@umay_6
|
Herkese merhabaaaa! Yine ve yeniden buradayım umarım bölümü okurken keyif alırsınız.
Sizleri seviyorum.
İyi okumalar.
Yüzüme çarpan, mart ayının ılık rüzgarı saçlarımı uçuştururken sepetteki çileklerden birisini attım ağzıma. Devrim Ali, ilerideki ağaca hamağı kurmaya çalışırken Sinan'da ona yardım ediyordu. Çekmeköyde oldukça güzel ve sakin bir piknik alanındaydık. Zeynep sırtını armut koltuklara yaslamış ellerini kocaman olmuş karnında birleştirmişti. Uraza sekiz aylık hamileydi. Doğuma çok az kalmıştı.
"Yoruyor mu çok seni?" Diye sordum merakla. Hamilelikte aldığı kilolar onu daha da güzelleştirmiş çok tatlı bir anne olmuştu.
"Son aylarda rahat durmuyor hiç," dedi gülümseyerek. Elleri karnında gezindi. "Hareketlerim de iyiyce kısıtlandı." Bakışları Sinanı buldu. "Üzerime titriyor zaten Sinan, biliyorsun. Doğum yaklaştıkça başımdan ayrılmaz oldu."
"Sağlıkla gelsin de," dedim karnını okşarken. "Gerisi mühim değil." Elimin altında hissettiğim tekmeyle yüzümde heyecan dolu bir gülümseme belirdi. Daha önce de tekmelerini hissetmiştim ama her seferinde aynı heyacanı taşıyordum.
"Seni seviyor," dedi Zeynep. "Ne zaman sesini işitse içimde kıpır kıpır sürekli. Sanki kendini sana duyurmak istercesine ard arda tekmelerini savuruyor." Dediğinde gülümsem iyice büyüdü.
"Hele bir doğsun," dedim. "Daha oyunlar oynayacağım ben onunla. Bir an bile ayrılmayacağım yanından."
Belimde hissettiğim kollarla eş zamanlı olarak boynuma kondurduğu öpücük huylanmama sebep olurken kıkırdadım.
Sinan'da hemen Zeynebin yanında yer alırken ellerimi Zeynebin karnından çektim ve karnımda ki ellerin üzerine yerleştirdim.
"Ne konuşuyorsunuz bakalım, gelin görümce?" Dedi Sinan alayla. Zeynebi göğüsüne yatırırken rahat etmesini sağladı ve elleri karnında yer edindi.
"Öyle laflıyorduk." Dedi Zeynep.
"İleride bir salıncak görmüştük," diyen adama baktım omzumun üzerinden. Kahveleri çehremde gezindi. "Dolu olduğu için binememiştin. Gidip bakalım mı? Boşsa binersin." Dedi.
"Olur." Dedim gülümseyerek. Arkamdan çekilirken kalkmamda yardımcı oldu ve eli elime sarıldı.
"Nereye kardeşim?" Diye sordu Sinan merakla. "Mangalı yakacaktık daha?"
"İki dolanıp geleceğiz," dedi Devrim Ali. "Siz keyfinize bakın."
"Erken gelin, Zeynep acıkınca nasıl bir canavara dönüşüyor hepiniz çok iyi biliyorsunuz." Hamileliği boyunca bunu hepimiz çok güzel tecrübe etmiştik.
"Aşk olsun," dedi Zeynep. Yüzünde küskün bir ifade yer edindi. "Dengemle oynayan oğlun ama sen bende bul kabahati, öyle olsun." Kollarını göğüsünde birleştirip Sinan'dan uzaklaştı.
"Yavrum, ne dedim ben şimdi?" Dedi Sinan şaşkınlıkla. Yavaş yavaş yanlarından ayrılırken bizi fark etmediler bile.
Devrim Ali'nin kolunun altına iyice sokulurken ormanlık alanda ilerlemeye başladık. Adımlarımız boş olan tahta salıncağa yöneldi.
"Gidecek misin yine?" Diye sordum merakla.
"Görev beklemez." Dedi kesin bir dille.
"Hemen mi gideceksin?" Dedim salıncağa otururken karşımda çömeldi.
"Konuştuk ya bunları güzelim," dedi içimi ısıtan sesiyle. "Hem bu seferki diğerleri gibi uzun da sürmeyecek. Birkaç gün sadece." Dediğinde kalbimde yer edinen huzursuzluğa rağmen gülümsedim.
"Sen okulundan haber ver bana," dedi merakla. Yüzük parmağımda günler öncesinden kendine yer edinen pırlanta yüzüğe değdi gözleri. "Ne zaman bitecek? Bir an önce gelip isteyeyim seni babandan."
"Babam beni hemen vermez ama sana," dedim nazlı nazlı. "Biraz daha bekleyeceksin artık." Dediğimde kaşlarım çatıldı.
"O ne demek? Niye vermiyormuş?" Diye sordu.
"Eee, kız evi naz evi." Dedim gülümserken. "Kolay mı sandın Karalardan kız almak? Hem ben varmak istiyor muyum ki sana?"
