@ugurluay
|
5.BÖLÜM(*** Ahu bakışlı***) “Gördüğüm dolunay yüzün aşkın hüneri değil miydi? Söylesene ahu bakışlı, huzur yüzlü güzel kız senin adın aşk değil de neydi?” Umut, Beren’in ardından yerleştiği odasında daha fazla duramayacağını anladı. Bulunduğu pansiyon kız varken ne kadar eşsiz bir manzaraya sahipse, Beren’in gidişi ile bu atmosfer tarifi imkânsız bir şekilde onu boğmaya başladı. Orada duramayacağını anladığı an tek çaresi olan yere daha fazla vakit kaybetmeden ulaşmak adına adım attı. Şimdi onun karşısına bir mucize gibi çıktığı mekânda almıştı soluğunu. Beren, Umut’dan ayrıldığı andan bu yana kendisini bir türlü toparlayamıyordu. Nefesini düzene sokmak bir yana kendi kontrolü dışında çok hızlı atan kalbini yavaşlatmayı bile bir türlü beceremiyordu. Kendisinde ki bu ani değişimi fark etmeye başlayan babasını o an için geçiştirerek babasının kırk yıllık arkadaşı Ahmet Bey’in yanına tavla oynamaya gönderdi. Babasının şüpheli bakışları ve ima dolu soruları işini hiç de kolaylaştırmasa da Beren bunun da üstesinden gelerek zorda olsa babasını restorandan göndermeyi başardı. Boş bir masaya oturup kendini sakinleştirmeye çalışırken şu an önünde bir dağ misali duran evrak yığını hiç de ilgisini çekmiyordu. Kafasını dağıtmak için dükkânın gelir giderini kontrol etmek istediğinde bu işin sandığından daha zor olacağını tahmin edemedi. En azından bu kafa ve ruh halindeyken. Beren bin bir soru ile kavrulup ruh halleri arasında gidip gelerek dans eden allak bullak olmuş zihni ile başını kaldırdığında karşısında hareketsiz elleri ceplerinde dimdik duran, kendisine tuhaf bir şekilde bakan adamı gördü. Bir an hazırlıksız karşısında aklını bulandıran adamı gördüğünde afallasa da kısa sürede kendisini toparlayarak bulunduğu sandalyede omuzlarını dikleştirip geriye doğru yaslandı. “Dinlenme fırsatı tanısaydın keşke kendine.” “Vakit kaybedecek kadar zaman lüksüm yoktur küçük hanım.” Diyerek ona doğru biraz daha yaklaşarak tam karşısındaki boş sandalyeye oturdu. “Eee rehber hanım neler yapıyoruz bugün.” Umut, Berenin yüzüne o kadar fazla yakınlaştı ki, kız kendini anın büyüsünden istemese de çıkarmak zorunda hissetti. Babası restoranda olmayabilirdi ama bir tanıdık onların bu hallerini görebilirdi. Bulundukları mekân ve tehlikeli mesafedeki yakınlıkları onun derin bir nefes alarak kendisine gelmesini sağladı. Gözlerini karşısında oturup çok yakındaki sıcak nefesi ile kelimeler dilinden dökülemese de bu durumun tamamen saçmalık olduğunu düşünecek durumdaydı. Ne yapıyordu böyle? Bu adamın, daha bugün tanışmış olduğu adamın bu kadar yakınında ve aklını başından alacak sıcacık nefesi ve tehlikeli bakışlarıyla ne işi vardı? Beren yaşadığı çıkılmaz durumda ne yapacağını bilmezken gözünün bir anda Umut’un ardında gördüğü tanıdık yüz ile kendisine gelmeyi sonunda başardı. Gözünü dışarıdan gelen arkadaşına döndürdüğünde bir nevi o an kendisinin kurtarıcısı olduğunu düşündüğü kişiye bakıyordu. Umut ise bu büyülü anı bozan kişinin, bir erkek ismi ile kulaklarında yankılandığı andan itibaren yüzünü ne kadar ifadesiz tutmaya çalışsa da kaşlarının çatılmasına engel olamamıştı. Yeni yeni farkına vardığı his onun ruhunu ateşe veriyor ve ortalığı birbirine katma isteği ile dolup taşmasını sağlıyordu. Huzur bakışlı, ahu gözlü kızın başka bir erkeğin ismini dudaklarından duyduğu an itibari ile vücudu taş kesildi. Beren “Aaa Oğuz sen nereden çıktın böyle?” Diyerek ayağa kalktı. Sesinin can çırpıştığını fark ettirmemek için çok zorlandı. Uzun zamandır görmediği arkadaşına içtenlikle sarılmaya kalkan kız tam Oğuz’a sarılıyordu ki tahmin etmediği ve bir anda iki arkadaşın arasına aşılmaz bir engel gibi ayağa kalkan Umut bitivermiş bu sayede ikisinin sarılmasını bertaraf etmişti. Beren Umut’un bu ani hareketine şaşırsa da o an için bunu karşısındaki arkadaşına belli etmek