Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.Bölüm

@umay_6

Yine ve yeniden ben!

 

Şimdiden keyifli okumalar dilerim.

 

Arkadaşlar instagramda ardic_officiall kullanıcı adıyla resmî instagram hesabı açıldı. Oraya da bakmanızı ve takip etmenizi öneririm. Soru- cevap ve kitapla ilgili posterleri bilgileri orada payalaşacağım.

 

Bilginize.

 

İçimdeki huzursuzluk hissiyle birlikte bu sabaha gözlerimi açmıştım. Hafif çiseleyen yağmur cama vurup kendine yeni rotlar çizerken sabahın erken saatleri olmasına rağmen hava kasvetli ve karanlıktı.

 

Kasım felaketler ve acıyla beraber gelmişti.

Aynı zamanda tesadüfleri de beraberinde getirmişti.

 

Korkularımı süsleyen karanlıktan daha kötüsüne mahkum olmuştum.

 

Hayır.

 

Mahkum bırakılmıştım.

 

"Bak şimdi, ben tokat atacağım ama hemen kaçacağım sende elin yanağında bekleyeceksin tamam mı?" Dedim yanımda uyuklayan Uraza. Sabah zar zor Keskinin kolları arasından sıyrılmış, evde ki herkes uyuduğu için Urazı uyandırmıştım.

 

Keskin, yastığa dağılan saçları, kızarmış dolgun dudakları ve gözlerini örten uzun, gür kirpikleri ile kaşları çatık bir şekilde yatağımda yüzünü yastığıma gömmüş üzeri çıplak bir şekilde uyuyordu.

 

"Ya teyze banane senin kocandan alacağın öcünden," dedi Uraz, gözlerini ovuşturuken. Sıkıntılı bir nefes verdim. "Ben uyumak istiyorum ya!" Diye sızlandı. "Sonra Tokat atsan olmaz mı?"

 

"Olmaz," dedim. "Uyurken zararsız bir ayı gibi. Ayıkken hayvan gibi kükrüyüp duruyor." Urazın gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı.

 

"Aslan gibi mi?" Diye sordu. Bakışları yatakta yatan kocamı buldu. Kocaman cüsesi yatağın yarasından fazlasını kapsarken geniş omuzları haddinden fazla cezbediciydi.

 

"Öyle de denebilir." Dedim ağzımın içinde geveleyerek. Bazen bana geliyorlardı gerçekten de.

 

"Hadi bak, üç deyince ben vuruyorum. Sende kaçıyorsun, tamam mı?"

 

"Tamam." Dedi, bıkkın bıkkın.

 

"Bir."

 

"İki." Dedi bana eşlik ederek. Elim havalandı.

 

"Üç!" Tokatımın yüzüne inmesini engelleyen şey, Keskinin havada ki bileğimi yakalayıp beni yatakta altına çekmesiyle ve üzerime karabasan çökmesiyle eş zamanlı olurken dudaklarımın arasından bir çığlık kaçmıştı.

 

"Zararsız Ayı gibi ha?" Dedi sorgularcasına. Kaşları çatıldı. "Hayvan gibi kükrüyor demek ha?" Korkuyla yutkundum.

 

"Hiçbir şey göründüğü gibi değil," gittikçe bana yaklaştı. Katran karası gözleri ifadesiz, ifadesi düz ve katıydı. "Açıklayabilirim." Dedim içime kaçan sesimle.

 

Faka basmıştım.

 

"Anne!" Diye bağırdı Uraz koşa koşa odadan çıkarken. "Teyzemle kocası çok ayıp şeyler yapıyor!"

 

Gözlerim kocaman açılırken, "Ne?!" Diye bağırdım. Kalkmak için hareketlendiğimde Keskin izin vermedi. "Uraz!" Diye cırladım. "Keskin bırak!" Dedim altında debelenirken o bu halimden gayet de eğleniyordu. "Ya bıraksana be adam!"

 

"Sence bir kez daha aynı hatayı yapar mıyım?" Dedi. "Ayrıca sen az önce söylediklerinin hesabını ver bana?" Diyerek kaçtığım konuyu tekrar açtı. "Uyurken zararsız bir ayı ama uyanıkken hayvan gibi kükrüyor ne demek İzgi?!" Diyerek beni azarladı.

 

Dişlerimle dudaklarıma işkence ederken bakışları kısa bir an dudaklarıma düştü. Yüzü gittikçe yaklaşırken nefeslerim sıkılaştı. Dudakları ve dudaklarım arasında bir karışlık bir mesafe varken boşluğundan yararlanarak onu üzerimden ittim ve yanıma devrilmesine sebep olurken yataktan hızla kaçtım.

 

"Öyle aklına her estiğinde beni öpemezsin!" Diye bağırdım odadan çıkarken. "O bir kere olur!" Gür kahkahası kulaklarımda yankılandığında kalbim tekledi. Şuh, tok ve erkeksi kahkahası aklımı başımdan alıyordu.

 

Öpen öpeneydi yemin ederim.

 

Hiçbiri rahat durmuyordu.

 

Acaba kasım ayında hayvanlar kuduruyor muydu ne? Diye düşünmeden edemedim.

 

Koridorda, Zeynep'le karşılaştığımda istemsizce kızarırken mutfağa doğru adımladım.

