Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@umay_6

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın canlarım!

 

Keyfli okumalar dilerim!

 

 

Bir elimde kahve, kucağımda telefonumla salondaki tekli kanepelerden birine oturmuş bakışlarımı karanlık bahçede gezinirken onu tanıdığım günden beri kaçıncı kez yolunu gözleyişimdi bilmiyorum. Kaçıncı kez bekleyişimdi, daha kaç bekleyişler geçireceğim bilmiyordum.

 

Dün sabah karargahtan gelen telefonla çıkıp gitmiş ne aramalarıma cevap vermiş ne de mesajlarıma dönmüştü. Gittiğinden beri bıraktığı yerde öylece yolunu gözlerken bahçe kapısı açıldı ve üzerinde ki üniformasıyla göründü bahçede.

 

Heyecanla yerimde doğrularken bakışları perdenin arkasında olduğumu bilir gibi camdayken eve doğru ilerlemeye başladı. Doğrulduğum yere tekrar sinerken, zilin sesi, sessiz evi doldurdu.

 

Kalkmadım yerimden. Kıpırdamadım bile. Anahtarı da vardı ama evdeysem eğer kapıyı hep ona ben açayım istiyordu. Nasıl uğurluyorsan öyle de karşıla diyordu ama bu sefer öyle bir niyetim yoktu.

 

Bir kez daha çaldı.

 

Açmadım.

 

Bir kez daha çaldı. Kapının önünde sabırla beklediğini gördüm pencereden.

 

Açmadım.

 

Bir kez daha çaldı ve ben yine o kapıyı açmadım ona.

 

Dakikalar sonra hiçbir ses işitmezken tam kalkıp açacaktım ki anahtarın sesini işitmemle kalktığım yere hızla oturdum ve açılıp kapanan kapının sesini işittim.

 

Karanlık evde koridorda ilerlerken adım seslerinden buraya geldiğini anlayabiliyordum. "İz?" Diye seslendi. Sesimi ona duyurayım istedi.

 

Sessiz kaldım.

 

"İz?" Diye seslendiğinde bir kez daha salonun girişinde gözüktü heybetli bedeni. Gölgesi içeriye devrildi.

 

Gecenin karanlığında kahveleri yeşillerimi bulduğunda rahat bir nefes verdi.

 

İçeride olduğuma ne kadar emin olursa olsun, bir gün çıkıp geldiğinde beni bulamamak en büyük korkusuydu değil mi?

 

"Yavrum?" Dedi adımlarını bana doğru atarken hareketleri aceleciydi. Beş koca adımda dibimde bitmişti. Dev gibiydi zaten. "Niye cevap vermiyorsun? O kadar çaldım kapıyı da, neden açmadın?" Diye sordu kırık bir sesle.

 

Sustum. Sessiz kaldım.

 

"Susma şöyle," dedi dişlerinin arasından. "Sesini esirgeme benden, yeterince esirgememiş gibi." Dedi.

 

"Hep böyle mi olacak?" Diye sordum bir anda. "Ben hep seni bekleyeceğim ama şu kapıyı çalacağından, adımı sesleneceğinden emin olamayarak mı yaşayacağım? Ben hep elim yüreğimde, gözüm yolda, kulağım senden bir haber gelirse diye bekleyecek miyim Ali? Ben hep seni beklerken senin daha kaç kez benden gidişini, aslında hiç gelmemiş oluşunun gerçeğini sindirmek zorunda mı kalacağım?" Koyu kahve gözleri bir an olsun ayrılmadı gözlerimden. "Daha dün ya?! Daha dün sabah, oturduk, kahvaltı ettik, güldük eğlendik..." dedim. İçimde derin bir kırıklık vardı. "Kahve istedin benden. Ellerinden içeyim dedin." Bakışlarını kaçırdı. "Ben o kahveyi yaptım Ali," sehpanın üzerinde bıraktığım gibi duran kahvelere değdi gözleri. "Ama döndüğümde yoktun. İçeri girdim, sen yoktun. Seslendim, cevap vermedin." Dedim öfkeyle.

 

Koltuğun kenarlarına tutunan elleri yumruk halini aldı.