Kocaman gülümsedi. Aynı şekilde karşılık verdim. "Annemle tanıştırdığımda boş olan parmağını gözüme soka soka gösteren sen değil miydin?" Diye sordu. "Şimdi ne bu naz?"
"Orasını da sen bileceksin artık," dedim dudak bükerek. "Sefama razıysan nazımı da çekeceksin."
"Çekerim." Dedi. "Sen yanımda ol, senden gelecek her şeye tamamım ben. Yeter ki hep ol yanımda. Hiç gitme."
"Gitmem." Dedim hızla.
"Ya gidersen?" Diye sordu. Kahvelerinde korkunun emaresi yer edindi.
"Giden birisi varsa oda sensin Ali," dedim buruk bir tebessümle. "Ne zaman görevden dönsen ben hep bıraktığın yerde, bekledim seni." Derin bir nefes aldım. "Ama sen ne zaman arkamı dönsem, yok oldun. Sana en çok ihtiyacım olan zamanlarda bile hiç yoktun." Mesleğine saygım sonsuzdu. Nasıl bu vatana can veriyorsa, bayrağımız için savaşıyorsa bizi de yakıp kül ediyordu.
Olsun.
Vatan sağolsun da ne olursa olsun.
"Telafi edeceğim," dedi yemin eder gibi. "Sebep olduğum bütün kırgınlıkları telafi edeceğim."
"Ama hep olduğu gibi gideceksin yine." Sıkıntılı bir nefes verdi. "Yine yine ve yine." Yüzümü avuçlarının arasına aldı.
"Ben senden gitmem İz." Dedi tok bir sesle. "Ben senden nasıl giderim? Ben sensiz şu köşeyi dönsem o yeşillerini göremesem yolumu kaybederim. Sen nasıl senden gidebileceğimi düşünürsün?"
İçimde git gide yükselen huzursuzluk hissini boşverip ona gülümsedim. Bana ihtiyacı vardı. Ona ihtiyacım vardı. Birbirimize ihtiyacımız vardı ve bir gün giderse ne olurdu bilmiyorum.
Yüzü git gide yaklaşırken sıcak dudakları dudaklarımın üzerini örttü ve bir kez daha kabul ettim onu.
Her şeyiyle.
Keşke o hiç karşıma çıkmasaymış ve bir yabancı gibi geçip gitseymiş hayatımdan.
Keşke o hiç bana öyle bakmasaymış bende inanmasaymışım yalanlarına.
...
İçinde bulunduğum oda da derin bir sessizlik hakimken üzerimde dikkatle gezinen dört ayrı bakış vardı.
Başsavcı yapacağını yapmıştı.
En başında bana karşı olan o yumuşak tavırlarının yerini kin ve öfkesi almıştı.
Karşımda geldiğinden beri gözlerini üzerimden çekmeyen müfettişe aynı şekilde karşılık verdim. Kaçırmadım gözlerimi hiçbirinden. Yanımda oturan Sinanın gerginliğini hissedebiliyordum. Gerçi o neden buradaydı onu da anlamıyorum ya.
"İzgi Kara...Alacahan." Soyadımı iğneleyici bir tonda söylerken yüzünde alay dolu bir ifade vardı. "Size verilen görevi layıkıyla yerine getiremediğiniz doğru mu?" Diye sordu.
"Size bunu düşündüren nedir merak ettim açıkçası Sayın müfettiş?" Dedim buz gibi bir sesle.
"Yürüttüğün bu operasyonda bir ayınızı tamamlamak üzeresiniz ama elimizde hala somut bir delil yok." Dedi. "Hatta hiçbir şey yok. Yerimizde sayıyoruz." Diye ekledi.
Kaşlarım alayla havalandı. Bu sefer iğneleyici bakışlarımın hedefi kendisiydi. "Nasıl bir şeyin içinde olduğumun farkındasınız değil mi?" Diye sordum. "Bana verilen görevin ne kadar önemli olduğununda, operasyonun nasıl yürütülmesi gerektiğini de gayet iyi biliyorum." dedim. "Görevimin farkındayım ve ona göre hareket ediyorum."
Bakışlarım masadaki herkeste tek tek gezindi. "Kimseden akıl alacak halim yok." Dedim sertçe. "Kimse de bana akıl vermeye cesaret etmesin."
"Bana verilen görev uğuruna, aileme, dostlarıma, mecbur bırakıldığım bir evlilik yüzünden bana kızları gibi davranan o aileye ihanet edeceğimin farkındasınız değil mi? Babama ihanet edeceğimin farkındasınız değil mi?"
"Sorun da bu ya Sayın Savcım," dedi. "Size verilen dosyayı sorgusuz sualsiz kabul ettiniz. Neden diye sormadınız bile." Bakışları şüphe doluydu. "Nerden bileceğiz asıl kandırdığınız kişilerin bizler olmadığını?" Diye sordu. "Size neden, nasıl güveneceğiz?"