 

"Teyzesi," dedi alayla. "Ayıp şeyler mi yapıyorsun sen?" İması daha çok kızarmama sebep oldu. "Hemde oğlumun yanında. Nasıl ayıp şeyler miş ki onlar? Merak ettim bak şimdi." Dedi üzerime gelerek.

 

"Zeynep!" Dedim uyarıcasına ama heyecanla dibimde bitti.

 

"Öpüştünüz mü?!"

 

Doldurduğum ve bir yudum aldığım su boğazıma kaçarken, "ÇÜŞ!" Diye bağırmıştım. Hınzırca sırıttı. "Ne münasebet be?!"

 

"Bakayım," dedi yüzümü avuçlarımın arasına alarak. "Yanaklar kızarmış, saç baş dağınık ama dudaklarda bir şey yok." Keyfi kaçmış gibi somurttu. "Kedi köpek gibi debelendiniz mi? Ne yaptınız?" Diye sordu.

 

Dudaklarım konuşmak için aralandığında, bakışlarım kapıda gözüken adamı buldu.

 

"Hayır yani ne olur iki cilve yapsan adama," diyen Zeyneb'e, dehşete düşmüş gibi baktım. Gözlerim kocaman açıldı. "O da insan yani. Ne kadar dayanır bilemiyorum şimdi. Sen dikkat et de azg-" avuç içim şak diye Zeynebin ağzına kapanırken gözlerim yuvalarından çıkacak gibi açılmıştı.

 

O da şaşkınlıkla bana bakarken, Keskin başını önüne eğmiş gülümsemesini saklıyordu.

 

Elimi ağzından çektiğimde, "Ne oldu be?" Diye cırladı. "Ne dedim sanki?"

 

Keskin onu fark etmesi için boğazını temizlediğinde, Zeynebinde bakışları mutfak kapısını buldu.

 

"Aaa?" Dedi hiçbir şey olmamış gibi. "Uyandın mı? Bende kahvaltı hazırlıyordum bahçeye." Dedi gayet rahat rahat.

 

Zeynep yandan yandan beni dürtüğünde, "Sende bırak artık şu Halil abi ayaklarını." Dedi.

 

"O ne alaka be şimdi?" Dedim yüzümü buruşturarak. Üniversite kaldığımız evin güvenlik görevlisiydi Halil abi. Karısıyla kavga ettiği her gece bize gelirdi. Haklı da olsa haksızda olsa hiçbir şekilde yüz vermez nazlanır dururdu. Gözlerim kısıldığında, zeynebin yüzündeki gülümse ona kötü kötü bakmama sebep oldu.

 

Katran karası bakışları üzerimden çekilmezken başımı ne dercesine salladığımda sessiz bir sabır çekti. Bakışlarım üzerime döndüğünde kalçalarımı zar zor örten ve göğüs dekoltesi olan bir karışlık saten bordro gecelikle durduğumu fark ettim.

 

"Akıl mı bıraktın bende?!" Diye homurdandım yanında geçerken adımlarım tekrar odayı buldu. "Sabah sabah aksiyon derdindesin!"

 

"Ben miyim aksiyon derdinde olan?" Dedi hayretle. "Sen değil misin bana tokat atmak için uğraşan?" Omuz silktim.

 

"Atamadım da, zaten. İçimde kaldı." Dedim.

 

Bir anda kolumdan tutup, kapıyı kapatıp sırtımı da kapıya yaslamasıyla afalladım.

 

Bu adam benim dengemi sarsıyordu.

 

"Aşk olsun karıcığım," dedi alayla. "Senden bir tokatı mı esirgeyeceğim?" Nefesi yüzümü sıyırken uzun olmama rağmen karşısında küçücük kalmak sinirlerimi bozuyordu. Boyum 1.76 benim!

 

"Ne dikildin öyle zürafa gibi tepemde?" Dedim, ters ters. Kaşları çatıldı. Yakınlığı, yüzüme vuran sıcak nefesi ve belimin yay gibi gerilmesine sebep olan yakıcı parmakları diken üstünde durmama sebep oluyordu. Dengem şaşmıştı.

 

"Senin beni sürekli olarak bir hayvana benzetme işini ne yapacağız acaba?" Dedi sitemle.

 

Sitemi kıkırdamama sebep oldu.

 

"Ayrıca Zürafa mı?" Dedi. Kaşları havalandığında üstten üstten bana baktı. "Sana ne demeli yer cücesi?"

 

Kaşlarım çatıldı. Bir ayağımı öfkeyle yere vururken, "Boyum bir yetmiş altı benim!" Dedim sitemle.

 

Kara gözleri üzerimde dolaştığında, "Ama küçücüksün." Dedi anlam veremiyormuş gibi. "Ele avuca sığmıyorsun." Sözleri içimde bir şeylerin yerinden oynamasına sebep oldu. Kara gözleri yeşillerime mühürlendi.

 

Yutkunmadan edemezken, "Çocuk gibi mi?" Diye sordum merakla. Beni bir çocuğa mı benzetiyordu gerçekten?

 

Dalgın dalgın yüzümü izlerken, "Çocuk gibi." Dedi iç geçirerek. Kaşlarım çatıldı. "Baş belası bir kız çocuğu gibi." Dediğinde kaşlarım daha çok çatıldı. "Nazlı ve şımarık bir kız çocuğu gibi." İstemsizce gülümsedim. Başını aşağıya doğru eğdiğinde ondan sakladığım gülümsememi görmek için çabaladı. Bu hareketi kalbimin atışlarının hızlanmasına sebep oldu. "Yer cücesi seni." Dedi bir çocuğa seslenir gibi tatlı bir tınıyla. Geri çekildiğinde, dudağında belli belirsiz bir tebessümle birlikte önüne döndü.

