12. Bölüm

10

Nursima🦁
ultraslan0109

Gerçekten mi? Gerçekte polis mi çağırmış? Onu zeki sanıyordum.

"Bundan bahsediyordum."

"Çok zekisin Karmen ama polislerin burayı bulması imkansız." Dedim. "Bulsa bile hiç kimse seni elimden alamaz."

"Burdan kaçamazsın pars kızıl kurşun. Birazdan polisler beni evime seni de nezarete tıkacaklar. Sonra da cezaevine."

"Gerçekten şu polislere güveniyor musun? Eğer beni içeri tıkmak o kadar kolysa Bora neden bunu yapmıyordu? Ya da ağabeylerin?"

"Buradan kurtulunca bu dediklerini sana hatırlatacağım." Bir adım atarak ona biraz daha yaklaştım.

"O, çok güvendiğin polisler birazdan bir şey bulamayıp gidecekler."

"Göreceğiz!" Dedi kendimden emin bir şekilde.

"Göreceğiz!" Dedim alaylı bir şekilde. Demin kalktığım koltuğa geri oturdum. Akça'nın bakışları üzerimdeydi. Bakışlarında sadece nefret ve iğrenme duygusu vardı.

Ben de onu inceliyordum. Çok zayıflamıştı şu bir kaç günde. Gerçi geldiğinden beri hiç bir şey yemedi. Burda polislerin gitmesini beklemek sıkıcı olacaktı o yüzden ayağıya kalkıp buranın mutfak bölümüne yöneldim. Güzel bir yemek hem ona iyi gelirdi hem de be burda beklerken sıkılmazdım.

Dolaptan bir kaç malzeme çıkarıp işe koyuldum. Ben yemek yaparken Akça da hâlâ orada oturuyordu. Ona arkam dönüktü ama yine de kollarını bağlamış bir şekilde oturup beni izlediğini biliyorum.

Yaklaşık yirmi dakika sonra telefonum çalınca elimdeki bıçağı tezgahın üzerine bırakıp telefonumu çıkardım. Arayan Atlastı.

"Ne oldu?"

"Polisleri hallettim çıkabilirsiniz."

"Sen git ben biraz daha burdayım."

"Neden-" dediği sırada telefonu yüzüne kapattım. Telefonu tekrar cebime attım ve işime devam ettim.

"Ne yapıyorsun sen?" Akça sonunda konuştuğunda sıkıldığını anladım.

"Yemek yapıyorum gördüğün gibi. Acıkmışsındır diye düşündüm. "

Alaylı bir şekilde ağzından 'hah' nidası çıktı. "Boşuna yapma. Açlıktan ölmeyi planlıyorum." Son cümlesini sanki kendi kendine konuşur gibi kısık söylemişti.

"Ölmek için erken Karmen." Onu göremiyorum ama bu söylediğime şaşırdığını biliyorum.

"Ölmemi istediğini sanıyordum."

"Bunu hiç bir zama istemedim." Dediğimle şaşkınlığı iki katına çıktı.

"Oyun oynarken, boğazıma yapışıp beni nefessiz bırakırken ve her şeyden önce beni kaçırarak ölmememi istiyorsun? Haklısın aslında bu beni öldürmez sadece süründürür."

Oyunun sonucu ne olursa olsun ona Zara vermeyecektim ama o odaya girmiş olması gözümü döndürdü. Aynı şekilde bana sesini yükseltmesi de gözümü döndürdü. Yani aslında hiç bir zaman ona zarar vermek gibi bir amacım yoktu.

"Oyun eğlenceliydi kabul et."

"Aynen ya çok eğlenceliydi."

"Sonu hoş bitmedi ama iyiydi. Kabul edeyim çok iyi saklanmıştın. Zeki kızsın, Karmen. Karmenler bu kadar zeki olmaz acaba üvey olabilir misin?" Dedim dalgasına ama Akça iyice sinirlendi.

