@ulkuaydinn
|
Bölüm 1: Sessiz Çığlıklar
Duru, her sabah olduğu gibi yine okulun geniş bahçesinden adımlarını ağır ağır atarak geçiyordu. Başını hafifçe öne eğmiş, uzun kahverengi saçları yüzünün yarısını kapatmıştı. Sanki her adımı, omuzlarına daha fazla ağırlık yüklüyordu. Göğsünde hissettiği o boğucu sıkışıklık, alışkın olduğu bir duyguydu. Yalnızlık ve dışlanmışlık.
Okulun en popüler grubu, ona her fırsatta zorbalık eden beş kişiden oluşuyordu: üç erkek ve iki kız. Her biri kendi hayatında önemli gibi görünse de, Duru’nun gözünde hepsi aynıydı; acımasız, küçümseyen bakışlarla dolu, soğuk bir duvar gibiydiler. En önde grubun lideri Can vardı. Uzun boylu, karizmatik ama bir o kadar da kibirliydi. Onunla aynı grupta yer alan Sinan ve Mert, her şakaya katılan, Can’ın gölgesinde duran çocuklardı. Yanlarında ise grubun iki kızı, Defne ve Ece. Defne, gösterişli bir güzelliğe sahipti, Ece ise sessiz bir ürperti veriyordu; gülümsemesi bile Duru’ya dikenli bir gül gibiydi.
Duru, bu grupla olan “ilişkisini” daha çok izleyici koltuğunda oturan bir kişi gibi görüyordu. Onların karşısında fazla bir şey söylemezdi; her şakanın, her küçük düşürmenin ardından sessiz kalmayı tercih ederdi. Bu, yıllar içinde öğrendiği bir savunma mekanizmasıydı. Ama bu sessizlik bazen daha fazla dikkat çeker, daha çok acı verirdi.
O gün koridorda herkesin gözü önünde, Defne yine aynı bildik tavrıyla Duru’nun yanına geldi. Elinde tuttuğu telefonu gösterip kahkaha attı.
“Bak Duru, senin şu eski fotoğrafını buldum,” dedi Defne, sesindeki alaycı ton her kelimesine sirayet etmişti. Fotoğraf, Duru’nun ortaokul yıllarına ait eski bir görüntüsüydü. Fazla kilolu ve özensiz bir haliyle yakalanmıştı.
Duru, ne diyeceğini bilemeden donakalmıştı. Sanki yeryüzündeki tüm bakışlar onun üzerine çevrilmişti. Etrafındaki sesler ve fısıldaşmalar arasında Can’ın derin sesi duyuldu.
“Ne o, Duru? O zamandan beri pek değişmemişsin!” dedi, kahkahalara boğulurken. Sinan ve Mert de ona katıldı. Defne’nin gözleri zevkle parlıyordu. Ece ise sessizce izlemekteydi, ama yüzündeki ifade Duru’nun içine işledi. Bir yargılama, bir küçümseme.
Kalabalık bir süre daha kahkahalarla yankılandıktan sonra, grup yavaşça dağıldı. Geride yalnızca Duru ve onun içinde büyüyen, katlanılmaz bir utanç hissi kaldı. Kalbi hızla çarpıyor, boğazında bir düğüm oluşuyordu. Nereye kaçabileceğini, bu utançtan nasıl kurtulacağını bilemiyordu. Koridordaki insanlar yanından geçip gidiyor, ona acıyan bakışlarla süzülüyordu. Kimse sesini çıkarıp yardım etmeye cesaret edemiyordu.
O günün akşamında, Duru odasında sessizce oturdu. Yatağına uzandı, tavana bakarken gözleri doldu. Yaşadığı zorbalık, kendine güvenini her gün biraz daha törpülüyordu. “Neden hep ben?” diye düşündü. “Neden kimse bana yardım etmiyor?”
Telefonuna gelen bir bildirim sesiyle irkildi. Defne, Duru’nun eski fotoğrafını sosyal medyada paylaşmıştı. Fotoğrafın altına onlarca yorum yağmaya başlamıştı. Alaycı sözler, acımasız espriler…
Bu noktada Duru, içindeki o büyük boşluğu daha fazla hissetmeye başladı. Artık sessiz kalmak istemiyordu. Ama ne yapması gerektiğini de bilemiyordu. Kendisiyle alay edilen, kimse tarafından savunulmayan bir kurban olarak daha ne kadar dayanabilirdi?
Duru, sınıfın kapısından içeri adım attığında sessizdi. Teneffüs sırasında yaşadığı utanç hala peşini bırakmıyordu. Olay her ne kadar küçük bir an gibi görünse de, Defne’nin sosyal medyada paylaştığı fotoğrafın yankıları zihninde büyüyordu. Sınıftaki herkesin gözü üzerindeymiş gibi hissediyordu. Oturduğu sıranın cam kenarında, başını pencereye yaslayarak dışarıyı izlemeye çalıştı. O sırada zihni dolup taşan sorularla mücadele ediyordu.
