Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15.BÖLÜM

@ugurluay

15.BÖLÜM (***Gidiyorum***)

“Hayatım deprem yeri,

Yüreğim talan, ruhum büyük bir enkaz,

Kalmak zor, gücüm yok,

Dayanamam artık kalmalara.

Gidiyorum…”

Havaalanından içeriye girerken perişan bir halde adımlarını sürükleye sürükleye güç bela ilerlemeye çalışıyordu. Dayanmak giderek zorlaşıyor adeta gücü tükeniyordu.

“Bırakıp gitmek neden bu kadar zor, bu kadar canımın yanmasının sebebi yaşadıklarım mı yoksa geride bıraktıklarım mı? Bilmiyorum, Allah’ım bilmiyorum.” Diye iç geçirirken bir ses duydu. Bu ses Beren’ in tüm acılarını yeni baştan yaşamasına sebep oldu.

“Beren.” İstemsiz bir şekilde gözlerini kapayan Beren’ in yüzünü huzursuzluk kapladı. Hareket edemez duruma geldi. Bu ses, bu ses Oğuz’ dan başka birine ait değildi. Onun yerine bir başkasının, adını anmak istemediği kişinin olmasını o kadar çok isterdi ki, yaşattığı tüm acılara rağmen hala onu isteyen yüreğine söz geçirememesi canını feci halde acıtıyordu. İsteksiz bir şekilde ona döndüğünde yüzüne zoraki bir tebessüm yerleştirmeye çalıştı.

“Oğuz.” sesi bezgin bir o kadar da şaşkın çıkmıştı. Onu görmeyi beklemediği her halinden belli oluyordu.

“Beren, nereye gidiyorsun böyle?” Derken gözlerindeki korku o kadar derinden hissediliyordu ki, bu kaybetme korkusundan başka bir şey değildi. Bunu ancak yaşayan anlardı ve genç kız bunu en büyük acılarla defalarca yaşamış biriydi.

“Oğuz, senin, senin burada ne işin var?”

Gideceğini Oğuz’un nasıl öğrendiğini bir türlü anlayamadı. Bilmediği aslında o kadar çok şey vardı ki, Umut’un terk edişini, Beren’ in bebeğini kaybedişini, Ferhat Bey’in kızına olan tavrını her şeyi ama her şeyi Oğuz biliyordu. Beren’ in peşine taktığı adam adım adım onu takip ediyordu. Onun valizini alıp evden çıktığını haber alınca, Oğuz kaybetme korkusuyla bir anda o kadar dolmuştu ki, “Bu defa olmaz, bu defa olamaz.” Diye haykırarak şirketinden kendini nasıl dışarıya attığını, nasıl oraya ışık hızıyla geldiğini bilmiyordu. Çok korkuyordu, onu tamamen kaybetmekten, ellerinin arasından uçup gitmesine seyirci kalmaktan, tamamen acılarla dolu bir halde yitip gitmesinden deli gibi korkuyordu.

“Beren, beni boş ver, sen, sen nereye gidiyorsun?” Derken, o kadar çaresiz ve savunmasız küçük bir çocuk gibiydi ki Beren’ in içi acımıştı.

Oğuz’ a eliyle işaret ederek “ Şuraya oturalım mı?” dedi. Onunla da son defa konuşmak, herkesle ve her şeyle tüm bağlarını koparmak istiyordu. Ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da direncinin kırılmasına o kadar az bir zaman kalmıştı ki, son gücünü de Oğuz ile konuşmaya harcayacaktı. Oturduklarında söze Oğuz başladı. Kısa bir zaman da o kadar çok şey yaşanmıştı ki artık olanlara seyirci kalamıyor ve onun bu bitmiş, tükenmiş haline tahammül edemiyordu. Hayat dolu etrafına gülücükleriyle neşe saçan o kız gitmiş yerine bakışlarında acı, ruhuna hüzün yerleşmiş bir kadın gelmişti.

“Beren yeter artık ne yapmaya çalışıyorsun sen?” Konuşurken sesi isyan eder gibi çıkmıştı.

“Oğuz, sözümü kesmeden beni dinle lütfen! Gerçekten tartışmaya girecek gücüm yok. Lütfen, sadece dinle!” Sesi o kadar yorgun, kırgın çıkmıştı ki sanki ölüm döşeğindeki birinin son isteği gibiydi sözleri, Oğuz onun gözlerindeki acıyı yüreğinde en derinden soluksuz hissetmişti.

“Tamam, Beren seni dinliyorum.” Dedi, çaresiz bir şekilde.

“Oğuz, ben gidiyorum. Seninle konuşmamızın ardından çok çok kötü şeyler yaşandı.” Derken eli yine istemsizce karnına gitti. Karnına dokunduğunda yüreğindeki boşluğu öyle acı bir şekilde hissetti ki, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. “Hayatım o kadar hızlı bir şekilde alt üst oldu ki ben bile kendi hayatımda bir yer edinemiyorum. Bu son gelişmelere, yaşanan olaylara inan bende hala inanamıyorum. Hayatımda öyle bir deprem oldu ki engel olamadım, duygularım kocaman bir enkaza dönüştü. Başrolü bırak seyirci bile olamadım kendi hayatımda. Her şey bir anda elimden acımasızca çekilip alındı. Bebeğim, bebeğim de…” Derken sesi titremeye başladı ve konuşmasına devam edemedi. Artık dermanı kalmamıştı. Yaşla dolan gözlerini silerken bir yandan da konuşmasını sürdürebilmek için güç toplamaya çalışıyordu.

