İnsan bir arar, sorar. En azından attığım mesaja bir cevap verir. Al işte şimdi de ulaşılamıyor. Of!” diyerek yüreğini burkan düşünceler içinde boğulurken bir ses yerinden irkilmesine neden oldu.

“Beren abla.”diyerek Ahmet seslenmişti. Ahmet, Umut’un Foça’ya geldiği zamanlarda kaldığı pansiyonun sahibinin torunuydu.

“Ahmet, hoş geldin. Hayırdır bu saatte.” Meraklı gözlerle çocuğu süzüyordu.

“Abla, bunu Umut abi gönderdi.” Diyerek elindeki mektubu kıza doğru uzattı. Beren şaşkınlıktan ne olduğunu anlayamadı. Bir çocuğa bir de kendine doğru uzattığı mektuba bakıyordu. “Nasıl yani Umut mu geldi?” Diye aklından hızlı bir şekilde düşünürken sesi tedirgin bir şekilde çocuğa yöneldi. “Umut, Umut abin mi geldi?” diyerek çocuğun elindeki mektubu içi titreyerek sebebini bilmediği bir korkuyla aldı.

“Evet, abla bunu verdi, sana vermemi söyledi sonra da gitti.” Derken çocuk, öyle sıradan bir şey söyler gibi konuştu ki kızın yüreği sızlamaya, canı yanmaya başladı. Çocuğun son kelimesinde takılı kalmıştı Beren.

“Gitti.”Diyerek fısıldayarak çocuğu tekrarladı. Kızın beynine tek tek, harf harf çakılıyordu son kelime. Nefes alıp vermesi düzensizleşti, gözleri dolmaya başlarken görüş alanı bulanıklaşmaya başladı. Elinde tuttuğu mektup ise parmaklarında bir kıvılcım ile tutuşarak yüreğine doğru alev alev yanmaya başladı. Ayakta olsaydı eğer yere yığılıp kalırdı. Umut gelmiş, onu görmeden bir mektup bırakıp gitmiş miydi? Kafası o kadar ağırlaştı ki, daha fazlasını düşünemeye gücü yetmiyordu.

Korkuyordu Beren, tek kelimeyle hissettiği şey dehşet verici bir korkuydu. İliklerine kadar hissettiği şey Umut’u kaybetmiş olma korkusuydu. Umut’u kaybetmek demek, bunu, bunu düşünmek aklına bile getirmek istemiyordu. Aklındaki düşüncelerden kendini söküp alırken karşısında kendisine bakan çocuğun hala olduğu yerde durduğunu fark etti. Kendini toparlamaya çalışırken zoraki yapmacık bir gülümseme göstermeye çalıştı.

“Tamam, Ahmet, teşekkür ederim ablacığım.” derken sesinin titremesine engel olmak için büyük bir güç sarf etse de başarısı tartışılırdı.

Ahmet “Hadi görüşürüz abla.” Diyerek koşar adım restorandan çıkmıştı. Geride ise elinde mektubu yüreğinde ise tarifi imkânsız ağır bir yüke sahip olan Beren ablasını bırakmıştı.

Beren titreyen parmakları arasından yavaşça açtığı zarfın içindeki kâğıdı çıkardı. Yazılanları fısıltı halinde okumaya başladığında gözleri hissetmediği bir acı ile akmaya başladı.

“Güzel bir rüyanın içindeydim seninle, nedenini nasılını sorgulamadan gözlerindeki huzura kapılarak sevdim ben seni. Yüreğinin masumluğuna ve samimiyetine, aşkının gerçekliğine ve saflığına o kadar inandırdın ki beni, bakan gözümü adeta kör ettin. Ama bugün rüya diye bildiğim aşkının korkunç bir kâbustan ibaret olduğunu fark ettim. Senin gerçek yüzünü, yalanların ve ihanetinin karabasan gibi üzerime çökmesiyle anladım. Özünün de sözün gibi kocaman bir yalan olduğunu o adamla sarmaş dolaş aşkını yaşarken beni bitirdiğinde anladım. Sen, sen beni diri diri ellerinle mezara koyarken üzerimi ihanetinle örttün. Nasıl iğrenç bir yaratık, aşağılık bir kadınsın ki benim yokluğumu fırsat bilip utanmadan kendini o adamın kollarına attın. Seni deli gibi özleyip geldiğimde böyle bir manzara ile karşılaşacağımı bilsem inan o geldiğim yolda ölmüş olmayı isterdim.

Sen sevmek nedir bilmeyen, evliliği hak etmeyen bir kadınsın. Bugün dünyayı başınıza yıkmadıysam sizin pisliğinize ve iğrençliğinize daha fazla bulaşmamak içindi. Ama sakın Beren sakın karşıma çıkma, bir dahaki sefere bu kadar şanslı olamazsın, inan ki sana da o şerefsiz aşığına da bu kadar insaflı olmam.