"Ne saçmalıyorsun sen?" Diye çıkıştı.

Bu sırada yemeğin altını kapatıp ocaktan aldım.

"Bari gel masayı kur."

"Banane masadan. Ben yemeyeceğim sonuçta." Kaşlarımı çattım.

"Karmen sözümün dinlenmemesi hiç hoşuma gitmez." Dedim. Oflayarak ayağıya kalkıp yanıma geldi.

"Tabaklar nerde?" Diye sorunca başıma tabakların olduğu dolabı işaret ettim.

"Orda" Başıyla onaylayıp o tarafa döndü. Dolabın kapağını açıp tabaklara uzandı fakat boyu yetmeyince parmak uçlarına çıktı. Ama yine yetişemeyince biraz daha zorladı fakat yine başaramadı.

Oraya gidip Akça'nın arkasında durup tabaklara uzandım. Geldiğimi fark etmemiş olmalı ki afallayarak ellerini çekti ve yüzünü bana çevirdi. Benim bakışlarım da onu buldu. Ama bundan rahatsız olduğunu hatırlayıp hızlıca iki tabak alıp geri çekildim.

"Çatal bıçaklar üst çekmecede." Diyip tabaklara yemek koymaya başladım. O sırada o da masaya çatal ve bıçak getirdi. Getirdiği çatal ve bıçağı görünce kaşlarım çatıldı. Ona döndüğümde ne var dercesine başını salladı. Gidip çekmeceden bir tane daha çatal ve bıçak getirip masaya koydum. Son olarak da iki tane kadeh çıkardım. İçki dolabının kapağını açıp ona döndüm.

"Kırmızı mı, beyaz mı?"

"Ney?"

"Şarap"

"Ben alkol kullanmıyorum." Dediğinde kaşlarım alaylı bir şekilde havalandı. Bakışlarımda ki imayı anlayınca ofladı ve bir sandalye çekip oturdu.

"Kırmızı" dediğinde dolapatan bir şişe kırmızı şarap çıkarıp kadehlere koydum. Kadehleri elime alıp masaya geçtim. Onun kadehini önüne bıraktım ve tezgahın üzerindeki tabakları da alıp masaya koydum. Ben de Akça'nın karşısındaki yerime oturdum.

"Afiyet olsun."

"Yemeyeceğimi söyledim." Dedi. Kollarını göğsünün altında bağlayıp başını farklı bir yöne çevirdi.

"Kaç gündür yemek yemediğini biliyorsun değil mi?"

"Belki canım açlıktan ölmek istiyordur." Diyen sesi fısıltı gibiydi.

"Neden ölmeyi bu kadar çok istiyorsun?"

"Yaşamak için bir sebebim yok." Derken artık bakışlarını gözlerime çevirmişti.

"Neyi kaybettin?"

"Benim hiç bir zaman bir şeyim olmadı ki kaybedeyim." Sesi buruktu.

"Seni seven bir annen var... Senin bir annen var akça. Sadece bu tek başına yaşamak için yeterli bir sebep." Dediğimde sesinde ki burukluk aynı şekilde gülümsemesine geçti.

"O odadaki-" lafını bitirmesine izin vermeden cevabını verdim.

"Evet annem. Tüm o eşyalar, o koku, o fotoğrafların hepsi annem."

"Ne oldu ona?"

"Öldü." dediğimde başını önüne eğip parmaklarıyla oynadı. Sertçe yutkunuşunu duydum ardından "Başın sağolsun." Dedi. Sesinde derin bir mahçupluk vardı.

"Özür dilerim." Dedi ve başını kaldırıp bana baktı. "Odayı karıştırmamalıydım." Bu sözleri duymaayı beklemediğim için ne diyeceğimi bilemedim.

Konuyu kapatmak için "Neyse," diyip önümdeki yemekten bir çatal aldım. "Sonuç olarak ölme fikrini aklından çıkar ve yemeğini ye." Dedikten sonra ben de yemeğimi yemeye başladım.