“O, Umut artık yok, benim için her şeyiyle tamamen bitti.” Diye konuşurken yüreğinin sıkıldığını boğazının düğümlendiğini hisseti.

“Beren, baban var…” Beren onun konuşmasına daha fazla izin vermemek için araya girip sözünü keserek devam etti.

“Babam, canımdan öte babam…” Acı dolu bir gülümseme peyda oldu yüzünde. Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. “İnan benim burada olmamam onun için daha iyi olacak. Yaşananları kaldıracak ne çevresi ne de yüreği var. Ben değil çevresi önemli onun için. Neyse, Oğuz izin verirsen gitmem lazım artık.” Diyerek ayağa kalktı.

“Beren, yalvarırım gitme. Hiç kimse yoksa ben varım. Beni bu halde ardında bırakıp yalvarırım gitme.” Diye konuşurken kolunu çoktan tutmuştu. Tenine dokunan eline baktı ve son konuşmalarında yaşadıkları anlar hafızasında bir bir canlandı.

“Allah kahretsin Umut buna nasıl inandın, bana nasıl güvenmedin.” Diye iç geçirirken son zamanlarda gözlerinden ayrı kalamayan yaşlar yine yanaklarını istila etmeye devam ediyordu. Bir dokunuş bir anlık kareydi ihanetle suçlanıp terk edilmesine sebep olan. Bir yanlış anlamaydı bebeğini kaybetmesine neden olan.

Beren yaşların akıp gittiği gözlerini açıp kapattı ve derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. “Oğuz, kendime bunu itiraf ederken ne kadar canım yanarsa yansın bildiğim tek bir şey var. Ne olursa olsun ben onu hala deli gibi seviyorum. Hayatımda bir daha yeri olmasa da ben onu bana yaşattığı acılara rağmen seviyorum.” Diye konuşurken sesi o kadar kırılgan çıkmıştı ki Oğuz’ un yüzünde duyduklarıyla büyük bir hayal kırıklığı oluşu. Lanetler okumasını beklediği kişi hakkında hala dudaklarından onun için sevgi sözcükleri dökülüyordu.

“Beren, sana inanamıyorum bu adamı hala nasıl seversin?” Hiddetli bakışlarını kıza yöneltti.

“Oğuz.” Diyerek sinirlendiğini belli edercesine uyarı dolu bir ses tonuyla adını zikrederken daha fazla konuşmasını engelledi. Yoksa bu konuşma kızın hiç de konuşmak istemediği konulara doğru yönelecek ve engel olunamaz bir çığ gibi büyüyecekti. Beren’ in en son istediği şey hayatında yeniden yeni bir doğal afet yaşamaktı.

“Beren, tamam lütfen, bak beni dinle. Benimle kal, sana yardımcı olayım, yaralarını sarmama seni sevgimle iyileştirmeme izin ver. Ben seni deli gibi seviyorum. Beni sevmesen de kabulümsün, yalvarırım evlen benimle. Seni dünyanın en mutlu kadını yapayım. Eskisi gibi yüzünü güldürmeme, sana yaşam sevincini geri kazandırmam için izin ver bana. Yalvarırım izin ver.” Sesi o kadar içten, samimi çıkmıştı ki, Beren onun için bir an üzülmüştü. “Keşke bana âşık olmasaydı.” diye aklından geçirdi. Kendini toparlayıp son defa yapacağı konuşmaya kendini hazırladı.

“Oğuz, lütfen bunu bana yapma. Ben asla seninle olamam. Bu sana da bana da haksızlık olur. Ben gerçekten sevmediğim bir adamla hayat bulamayacak bir kadınım, sen ise benim sana vereceğim sevgiden daha fazlasını hak eden bir erkeksin. Bu yüzden seninle olamam ve burada kalamam. Beni buraya bağlayan hiçbir şey kalmadı ve bu yüzden gidiyorum. Hoşça kal Oğuz, bir daha asla görüşebileceğimizi sanmıyorum, kendine iyi bak.” Diyerek Oğuz’u oturduğu sandalye de bıraktı ve onun çaresizce veda eden bakışları arasında işlemlerini halletti. Oğuz heykel gibi yerinde otururken adeta taş olmuştu. İçinde fırtınalar kopuyor ama sesi soluğu çıkmıyordu. Uyanık olduğu halde karabasan görüyordu, sanki gizli bir el onu tutuyor, ardından koşup gitmesine izin vermiyordu. Beren’ in, sevdiği kadının gidişini engel olmasını engelliyordu. Uyanmak istiyor ama bir türlü uyanamıyordu. Çünkü yaşadığı rüya değil gerçeğin ta kendisiydi. Sevdiği kadının bir kuş misali uçup gidişini hareketsiz, kıpırtısız izledi. Beren’ in bir bilinmeze doğru uçuşunu izlerken içi, gidişine sebep olan adama nefret ve öfke dolmaya başlamıştı.

Aşk kimine sefa kimine cefaydı bu hayatta. Cefa çeken yüreklere her şeye rağmen bir umut ışığı yanar mıydı? Yaşanamayan anların bekçisi aşk, cefakâr yaralı iki yüreği bir araya getirecek kaderi onlara yazacak mıydı? Bilinmez…

Loading...
0%