"Sizi kandırıyor olsaydım emin olun son ana kadar ruhunuz bile duymazdı." Dedim sertçe. "Nerede durduğumu çok iyi biliyorum, yapmam gerekeni ve yapacaklarımı da bildiğim gibi" ifadem katı sesim kendinden emin ve sertti. "Sorgusuz sualsiz kabul ettiniz diye soruyorsunuz ya hani?" Dedim. "Devletim tarafından bana verilen görevi sorgulamak gibi bir lüksüm yok benim. Ben bugün o makamda oturuyorsam bunun için oturuyorum." Bakışlarım başsavcıyı buldu. "Neyin ne zaman nerede olacağına ben karar veririm. Bir şeyi uygun bulmuyorsam uygun değildir demekki. Kimsenin de beni sorgulamak haddine değil." Alayla baktım Kerim Başsavcıya. "Yaptıklarım, yapacaklarım ve sebep olacaklarım için ne size ne de bir başkasına hesap veririm." Yeniden müfettişe baktığımda ifadesi düzdü.
"Asıl siz söyleyin sayın müfettiş?" Merakla baktı bana. "Ben o dosyayı kabul etmeseydim bugün hala makamımda oturuyor olacak mıydım?" Sessiz kaldı. Hiçbir şey söyleyemedi. "Dosyayı kabul ettim diye beni karşısınıza alıp sorgulayacağınıza biraz da operasyonu asıl sabote edenle ve işimi yapmamda bana engel olan kişiyle yapın bu konuşmayı."
"Haddini bil." Dedi Başsavcı hızla. "Benim hakkımda bu şekilde konuşamazsın sen!"
"Asıl siz haddinizi bilin!" Dedim sertçe. "Dosyayı aldığımdan beri sayısız belge attım önünüze, yetmedi fotoğraflar buldum. Hiçbiriyle yetinmediniz. Sırf siz üzerimde baskı kurdunuz diye kabul ettim ben o evliliği. Sırf operasyon sekteye uğramasın içeriden rahatça hareket edebileyim diye kabul ettim. Siz sanıyor musunuz ki bu dosya bana verilmeseydi o evliliği kabul edeceğimi?" Bakışlarım öfke doluydu. Göğüs kafesim aldığım nefesle sertçe inip kalktı.
"Asıl siz söyleyenin başsavcım? Size gönderdiğim fotoğrafları neden iletmediniz yetkililere? Neden eklemediniz dosyaya?" Karşımda rengi atarken tedirginliği gözüme çarptı. "Yoksa siz misiniz içeriden yardım eden?"
"Yalan söylüyor ," dedi kendini savunarak. "Hayatını Mecliste geçirdi. Babasına aşık bir kız çocuğu ve ortada hiçbir şey yokken görevi kabul etmesini neye bağlayabilirsiniz? Ailesine bu kadar bağlı olan bir kadın neden göz göre göre karşısına alsın onları? Neden ihanet etsin?" Bakışları müfettişlerde gidip geldi. "Kendisinin bu şekilde içimize sızdığını ve Mecliste ki işlerin daha rahat yapılabilmesi için bu görevi kabul etmediğini nerden bileceğiz?"
"Haddinizi bilin Başsavcım," dedi masanın başında oturan ve geldiğinden beri bizi gözlemeleyen Başmüfettiş. "Karşınızda bir Cumhuriyet Savcısı var." Dik olan omuzlarım istemsizce daha çok dikleşti. "Kendisinin üstü dahi olsanız bu şekilde ağır ithamlarda bulanamazsınız." Diyerek Kerim Başsavcıyı susturdu.
"Sayın müfettiş," geldiğinden beri ilk kez konuşan Sinana döndü bakışlarım. "İz'in alanını en iyisi olduğunu biliyorsunuz. Ülkenin en iyi ağır ceza Savcılarındandır kendisi ve sıkça adından da söz ettirmiştir. Devleti tarafından ona verilen görev uğuruna ailesine sırt çeviren kadının size ihanet etmesini nasıl bekleyebilirsiniz?" Diyerek beni savundu. "Dürüstlüğüyle, cesaretiyle, adaletiyle, başarılarıyla ün salmış bir Cumhuriyet Savcısından," Derin bir nefes aldı. "İzgi Kara Alacahandan bahsediyoruz. Bahsi geçen konuda adının geçmesi bile kendisinin şahsına yapılan büyük bir saygısızlıktır."
Sinan buraya beni korumak için gelmişti.
Bazen yokluğu bile yeterdi beni korumak için. Ne olursa olsun kimsenin bana hakaret etmesine izin vermez bir abi gibi kanatlarının altına saklar dağ gibi dikilirdi arkamda.
"Ne öneriyorsunuz baş müfettiş?" Diye sordu yardımcısı yanından.
Bakışları üzerimden ayrılmazken, "Sayın Savcının hakkınızda beyan ettikleri doğru mu başsavcım?" Diye sordu. "Size verdiği fotoğrafları dosyaya ekleyip her hangi bir bildiri de bulunmadınız mı?"
