@ugurluay
|
1.BÖLÜM (***Özlem***) “Annem,dinmeyen özlemim, Hasret dalgası acımasızca vurdu yüreğimi, Eksiğim, ne kadar zaman geçerse geçsin tamamlanmam mümkün değil, Gök kubbenin altında bana zindan oldu bu hayat , Hatıralar noksansız istila ederken zihnimi, Canlandı gözlerimde çocuksu hayallerimden kalan suretin, Teslimiyet bayraklarını çoktan çekti kadere kırık gönlüm, Gözlerimdeki bulutlar hüzün sayıklamalarını, Herkese ve her şeye inat, isyan eder gibi umarsızca bıraktı artık yüreğimin tenhalarına keder damlalarını…” Güneş ışıl ışıl gökyüzünde parlarken, deniz masmavi yüzünü tüm cömertliğiyle sergiliyordu. Güneş Foça halkına göz kırparken adeta arsız küçük bir çocuk gibiydi. Havanın sıcaklığı insanların yüreklerini de ısıtırken yüzlerinde kocaman bir gülümseme yerleştirmeyi başarıyordu. Ferhat Bey, restorandaki mutlu mesut sohbet eden insanları izlerken kızının sesiyle birden yerinde irkildi. Beren’in korkutmak gibi bir niyeti olmasa da babası, çevresindeki insanların mutluluklarına seyre o kadar dalmıştı ki Ferhat Bey o huzur girdabından sürüklenircesine çıkarken, kendisine pür neşe ile seslenen kızına doğru döndü. Beren "Baba üç numaraya bir porsiyon Yoğurtlu Kupa Balığı ve Turp Otlu Salata." Dedi neşe içinde, Ferhat Bey kızına sıcacık bir gülümseme ile karşılık verdi. Kızı, biricik Beren’i, hayatta tutunacağı tek dalı, gözündeki neşesi, dilindeki hiç tükenmeyen coşkusuydu. "Tamam, kızım hemen geliyor." Aynı içten samimi gülümseme ile Beren de babasına karşılık verdi. "Kızım daha geleli kaç gün oldu. Biraz dinlenseydin ya..." Yüzü o kadar şefkat doluydu ki Beren bunu yüreğinde sıcacık bir esinti gibi hissetti. "Baba ben böyle iyiyim. Merak etme sen beni, hem çalıştıkça dinlenen bir kızın var senin, unuttun mu?” Diyerek babasına huzur veren bir gülüş daha attı. Ardından babasının hazırladıklarını alarak hemen servis etmek için müşterinin bulunduğu masaya doğru yöneldi. Beren babasının gurur kaynağıydı. Annesini küçük yaşta kaybetmiş olmasına rağmen, annesinin kaybını büyük bir olgunlukla karşılamıştı. Asla isyankâr bir kız olmamıştı. Küçük yaşta büyümek zorunda kalan Beren, derslerinde her zaman başarılı olarak babasını iftihar kaynağı olmuştu. İngiltere'de çok istediği mimarlık bölümünü birincilikle bitirmiş, daha okul bitmeden iş teklifleri almaya başlamıştı. Babası Türkiye'de çalışmasını istese de Beren gelen tekliflerin ne kadar iyi olduğunu anlatarak, İngiltere'de kalmak için babasını ikna etmeyi sonunda başarmıştı. Ferhat Bey, her ne kadar istemese de kızının geleceğine engel olmak istemediği için onun kararına saygı duymuş, yüreği ne kadar el vermese de kızının mutluluğu için sesini çok fazla çıkarmamıştı. Sonuçta artık kendi kararlarına alabilecek olgunluğa ve yaşa erişmişti. Beren, işe başlamadan önce 3 ay tatil yapmak için babasının yanına geri dönmüştü. Bu süreçte babasının yanından ayrılmamaya ve imkanı bulduğu her dakika onunla özlem gidermeye karar vermişti. Bu yüzdendir babasının tüm ısrarlarına ve söylenmelerine rağmen küçük balık restoranlarında onun yanında çalışmaktan vazgeçmeyişi... Ferhat Bey