"Yemiyorum!" Diye aniden yükselince tek kaşımı kaldırarak ona baktım.

"Tadına bak."

"Neden bunu yapayım?"

"Elim lezzetlidir." Derken bir yandan da yemeğimi yiyordum.

"Umrumda değil."

"Fikrini duymak istiyorum."

"Sanane benim fikrimden!" Diye bağırınca "Önce sesini alçalt ve sonra yemeğini ye." Diye onu uyardım. Bu gerçekten beni sinirlendiriyordu.

"Yemiyorum!" Diyince omuz silkip yemeğime döndüm.

"Sen kaybedersin."

"Hiç bir şey kaybetmem." Bu dediğine cevap vermeden yemeğimi yemeye devam ettim. Bir kaç dakika sonra Akça tekrar konuştu.

"Sana bir şey sormak istiyorum ama dürüst olacaksın."

"Ne soracağıma bağlı." Derken hala yemeğimle ilgileniyordum.

"Dürüst olacağını düşünüyorum."

"Gönder gelsin o zaman."

"Babandan neden nefret ediyorsun?" Dediğinde ağzıma götürdüğüm çatalı tabağa geri bıraktım ve sert bakışlarımı ona çevirdim.

"Nerden çıktı bu şimdi?"

"Sadece meram ediyorum."

"Fazla merak iyi değildir." Diyip tekrar yemeğine döndüm. Sadece bir kaç dakika sonra Akça yeniden konuştu.

"Soruma cevap ver." Derin bir nefes verip ona döndüm.

"O bir baba değil. Hiç bir zaman olamadı da. O sadece vicdansız bir cani."

"Senin de ondan farklı olduğunu söyleyemem."

"Beni o adama benzetme." Dedim dişlerimi sıkarak.

"Ben benzetmiyorum, siz zaten benziyorsunuz."

"Yemeğini ye artık!" Diye sertçe onu uyarıp tekrar yemeğine döndüm.

"Bir şartla yerim." Dediğinde oflayarak ona baktım tekrar. "Sorularıma eksiksiz cevap vereceksin."

"Saçma sapan sorular sormaya devam edersen cevap alamazsın."

"Sorularım saçma değil."

"Saçma." dediğimde gözlerini devirdi.

"Neyse, seninle laf dalaşına girmek istemiyorum." Dedi ve ardından hafif öksürerek boğazını temizledi. "Senin olayın ne? Yani mesleğin ne? Ne iş yapıyorsun? Nerden geliyor bu değirmenin suyu?"

"Gastronomi okuyordum ama bitirmedim. Yaptığım iş de zaten aşçılık değil. Asıl işim silahlar. Silah üretiyorum ve satıyorum."

"Kaçakçı mısın?" Diyen sesinde hayret vardı.

"Hayır, her şeyi yasal yapıyorum."

"İnsanların hayatını karartan o aletleri üretmek seni rahatsız etmiyor mu? Vicdanın biraz olsun sızlamıyor mu?"

"Sen silahı kötüye kullanmazsan o kötü bir şey olmaz." Derken bir yandan da yemek yiyordum.

"Keşke öyle olsa... Keşke küçük çocuklar onu oyuncak sanıp kötü şeylere vesile olmasa... Keşke sarhoş biri kendi ailesini katletmese o aletle... Keşke henüz ergen olan bir çocuk okulda kavga ettiği o çocuğun canını saçma bir sinirle almasa... Keşke daha niceleri olmasa... Keşke dediğin gibi olsa..."

Bu kız ne yapmaya çalışıyor? Beni işimin yanlış olduğu düşüncesine mi sokmaya çalışıyor? Duygu sömürüsü mü yapıyor?

"Neydi bu şimdi?" Dedim tek kaşımı kaldırarak.

"Canisin pars, vicdansızsın, bencilsin, kötüsün."

"Cevabını aldığına göre artık yemeğini ye ve çeneni kapat."