"Elimizde belgelerin kendisi yoktu." Dedi. "Evet fotoğraflar vardı ama bunlar bir delil olarak gösterilemezdi bile bu yüzden dosyaya ekleme gereği d-"
"Buna siz mi karar veriyorsunuz?" Dedi sertçe. "Size göre bir fotoğraf karesi hiçbir şey ifade etmeyebilir ama içinde bulunan bilgiler yinede bizim için önemli. Siz o fotoğrafları dosyaya dahil etseydiniz İz savcı ona göre bir bildiri alır ve hamlesini yapardı. Siz böyle yaparak operasyonu sekteye uğratıyorsunuz." Dedi. Rahat bir nefes çekmemek için zor tuttum kendimi. "Fütursuz davranışlarınız, hadsiz, yersiz söylemleriniz ve dosyaya delil niteliğinde olabilecek bir belgeyi sunmadığınız için açığa alındınız." Hayır İz, sakın şu an masaya çıkıp çığlık ata ata tepinmeyi düşünme bile! "Hakkınızdaki suçlamalar düşecek olsa bile hiçbir şekilde bundan sonra Alacahan ailesi ve Meclisin görev dosyasıyla ilgilenmeyeceksiniz çünkü sizi dosyadan alıyorum." Bu sefer kendimi tutmadım. Rahat bir nefes verirken eş zamanlı olarak dudaklarım iki yana doğru kıvrıldı.
Baş müfettişin gözleri yeniden beni buldu. "Dosyadan sorumlu tek Savcı, sizsiniz İz Savcım. Bundan sonra bu operasyonda üstünüz bile olsa hiçbir yetkilinin size karışma gibi bir yetkisi yoktur. Bir saha görevindesiniz, birinin size müdahale etmesi demek operasyonu tehlikeye atmak demektir." Belki de geldiğinden beri ilk kez katı ifadesi sarsıldı ve içten bir şekilde gülümsedi. "Görevinizi layıkıyla yapacağınızdan hiç şüphem yok."
Başsavcı resmen morarırken, benim için çağırdığı müfettişlerin onun ölüm fermanını vermesi en az benim kadar sinanı da sevindirmişti.
Sinan'la göz göze geldiğimizde, "Demiştim sana." Dedi sadece benim duyabileceğim bir şekilde. "Hiç kimsenin gücü yetmez seni makamından etmeye sen böyle dik durdukça." Gülümsedi. "Hakkın olandan fazlasını hak ediyorsun ve dilerim bir gün hak ettiğin yerde Başsavcılık makamında götürürüm seni."
"Beraber," dedim. "Beraber başaracağız."
Bakışları üzerimden çekildiğinde, Başsavcı odadan dışarıya çıkartıldı ve projeksiyon ekranında beliren Keskinin yüzü ile herkesin bakışları beklentiyle beni buldu.
Şimdi onlara bildiklerimi anlatma zamanı.
"Yer altı dünyasını kapsayan, Meclis adı altında toplanan bir topluluk içinde bulunduğumuz durumu özetleyebilir. Ellerinde bulunan görüntülerle, belgelerle her ülkeden devlet adamlarına yaptıkları şantajlar sayesinde, silah kaçakçılığı ve henüz ne olduğunu tam olarak benim de bilmediğim ardı arkası kesilmeyen ittifaklar kuruluyor. Her ay bir ülkede Meclis üyeleriyle bir toplantı düzenleniyor." Diyerek başladım söze. "Her ülkede meclisten bir üye var. Bu ülkelerde bulunan her üye o ülkeyi temsil ediyor ve oradaki silah sevkiyatlarıyla, Meclise ait kumarhanelerle ilgileniyor.Kendilerine ait özel üretim silahlar üretiliyor. Çoğu silahlar sınırla sayıda. Bazılarının eşi benzeri bile yok. Dünyanın dört bir yanından herkes bu silahlar için ve kurdukları özel güvenlik ağlarıyla onlara güvence sağlamaları için meclisin kapısını çalıyorlar."
"Keskinle evli olduğun sürece boyunca senden habersiz kaç sevkiyat gerçekleştirildi?" Diye sordu Müfettiş.
"Her, yüz yirmi sekiz ülkede elli iki sevkiyat gerçekleştirildi şu anda." Dediğimde hepsi şaşkınlıkla bana baktı.
"Hiçbir sevkiyattan haberin olmadı mı? En azından birkaçını bile duramadın mı?" Diye sordu başmüfettişin yardımcısı.
"Evde meclisin konusu asla açılmıyor. Hiçbir şekilde işlerden ve meclisten bahsetmiyorlar. Babamdan birkaç bir şey öğrendim ama onlarda yeterli değillerdi haliyle." Diye devam ettim. "Ayrıca ülke dışındaki sevkiyatları nasıl engelleyebilirim?"
"Bir yerde hata yapıyorsun," dedi başmüfettiş. Merakla ona baktım. "Resime yanlış yerden bakıyorsunuz Sayın Savcım. Her şeyi daha iyi görebilmek için biraz uzaklaşın ama aslında uzaktayken bile en yakınında olun." Dediğinde kelimleri zihnimde not ettim. Ufak bir aydınlanma yaşarken gülümsemiştim.