 

"Hayır yani, elektrik direği gibi dikiliyorsun yanımda," diye söylendim. Gülümsedi ve sakallarının arasında ki gamzesi huzuruma serildi. "Boyun kaç senin?" Diye sordum merakla.

 

Sorum karşısında gülümsemesi daha çok büyürken, "1.98" dedi tok bir sesle.

 

"Çüş!" Dedim şaşkınlıkla. Gözlerim kocaman açılmış hayretle ona bakmıştım. "Aramızda yirmi iki santim var!" Dedim hayretle şaşırarak.

 

"Çok bir şey değil," dedi, gülümseyerek. "Yirmi iki santim ne ki?" Bakışları vücudumda gezindi. Bakışları gittikçe koyulaştı sanki. Hala gecelikleydim! "Gerçi şöyle bakınca senin için biraz fazla gibi." Dedi arsızca. "Baş edebilir misin bilmiyorum." İz, bahsettiği hala aranızda ki yirmi iki santim mi?

 

"Ha?" Dedim.

 

"Eve dönecek misin?" Dedi bir anda. Beklentiyle bana bakarken sessiz kaldım. Sıkıntılı bir nefes verdiğinde başını iki yana doğru salladı. "Sen bilirsin." Demekle yetindi ve üzerimde ki baskısı çekilirken banyoya girdi.

 

Yarattığı boşluğun içinden çıkamadım.

...

 

Üzerimde yüksek bel, kırmızı, kalem ve sol bacağında derin bir yırtmacı bulunan uzun bir etek vardı. Etek kalçalarımı ve belimi tamamen sararken daha sonra yavaşça bollaşıyordu. Üzerine aldığım beyaz, kalın askılı, boyundan bağlamalı, kare yaka bir buluz ve ayaklarımda kırmızı sitilettolarım vardı. Siyah saçlarım gür dalgalar halinde belime dökülüyordu. Yüzümde iddialı kıyafetimin aksine sade bir makyaj vardı ama dudaklarımdan kırmızı rujumu eksik etmemiştim. Yeşil gözlerim yaptığım göz makyajımla daha çok ortaya çıkmıştı.

 

Saatler önce Zeynebin evinde hazırlanmıştım. Zihnimde Aylinle yaptığım konuşma belirdi.

 

"İz, nasılsın?" Dedi neşeyle.

 

Rakı beyazı ojelerimi öznele tırnaklarıma sürerken bir yandan da Ayline cevap veriyordum.

 

"İyiyim Aylin, sen nasılın? Bende her şey bildiğin gibi işte." Dedim, tırnaklarıma üflerken diğer elim tersime geldiği için taşırmamaya özen gösteriyordum.

 

"Yemeğe gelmeyecek misin bugün?" Diye sordu.

 

"Ne yemeği?" Dedim merakla.

 

"Abim söylemedi mi?" Dedi bu sefer.

 

Kaşlarım çatıldı. "Uzatmasana Aylin," dedim. "Ne söyleyeceksen söyle. Geveleyip durma."

 

"Babaannem, abimi çağırdı bugün yemeğe." Dedi. "Gelinimi de al gel yoksa kapıdan içeriye sokmam dedi. Bende abim dün gece eve gelmeyince birliktesiniz, aranızdakileri halletmişsinizdir, sandım." dedi.

 

"İlla beni istedi yani?" Diye sordum merakla.

 

"Geldiğinden beri zaten, gelinim de gelinim diyor başka bir şey demiyor." Gülümsedim istemesizce. "Sen gelmezsen o kalkıp gelecek. Kapına dayanırsa şaşırma derim."

 

"Tamam Aylin," dedim yumuşak bir sesle. "Arayacağım ben seni sonra. Öpüyorum çok dikkat et kendine." Dedim.

 

"Bende, yengelerin bir tanesi bende." Demişti telefonu kapatmadan hemen önce.

 

İçinde bulunduğum arabadan indiğimde Aybarsın şaşkınlıkla dolu bakışlarını üzerimde hissettim.

 

"Aaa," dedi. "Yenge?" Gülümsedim.

 

"Ben geldim." Diye şakıdım. "Yengeniz!" Hepsi beni gördüğüne sevinmiş gibi bakarken rahatlamış gözüküyorlardı.

 

"Yenge hanımda geldiğine göre, çilemiz bitecek gibi ha devrem?" Dedi Furkan kolunu Aybarsın omzuna atarken.

 

"Keskin beyle, Ayşe hanımdan kurtulduğuna sevineceğine, İz hanımın çilesinin derdine yan devrem." Dedi Aybars umutsuz bir sesle. "Alışveriş poşetlerinden önünü göremeyip ışıklarda asfalta yapışınca, tanımıyormuş gibi yaptığında göreceğim ben seni." Bunu gerçekten yapmıştım.

 

Adımlarım benim için açılan malikanenin kapısından içeriye girdiğinde bahçede, İdil'le konuşan Keskinin sırtı girdi görüş açıma. Adımlarımı ona doğru atarken, İdilin bakışları beni bulup tekrar Keskine döndü ama hızla tekrar beni bulduğunda şaşkınlıkla bana baktı.