 

"Şimdi kalkmış bana sesini benden esirgeme diyorsun," dedim. "Senin benden esirgediklerini ne yapacağız peki?" Diye sordum.

 

"Bu ilişkiye başlamadan önce sana bunları anlattım," dedi. "Gel gitlerim olacak bazen aylarca gelmeyeceğim dedim kabul dedin. Her şeyimle kabul ettin beni." Yutkundu. "Çok mu yalnız bıraktım seni yoksa?" Dolan gözlerimi gizledim ondan. "Çok mu yalnız hissettirdim kendini sana? Çok mu kırdım?" Cevap vermedim. "İz," dedi. "Güzelim, bak bana." Saçlarımı yüzüme örttüm yaşlarımı görmesin diye.

 

"Sana ne zaman ihtiyacım olsa yoktun Ali. Gözlerim seni aradı ama sen yoktun. Ben seni her şeyinle kabul ettim tamam. Bunun hala arkasındayım. Değişmedi hiçbir şey ama işte beni de anla." Büyük elleri yanaklarımı avuçlarken parmaklarıyla yaşlardan dolayı ıslanan yüzümü temizledi içi acıya acıya. "Seni seviyorum." Gözleri parladı. "Seni, sevdiğim adamı yanımda istiyorum ama ne zaman arkamı dönsem bulamıyorum seni. Arıyorum açmıyorsun, mesaj atıyorum cevap vermiyorsun. Bunlar için bir özür bile dilemiyorsun." Dedim. "En önemlisi de bana gitme derken bir gün senin de gitmeyeceğinin garantisini vermiyorsun bana." Burnumu çektim. "Niye yapıyorsun bunu bana?" Diye sordum.

 

"Özür dilerim," beni göğüsüne çektiğinde saçlarımın arasına öpücüklerini kondurdu. "Fark etmemişim, çok özür dilerim. Sana böyle hissettirdiğim için nefret ediyorum kendimden. Seni istemeden de olsa kırıp, dökmekten, üzmekten, ağlamana sebep olmaktan nefret ediyorum." Dedi kendine lanet edercesine.

 

"Gitme, bu gece hiçbir yere." Dedim küçük bir çocuk gibi. "Sana, varlığını hissetmeye ihtiyacım var. Ne olursun gitme."

 

Yüzümü avuçları arasında yaşların aktığı yerden, gözlerimin kenarlarından öptü uzun uzun. "Buradayım güzelim," dedi. "Buradayım ve hiçbir yere gitmiyorum artık."

 

"Söz mü?" Diye sordum.

 

"Söz." Dedi. Gülümsedim.

 

"Bir an hiç gülümsemeni göremeyeceğim sanmıştım." Dedi rahat bir nefes vererek.

 

"Son olsun istiyorsun herhalde?" Dedim alayla.

 

"Sonum olacaksın orası doğru," dedi beni kucağına oturturken benimle birlikte ayaklandı ve adımlarını odamıza doğru attı. Kollarım boynuna dolandı. "Ama gülümsemeni her daim göreceğim. Ne pahasına olursa olsun hep böyle güleceksin bana." Sırtım yatakla buluşurken saçlarım çarşafın üzerine dağıldı ve üzerimde yerini aldı. "Şimdi sen söz ver bana." Dediğinde dudaklarımızın arasında hiç mesafe kalmamıştı.

 

Onu kendime doğru çekerken dudaklarına yapıştım ve istediği cevabı almasını sağlarken gözlerim anın güzelliğiyle ağır ağır kapandı.

 

 

...

 

Etrafta kadınların çığlıkları ve derin bir karmaşa içerisinde koşuşturma hakimken yangın söndürücülerin devreye girmesiyle sanki yağmura tutulmuş gibi hissediyordum. Her yerim su içinde kalmıştı.

 

"İzgi!" Diye yeri göğü inletircesine bağıran adama cevap vermedim. Merak etsin, kudursundu. Baneneydi. "İZGİ?!" Diye bağırdı bir kez daha. Kükredi desem daha doğru olurdu.

 

"Oha oha," dedim kendi kendime mırıldanarak dışarıya doğru ilerlerken koşturan insanların bana çarpması sinirimi bozuyordu. "Megafonla bağırsa bu kadar sesi çıkmaz yemin ederim ya." Diye homurdandım. "Bu adam ben her ortadan kaybolduğunda böyle yapacaksa işimiz var."