Gidiyorum Beren,

Seni de aşığını da iğrenç pisliğinizde baş başa bırakıyorum, onun gibi şereften yoksun beş para etmez bir adama ancak senin gibi aşağılık ucuz bir kadın yakışır.

SENİ YÜREĞİMDEN KOVARKEN,

YÜREĞİNİ TERKEDİYORUM…

Umut”

Beren, elinde tuttuğu mektubun her satırını tekrar tekrar defalarca okudu. Okudukça beyni karıncalanmaya başladı. Kelimeleri yan yana getirip, cümlelerin kendine ne demek istediğini anlamaya, gelen mektubu anlamlandırmaya çalışıyordu. Her kelimesini beynine kazırken anlamlandırmaya başladığı cümleler onu öyle yaraladı ki artık gözyaşlarını tutamıyordu. Elinde gözyaşlarıyla ıslanmış mektubu titreye titreye ayağa kalkmaya çalıştığı sırada hiç hesaba katmadığı bir ağrı vücudunun sarsılmasına sebep oldu. Vücudu önce titremeler ardından ağrıyla kasılmaya başladı. Daha fazla dayanamayan Beren ağrıdan kaskatı kesilmiş bedeni ile iki büklüm yere yığılırken gözyaşlarına hıçkırıkları eşlik ediyordu. Ağzından ise sadece onun adı çığlık çığlığa çıkıyordu.

“Umut, Umut bunu bana nasıl yaparsın?”

***

Yapamadı, Beren’ in canını yakmak için çıktığı yolda yaptığı tek şey kendini aldattığını düşündüğü kadına ayrılık mektubu bırakmak oldu. Ferhat Bey’in restoranının önüne geldiğinde deli gibi sevip, kıskandığı kadını camın kenarında dalgın dalgın otururken gördü. Ne yapmış olursa olsun Beren’ e kıyamadı, ona dünyayı zindan edecek gücü kendinde bulamadı. Eline bir kâğıt kalem geçirip sadece içindeki kızgınlığı kustu. Mektubun ulaşmasını bile beklemeden içinden söküp atamadığı aşkıyla İstanbul’a doğru son süratle bilinçsizce yola çıkmıştı. Aklında gördükleri, yüreğinde hastalık gibi onu saran aşkı bir bilinmeze doğru yol alıyordu.

***

Ferhat Bey hastane odasında yatakta yatan kızının cansız bedenine bakıyordu.

“Bu hale nasıl geldik? Ben tüm bu olanları nasıl fark edemedim? Nasıl engel olamadım?” diye iç geçirirken sıkmaya başladığı elini yumruk yaptığının farkında bile değildi. Kızgın, kırgın ve öfkeliydi. Duygularını ve durumunu açıklayan başka hiçbir kelime yoktu. Camın kenarına gidip dışarıda dolaşan insanları hiçbir şey düşünmemek için izliyordu.

Beren, gözünü açtığında beyaz bir tavana bakıyordu. Güneş yavaş yavaş içeriye süzülürken nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kalkmak için hareket ettiği anda vücudunda hissettiği keskin ağrı ile inledi. O ağrıyı kırgın bir ses böldü, nerede olursa olsun o sesteki kırgınlığı hissedecek ve anlayacak olan tek kişi ise kızı ise Beren’ di.

“Hareket etme, doktor çağırıp geliyorum.” Diyen kişi Ferhat Beyden başkası değildi. Beren, babasının çökmüş omuzlarını, kıpkırmızı olan gözlerini ve darmadağın olmuş yüzünü gördüğünde kendini çok daha kötü hissetti. Babasının bu halde olmasının sebebi kendisiydi ve ona iyi bir açıklama yapması gerekiyordu. Elinde bir acı hissetti, yavaş yavaş kolunu kaldırdığında sıkmaktan kaskatı olmuş yumruk halinde duran elini gördü. Eli mosmor olmuştu, yavaş yavaş parmaklarını açtığında tırnaklarının avuç içine battığını ve kanamış olduğunu gördü. Ama onu asıl yıkan sıkmaktan elinde buruşmuş ve kan bulaşmış olan kâğıdı görmesiydi. Beren, yaşadığı anları hafızasında tekrar canlandırırken, gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu.

“Bu kadar basit miydi? Hiçbir suçum yokken, sevdiği kadınım dediği beni bile dinlemeden, ne olduğunu bile anlamadan, bunu bana, bize nasıl yapar ?” diye aklındaki düşüncelerle boğuşurken içeriye giren doktorun sesiyle tüm düşüncelerden zorda olsa kendini çekip aldı.

Doktor kontrolleri gerçekleştirirken, Beren’ in dinlemediği bir sürü şey söylüyordu. Beren ne konuşulanları anlıyor, nede olup bitenleri algılıyordu. Yüreği Umut tarafından enkaza dönüşmüş acı çekerken, aklında ise içini kemirip duran bir şüphe, dillendirmeye korktuğu bebeğiydi. “Acaba o iyi mi?” diye içinde anlam veremediği acı dolu bir boşluk hissediyordu. Doktor odadan çıktığında Ferhat Bey hiddetle Beren’ e döndü.