 

"İz?" Dedi. "Geleceğini bilmiyordum."

 

Keskin anında arkasını dönerken, benimle karşı karşıya geldi.

 

Gözlerime çektiğim perde sakladığım gerçekleri görmemi engelledi ama ben ilk defa onun gözlerindeki perdenin yerinde olmadığını gördüm.

 

Bana öyle bir bakıyordu ki sanki senelerdir tanıyormuş gibi. Hep biliyormuş gibi. Ezbere tanıyormuş gibi.

 

Bu his midemin burkulmasına kalbimin sert bir tekmeyi kaburgalarıma geçirmesine sebep olmuştu.

 

"Merhaba," dedim suratımda en şirin gülümsemem ile. "Gelinini almadan nereye gidiyorsun acaba?" Dedim alayla. Sabah, kahvaltı bile etmeden apar topar gitmesineydi bu sitemim.

 

Gülümsedi. "Gelinimin geleceğini bilseydim onu almadan asla gitmezdim." Dedi net bir ifadeyle. Bir anda eli elime sarıldığında, "Babaannemi bekletmeyelim." Dedi. "Geldiğinden beri yolunu gözlüyor."

 

"Yolumu gözleyen tek kişi babaannen mi?" Diye sordum merakla yanında yürürken.

 

Yüzünde yamuk bir gülümseme yer edindiğinde, "Hayır." Dedi. "Bu evde yolunu gözleyen başka birisi daha var."

 

"Kimmiş o?" Diye sordum.

 

"Ben." Dedi vurgun yapar gibi bir sesle. Dudaklarım aralandı ama tek kelime çıkmadı ağzımdan. Bir anda açık sözlülüğü dumura uğramama sebep olmuştu.

 

Zihnimde yaşanan zelzele ruhumun sarsılmasına sebep oldu. Ona bakakalırken dudaklarım aralandı.

 

"Özelmişsin o zaman?" Dedim dikkatle çehresine bakarak.

 

Kara gözleri yeşillerime tutunduğunda,"Özlemek az kalır." Dedi Karanlığı yuva edinmiş erkeksi bir sesle. Yüreğime yaptığı kaçıncı vurgundu bilmiyorum ama Kelimeleri bir kurşun görevini görüyordu.

 

Canıma kastı vardı. Orası kesindi.

 

El ele birlikte içeriye girerken içeriden gelen seslere kulak kesildim.

 

"Senin o kalın kafalı ağabeyin getirmedi mi yine gelinimi eve?!" Diye bağırıyordu bir kadın.

 

"Getirecektir anne," diyordu Berna hanım. "Bir rahat bırak çocukları. Onlar kendi aralarında hallederler."

 

"Yok yok," diyordu kadın. Sanırım Ayşe Babaanne bu kadındı. "Hafta oldu bu kız gelmiyor hala evine? Belli ki çok üzmüş gelin kızımı. Yoksa ne diye gelmemezlik etsin?" Diye söylendi. Adımlarımız yemek solununa girdiğinde koltuklarda oturan yaşlı kadın gözüme çarptı. "Kesin o kalın k-"

 

Bakışları aniden yemek salonunun kapısında ki beni bulduğunda duraksadı. Söyleyeceklerini yuttu. Saçlarının bir kısmını örten tül şal, yer yer beyazlıklar barındıran kahve saçlarını gizleyemiyordu.

 

"Gözüm yollarda kaldı vallahi." Dedi,Ayşe babaanne. Onu zaten cemiyetten tanıyordum ama kendisi Muğla'da yaşadığı için hiç tanışma fırsatım olmamıştı. "Bir an hiç gelmeyeceksin sandım gelin kız." Dedi yüzünde ki tatlı tebessümle.

 

Keskinin elini bırakırken her ne kadar rahatsız olsam da adımlarını Ayşe babaanneye doğru attım ve hürmeten uzattığı elini tutup öpüp anlıma koydum.

 

Beni yanına oturturken, "Evine hoş gelmişsin." Demişti.

 

"Hoş buldum." Dedim gülümseyerek.

 

"Maşallah," dedi beni boydan boya süzerek. Bakışları Keskini buldu. "Pekte güzelmiş. Allah nazarlardan saklasın."

 

"Amin, anne." Demişti Berna hanım. Beni görmek onu rahatlatmıştı.

 

"Yüzüğün nerde senin?" Diyen Ayşe babaanneye bakakaldım. "Sinirlenip, attın mı yoksa?" Kaşları çatılmış, yüzüğü neden çıkardığımı anlamak istermiş gibi bana bakıyordu.

 

Ne söyleyeceğimi bilmedim.

 

Ortada bir yüzük yoktu.

 

Bir aydır hiç yüzük takmamıştım.

 

Çünkü bana alınan veya onun tarafından verilen bir yüzük yoktu.

 

Bu his istemsizce içim burkulmasına sebep oldu. Boğazıma oturan yumru zorla gülümsememe sebep olurken ne söyleyeceğimi bilemedim. Öylece kalakaldım.

 

"Büyük geldi babaanne, alyans." Dedi Keskin imdadıma yetişirken o da yeni fark etmiş gibi kaşlarını çatmış bakışlarını yüzük parmağımdan çekmiyordu. "Geçenlerde kuyumcuya yollamıştım, küçültsün diye. Gelmedi hala."