 

Kalabalığın arasında ite kaka neredeyse on dakika içinde anca dışarı çıkabildiğimde, soğuk hava tenime çarptı ve zaten içeride ıslanan vücudum soğuğunda çarpmasıyla buz kesildi. Kapı ağızında kenara kayarken dışarıya akın eden insan kalabalığına gülmeden edemedim.

 

"YER YARILDI DA İÇİNİ Mİ GİRDİ AMINA KOYAYIM!" Diye bağırıyordu borazan bey. İçeride beni bulamayınca kendini dışarı atmıştı sanırım. Sesi bütün sokakta yankılanıyordu. "NE HALTA YARIYORSUNUZ SİZ?! KUKLA DİYE Mİ DİKTİM BEN SİZİ ORAYA!" Sıkıntıyla oflarken, yanımda biten Devrime döndü bakışlarım. Keskin ve adamları ilerideyken ve biz köşedeyken bu karanlıkta bizi fark etmeleri imkansızdı.

 

"Ne yaptın?" Diye sordum merakla.

 

"Tabloların altında ki dijital kısıma seri numaralarını girince silahlar hemen altından açılan bölmeden ortaya çıktı. Muhtemelen sen davetten ayrıldıktan sonra herkes alması gerekeni alacaktı." Dedi. "Polisler yolda, onları biraz daha oyalamamız gerek ki fark etmeden silahlara el koyalım."

 

Başımı onaylarcasına sallarken dudaklarım konuşmak için aralanmıştı ki Keskinin, "KARIM NERDE?!" Bağırışını işittiğimde yüzümü buruşturdum.

 

Bu odam ömür törpüsüydü.

 

Devrim ağzının içinde homurdanırken ters ters baktım ona.

 

"Ne oldu Alacahan?" Diyen Silvanın alay dolu sesini işittim. "Karını mı kaybettin? Dilersen yardımcı olurum sana? Hem aramızda ki buzları eritiriz hem de senin vesilenle karınla tekrar konuşma şerefine nail olurum." Kollarını göğüsünde birleştirmiş adamlarını azarlayan Keskine bakarken katran karası gözleri ağır ağır arkasını döndü ve gözlerinde gördüğüm korkunç ifade benim bile bir adım gerilememe sebep oldu.

 

"Senin ecdadını sikerim!" Sert yumruğu Silvanın suratında patlarken öylesine kuvvetli vurmuştu ki eğer arkasında ki adamları olmasaydı muhtemelen Silvan şu anda yere kapaklanmış olacaktı. Bir kez daha üzerine doğru atıldığında, "Şerefini siktiğimin oruspu çocuğu! Eğer bu işin altından da senin parmağın çıkarsa yemin ederim kendi ellerimle alırım senin canını!" Dedi. Douglas ve Batur onu sıkı sıkıya tutarken, Silvan gür ve kışkırtıcı bir kahkaha atmıştı.

 

"Belki de bir yerlerde kurtarılmayı bekliyordu ha Alacahan?" Amacı onu iyice kışkırtmaktı. "Ne dersin? Yardım eli uzatmak mı lazım karına?" Douglas ve Batur bile onu tutamadığında bir yumruğu daha Silvanın yüzünde patladı ve yemin ederim kemiğin kırılma sesini işittim.

 

Onu kimse tutamadı.

 

Koşar adımlarla oraya doğru giderken beni fark eden korumalar, Douglas ve Batur rahat bir nefes vermişlerdi.

 

"Keskin!" Dedim ikisinin arasına bir anda dalarken ellerimi gergin göğüsüne koydum ve hafifçe geriye doğru iteledim ama kıpırdamadı bile. Katran karası bakışları anında beni bulurken öfkesi beni yakacak sandım. "Ne yapıyorsun?!"

 

Burnundan sert soluklar alıp verirken takım elbisenin içinde ki bedeni fazla gergindi. Siniri doruklardayken şakaklarında ve boynunda beliren damarları çarptı gözüme. Bakışlarım ellerine düştüğünde eklemlerinde ki kızarıklık gözüme çarptı.