Bak diyordu. Bak ama aslında hiç bakmamış, hiç görmemiş gibi ol ki gördüğünü, bildiğini sandıkları şeyler bile onlar için bir hiç olsun. Senin üzerine oynayamasınlar, tuzağa düşme diyordu.
"Yarın yapılacak yeni bir sevkiyat bilgisi ulaştı elimize istihbarattan." Dedi müfettiş. "Ne yapın ne edin o sevkiyatı durdurun Savcım." Duruşum iyice dikleşirken gözlerin ta içine baktım. "Artık gerçekten oynayın."
"Yarın bir sevkiyat yapılması söz konusu olamaz," dedim kaşlarım çatılırken. "Keskinin kız kardeşi, Aylinin yarın önemli bir sergisi var. Herkes orada olacak. Sevkiyatın yapılması söz konusu bile olamaz. Yanlış bilgi alınmıştır." Dedim.
"Sen yine de dikkatli ol," dedi. "Gözün kulağın açık olsun."
"Merak etmeyin," dedim. "Elimden gelenin fazlası için çabalıyorum ve karşılığını hepimiz alacağız."
"Senden yana hiç şüphemiz yok sayın savcım," dedi başmüfettiş. "Bu zamana kadar bir kez olsun yüzümüzü kara çıkarmadın. Her görevi layıkıyla yerine getirdin. Yapamaz diyen herkesi yanılttın." Gözlerinde sıcak bir ifade vardı. "Dilerim çıktığın bu yolda zafere ulaşırsın."
Zoraki bir tebessüm dudaklarımda yer edinirken bakışlarımı kaçırdım.
Onun zafer dediği o yol benim cehennemimdi.
Onun zafer dediği o yolda ben aileme, sevdiklerime, dostlarıma, benimle sofrasını paylaşan insanalara ihanet edecektim.
En önemlisi de beni sarıp sarmalayan, benimle aynı yatağı paylaşan, koruyup kollayan o adama ihanet etme düşüncesi başlarda bir hiç gibi gelirken şimdilerde ruhumda rahatsız bir hissin peydah olmasına sebep oluyordu.
Dilerim pişman olmazdım.
İyiliklerle dolu bir gelecek için çıktığım bu yolda umarım kimsenin keşkesi olmazdım.
Ve onun.
Onun keşkesi olmak istemiyordum.
Neden bilmiyordum ama onun hayatında kötü bir sıfata sahip olmak istemiyordum ve bundan nefret ediyordum.
...
İnce askılı, kalp şeklinde oldukça açık bir göğüs dekoltesi olan, belden korseli, etekleri uzun ve sol bacağımda kalçalarımın biraz üzerinde biten derin bir yırtmacı olan, siyah elbise, belimi ve kalçalarımı tamamen sarmış fiziğimi gözler önüne sererken, bacağımda ki kardelen çiçeği dövmesi kendisini belli etmişti. İç içe geçmiş iki dal kardelen çiçeklerinden birisi siyahken diğeri beyaz renkteydi ve hem kıyafetimle uyumlu olmuştu hemde çok güzel gözüküyordu. Elbiseyi benim için Aylin seçmişti.
Aynanın karşısında kendimden emin ve dik dururken, yeşil gözlerimi ortaya çıkaracak siyah ama yoğun olmayan bir göz makyajı yaptım. Bordo rujum dudaklarımda kendine yer edindi. Saçlarımı kalın maşayla, maşalayıp bukleleri bozulmasın diye bigudi ile sarmıştım. Tek tek onları da çözerken, gece saçlarım belimden aşağıya doğru ahenkle süzüldü ve aynanın karşısında ki aksime bakarken tamamlandığımı hissettim.
Üç saati bu şekilde devirdiğimde, sürekli sandalyede ya da oturur halde olduğum için sırtımda ki tatlı sızı kendini bana hatırlattı.
Odadan çıkmak üzereyken içeriye giren adamı buldu bakışlarım. Heybetli vücudunu saran siyah takım elbisesi esmer teniyle uyum içindeydi. Sakalları gözüme çarparken, saçları düzgün ve özenliydi. Tıraş olmuştu ve kemikli çehresinin daha çok ortaya çıkmasına sebep olmuştu bu durum. Kendisini hayran bırakan türden bir esmerdi. Fazla yakışıklıydı. Haddinden fazla.
Kapıyı kapattığında bana doğru döndü ve kara gözleri her zerremde gezindi. Katran karası gözlerinde yer edinen ifadesizliği sarsıldı. Durduğu yerde öylece baktı bana. Aheste aheste izledi beni. Bakışları en çok uzun uzun acele etmeden dövmemde gezindi.
"Gitmiyor muyuz?" Diye sordum merakla. Beni aşağıda bekleyeceğini söylemişti. "Ben hazırım."
"Hayır," dedi tok ve erkeksi sesiyle adımlarını bana doğru atarken karşımda dikildi. "Henüz hazır değilsin."
"Yooo," dedim o'ları uzatarak. "Hazırım. Eksik bir şeyim yok ki tamam her şeyim." Dedim saf saf.