"Daha bitmedi." Dediğinde oflayarak ona döndüm tekrar. "Hiç psikolojik destek aldım mı?"

Bunu neden soruyor? Ne düşünüyor? Deli olduğumu falan mı sanıyor?

"Hayır."

"Bundan sonra almalısın bence." Diyerek aklı sıra bana laf atıyor.

"Sana fikrini sormadım." Dedim sert bir şekilde. Konuşmak için dudaklarını araladığı an tekrar konuşarak onun konuşmasına izin vermedim. "Artık susacak mısın?"

"Hayır, daha bitmedi-"

"Akça!" Diye sertçe uyardığımda oflayarak önüne döndü. Bakışlarını tabağına çevirdi. Yemeğinden bir çatal alıp yavaşça çiğneyip yuttu.

Haydi bakalım Pars, başlıyoruz.

Yüzüme samimi bir gülümseme yerleştirip ona döndüm.

"E bari beğendin mi?" Gözlerini devirdi. Beğendiğini gözlerinden anlayabiliyorum fakat o beğendiğini gizlemeye çalışıyordu.

"Vasat." Dediğinde kıkırdadım.

"Beğendiremedim demek seni."

"Sen niye bir anda bana iyi davranmaya başladın?" Aniden dediği şeyle afalladım.

"Aslında çok iyi iki arkadaş olabiliriz ama sen bana karşı çok önyargılısın." Dediğim an Akça kahkaha attı.

"Seninle arkadaş olacağım ha?" Dedi alaylı bir şekilde. "Eğer öyle bir şey olursa kendi kafama sıkarım."

"Neden, olamaz mıyız?"

"Saçmalıyorsun şu anda."

"Çok ciddiyim Karmen. Seninle arkadaş olmayı çok isterim."

"Siktir git Pars!" Diye aniden bağırdı. Bu yaptığına germe kadar sinirlenem de tepki vermedim.

"Sesini alçalt." Derken sesim oldukça sakindi.

Birden ayağıya kalkıp bağırdı. "Bak bağırdığımda sen de bağırmalıydın ama yapmadın. Amacın ne oğlum?"

"Yerine otur." Yine oldukça sakin bir sesle konuştum.

"Lan niye sakinsin? Senin şu anda boğazıma yapışman gerekiyordu."

"Onu mu istiyorsun yani?"

"Ne işler çeviriyorsun sen?"

"İş fala çevirdiğim yok!" Dediğimde daha fazla dayanamayıp üzerindeki kazağın kollarını geri katlayıp hırslı bir şekilde hareket çekti. Bir yandan da "Bok yok!" Diye bağırdı.

Sadece gülümse Pars.

Akça'nın baya ağzı bozuk biri olduğunu biliyordum ama herkese küfür etmiyor. Artık sabrı taştı ve bana da küfür etti ve sadece küfür etmekle kalmayıp bir de hareket çekti.

"Otur yemeğini ye gideceğiz burdan." Dediğimde hiç umursamadı. "Yemezsen gidemeyiz." Diye tekrar ettim.

"Gitmeyelim o zaman!"

Arkama yaslanıp kollarımı bağladım. "Bana uyar. Burada, tek bir yatak olan, tek bir banyo olan ve sadece bana ait kıyafetlerin olduğu bu yerde seninle kalmak bana uyar."

Yüzüne hayretle bakarken "Edepsiz! Sana edecek küfür bulamıyorum pars! O kadar kötüsün." Diye bağırdı.

"Teşekkürler."

"Sen iyi değilsin."

"Akça artık şu yemeği ye ki gidelim."

"Yemiyorum!"

"İyi o zaman sen bulaşıklar halet ben odadayım." Dediğimde iyice sinirlendi ve bir ayağını sertçe yere vurdu.

"Senden nefret ediyorum Pars."

"Çok umrumda biliyor musun."

"Pars, bak ciddiyim, iyi misin?"

"Akça yemeğini ye."