 

"Sen beni delirtmek mi istiyorsun?!" Dedi öfkeyle bana bakarken. "Sana gözümün önünden ayrılma dedikçe her seferinde nereye kayboluyorsun lan?!" Diye bağırdı.

 

"Eniğini kaybetmiş anneler gibi camiye çıkıp anons ver istersen birde!" Diye bağırdım onun gibi.

 

"Bu gidişle sonumuz o olacak gibi duruyor zaten!" Diye avaz avaz bağırdı. "Küçük bir çocuktan farkın yok çünkü!"

 

"O kalabalıkta, karanlıkta seni nasıl bulacaktım?!"

 

"Ben seni bulurdum." Dedi tok bir sesle. "Nerede olursan ol, yerin dibine de girsen beni seni her zaman bulurum İzgi. Eğer içeride de yerinde dursaydın bu kadar saçmalığa da gerek kalmayacaktı!"

 

Hala öfkeyle soluyor, göğüs kafesi aldığı nefeslerle sertçe inip kalkıyordu.

 

"Neyse ne." dedim kestirip atar gibi. Üzerinde ki ceketi çıkarıp omuzlarıma bırakırken siren sesleri kulaklarıma ulaştığında belli belirsiz rahat bir nefes verdi.

 

"Keskin?" Dedi Batur. "Ne yapalım istersin?" Diye sordu.

 

"Bırak ne alacaklarsa alsınlar," dedi sertçe. "Bizi zarara sokmaz onlar. Bu konuyu daha sonra detaylı bir şekilde konuşup hallederiz." Dedi.

 

Batur'un gözleri beni bulduğunda onun da tıpkı Douglas gibi bana nefretle baktığını fark ettim.

 

"Ne bakıyorsun?" Dedim tersçe. Kurabiye var simit var? Ne bakıyorsun oğlum?

 

Dudakları bir şey söylemek için aralanmıştı ki bakışları Keskini buldu ve araladığı dudaklarını kapattı.

 

"Üşüyor musun?" Diye sordu Douglas. Kaşları havalanmış tirtir titreyen halime bakıyordu. "Titriyorsun."

 

"Yok canım, ne üşümesi?" Dedim alayla. "Titreme meditasyonu yapıyorum ben, sen anlamazsın!"Gözlerini devirirken sorduğuna pişman olmuş gibiydi.

 

Yaklaşan siren seslerine sahip olan polis arabaları otelin önünde durduğunda hepsinin bakışları birbirileri arasında gidip geldi.

 

Polis arasından inen Engin komiser ve ekibi beni görmesiyle şaşırmadan edemezken, duruşları düzeldi ve karşımda dikildiler.

 

"Sayın savcım?" Dedi Engin. Bakışları arkamda ki adamlarda gidip geldi. "İyi misiniz? Bir sorun yoktur inşallah?" Diye sordu.

 

"Yok," dedim. "Sergi için buradaydım siz arama yapmaya mı geldiniz?" Diye sordum merakla.

 

"Evet." Dedi. "Müsaadenizle, içeriyi aramamız gerek."

 

"Arama emriniz var mı?" Diye sordum bir anda. Tereddüte düştüğünde ne diyeceğini bilemedi.

 

"İhbar üzerine buradayız sayın savcım," dedi. "İçeriye bakmamız gerekecek." Onaylarcasına başımı salladım.

 

"Bir şey bulursanız haber edin." Dedim.

 

"Anlaşıldı savcım." Dediğinde ekibiyle birlikte içeriye girdi. Bakışlarım istemesizce Devrimi bulduğunda onun zaten bana baktığını fark ettim.

 

Gözlerinde özlem dolu bir ifade varken bakışları acı çekiyor gibiydi. Takım elbisenin açıkta bıraktığı göğüs kafesinde parlayan bir şey dikkatimi çekti. Bakışlarım kısılırken onların aralarında konuşmasından istifade edip dikkatlice baktım göğüsünde ki kolyeye. Gömleğinin içinde ki kolye dışarıya çıkmıştı. Parıl parıl parlayan ve gözümü alan şeyi fark etmemle nutkumun tutulduğunu hissettim. Nefesim ciğerlerime yetmezken boynuna taktığı zincirde yıllar evvel çıkarıp attığım yüzüğümü gördüm. Hatta yüzüklerimizi çünkü onunda alyansı hemen yüzüğün yanında parlıyordu.