Beren' in sesiyle aklındaki düşüncelerinden birden sıyrıldı. "Baba, şu özel limonatandan bana hazırlar mısın?" diyerek ona göz kırptı. "Yeşil naneli olandan mı?" derken kızının ne istediğini anlamış olarak dudakları hafif yukarıya kıvrılan adam kızının yüzünü süzüyordu. "Evet, hem servis de rahatladı. Biraz sohbet ederiz seninle." "Tamam, kızım sen otur. Hazırlayıp geliyorum ben hemen." Dediği anda içeriye yönelerek kızının istediği, küçüklüğünden bu yana ona özel yaptığı limonatayı hazırlamaya gitti. Baba kız o kadar olağan ve bir o kadar sıcak bir sohbetin içinde kendilerini kaybederken, bir yandan eski anılara dalıyorlar, bir yandan da gelecekte yapacakları küçük tatilleri planlıyorlardı. Arada girdikleri duygusal yoğunluk içinde eşinden bahsederken Ferhat Bey’in gözünden süzülen iki damla gözyaşını mutfaktan gelen soğan kokusunu bahane ederek geçiştiriyordu. Beren her ne kadar bunun babasının annesine olan derin özleminden dolayı olduğunu bilse de kendi dolup taşan gözlerine de engel olamıyordu. İçerideki aşçılara baba kız sitem ederken, birbirlerine takılmadan da edemiyorlardı. “Sende bu aralar çok etkilenir oldun şu soğandan deli kız.” “Bana diyene bakın hele, sizin de benden pek geri kaldığınız söylenemez Ferhat Bey,” kızının bu çıkışı gözyaşlarına inat kahkahalara boğulmasına engel olamadı. Bu kız bir âlemdi doğrusu, onu duygudan duyguya bir anda geçirmeyi başarıyordu. “Aşçıya o kadar da söyledim, tatlı soğan al göz yakmasın dedim ama yok yine bildiğini okumaya devam ediyor.” Ferhat Bey, yıllar geçtikçe karısının yokluğuna alışmak bir yana dursun, her geçen gün ıstırap olup yüreğine acımasızca yükleri bindiriyor, bundan hiç de şikâyet etmiyor, gocunmuyordu. Ona göre karısına duyduğu özlemin yüklerini gönlünde taşımadığı tek bir gün olursa karısına ihanet edeceğini düşünür, bu yüzden asla onun yokluğuna alışmaya yeltenmezdi. Alışmak yoktu onun gönlünün aşk bahçelerinde, sevdiği biricik kadınına kavuşacağı anın geleceği günü beklemekteydi. Beren, ne kadar alışmış gözükse de hep bir yanı eksikti. Annesizlik boynunu bükmüş, onun eksikliğini aldığı her nefeste tamamlanamayan soluğunda hissediyordu. O eksikti, yüreğinde asla tamamlanamayacak bir eksiklik, bir yarım kalmışlık vardı. İçinde sürekli kanayan bir yara, canını yakarak onu sömüren bir acı nefes alırken, yoktu çaresi ya da bir telafisi… Ne mümkün ki? Annesi geri dönmemek üzere sonsuzluğa uğurlanmıştı. Yok olup gitmişti. Asla isyan etmedi ama yarım kalmasına olan üzüntüsü, canının yanmasına da asla alışamadı, ne kadar yok saymaya çalışsa da günün en beklenmedik zamanında bu keder onu buluyor, yakıyor canını, kırıyordu direncini, her ne kadar belli etmese de içinde kimsenin bilmediği ve tedavisi mümkün olmayan bir yara, bir özlem taşıyordu içinde. Anne yarası, deli gibi özlediği hiç doyamadığı anne kokusuna duyduğu derin özlem sarıp sarmalıyordu onu. “Behice ablama laf söyletmem baba, o her zaman işinin en iyisini bilir ve yapar. Eminim de soğanları olması gereken ayarda alıyordur.” “Aman laf söyletme şu cadıya sen de…” dedi hiç de hoşnut olmayan bir