"Lan ne yememiş ya! Tutturdu bir yemek diye susmuyor da. Yemek de yemek!"

"Çok istiyorsan yeme." Dediğimde sandalyesine tekrar oturdu.

"Senden nefret ediyorum Pars."

"Biliyorum."

"Güncellemiş oldum." Diyip yemeğini yemeye başladı. Kollarımı bağlayıp arkama yaslandım ve elime şarabımı alıp onu izlemeye başladım.

Akça garip bir kız. Ben ki pars kızıl kurşun insanları tek bakışta çözebilen biriyken Akçayı çözemiyorum. Ani duygu değişimleri var, bazen benden korkuyor bazen ise fazlasıyla cesur davranıyor. Onu arkadaşlarına kadar araştırdım. Aylardır onu takip ettirip izliyordum.

En yakın arkadaşı Zeynep diye bir kız ve onunla çocukluğundan beri arkadaş ve kardeş gibiler.

Üniversite için İstanbul'a geldiğinde Hüma diye bir kızla arkadaş oldu. Akça kendini Hümaya normal bir ailesi varmış gibi tanıttı. Akçayı kaçırdığım gün Hüma ile bu konuda kavga ettiler ve araları bozuldu.

Şimdiye kadar sadece bir tane sevgilisi olmuş ve o da lise sonda olmuş. Çocuk bir gün şüpeli bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş. Tabiki bu bir kaza değil. Baran ve Bora'nın işi bu. Akça ile sevgili olduğunu öğrendiklernde hiç düşünmeden çocuğu öldürmüşler.

Babası Hamdi ise Akçayı sadece bir aracı olarak görüyor. Bir kere olsun ona kendi evladı gibi bakmamış. Hamdi'nin gözünde Akça sadece iki ailenin ortaklığını bir akrabalık ile bağlayacak olan bir aracı.

Annesi Leyla, Hamdi ile gençken tanışmış ve aşık olmuşlar. Hamdi'nin ailesi Leyla fakir bir ailenin kızı olduğu için evlenmelerine izin vermemiş, Hamdi ise leylayı kaçırmış. Evlilikleri, imkansızlıklara rağmen asla vazgeçmeyen iki insanın aşkı gibi görünüyor değil mi? Ama öyle değil. Öyle başlıyor fakat öyle devam etmiyor. Hamdi, Leylayı defalarca kez aldatıyor. Leyla her şeyin farkına varıyor ama artık gidecek bir evi ve ailesi olmadığı için ve karnında o adamın çocuğunu taşıdığı için her şeyi susup kabullenmiş.

Zamanla Hamdi'nin aşkı bitiyor ve Leyla artık onun gözünde sadece bir gençlik hatası olarak kalıyor. Leylayı sadece aldatmakla kalmayıp sürekli de şiddet uyguluyor. Leyla ise bu güne kadar sadece çocuklarına tutunarak yaşamış. Kadın çok acı çeksede çocukları için her şeye susmuş ve sadece onların hayatı güzel olsun diye çabalıyor.

Akça ise bir bataklığın kenarında yetişmiş naif bir çiçek. Bataklık onu zamanla zehirleyor ama o savaşmaya devam ediyor. Tam pes etmişken, bataklığa teslim olmuşken ben girdim hayatına. O her ne kada beni bir tehlike olarak görse de aslında olanlar çok farklı. Tabiki bunu kendi çıkarım için yapıyorum fakat burda Akça'nın da kazancı var. Biz bir nevi şu anda ortaktık. Akça bunu kabul etmiyor ama şimdilik. O da bunu kabuk edecek.

Akça sonunda yemeğini bitirince başını bana çevirdi. "Artık gidecek miyiz?" İsyan eder gibi söylediğine hafifçe sırıttım.

"Buraların toplanması lazım." Diyip masayı işaret ettim. Akça sinirle bir nefes verip hışımla ayağıya kalktı. Tabakları ve çatal bıçakları masadan alıp hızlıca köşedeki çöp kutusunun yanına gidip elindekileri çöpe fırlatır gibi attı.