istemedi ve Umut’u göstererek onu Oğuz ile tanıştırdı. Bu tanışma iki taraf açısından da can sıkıcı oldu. Asılan yüzler tam da bunun göstergesiydi. Beren, Oğuz’un hoşnutsuz bakışlarını da Umut’un umursamaz tavırlarına rağmen sert bakışlarını da görmezden gelmek zorundaydı. Ortamda hissettiği gerginlik onu huzursuz etmiş ve birbirlerine düşmanca bakarken bir güç gösterisi olarak sıktıkları elleri hafiften kızarmaya başlamıştı. Beren buna daha fazla izin vermemek adına ikisinin ellerini bırakmasını sağlamak için “Oğuz otursana ayakta kaldın.” Dedi tüm şirinliğini takınmaya çalışsa da sıktığı dişleri endişeli bakışları ile bunu pek de beceremedi. Beren’in davetine kibarca tebessüm edip elini Umut’un mengene gibi sıkıştırdığı parmakları arasından sertçe çekip “Olur.” derken başı ile onu onayladı. Elini sıktığı halde sessiz tehdidini görmezden gelip masaya hem de Beren’in tam yanına oturmuş olması Umut’un ellerini yumruk olmuş halde sıkmasına sebep oldu. Beren Umut’a dönerek “Umut otursana neden hala ayakta bekliyorsun?” dedi. Umut sakince Beren’e döndü ve hiçbir şey demeden sertçe çektiği sandalyesine bir hışımla oturdu. Şu an onu düşünmek istemediği için Oğuz’a dönen genç kız “Eee Oğuz sen nereden çıktın böyle? Seni gördüğüme çok şaşırdım.” Dedi. “Beren Türkiye’ye dönüyorsun haber bile vermiyorsun. Arkadaşlardan duydum geldiğini, gelip bir özlem gidereyim dedim.” diyerek ona çapkınca bir göz kırptı. Göz mü kırptı o herif? Nereden çıktı bu adam, adam bildiğin uyuz, uyuz Oğuz. Ben ne yapıyorum? Neler düşünüyorum böyle? Resmen saçmalıyorum daha bugün tanıdığım bir kız için, kendine gel,diyerek bir an iç geçirdi. Oğuz’un varlığından iyice huzursuzlanmaya başladı. O kırpılan gözü görmüş olan Umut ise şimdi yerinde sabit durmak için zorlanıyordu. İçinde fırtınalar kopan genç adam dışında ölüm sessizliğine bürünmüş bir anda ortaya çıkan bu zibidinin kim olduğunu, ahu bakışlı güzele ne kadar yakın olduğunu çözmeye çalışıyordu. “Yapma Oğuz, biliyorsun daha yeni geldim. Türkiye’de kısa bir süre kalacağım ve bu süreçte de babamın sürekli yanında olmak istiyorum. Biliyorsun babamı yurtdışında yaşayabilmek için zor ikna ettim.” Beren, Oğuz’un yakın tavırlarından kaçmaya çalışıyordu. Yurt dışına gitmeden önce Oğuz ona olan duygularını açıklamıştı. Beren böyle bir şeyin asla olmayacağını söylese de Oğuz onu yine de her şeye rağmen bekleyeceğini söylemişti. Yurtdışında olduğu sürece Beren’ i asla yalnız bırakmamış bir arkadaş olarak hep yanında olmuştu. Ama Beren ona asla başka bir gözle bakmamış ve ümit vermemişti. Çünkü Beren, annesi ve babasının aşkı gibi bir aşk istiyordu. Annesi öldükten sonra babası alyansını hiç çıkarmamış, her anını o varmış gibi yaşıyordu. Annesi hiç gitmemiş gibi, yanı başında durup ona hala tatlı tatlı gülümsüyor gibi babası hala oturdukları masaya özlemle bakardı. Beren böyle bir aşk istiyordu. Sevilen olmasa da bir gün buluşma, kavuşma arzusuyla aşktan umudunu yitirmeden yaşayabileceği bir birliktelik istiyordu. Oğuz’a duyduğu şey ise arkadaşlıktan öte değildi. Bu yüzden asla bir arkadaşın ötesinde ona bir yakınlık göstermedi. Oğuz ise asla vazgeçmedi. Bir an olsun vazgeçmedi. Bir gün Berenin yüreğini kazanacağına olan inancını hiç kaybetmeden onun Türkiye’ye geri dönmesini bekledi. Kısa bir zamanı vardı, onu Türkiye’de kalmaya ikna etmek için ya da onunla birlikte yurtdışına gitmek için, onu razı edebilmesi için kısacık bir zaman dilimine sahipti. Oğuz İzmir’ de babasıyla ortak olarak şirketlerini yönetiyordu. Varlıklı ve asil bir aileden geliyordu. Yazları arkadaşlarıyla vakit geçirmek için daha doğrusu Beren’ i görmek için Foça’ya gelirdi. Şimdi de onun geldiğini öğrendiği gibi Beren’ in babasının restorandın da almıştı soluğu… Ama gördüğü manzara hiç ama hiç hoşuna gitmedi. Çünkü Beren’ in bakışları yanındaki adama döndüğünde farklı