İyice yaklaşırken, kaşlarım çatıldı. "Cık," dedi dilini damağına vururken adem elması bana eşsiz bir manzara sundu. "Henüz tamamlanmadın. Hala eksiksin ve bende bunun için buradayım."
"Anlamadım?" Dedim sorgu dolu bir sesle. Elini pantolonun cebine attığında kadife siyah bir kutu çıkardı cebinden. Kutunun kapağını açtığında huzuruma iki adet yüzük serildi.
Kutunun içinde zarif, sarmaşıklarla işlenmiş, üzerinde elmas taşlar bulunduran bir alyans ve koyu yeşil, yakut bir taşa sahip olan, yılların emeğini üzerinde taşıyan, göz alıcı bir yüzük vardı. İz? O yüzük kaç karat?! Ben gözlerimi alamadım da.
Şaşkınlıkla ona baktığımda ne söyleyeceğimi bilemedim ama şüphesiz beni daha çok şaşırtan sol elinde yüzük parmağında gözüme çarpan alyansıydı.
Yavaşça sol elimi kavrarken önce alyansımı daha sonrada yakut yüzüğü geçirdi yüzük parmağıma. Kalbim göğüs kafesimi parçalamamak istercesine atarken sesinin dışarıya taşmasından korktum.
"İşte şimdi tam oldu." Dedi tok bir sesle. Katran karası gözleri bir an olsun ayrılmadı gözlerimden. "Artık olması gerektiği yerde." Dediğinde yutkundum. "Ve hep öyle kalacak."
Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatırken, "Keskin ben...Ben, beklemiyordum." Dedim, şaşkınlıkla.
"Bir hayli geç kaldım bunun için." Dedi. "Ne parmağın boş kalsın ne de daha fazla eksik hisset istedim." Derin bir nefes aldı. "Bu yüzük aile yadigarı. Dedem, zamanında babaannem için yaptırmış, biraz tadilata ihtiyacı vardı sadece." Bakışları parmaklarıma düştü. "Artık ait olduğu yerde."
"Bu çok fazla," dedim mahçup bir şekilde. "Aile yadigarı diyorsun ama ben buna lay-"
"Layıksın," diyerek kesti sözümü sertçe. "O yüzük en çok senin parmağında olmaya layıkken sen kendini ona nasıl yakıştırmazsın?" Dediğinde sustum.
"Berna hanım peki?" Diye sordum. "Sonuç olarak o hala bu evin gelini bu yüzüğün onun parmağında olması daha uygun olmaz mıydı?" Dedim, merakla.
"Ben nerede, kimin parmağında uygun gördüysem bu yüzük orada olacak." Dedi kalın ve tok sesiyle. "Ayrıca sen annemi dert etme. O zaten sevmez böyle şeyleri. Saçma bulur."
"Babaannen-"
"Babaannem bu yüzüğü sana vermeyi zaten düşünüyordu," dedi. "Küçükken sözü vardı zaten bana büyü de, bu yüzüğü tak evlendiğin kadının parmağına diye. Senelerdir verilmiş bir söz yani." Dedi gülümseyerek. Çenesi ve dudağı arasında ki gamzesi huzuruma serildi. "Sadece sen biraz geç geldin o kadar."
Gülümsedim. İçten, sıcak ve samimi bir şekilde.
Kalbimde tarifi olmayan bir mutluluk peydah olurken, içimi kıpır kıpır eden bu mutluluğun gözlerime yansıdığına adım kadar emindim.
...
Göz alıcı, ihtişamlı bir otelin önünde durduğumda arabanın camları filimli olmasına rağmen birkaç fotoğraf yakalamak için çabalayan magazinciler gözüme çarptı. İkimizin de kapısı korumalar tarafından açıldığında, siyah minibüsten önce Keskin indi ve elini bana doğru uzattı. Uzattığı elini tutarken eteğime dikkat ettim ve hemen yanında yerimi alırken eli elime sarıldı ve neredeyse kör olmama sebep olacak kadar çok flaş üzerimizde patladı. Sen alışıksın İz. Seversin gözlerin üzerinde olmasını.
Birlikte içeriye doğru ilerlerken kolu belim dolandı ve sıcak eli sırtıma gömüldü. Dokunuşları tenimin ürpermesine sebep olurken bize doğrultulan onlarca mikrofonu ve soruları görmezden geldik. Bedenim alev alev yanıyordu.
Birlikte ihtişamlı otelden içeriye girdiğimizde sanki az önce bir curcunanın içinde değilmiş gibiydik.
Göz alıcı ışıkları avizeler süslerken, Meclisten birçok tanıdık yüzle ve cemiyetten tanıdığım insanları fark ettim. Büyük ve göz alıcı salonda herkes tablolarla ilgilenirken sahnede yer alan piyanist ve kemancılar ortama uyacak bir şekilde bizlere eşlik ediyorlardı.
Herkesin tablolarla bu kadar çok ilgilenmesi garibime giderken bütün gözler ara ara üzerimize uğrayıp duruyordu. Burada ki çoğu insanı varlığım rahatsız ediyordu.