“Defne niye bu kadar acımasız? Ya da Can ve diğerleri neden bu kadar gaddar? Bu kadar kötü olmayı nasıl başarıyorlar?”
Sınıfa öğretmen girdiğinde herkes sessizleşti. Duru defterini açtı, ama gözleri sayfalara değil, önündeki bulanık görüntülere kilitlenmişti. Zihninde öğretmenin söylediklerinden çok, sınıftaki fısıldaşmalar yankılanıyordu. Her küçük gülümseme, her anlık bakış sanki ona yöneltilmiş bir alay gibiydi. Kendini korumak için etrafına ördüğü duvar giderek daha da kalınlaşıyordu.
Dersin ortasında Defne’nin ona doğru fısıldadığı sözler, kulağına bir zehir gibi ulaştı: “Daha ne kadar sessiz kalacaksın? Yoksa sen hep böyle mi olacaksın?”
Bu sözler Duru’nun içine işledi. Defne’nin bu kadar rahat bir şekilde ona laf atabilmesi, sanki herkesin onu sustuğu yerde ezip geçmeye hakkı varmış gibi davranması Duru’yu çileden çıkardı. Ama her zaman olduğu gibi, dudakları kilitli kaldı. Sesini çıkaramadı. Kendini durdurmayı öğrenmişti; çünkü o anlık tepkinin, olayları daha da kötüye götüreceğini biliyordu. Sessiz kalmak belki de en güvenli yoldu… ya da o öyle sanıyordu.
Dersin sonunda zil çaldığında, Duru hemen çantasını toplayıp sınıftan çıktı. Koridorun sonunda, kızlar tuvaletine doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Kapıyı itip içeri girdiğinde aynada kendisiyle göz göze geldi. Gözlerindeki çaresizliği gördü. Yanaklarından süzülen yaşları fark ettiğinde, aslında ne kadar uzun zamandır bu hislerin içinde kaybolduğunu fark etti.
Tuvaletin kapısı açıldığında, Duru hızla yüzünü sildi. İçeri giren kişi Ece’ydi. Ece, grubun diğer üyeleri gibi görünmüyordu. Her zaman sessizdi, ama bu sessizlik sanki zorbalığın bir parçası gibiydi. O da en az Can, Defne ve diğerleri kadar Duru’nun acısını izliyor, ama hiçbir şey söylemiyordu.
Ece, Duru’ya kısa bir bakış attı, sanki bir şey söylemek istiyormuş gibi dudaklarını araladı, fakat sonra vazgeçti. Yüzünde tanımlanması zor bir ifade belirdi, ardından hızlıca elini yıkayıp dışarı çıktı. Duru, Ece’nin bu tuhaf tavrını anlamaya çalıştı. Onun da bu zorbalıkta gönülsüz bir rolü var mıydı? Yoksa sadece gözlemci mi kalıyordu? Bu sorular, Duru’nun zihninde dönüp durdu.
O günün geri kalanı Duru için bir sis perdesi gibi geçti. Her şey otomatik bir düzende ilerliyordu. Okul çıkışında eve giderken, her zaman oturduğu bankta biraz durup nefes aldı. Sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Bu bank, parkın köşesindeki ağaçların arasında saklı, küçük bir sığınak gibiydi onun için. Burada yalnız kalabiliyor, düşüncelerini toparlayabiliyordu. Ancak bu kez, beyninin köşelerinde yankılanan o küçük şüphe sesi onu rahat bırakmıyordu.
“Belki de onların dediği kadar önemsizimdir,” diye düşündü. “Belki de bu yüzden kimse bana yardım etmiyor.”
Tam o sırada, cep telefonuna bir bildirim daha geldi. Defne, o rezil fotoğrafın altına bir yorum daha bırakmıştı: “Yok oldun mu Duru? Nerelerdesin? Şaka gibi, değil mi?”
Duru telefonu hızla kapattı. Parmakları titriyordu. Bu kadar küçücük bir ekrandan, bu kadar büyük bir acı nasıl gelebilirdi? Etrafında bir tür görünmez duvar vardı sanki. Bu duvarın ardında kendisi ve yalnızlığı duruyordu; diğer tarafta ise hayat, normal akışında devam ediyordu.
Fakat o gün, Duru içindeki bir şeyin kırıldığını hissetti. Sessiz kalmanın onu korumadığını, aksine yalnızca daha derin yaralar açtığını fark etmeye başlıyordu. Kafasında beliren yeni bir düşünce, tedirgin ama kararlı bir şekilde yankılanıyordu: “Böyle devam edemez. Bir şey yapmalıyım. Artık susmak istemiyorum.”
|
0% |