parlıyordu ve bu parlama Oğuz’un şimdiye kadar görmediği bir ışıltıydı. Bu ışıltı sevdiği kızın yüzünü güldürse de Oğuz’un yüreğinde hüzün bulutları ile birlikte kaybetme korkusunun artmasına sebep oldu. Beren ilk defa birine bu şekilde mana dolu bakıyordu. Oğuz, “Beren, akşam arkadaşlarla toplanacağız aslında buraya seni almaya geldim.”diyerek masa da oturan adama dik dik baktı. “Oğuz, Umut’a söz verdim, ona bugün rehberlik edeceğim. Bir daha ki sefere gelirim.” “Ama Beren…” derken sesinde bir kızgınlık ve kırgınlık tonu kendini hissettiriyordu. “Oğuz lütfen bir programım var şimdi, daha sonra görüşürüz, tamam mı?” diyerek kolunu dostça dokundu. Umut bu Beren’in dokunuşunu gördüğünde artık kendini zor tutuyordu o an elinde tuttuğu çatalı öyle bir sıktı ki gariban çatal iki büklüm oldu. Oğuz istemeye istemeye canı sıkkın bir şekilde “Tamam,” dedi ve tam oradan uzaklaşıyordu ki aklına gelen yeni bir fikir ile bir anda tekrar ona döndü. “O zaman gece kumsaldaki partiye gel. Sen çok seversin. Bilirim sen bol yıldızlı gecelerin insanısın. Hem şarkı söylerken benim gitarıma eşlik edecek güzel bir sese çok ihtiyacım var. Biliyorsun sen yokken gitarım öksüz kalıyor.” Dediğinde Beren Oğuz’un bu haline ve kendisini yurt dışında yalnız bırakmamış arkadaşına bunu bir borç bildiği için “Tamam o zaman her zaman ki saatte her zamanki yerimizde…” diyerek sevinç nidaları ile arkadaşına sımsıkı sarıldı. Beren ne kadar kaçınmaya çalışsa da Oğuz’un bir anlık boşluğunda kendisine sarılmasına engel olamamıştı. Umut’a göz ucu ile bakmayan Beren arkadaşını yolcu edip gönderdikten sonra masaya geri döndüğünde oturduğu yerde taş kesilmiş bir adam ile karşılaşacağını tahmin etmemişti. Şaşkın şaşkın bir Umut’un elindeki çatala bir de Umut’un alev saçan gözlerine baktı. “Umut…” “Ne var?” Beren Umut’un verdiği keskin cevaptan ve sesindeki sert tondan o kadar çekindi, korktu ki, hemen kendini toparlayarak “Elindeki çatal yemek yemek için kullanılıyor, sen onu başka bir alet sandın galiba.” dedi. Umut elindeki çatalı umursamaz bir şekilde masaya fırlatarak ayağa kalktı. “Ucuz malzemeden yapılmış benim suçum değil.” dedi. Beren konuyu fazla uzatmak istemedi. “Beni bekle içeriden birilerine haber verip geliyorum.” diyerek oradan kaçar adım uzaklaştı. Umut ise sakinleşmeye çalışmak için etrafına göz gezdiriyordu. Kafasında anlam veremediği bin tane soru, cevap bekleyen mantığını da bir kenara bırakırken, kendine gülen bir yüzle adım adım gelen, gelirken de kendine huzuru getiren kıza bakıyordu. Bu kadar kısa bir sürede kendisine bu kadar çok duyguyu bir arada yaşatan bu kızın melekleri kıskandıracak duru güzelliğini tüm hücrelerinde hisseden Umut şimdi ona gülümseyerek karşılık verdi. Uçup gitmişti öfkesi, yok olmuştu etrafı cehennem ateşine verecek hiddeti, ne olmuştu bilmiyordu ama şimdi hissettiği şey farklı çok farklıydı. Ve bir o kadar özel… Ve bir o kadarda Umut için ilkti… Yüzündeki gülümseme ile nefessiz bakıyordu ahu gözlü güzeline, huzur yüzlü meleğine… Gördüğüm dolunay yüzün aşkın hüneri değil miydi? Söylesene ahu bakışlı, huzur yüzlü güzel kız senin adın aşk değil de neydi? Aşk… Aşk için âşık olabilmek için ne kadar zamana ihtiyaç vardı ki? Aylara mı? Yıllara mı? Asırlara mı? Yoksa sadece bir bakışa mı? Bir bakışla insan bir ömür hissedemediğini, büyülü bir an içinde hissedebilir miydi? Sadece bir an, tek bir bakış âşık olmaya yeter miydi? Aşk belki muazzam büyüklükte içi dolu bir kelimeydi. Ama şu an hissettiğim şey benim aklımı başımdan almaya yetmişse eğer bunun tek bir açıklaması vardı. İtiraf etmek zor olsa da ben bu ahu bakışlı huzur yüzlü kıza âşık olmuştum. Tek bir anda saklı bakışımızda yüreğime akıp girmiş ve büyük konuşmalarımın altında beni ezip geçmişti. Peki, ben bunun için pişman mıydım? Bu soruya tek kelime ile net bir cevabım vardı. Asla… |
0% |