tavırla. Behice Hanım yıllardır onlarla birlikte çalışan karısının ahiretliğiydi. Ferhat Bey eşini kaybettikten sonra bir abla gibi Ferhat Beye destek çıkmış, bir teyze gibi Beren’e koruyup kollamıştı. Behice Hanım olmasaydı yaralı baba kız kolay kolay toparlanamazdı. Onlar yapmacık kahkahalar atarak gözyaşlarını geriye doğru itelemek için çabalarken içeriden söylene söylene çıkan Behice Hanım “Şu Veysel’e söyledim, soğanları yine almayı unutmuş. Alışverişe giderken aklını nerede bırakıyorum bir bilsem.” dedi öfkeyle söylenirken üzerindeki önlüğünü çekiştiriyordu. Bir anda Ferhat Beyin ve Beren’in sus pus olmuş pür dikkat kesilirken kendisine baktığını gördüğünde kaşlarını çatarak onlara doğru yöneldi. “Hayırdır, baba kız paydos ettiniz de benim mi haberim mi yok. Bu ne keyif?” dedi sorgularcasına. “Yok ne paydosu Behice sultanım, biz de tam içeride bir kazan soğan doğradığını ve aldığın acı soğanlarını gözlerimizi yaşarttığından bahsediyorduk.” dedi on göz kırparak. “Ne kazanı kızım içeride servis edecek bir tane soğan yok.” dedi ve yaptığı hatanın farkına vararak dilinin ucunu ısırdı. “Hay benim dilimi eşek arısı soksun. Ne dedim ben.” dediği an baba kızın kahkahası mekanın içine coşku ile yayıldı. Onların ruh hallerinin düzeldiğini anladığı an bu defa kızgın bakışlarla onlara baktı. “Siz dalga mı geçiyorsunuz benimle.” dedi ellerini beline yerleştirdi. “Yok sultanım ne haddimize.” diyen genç kız ayaklanarak “Sana soğan mı lazım? Ben bir koşu alıp geleyim an acılı göz yakma garantili olanından.” diyerek hızlı adımlarla restorandan çıkmaya hazırlanmıştı ki hiç beklemediği bir hamle ile Behice Hanım ayağındaki terliği çıkarıp “Şana bak hele, elime doğan bebenin maskarası olduk.” diyerek havada elinde tuttuğu terliği sallamaya başladı. Yapmacık bir korku ile hızla koşarken “Aman sultanım ben ettim sen etme.” diyerek restorandan çıktı.Genç kızın son hallerine tebessüm ederken kalbinde şefkat çiçekleri açmıştı. Ne kadar kızmaya çalışsa da yapamadığı nadir şeylerden biriydi. Beren onun hassas noktası, ahiretliğinden emanet kalan en büyük zaafıydı. Canı yanacak,üzülecek kırılacak diye ödü kopuyor canı gidiyordu. Beren’in arkasından dalıp giden kadının yanına gelen Ferhat Bey “Ne çabuk büyüdü bu kız Behice?” dedi. “Ne büyümesi Ferhat, o bizim kala minik kızımız, büyüme müyüme saçma sapan şeyleri aklına getirme.” Dedi azalarcasına söylenirken elindeki terliği yere atıp ayağına geçirdi. “Hadi sen de oyalanma da kasaya geç, bak şu masa hesap ödemeye geliyor.” “Bu restoranın patronu benken neden azarlanıyorum acaba?” “Patron sen olabilirsin ama ben olmasam batar bu restoran, hadi hadi patron çalışan hesabı yapacağına geç kasaya müşterinin hesabını yap.” diyerek mutfak kısmına söylenerek geçti. Ferhat Bey, Behice Hanımın arkasından kısık gözlerle bakarak “Huysuz şey, nasıl olurda sevdiğim kadının ahiretliği olursun hala anlamıyorum.” dedi. Ferhat Bey, yavaş adımlarla kasaya ilerleyerek onu bekleyen müşterilerin hesabını almaya koyuldu. Günlük rutinler içinde saatler devam ederken bambaşka bir şehirde farklı olaylar yaşanıyordu. |
0% |