"Artık gidebiliriz." Diyip yanıma geldi. Derin bir nefes verip ayağıya kalktım. Hiç bir şey söylemeden giriş kapısının önüne geldim. Yandaki paneli açıp şifreyi girdim. Kapının kilidinin açıldığına daire bir ses duyunca kapıyı yana doğru ittirip açtım. Sonra Akçay'a dönüp yürümesi için başımla bir işaret verdim. Akça ise kapıya şaşkın şaşkın bakıyordu.

Hızlıca kendini toparlayıp önden ilerlemeye başladı. Bende kapıyı kapatıp peşinden ilerlemeye koyuldum. Dakikalarca konuşmadan yan yana yürüdük. Dar kolidorda dip dibeydik. Akçanın kokusu burnuma doluyordu. Günlerdir buradaydı ve duş bile almamıştı ama yine de çok güzel kokuyordu. Hafif bir kokuydu ve insanı kendine çeken bir kokuydu. Bu kokuyu başka bir kokuya benzeterek anlatamam ama sürekli koklamak istediğim bir kokuydu.

"Çoklu kişilik bozukluğun mu var?" Diye aniden sorunca düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm. Hafif bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan.

"Ciddiyim, var mı, yok mu?" Gerçekten merak ettiği sesinden belliydi.

"Hayır yok." Dediğimde durdu ve bana çevirdi başını. Boyu benden baya kısa olduğu için başını yukarı dikerek konuştu.

"Emin misin?" Derken beni boydan süzüyordu. Bende onu. "Bana hiç öyle gelmiyor da."

"Senin boyun kaç?" Dedim alaylı bir sesle. Bu dediğime ilk afallasa da sonra somurtup önüne döndü ve daha hızlı yürümeye başladı.

"Sanane ki benim boyumdan." Diye kendi kendine homurdandı.

"1.50 mi?" Dediğimde tekrar durdu ve ters ters bana baktı.

"O kadar da değil."

"1.60 tan fazla değilsin."

"1.65!" Diye aniden bağırınca daha çok güldüm.

"Çok uzunmuşsun." Onunla alay etmem hoşuna gitmediği için hemen savunmaya geçti.

"Senin kavak kadar boyun var da ne sikime yarıyor!" Diye aniden bağırdı. Onun bu sinirli halini yukardan izlemek hoşuma gitti. Anlam veremediğim bir şirinliği vardı bu halinin. Biraz eğilerek onun buyuna indim ve onu inceledim.

"Burdan bakınca daha sinirli gözüküyorsun. Oysaki yukardan daha tatlıydın."

"Pars siktir git!" Diye aniden bağırıp beni ittirdi fakat gücü beni kıpırdatmaya yetmedi.

"Hem kısa hem sıskasın." Dedim ve ardından ekledim. "Ha bir de güçsüz."

Akça en sonunda sinirlendi ve hızla önüne dönüp yürümeye devam etti.

"Yemin ederim piskopat bu adam." Diye yine kendi kendi homurdandı.

"Yani en azından güçlüyüm ve uzunum." Dediğimde aniden bana döndü ve bu sefer daha sert bir şekilde bağırarak konuştu.

"Ban bak Pars kızıl kurşun, ne işler çeviriyorsun bilmiyorum ama bu cıvık halinden nefret ettim."

"Bu cıvıklık değil ve ayrıca sesinin tonuna dikkat et." Dedim yumuşak bir ses tonuyla. Akça daha da sinirlendi ve ellerini saçlarından geçirdi, gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı ve verdi ardından gözlerini açıp sakince bana döndü.

"Ne yapmaya çalışıyorsun anlamadım ama beni kirli oyunlarına alet etme."

"Akça sen bu oyunun içine gireli çok oldu." Dedik başımı hafif sallayarak.

"Ne demeye çalışıyorsun?" Derken gözlerini kıstı.