 

Atmamıştı.

 

Belki de atamamıştı.

 

Ben onu yüreğimden atalı çok olmuştu belki ama o bir türlü atamıyordu bizi yüreğinden.

 

Bir türlü kabullenemiyordu.

 

Kalbimde geçmişin sancılı acısı yer edindiğinde gözümün önüne gelen anıları geri ittim ve bakışlarımı hızla ondan çekerken kimseyi beklemeden kendimi otelin önüne gelen minibüsün içine attım ve onları beklemeye başladım. O da ön yolcu koltuğunda yerini alırken dikiz aynasından bakışlarını bir an olsun üzerimden çekmiyordu. Gizliden gizliye beni izlemesi şüphesiz ona dokunuyordu.

 

Gözlerimi cama çevirdiğimde dışarıya odaklanmaya çalıştım. Keskin, Douglas, Sarp, Sergen, Batur ve İdil de minibüse bindiklerinde kendi aralarında girdikleri muhabbete dahil olmadım.

 

Araba eve giden yoka doğru hareket ettiğimde dalgın bakışlarımın hedefi akıp giden yoldaydı. Yüreğimi sıkıştıran sancı yeniden baş gösterdiğinde nefesimin ciğerlerine yetmediğini hissettim.

 

"Üsteğmen Devrim Ali Özkan, Hakkari de çıktığı operasyonda karargahta yapılan bombalı saldırıda şehit düşmüştür."

 

Parmaklarımın uyuştuğunu hissediyordum.

 

"Oğlum!"

 

Seval teyzenin feryadı kulaklarımda çınladığında boğazıma sarılı olan eller sanki daha çok kesti nefesimi.

 

"Ölmemiş İz. Onunmuş her şey. Görevmiş. Görev için yapmış."

 

Gözlerimin önünün karardığını hissederken bir elim boğazıma sarıldığında derin derin nefesler almaya çalıştım.

 

"Seni çok seviyorum!"

 

Gözlerim doldu.

 

"Sen annenin katilisin, kızımın katilisin ve ben evimde bir katil istemiyorum."

 

Acı öylesine yoğundu ki göğüs kafesimi parçalamak istedim.

 

"Kızım bugün hayatta değilse sebebi sensin!"

 

"Seni hiç istemedi!"

 

"Hayatta olsaydı senin gibi bir kızı olduğu için kendinden utanırdı. Bazen iyiki de yaşamıyor da bu günleri görüp kahrolmuyor en azından diyorum."

 

İşittiğim sayısız laf, yediğim sayısız tokat geçti gözümün önünden.

 

Ölmek istedim.

 

"Durdur arabayı." Dedim nefes nefese. Bütün bakışlar üzerime döndü.

 

"İzgi?" Keskinin belli belirsiz sesini işittim.

 

"Arabayı durdur." Tıkandığımı hissediyordum. Ciğerlerim patlamak üzereydi. Etrafımda ki sesler bir uğultudan ibaretken araba ne ara durdu nasıl can havliyle kendimi nefes nefese dışarı attım bilmiyorum.

 

Bir elim göğüs kafesimde yer bulurken ciğerlerime dolan oksijeni solumaya çalıştım. Önce kulaklarımda onun zar zor duyabildiğim ama kelimeleri seçmekte zorlandığım sesini daha sonra ise sırtımda ki ellerini hissettim.

 

Beni dikkatlice kaldırıma otururken yüzümü avuçları arasına aldı ve katran karası gözleriyle karşı karşıya geldim. Endişeli gözüküyordu. Endişeli gözüküyordu ama hala beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Bir şeyler söylüyordu ama onu duymuyordum. Gergindi. Seçebildiğim tek şey bağırıyor olduğuydu. Kalbimde daha öncede geçirdiğim benzer ataklardan birebir aynısının sızısı kendini belli ettiğinde acıyla inledim. Bu acıyı defalarca kez tatmıştım. Bu acıyı biliyordum. Bu acıya alışmıştım, birçoğuna alıştığım gibi. Geçecekti. Geçecekti.