Keskinin eli sırtımdaki varlığını korurken birlikte bizim için ayrılan masaya doğru ilerledik. Girişin biraz ilerisinde sağ tarafta kalan büyük ve geniş bir bar vardı ve orada kokteyller hazırlanırken garsonlar ellerinde içki dolu kadehlerle ve alkollü olduğunu tahmin ettiğim kokteyllerle etrafımızda süzülerek geçip gidiyorlardı.
Gözlerim etrafta dolanırken bize doğru yaklaşan bedene saplandı harelerim. Zihnimde yer edinen tanıdık simayı seçtim.
Silvan Vance.
"Beyler," dedi dibimizde bittiğinde. Gözleri beni bulduğunda, "Ve hanımlar." Dedi başıyla küçük bir selam vererek.
Keskinin gözleri bıçak gibi onun üzerine saplandığında belimdeki baskısı arttı.
"Burada ne işin var?!" Dedim ondan önce davranarak. "Seni masamıza davet ettiğimizi sanmıyorum?"
"Kısa bir ziy-"
"Davet edilmedin Silvan." Dedim sertçe, sözünü keserek. Kaşları havalandı. "Şansını zorlama."
Avuçlarının arasında tuttuğu şarap kadehinden bir yudum aldı. Yüzünde alay dolu bir ifade hakimdi. Gözlerini üzerimden çekmeden, "Sınırlarını karın mı beliriliyor Lider?" Yüzündeki alay dolu ifade sesine yansıdı. Gözlerim kör bir bıçak gibi onun üzerine saplandığında dikkatle bana baktı.
Keskin başını sağa doğru eğdiğinde küçümsercesine ona baktı. "Sınırlarımı karım belirlemiyor Silvan." Dedi nefretle. Belimdeki eli sıkılaştı. "Sınırlarım zaten karım." Dediğinde nefesim kesildi. "Ve sen bir kez daha sınırlarıma dahil olmaya kalkacak olursan, işe gözlerini oymakla başlarım." Dedi tehlikeli bir sakinlikle.
Silvanın yüzündeki ifade al aşağı olurken, "Bu sana son uyarım." Dedi Keskin sertçe.
Silvan bir adım geri çekilirken, "Ben sizi yalnız bırakayım." Dediğinde gözleri arkamızda bir yerde oyalandı. Kadehini bize doğru kaldırırken, "İyi eğlenceler." Diyerek gevşek bir şekilde yanımızdan ayrıldı.
"Derdi ne bunun?" Dedim ona doğru dönerken.
"Sikeceğim onun derdini ben." Dedi öfkeyle. Kaşlarım çatıldı. "Evveliyatını siktiğimin herifi! Bir bitmediler amına koyayım!" Diye soludu.
Kaşlarım daha çok çatılırken bir anda parlamasının sebebini anlayamamıştım.
Keskin yanımıza gelen garsondan iki adet beyaz şarap alırken birini bana uzattı. Uzattığı kadehi alırken içmek gibi bir aptallık yapmadım. Normalde de çok içmezdim ama arada da dağıtırım. Şu an için burada ki durum ise çok farklıydı. Ayık olmam lazımdı ve alkol bu gece için son tercihim bile olamazdı.
"Keskin?" Oldukça tanıdık gelen bir sesin varlığı Keskinin yanında yer alırken, Batur'un şebek gibi sırıtan suratıyla karşı karşıya geldiğimde gözlerimi devirdim. "Naber kardeşim?"
"Ben biraz dolanacağım." Dedim, gitmek için hamle yaptığımda.
"Hiçbir yere gitmiyorsun," diyerek belimdeki tutuşunu sıkılaştırdı ve beni iyice kendine doğru çekti. "Bekle biraz, açılıştan sonra daha rahat bakarsın her yere."
Belimdeki elini iteklediğimde, "Şimdi, biraz hava alacağım." Dedim ve yanından hızla ayrılırken tablolar arasında gezindim. Yeterince gergindim zaten. İyice gerilmek istemiyordum.
Bakışlarım etrafta ki tablolarda gezinirken bir hayli sıkılmıştım. Keskin geldiğinden beri ya masasına gelenler ya da yanından ayrılmayanların sayısı bitmek bilmiyordu. Bende o karmaşanın içine girmek istemediğim için yanına gitmiyor, geziniyordum ve bu onu sinir ediyordu. Mecliste ki herkes bugün onunla konuşmak için fazla hevesliydi.
Bakışlarım sol tarafımda kalan Douglası bulduğunda daha önce hiç görmediğim yabancı bir adamla el sıkıştığını gördüm. Memnun gözüküyordu. Adam yanı başında ki tabloyu işaret ettiğinde bir şeyler söyledi.
Bakışlarım tabloyu bulduğunda bir ressamın renkleri nasıl uyum içinde yakaladığını ve eşsiz bir şaheser ortaya çıkardığını gördüm. Tabloyu satın mı almıştı? İyi de bunun için Aylinle görüşmesi gerekmiyor muydu?