 

"Aaa olmaz öyle," zoraki bir tebessüm oturdu dudaklarıma. İstemsizce yüzük mevzusu ne zaman açılsa kendimi eksik ve kötü hissediyordum. "Uğursuzluk getirir. Felaketler peşinizi bırakmaz sonra bak. Git al sen bugün yüzüğü." Dedi Ayşe babaanne.

 

"Alırım babaanne." Demekle yetindi Keskin.

 

Ayşe babaanne, tekrar bana döndüğünde ben de bakışlarımı daldığım yerden çekip ona çevirdim.

 

"Maşallah," dedi bir kez daha. "Ay gibi güzelsin, rabbim bahtını da böyle güzel eylesin." Dediğinde utandım. Bakışları Keskine kaydığında benimde bakışlarım, geldiğimden beri üzerimden ayırılmayan katran karası bakışlarını buldu. "Yüreğinizde birbirine yarenlik eder inşallah." Dediğinde Yutkunamadım. Onun gözlerinde yansımam varken bakışlarında yangın vardı.

 

Ben sessiz kalırken onun dilinden dua gibi, "Amin." Kelimesi döküldü. İçime, kalbime, ruhuma işledi sesi.

 

...

 

Bahçedeki şezlonglarda bacak bacak üzerine atmış otururken, Ayşe babaanne ve Berna hanım hemen karşımda kahvelerini içiyorlardı.

 

"Anlat bakalım gelin kız?" Dedi Ayşe babaanne. Bakışlarım onun ela gözlerini buldu. "Nasıl bakalım Alacahan olmak?" Diye sordu.

 

"Bilmem," dedim dudak bükerek. "Değişen pek bir şey yok bi." Aslında çok şey vardı da neyse.

 

"Babanın evinde nasıl o evin gözbebeği isen bu evde de bizim gözbebeğimizsin," dedi. Sıcacık avuçları, yanı başımdan kucağımda ki ellerimin üzerine kapandı. "Kara gözlümün canı, benimde canımdır." İçten bir tebessüm yer edindi dudaklarımda.

 

Kendi ailemden göremediğim sıcaklığı, sevgiyi onlardan görmek boğazımı düğüm düğüm etmişti. Annemin ailesi zaten başlı başlına beni hiç sevmemişti. Babaannemler desem aynıydı.

 

Berbat bir çocukluğum vardı. Öncesinde Karadeniz'de yaşadığımız için çocukluğumun çocuğu orada geçmişti. Memleketine aşık bir kadını memleketine adım atmaz hale getirmişlerdi.

 

Diyarbakır'da ne zaman dedemin kapısını çalsam, o kapı hiç bana açılmamıştı.

 

Bazı yaralar baktığında bile zamanında ne kadar çok can yaktığını onca zamana rağmen izi kalmış yaranın hala sızım sızım olduğunu anlardınız.

 

Benimkini kimse anlamamıştı.

 

"Şebnem merak etmiş seni çok," diyerek araya girdi Berna hanım. "Açmamışsın telefonlarını, birkaç kez gidip geldi."

 

"Alacaklı gibi kapımıza dayanıp, torunuma ağza edilmeyecek laflar eden kadını mı diyorsun?" Dedi Ayşe babaanne. Bakışları bana döndü. "Annen midir?" Diye sordu.

 

"Üvey annem," dedim. "Ama öz kızı gibi sevip sayar beni. Hakkı çok üstümde." Dedim minnetle.

 

"Belli belli," dedi. "O kadar laf etmesinden belliydi zaten. Şebnem Karaydı değil mi? Arifin kızıydı?" Diye sordu.

 

"Evet, anne." Dedi Berna hanım. "Aliyeden sonra, Şebnemle bir evlilik yaptı Atıf." Bakışları kısa bir süreliğine beni bulmuş rahatsız olup olmadığımı anlamaya çalışan bir hali var gibiydi.

 

"Siz," dedim. "Annemi tanıyor muydunuz?" Diye sordum merakla.

 

"Tanımaz olur muyum hiç," dedi gülümseyerek. "Aliye Karayı kim tanımaz! Zamanında az can yakmadı annen de." Dedi. Heyecanla söyleyeceklerini bekledim. "Fikret Aşanın kızıydı." Dedem...Bir kez olsun yüzüme bile bakmayan dedem, koskoca Fikret Aşan. Herkesi sığdırmıştı konağına ama bir beni sığdıramamıştı. Bir bana yer verememişti. Annem, meclis üyesi olmayan, zengin bir ailenin kızıydı. Ülkenin ileri gelen mücevher zenginleridendi dedemde. Bütün dünyada adından söz etiyordu. Hem babam yüzünden hem de dedem yüzünden magazinde oldukça ön plandaydım.

 

Meclisten olmadığı halde bir başkasıyla evlilik yapan ve masanın düzenini bozan tek kişi babamdı. "Aynı ona benziyorsun," dediğinde bakışlarım yeniden onu buldu. Gözlerimin ardı sızladı. "Aynı senin gibi beline kadar uzanan kara saçları, yemyeşil gözleri vardı. Güzelliğini anneden almışsın." Bakışları Berna hanımı buldu. Yüzünde manidar bir gülümseme vardı. "Herkes hayret ederdi seni babanın kucağında görünce. Sanki yeni bir Aliye gelmişti dünyaya." Boğazım düğüm düğüm oldu.