 

"Nefes al." Dediğini işittim zar zor. "İzgi, bak bana." Dedi. Beni sarstığını hissettim. "Nefes al."Gözlerim git gide kayarken karmaşa içinde olan sesler benden git gide uzaklaşıyordu. "Kapatma gözlerini bak bana." Diyordu. Daha bir çok şey söylüyordu. Beni kucağına aldığını hissettim. Sakinleştirici etkisi olan kokusu genzime dolduğunda biraz olsun nefes alabildim. Endişeli ve telaşlıydı bu halde nasıl araba kullanacaktı?

 

Göz kapaklarım ağır ağır kapanırken bilincini yavaş yavaş beni terk ediyordu. Zihnim karanlığın derinlerine gömülürken kalbimde büyük bir acı vardı.

 

Kalbi hasta olanın, gücü yeter miydi bunca şeyi göğüs germeye bilmiyordum.

 

Nasıl ki kırılınan birinin, kalbi bir ömür acırsa, kalbi hasta olanında yarası bir ömür kanar, ölüm döşeğine mahkum ederdi kendini.

 

O acı boğazını düğüm düğüm eder kördüğüm olur boynuna bir yılan gibi dolanır hiç beklemediğin bir anda seni sokar, nefesini keser canını alırdı.

 

Bir kez daha, ölmek istedim.

 

...

 

Gözlerim kapattığım karanlığı geride bırakırken içinde bulunduğum hastane odasının loş ışığı görüş açıma girdi. Ağzımda bir oksijen maskesi olduğunu fark ettim. Monitörden çıkan sesleri işittim. Uzandığım yatakta bakışlarım etrafta gezindi ve sol tarafımda dalgın bir şekilde elinde ki telefonuyla uğraşan adamı gördüm. Parmaklarım oksijen maskesini kavrayıp geri çektiğinde derin bir nefes aldım.

 

Katran karası gözleri hızla beni bulurken esmer teninin loş ışıkta parladığını fark ettim. Siyah saçları hiç olmadığı kadar dağınıktı.

 

"Uyanmışsın," dediğinde oturduğu yerden ayaklandı ve hızla yanıma geldi. "Nasıl hissediyorsun?" Diye sordu.

 

Konuşmak için dudaklarımı araladığımda boğazımda hissettiğim yakıcı his yüzümü buruşturmama sebep oldu.

 

"Tamam zorlama kendini," dedi. Gözlerim yeni uyanmama rağmen kayıp duruyordu. Uykum vardı. "Uyu." Dediğinde gözlerim bunu bekliyormuş gibi kendiliğinden kapandı.

 

Kapının açıldığının sesini duyduğumda, "Hala uyanamadı mı?" Diyen Şebnemin sesini duydum. Sesini duymak onu ne kadar özlediğimin farkına varmama sebep oldu.

 

"Ara ara uyanıp geri uyuyor," diyen sıkıntılı sesini işittim. "Doktor tamamen kendine gelmesi sabahı bulur dedi."

 

Annemin sıkıntılı nefesini işittim ama uyku bendenimi iyiyce ele geçirdiği için sesleri varla yok arası duyuyordum.

 

"Ona değer veriyorsun." Dediğini duydum Şebnemin. "Hiç başından ayrılmadın." Diye devam etti. "Bütün hastaneyi birbirine katmışsın." Dedi imayla.

 

"Her ne kadar istemediğimiz bir evliliğe maruz kalmış olsakta o benim karım." Sesindeki sahiplik huzursuz olmama sebep oldu. "İster kağıt üzerinde olsun ister yalan bir evlilik bu karım olduğu gerçeğini değiştirmez." Bakışlarını üzerimde hissettim. "Kimse karıma dokunmaz, saygısızlık yapmaz. Kanını akıtanı, Kendi kanında boğar canını yakanın ise canından ederim." Dedi sertçe.

 

Ona karşı olan düşüncelerim bilinmezliğe doğru yol alırken yeniden karanlığa gömüldüm.

 

...

 

Zihnimdeki karanlık yavaş yavaş dağıldı. Birbirine dolanan tilkilerin kuyrukları şimdi kör düğümdü.