İçimdeki huzursuzluk hissi arttığında dudaklarım aralandı.
O an fark ettim.
Bir başka tablonun yanında dikilen Sarpı ve yanında ki adamları gördüm. Bakışlarım etrafta gezindiğinde, Batur'u ve Sergen'i de aynı şekilde buldum. Görüş açıma en son İdil girerken, hemen arkasında bulunan Devrimin gözleri bizzat üzerimdeydi. İdil karşısında ki adamla katı bir suratla konuşurken Devrim uzakta olduğu için onları duyamazdı ama yanıma da gelemezdi.
Her tabloya bakan insanların sayısı bir hayli fazla iken yaklaşık bir kaç dakika içinde o kalabalık dağılıyor ve başka tabloların yanında yer alıyordu.
Satın alınan her tablonun çerçevesine meclise ait bir damga yapıştırılıyordu.
Adımlarım, gözüme çarpan henüz yanında kimsenin olmadığı tabloya doğru ilerlediğinde birkaç dakika içinde tablonun karşısında dikilirken bakışlarım dikkatle resmin üzerinde geziniyordu.
Basit bir tablo için bu cümbüş fazlaydı. Başka bir şey vardı. Siyahın ve beyazın hakim olduğu tabloda renkler birbirine girmişken bir kadının belli belirsiz sureti kendini gösteriyordu. Gözlerim tablonun her zerresinde gezinirken altın sarısı işlemlere sahip olan sağ en alt köşede parlayan tablonun seri numarası dikkatimi çekti.
MK26CA87A
Gözlerim iyice yazıda gezinirken dudaklarımın arasından eş zamanlı olarak, "Siktir." Kelimesi döküldü. "Siktir siktir." Dedim defalarca kez.
Bunu biliyordum.
Bunu daha önce görmüştüm.
Şaşkınlığı her zerremde hissederken bakışlarımı tablonun seri numarasından çekmiyordum.
Burada sattıkları şey tablolar değildi. Gözümün önünde bir silah sevkiyatı yapılıyordu ve bunu yeni fark ediyordum.
"Yarın yapılacak yeni bir sevkiyat bilgisi ulaştı elimize istihbarattan." Dedi müfettiş. "Ne yapın ne edin o sevkiyatı durdurun Savcım." Duruşum iyice dikleşirken gözlerin ta içine baktım. "Artık gerçekten oynayın."
"Yarın bir sevkiyat yapılması söz konusu olamaz," dedim kaşlarım çatılırken. "Keskinin kız kardeşi, Aylinin yarın önemli bir sergisi var. Herkes orada olacak. Sevkiyatın yapılması söz konusu bile olamaz. Yanlış bilgi alınmıştır." Dedim.
Baş müfettiş beni uyarmıştı!
O seri numara bir tablonun seri numarası değildi.
Bunu her numaranın aralarına yerleştirilen, MK26CA87A kodlamasından fark ettim. Daha öncede, Meclis üyelerine ait silahlarda bu şekilde kodlamalara rastlamıştım.
KAA.
Keskin Ardıç Alacahan.
Yaptığı özel üretim silahların sevkiyatını şu anda gerçekleştiriyordu. O silahlardan daha önce de defalarca kez görmüştüm. Hepsinin üzerine altın harflerle KAA şeklinde işlemeler mevcuttu. Burada satılan her sanat eseri, heykeller tablolar hepsi paravandı. Aslında büyük bir sevkiyat yapılıyordu.
Bakışlarım yeniden salonda gezindiğinde abimi fark ettim. Hemen karşısında Batur'la el sıkışırken, benim burada yüreğim sıkıştı.
Tarifi edilmez bir his bedenimi ele geçirdi. Korku ve endişe bütün bedenimde kol gezerken telaş etmemeye çalışıyordum.
Bir şeyler yapmalıydım.
Bir şeyler yapmalı ve bu sevkiyatı durdumalıydım.
Anında telefonuma sarılırken Devrime mesaj gönderdim.
Elektrikleri kes, bende yangın alarmını başlatacağım.
Cevap gecikmedi.
Neden?
Sence şu anda soru sorma gibi bir lüksün var mı?! Ne diyorsam onu yap! Çabuk!
Devrimin, İdilin yanından ayrıldığını ve gözden kaybolduğunu fark ederken bakışlarım karşısında konuştuğu yabancı adamla el sıkışan ama katran karası gözlerini üzerimden çekmeyen adamı buldu.
Kaşları çatılmış, yüzü sorgular bir ifade almışken neden tedirgin olduğumu anlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı.
Elektrikler kesildiğinde birbirine tutunan gözlerimiz karanlığa gömüldü ve beş metre ilerimde ki yangın alarmına doğru koşarken elbisemin eteğini avucuma doladım. Alarmın cam kapağını kırarken içinde ki butona bastım ve yüksek siren sesleri bütün salonu doldurdu.
Bölüm sonu!
Bölüm hakkında ki düşünceleriniz buraya alayım lütfen.
Oy ve yorum yapmayı sakın unutmayın!! Sizleri seviyorum iyi ki varsınız!! |
0% |