"Büyük bir savaşın ortasında kaldın."

"Ne savaşı? Ne diyorsun sen?"

"Artık şu at gözlüklerini çıkar." Artık ikimizde ciddiydik. Ne o sinirden köpürüyordu ne de ben onunla alay ediyordum.

"Kullanılıyorsun diyorum, farkında mısın?"

"Ne-ne demeye çalışıyorsun?"

"Çok safsın Akça."

"Pars!" Dedi ondan beklenmeyecek kadar sert bir şekilde. "Ne biliyorsan anlat bana!"

"Aslında biraz zekice düşünsen her şeyi göreceksin."

"Pars uzatma!"

"Bora ile seni neden evlendirmek istediklerini biliyorsun. İki ailenin akraba olması ve bir varis-"

"Bunları biliyorum! Bilmediklerimi anlat!" Bir kaç saniye sadece gözlerine baktım ardından derin bir nefes verip önüme döndüm ve hızlı adımlarla ilerlemeye devam ettim.

"Hey! Pars beni bekle!" Diye seslendi ve koşarak bana yetişti.

"Sana bir teklifim var-" dedim usulca.

"Asla kabul etmem." Daha ne diyeceğimi dinlemedin direk reddetmesi beni sinirlendirdi ve kendime hakim olamayıp aniden ona dönüp "Git o zaman Bora'nın sürtüğü ol!" Dedim sert bir sesle. Akça'nın bu dediğimle dudakları aralandı.

"Ne diyorsun lan sen! Düzgün konuş benimle!" Diye aniden bağırdı.

"Bir daha bana sesini yükseltme!" Dedim dişlerimin arasından. Tahammül seviyem buraya kadardı.

Ona sert davranmamaya çalışıyordum ama o sınırlarımı zorluyordu. Ben böyle davrandıkça o beni psikopat, çoklu kişilik bozukluğu olan ve bipolar biri sanıyordu ama ben sadece onun için kendimi zorluyorum.

"Sende benimle düzgün konuş o zaman. Ben o piç kurusu ile isteyerek mi evleniyorum sanıyorsun."

"Bende sana bunu diyorum zaten. Benim ortağım ol ve Bora'dan kurtul. Hem sen kazan hem de ben." Bir kaç saniye boyunca gözlerime tereddütle baktı ve ardından derin bir nefes verdi.

"Nasıl olacak o? Yani ben sana nasıl yardım edebilirim ki? Nasıl ortağın olacağım?"

"Kabul ediyorsun yani?" Dedim tek kaşımı kaldırarak.

"Hayır öyle bir şey denedim. Sadece seninle ortak olamayacağımı söylüyorum. Bunu yapamam. Yapmam da zaten."

"Akça, sadece kabul et. Gerisi o kadar kolay ki."

"Diyelim ki kabul ettim, o zaman ne olacak? Ne yapacağım yani? Seninle beraber silah mı satacağım?" Dediğinde güldüm.

"Hayır tabikide."

"E ne bekliyorsun peki benden? Ajanlık yapmamı falan mı?" Dedi alaylı bir şekilde.

Dudağımın bir köşesi kıvrıldı ve başımı ağır ağır sallayarak onu onayladım.

"Ciddi olamazsın." Dedi hayrete düşerek.

"Tam olarak ajanlık diyemem ama sayılır."

"Siktir git!"

***

Dediğim gibi bu gün bölümü yayınlandım canlarım. Ve tabiki kontrol etmedim o yüzden özür dilerim. Bir de sizden bir ricam olacak. Bölümü okuyup geçmeseniz de şurdan bir de oy verseniz çok sevinirim.

Neyse sonraki bölümde görüşürüzzz.

Bölüm : 13.03.2025 17:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Nursima🦁 / RUHUMUN ESİRİ / 10
Nursima🦁
RUHUMUN ESİRİ

2.71k Okunma

275 Oy

0 Takip
13
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...