 

"Mümkün olduğunca stresten ve üzüntüden uzak dursun. Eşinizin en son yaptırdığı testlere göre kalbinin durumu pek iyi gözükmüyor." Uykuyla uyanıklık arasında yabancı bir ses işittim.

 

"O da ne demek?" Diyen sesin sahibi Keskine aitti.

 

"Eşiniz Koroner arter kalp hastası," Ümitsiz çıkan sesi içime işledi. "Kalbin etrafında bulunan ve kalbin kas dokusunu besleyen damarlarda meydana gelen daralmalar ve tıkanmalar sonucu ortaya çıkıyor. Hastalık kendini göğüs ağrısı, kalp yetmezliği ya da doğrudan kalp krizi ile gösteriyor. Eşinizde de maalesef bu belirtiler mevcut. Kendisinin en kısa sürede ameliyat olması ve ciddi bir operasyondan geçmesi gerek."

 

"Riskli bir ameliyat mı?" Diye sordu.

 

"Her ameliyatın riskleri vardı Keskin bey. Bizim tek temennimiz eşinizin en az riskle ameliyattan sağ salim çıkması ama kendi doktoruyla bizzat görüştüm ameliyata pek olumlu bakmıyormuş." Dediğinde doktorun bakışlarını üzerimde hissettim.

 

"Ameliyat hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?" Neden bu kadar merak ediyordu? Tamam diyip geçse olmaz mıydı?

 

"Koroner arter hastalıklarında kabul gören üç tedavi yöntemi bulunuyor: İlaç tedavisi, balon ya da stent takılması, koroner by-pass ameliyatları. By-pass ameliyatları, daralmış ya da tıkanmış damarın önüne yeni bir damarla kan getirme işlemi olarak tanımlanıyor. Ameliyatlar, kalbi durdurarak ya da kalp çalışırken yapılabiliyor. Genellikle tercih edilen ise, kalbin durdurularak ameliyatın gerçekleştirilmesi; çünkü kalbin arka yüzündeki damarlara, çok kireçli ve kas dokusu içinde seyrettiği durumlarda çalışan kalpte by-pass ameliyatı yapmak zor olabiliyor." Bunları daha önce de defalarca kez duymuştum. Hepsi aynı şeyi söylüyordu.

 

Keskin doktorumdan iyice bilgi alırken artık onları dinlemeyi bırakmıştım. Kendimi uykunun kollarına tekrar bıraktığımda bir hayli yorgun hissediyordum.

 

...

 

Hastanelerden nefret ediyordum.

 

Bana hep ölümü çağrıştırıyorlardı. Sanki bir trafik kazası geçirmiş ve içten içe öleceğini bile bile seni kurtarmak için asıl ölümün olduğu yere, yuvasına getirmişlerdi. Ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin, öleceğini bile bile içeride tedavi görürken dışarıda seni bekleyenlere umut oluyordun.

 

Öleceğini bile bile birbirlerine umut olmak, berbat bir şeydi.

 

Bakışlarım tavandayken derin ama yavaş nefesler alıyordum. Keskin, yatağının hemen yanında ki sandalyede başını geriye yaslamış, kollarını göğüsünde birleştirmiş, kaşları çatık ve yüzünde huzursuz bir ifadeyle uyuyordu.

 

Odanın kapısı açılıp, Zeynep elinde yemek tepsisiyle bir anda içeriye girince katran karası gözleri açıldı ve huzuruma sunuldu. Bakışları anında beni bulurken oturduğu yerden ayaklandı ve yanıma geldi. Zeynep benim için yemek tepsisini yatağa kurarken dikkatimi çeken şey kan çanağına dönmüş gözleriydi. Ağlamış mıydı?

 

"Nasıl hissediyorsun?" Diye sordu tepemde dikilirken. "Ağrın var mı?" Dedi merakla.

 

Yorgun ve bitkin hissediyordum ama bunu ona söylemedim. "Su." Dedim kuru bir sesle. "Su, verir misin?" Yanı başımda ki komodinin üzerindeki sürahiden su doldurduktan sonra yavaşça kalkmama yardım etti ve suyu içirdi. Birkaç küçük yudumdan fazlasını içim almazken dikkatlice beni doğrulttu ve arkamda ki yastıkları düzeltti.