 

Ben annemi hiç tanımamıştım.

 

Bana can olan kadını, canından etmiştim.

 

Doğduğum andan itibaren ellerimi kana bulamıştım.

 

Hangi çocuk annesinin katili olabilirdi?

 

Hangi çocuk elinde olmadan yaşamasına sebep olanı yaşamından ederdi?

 

Ben etmiştim.

 

Bir ömür de bunun acısıyla yaşayacaktım.

 

"Benim kızımın katili sensin!"

 

Zihnimde yankılanan sözler ürpermeme sebep oldu.

 

"Doğumdan sonrada bir daha göremedik zaten." Dedi. "Hamileliği zaten riskliydi. Doktorlar defalarca kez doğumu uygun bulmadı, vazgeçirmeye çalıştılar ama işte gel gör ki kaçınılmaz olan oldu." Tırnaklarım avuçlarıma baskı uyguladı.

 

İçimde tarifi olmayan bir acı kalbimde kendinde yer edindi. Nefes bile alamadım.

 

"Anne!" Dedi Berna hanım uyarırcasına.

 

"Müsaadenizle." dedim yerimden ayaklanırken, aldığım her nefes soluk boruma tıkandı. Sol yanımda baş gösteren sızı gözlerimin sızlamasına sebep oldu. Kendimi zar zor içeriye atarken misafir banyosuna girip kapıyı arkamdan kilitledim hızla.

 

Tuttuğum yaşlar bir bir gözlerimden akın ederken, sesim çıkmasın diye hıçkırıklarımı içime attım. Saatlerce banyonun soğuk zeminde oturarak için için sessizce ağladım.

 

Annem... Benim yüreğimin yarasıydı.

 

O yara sızladıkça, açıldıkça, ilk gün ki gibi kanadıkça ben asla rahat bir nefes alamayacaktım.

 

Yüreğimde sakladığım, yüreğimin yarasıydı. İstesem de atamazdım onu içimden.

 

Öldürmüyordu belki bu acı ama yaşattığı da söylenemezdi.

 

Ağla İz. Herkesten gizli saklı ağla ki kimse görmesin güçsüz düştüğünü. Şimdi ağla ki dolmasın gözlerin karşılarında.

 

...

 

Çatalımla yemeğime işkence ederken zihnim boş bir dehlizden ibaretti. Gözlerimin ardı sızlıyor, dolup taşmama sebep oluyordu. Dişlerimi dudaklarıma geçirirken masanın başında oturan adamın eli elimin üzerine kapandığında gözlerim hızla onu buldu.

 

"İyi misin?" Diye sordu merakla. Kara gözlerindeki bilinmezlik beni içine çektikçe çekti. Sorusu içime oturdu. "Eve geldiğimden beri durgunsun? Biri canını mı sıktı?" Dediğinde harelerime dikkatle baktı.

 

"Hayır," dedim kuru bir sesle. "Biraz halsiz hissediyorum sadece." Diyerek geçiştirdim. Gerçekten de öyleydi. Adım atacak halim yoktu. Sol tarafımdaki sızıysa sürekli artıyordu.

 

Kara gözleri üzerime saplandığında neyim olduğunu çözmeye çalıştı. Elimin üzerindeki eli hala yerini korurken daha sıkı kavradı elimi ve kahvaltısını yarıda bırakıp sandalyesinde geriye doğru yaslandı.

 

"Seninle çarşıya gidelim mi bugün gelin kız?" Bakışlarım yemek sofrasında, masanın başında oturan Ayşe babaanneyi buldu. Hiç halim yoktu ama onu da kırmak istemedim.

 

"Olur." Dedim. İçimi sıcacık eden gülümsemesi ile bana baktığında aynı şekilde karşılık verdim.

 

"İyi iyi," dedi, sandalyesinde geriye doğru yaslanırken, "Kara gözlüm bırakırsın he mi bizi?" Demişti. "Sonrada gelip alırsın."

 

"Olur babaanne." Dedi Keskin. "Dönmeden önce haber verin ben gelip alırım sizi." Demişti. Kahvaltı sessizlik içinde geçerken tabağıma koyduğum hiçbir şeye dokunmadım.

 

Sol tarafımdaki sızıysa bir kez daha bana kendini hatırlattı.

 

Kahvaltıdan sonra hazırlanmış, Keskinin de bizi bırakmasıyla bir Avm'ye gelmiştik.

 

Bizi bebekte, mağazaların olduğu kısımda bırakırken arabadan inmiş babaannesinin elini öpmüştü. Bakışları bana dönerken belli belirsiz, "Sana emanet." Dediğini duydum babaannesine. Gülümsedim.

 

Babaannesinden ayrıldığında adımlarını bana doğru yönlendirdi. Ne yapacağımı bilmediğim için öylece dikiliyor kalbimi ele geçiren heyecanla,merakla ona bakıyordum.

 

Bir eli belimi kavrayıp beni kendisine doğru çektiğinde sıcak ve dolgun dudakları yanağımda yerini almıştı. Ellerim omuzlarına tutunduğunda öylece kalakalmıştım.

 

Bakışları gözlerimi bulduğunda, "Çok geç kalmayın." Demişti. Başımı salladığımda son kez saçlarımın arasına bir öpücük kondurmuş ve beni orada içimde çığlık çığlığa bağıran o sesle bırakıp gitmişti. Ruhumu saran garip his kalbimi ele geçirdiğinde dudaklarımda engel olamadığım küçük bir tebessüm yer edinmişti.