“Bebeğin babası Umut muydu?” Sesi o kadar kızgın çıkıyordu ki Beren, babasının hiddeti ve Umut’un adıyla korkmuş gözlerle bakıyordu. Zamansız ortaya çıkan gerçekler ile hem şaşkın hem tedirgindi. “Babam bebeği ve Umut’u nasıl? Aman Allah’ım!” diye korkuyla aklından geçen düşünceleri kovarken hemen kendini umutsuz bir şekilde savunmaya geçti.

“Baba, ben her şeyi sana anlatacaktım.”

“Kes sesini Beren.” Babası öyle yüksek sesle bağırmıştı ki, ilk defa babasını böyle görüyordu. İlk defa sesi ona yükseliyor, ilk defa kendisinden bu kadar uzak bakışları ona bahşediyordu.

“Baba…” sözüne devam etmesine bile izin vermeyerek kızının sözünü kesip attı.

“Neyi anlatacaktın söyler misin? Tanımadığın bir adamla birlikte olup üstüne birde çocuk peydahladığını mı? Söyler misin bana yaptıklarının nasıl bir açıklaması olabilir? Sen, sen bunu bana nasıl yaptın? Ben bunu hak edecek ne yaptım? Söyler misin ne yaptım? Ben seni böyle mi yetiştirdim Beren? Bu kadar ahlak yoksunu mu büyüttüm ben seni?” Ferhat Bey’in sesi öyle titredi ki sözler yüreğinden diline süzülürken, Beren’ in kalbine bıçak gibi saplanıyordu. Beren artık gözyaşlarını tutamıyordu.

“Baba, ben sadece âşık oldum. Senin anneme, annemin sana âşık olduğu gibi âşık oldum. Senin anneme baktığın gibi onun da bana baktığını gördüm. Evlenecektik biz.” Derken hıçkırıkları sözünü kesti.

“Peki, nerede Beren, âşık olduğun adam söyler misin nerede?”

Beren, babasının sözleriyle bir uçurumdan aşağıya doğru yuvarlanarak boşluğa düşüyordu. Kolum, kanadım dediği, tüm her şeyiyle teslim olduğu, sırtını dayandığı, güvendiği adam artık yoktu. Onu terk etmiş, terkedilmişti. Gözyaşlarıyla kardeş olmuş hıçkırıkları yüzünden konuşamıyor, adeta kızın yüreği gözyaşları ile sökülüyordu.

Ferhat Bey, kızının bu haline daha fazla bakamıyordu. Kapıya yönelirken kızına sırtını dönmüş ve son sözleriyle artık Beren’ in daha fazla dayanamayacağını da biliyordu. Ama o sözler kapıdan çıkmadan önce dilinden dökülürken kızının asla eskisi gibi olmayacağını da biliyordu.

“Senin aşkın Beren, babana ve bebeğine mal oldu. Benim senin gibi bir kızım yok artık.” Diyerek hızlı adımlarla kendini kapının dışına attı. Beren duyduklarıyla sert bir zemine çakılmıştı. Nefes almakta zorlanıyordu. Ferhat Bey, dışarıya çıktığında kendini taşımakta zorlanan ayakları yüzünden yere çökmüş küçük bir çocuk gibi içini çeke çeke ağlıyordu.

“Babana ve bebeğine mi? Bu ne demek oluyor? Baba bu ne demek?” diye bağırırken babasının arkasından sesi daha fazla yükseliyordu. Canı yanıyordu, sevdiği herkes ama herkes onu terk etmişti. Umut, babası şimdi de bebeği. İçinde tarifi imkânsız bir boşluk vardı. Beren’ in vücudundan ruhu acımasızca çekiliyordu.

“Bebeğim, bebeğim beni bırakmış olamazsın. Bırakamazın beni. Sende terk etme beni, yalvarırım geri dön bebeğim, bırakma beni yalvarırım geri dön.” diyen çığlıklarını duymamak için babası kulaklarını tıkarken kızı içeride hastane yatağından kalkmış ve kendisine taşıyamayan güçsüz ayaklarının isyanı ile yere kapaklanmıştı. Yaralı elleri ile yeri yumruklarken hastane odası “Bebeğim.” Diyen acı feryadı ile inim inim inliyordu.

Beren’ in yüreği dağlanırken, babası tarifi imkânsız yaralar alıyordu. Kızı için üzülse de onu affedemiyordu. Yaşadığı, duyduğu şeyleri ömrü boyunca unutamayacaktı. Ferhat Bey, zorla ayağa kalktı. Kızını acılı bir şekilde hastane odasında bırakıp, sevdiği kadına doğru yol almıştı. Derdini paylaşmalı, ona olanları anlatmalıydı. Karısının mezar taşını sevip onunla konuşmaya ihtiyacı vardı. Beren’ i bir hastane odasında acılar için kıvranırken bıraktığı için karısından özür dileyecek ondan af dileyecekti.

Loading...
0%