 

"Daha bakacak mısın, yoksa bekleyelim mi?" Zihnime sızan tanıdık ses beni ana döndürürken karşımda bana gülümseyerek bakan Ayşe babaanneyi bulmuştum.

 

...

 

Saatlerdir Ayşe babaanneyle neredeyse koca AVM'yi gezmiştik. Ayaklarıma kara sular inerken o hiç yorulmamış gibi oradan oraya koşturmuş, mağazadan mağazaya girmişti. Yemek saatinden iki saat önce AVM'den ayrılmış ben pert bir halde Ayşe babaanne ise oldukça enerjik bir halde malikaneye ulaşmıştık. Kadın bu yaşında benden gençti yemin ederim. Bahçeye doğru ilerlerken kulağına yasladığı telefonuyla oradan oraya yürüyen Keskin gözüme çarptı. Üzerinde hala lacivert takım elbisesi vardı.

 

Ona doğru adımlar atarken omuzlarımı dikleştirdim ve geldiğimi anlamış olacak ki kaldırdığı kolunun altına girerken kollarımı beline dolamıştım.

 

"Tamam halledin siz... Sarpla konuşun o ne yapacağınızı söyler... aynen..." ve bunun gibi birçok şeyi daha telefonda ki kişiye söylerken boşta olan kolu belimde kendine yer bulmuştu.

 

Sonunda telefonu kapattığında, "Çok mu yoruldun?" Diye sordu.

 

"Babaannen yordu beni," diye şikayet ettim. "Kadın benden genç bende kendimi genç sanıyorum! İçim çürümüş resmen haberim yokmuş!" Diye sızlandım.

 

Gülüşü kulaklarıma ulaştığında başımı yasladığım göğüsümden kaldırdım ve kafamı geriye atarak ona baktım.

 

"Sana bakarken boynum ağrıyor" Kaşları havalandı. "Zürafa gibi dikiliyorsun her seferinde tepemde."

 

Yüzünde ona çok yakışan bir gülümseme yer edindi. Gözleri kısıldı. "Sana ne demeli yer cücesi?" Dedi alayla.

 

"Boyum bir yetmiş altı benim!" Kaşlarımı çatmış bir ayağımı yere vurmuş ve ona bakmıştım. Kahkaha atmıştı."Cüce diyemezsin bana sen, Türkiye de ki kadınların boy ortalamalarının üzerindeyim ben. Uzunum yani, sen biraz fazla uzunsun sadece o kadar." Güldüğü için kısılan gözleri ile bana bakarken fazla güzel gözüküyordu.

 

Aklına bir şey gelmiş gibi, "Yemek yedin mi?" Diye sordu.

 

"Cık." Dedim.

 

Kaşları çatıldı. "Yemek yemedim çünkü babaannen evde yememiz gerektiğini söyledi. Biraz atışmalık atıştırdım sadece." Diye açıklama yaptım.

 

Elleri belimden ayrıldığında kendimi yine boşlukta gibi hissetmiştim. Sabah da elini bıraktığımda böyle hissetmiştim. Niye böyle hissediyordum? Eli elimde yer bulduğunda, "Gel hadi," dedi. "Yemek hazır sofraya geçelim."

 

Kurulu olan masaya doğru ilerlerken elinde telefonuyla uğraşan Aylini gördüm bahçede. Masaya otururken yanımıza gelmiş ve yanımda ki sandalyeye oturmuş elindeki telefonu bana uzatarak, "Sizi çektim." Demişti. Şaşkınlıkla ona baktım.

 

Bu da bizi röntgenliyordu herhalde.

 

"Çok güzel gözüküyordunuz." Dedi omuz silkerek. Bakışlarım ekrana düştüğünde ilk fotoğrafta ben Keskine bakıyordum ve gülümsemiştim. Keskinin elleri belimde iken oda mutlu gözüküyordu. İkinci fotoğrafta çenem Keskinin göğüsüne yaşlıydı ve ben alttan kaşlarım çatık bir şekilde ona bakarken o gülümsüyordu. Son fotoğrafta ise Keskinin kolu belimde iken ben ona sarılmıştım ve Keskinin bakışları üzerimdeydi.

 

"Çok güzel çıkmışlar." Dedim fotoğrafların güzelliğine içim giderken dışardan bakınca ne kadar yakıştığımızı fark ettim.

 

"Bak!" Dedim Keskine doğru dönerken telefonunda olan bakışları beni bulmuştu. "Aylin bizi çekmiş."

 

Elimdeki telefonu çekip aldığında, "Ver bakayım." Demişti. Gözleri fotoğraflarda gezinirken ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordum. Bakışlarım telefonun ekranına kaydığında fotoğrafları kendine attığını gördüm. Aylinin telefonunu ona uzatırken Aylinden önce davranmış ve fotoğrafları da kendime yollamıştım. Hiçbir şey söylememesine karşılık suratım asılmıştı.

 

Yemek boyunca suskunluğum devam ederken bahçede ki büyük salıncağa oturmuş tatlımı yiyordum. Keskin elinde bir şalla yanıma gelmiş şalı omuzlarıma örterken yanımda yerini almıştı.

 

Aylin ve sarp karşımızda ki armut koltuklarda oturuyorlardı.

 

"Ee İz, ne var ne yok?" Dedi Sarp.

 

"Aynı," dedim omzu silkerek. "Değişen bir şey yok. Sende durumlar nasıl?" Diye sordum.

 

"Kötü," dediğinde merakla ona baktım.

 

"Niye?" Diye sordum. Bakışları ile yanımdaki adamı işaret etti. Yüzünde bıkkın bir ifade vardı.

 

"Kocan rahat vermiyor da ondan." Dedi sitemle. "İki çıkıp dağıtamıyorum bile işler yüzünden." Diye homurdandı.

 

"Zamanında sana verdiğim işi ertelemeseydin şimdi böyle sızlanmazdın." Dedi Keskin, sertçe. Duydun dercesine Keskini işaret ettiğimde benden umudu kesmişti.

 

"Lily'nin doğumu yaklaşıyor," diye söze girdi tekrar sarp. Merakla ona baktım. "Douglas endişeli." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Ne için?" Diye sordum dizginleyemediğim bir merakla.

 

"Bebek için." Dedi bir anda Keskin. Yanı başımdaki adama bakışlarımı çevirdiğimde kara gözleriyle karşı karşıya geldim. "Düşmanları çok. Hamileyken aldığı tehditler ve suikastlar da belli. Endişelenmekte haklılar. Güvenlik her ne kadar sıkı olursa olsun doğum sırasında ne olacağı belli olmaz." Dediğinde neyden bahsettiğini anladım.

 

Lilyi ve bebeği öldürmelerinden bahsediyordu. Douglasta kız kardeşi için endişeliydi. Çokta haklıydı.

 

"Benim yapabileceğim bir şey var mı?" Diye sordum merakla.

 

"Ne gibi?" Diye sordu göz kırparak.

 

"Mit," dediğimde hepsinin dikkatli bakışları üzerime çekildi. "Eğer içeriye adam sızdırmalarından endişeliyseniz Mit orada olduğu sürece bir sorun çıkacağını sanmıyorum. Hem zaten siz de gerekli güvenliği sağlarsınız, eminim. Ne kadar kalabalık o kadar iyi." Diye bir teklifte bulundum.

 

Sarpın ve Keskinin bakışları birbirlerine değdiğinde, "Mit olmaz." Dedi Keskin sertçe.

 

"Sebep?" Diye sordum ona doğru dönerek. Kaşlarım çatılmış yüzüme kızgın bir ifade yerleşmişti. "Niye olmaz mış?"

 

"Hiç kimseye güvenemem İzgi," dedi kafamı karıştıran bir sesle. "Hiç kimseye."

 

"Bana güven." Dedim bir anda. Kara gözleri yeşillerimi taradığında samimiyetimden emin olmak istedi. İçimi sıkıştıran sessizliği kalbimde derin bir sancı başlattı. Peki dercesine başımı sallarken gözlerimi üzerinden çektim ve önüme döndüm.

 

Bana güvenmesi zaten beklediğim bir şey değildi. Ama her yaptığım şeyin altında bir şeyler arması sürekli didiklemesi kırılmama sebep oluyordu.

 

Onların iyiliğini istememe rağmen görmezden gelinmek kötü hissettiriyordu.

 

Aylinin sıcacık bakan mavileriyle karşı karşıya geldiğimde istemsizce gülümsedim. Bakışları telefonuna indiğinde gözleri iri iri açıldı. "ABİ POST MU ATTIN?!" Diye bağıran Aylinle ona baktım.

 

"Bağırma Aylin!" Demişti Keskin sertçe.

 

"Ne postu?" Diye sormuştum. "Post mu attın? Ne attın?" Dedim omzumun üzerinden ona bakarken sessiz kaldı. Kucağımdaki telefonu elime aldığımda instagrama girdim. Keskinin hesabına girdiğimde yeni paylaştığı postuna tıkladım ve dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Yemekten önce Aylinin bizi gizlice çektiği fotoğraflardı bunlar. Yemek boyunca bir şey söylemediği için suratımı asıp durmuştum. Fotoğrafı iki saat önce paylaşmış altına sadece bir pusula emojisi koymuştu.

 

Alacahan ailesinin, erkeklerinin simgesi ve yol göstericisi olarak bilinen pusula...

 

Bakışlarım üzerimde olan kara gözlerini bulduğunda neden böyle bir şey yaptığını anlamamıştım. Kara gözleri beni içine çekmek ister gibi bakıyor gözlerinde çözemediğim garip bir ifade ile bana bakıyordu.

 

Kalbimi saran o pamuk ipliği tamamlandığında ruhumuzdaki buz kırağı paramparça oldu. O kurum lekesi yayıldıkça korkuyu değil güveni hissettim içimde. Kuzguni karası gözleri ruhuma işledi. O sıcak ve güvenli elleri bedenimde, ruhumda kendine bir iz bıraktı.

 

Gözlerim kapalı dahi olsan ruhuma dokunan elleri tanırdım.

 

Kilitli kapılar arasında saklı olan kalbim bir kez daha onun tarafından zorlandığında kilidin anahtarının elinde olduğunun belki de hiç farkında değildi ama benimde bir kalbim vardı ve buna daha ne kadar dayanabilir, ne kadar devam edebilirdim bilmiyordum.

 

Bölüm sonu.

 

Nasıl buldunuz.

 

Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfen!

 

Sizi seviyorum.

Loading...
0%