 

"Bunları yemesi gerek." Dedi Zeynep. Sesi garip çıkıyordu. Bakışlarım ona döndüğünde bana bakmadığını fark ettim.

 

"Zeynep-"

 

"Ben daha sonra gelirim." Diyerek konuşmama izin vermezken, "Geçmiş olsun İz." Dedi ve kaçarcasına çıktı odadan.

 

Önümdeki masayı Keskin yavaşça bana doğru çekerken sandalyesini yatağa yaklaştırdı ve yanımda yer aldı.

 

"Nesi var?" Diye sordum merakla. Kaşığı daldırdığı çorbayı dudaklarıma doğru uzatırken, "Biliyor musun?" Diye sordum ve aralıklı dudaklarımdan içeriye ittiği tatsız çorbayı içtim.

 

Yüzüm buruşurken, "Iyy," dedim iğrenerek. Kaseyi önümden ittim.

 

"Bitecek o." Dedi kesin bir dille.

 

"Yemem ben bunu," dedim uzattığı kaşıktan kaçarken. "Tatsız tuzsuz bir şey bu! Tadı çok iğrenç!"

 

"Aç ağzını," dedi kaşlarını çatarak. İyice kaçtığımda çenemi yakaladı ama dudaklarımı birbirine kapattım. "İzgi aç ağzını, yorma beni."

 

Kaşığı iyice dudaklarıma yaklaştırdığında, "Ihı." Diye garip sesler çıkartıyordum. Bu halime gülmeden edemezken parmakları yanağımı yakalayıp sıkıştırırken kapattığım dudaklarım öne doğru büzüldü ve açılan dudaklarımın arasından çorbanın kaşığını soktuğunda ona kötü kötü baktım. Benim aksime o bu halimden keyif alıyordu.

 

"Ya istemiyorum!" Diye sızlandım. Tadı gerçekten çok kötüydü.

 

"Bu çorba bitecek, İzgi." Dedi kendinden emin bir şekilde. Kaşığı tekrar uzattığında istemeye istemeye açtım dudaklarımı.

 

Sırıttı. "Aferin." Dedi, bir kaşık daha uzatırken az önceki halime nazaran uslu uslu içtim çorbamı.

 

O sabırla çorbamı bana içirirken biten kaseyi tekrar tepsiye bıraktı ve rahat durmadığım için dudaklarımın kenarına bulaşan çorba lekelerini sildi nazikçe.

 

Geri çekildiğinde, bakışları üzerimdeydi.

 

"Ne?" Dedim. "Niye öyle bakıyorsun?" Diye sordum.

 

"Neden ameliyat olmayı kabul etmiyorsun?" Diye sordu.

 

"İki türlü de o masadan kalkamayacağım," dedim. "Acı çeke çeke öleceğime en azından hayatı yaşamak istiyorum."

 

"İlaçlarını neden kullanmıyorsun?" Diye sordu. "Neden sağlığına dikkat etmiyorsun? Kontrollerine neden gitmiyorsun İzgi?" Dedi. Anlamıyordu. Anlamayacaktı.

 

"Çünkü yok bir çaresi," dedim umutsuz bir sesle. "İlaçları kullandıkça, halsiz düşüyorum. Sürekli uyumak istiyorum. Günlerce yataktan çıkamıyorum. Kısacası o ilaçlar doğru düzgün yaşamama engel oluyor ama ben dolu dizgin yaşamak istiyorum."

 

Bakışları dalgalandı. "O ilaçlar, seni hayatta tutuyor." Dedi.

 

"Ama yaşatmıyor." Dedim buz gibi bir sesle. Kaskatı kesildi. "Düşmanını dışarıda arama Keskin," buruk bir şekilde gülümsedim. "Sen beni belki dışarıdan gelecek her türlü tehlikeden korursun ama beni kendimden koruyamazsın." Dedim. "Bunu yapamazsın."

 

"Ya varsa bir çaresi?" Dedi umutla. Beni yaşamak istiyordu. Bunu gözlerinde gördüm. "Ya varsa bir çaresi ve sen elinin tersiyle itiyorsan onu?" Dedi. Düşünceli hali gözümden kaçmadı. "Yaşamak istiyorum derken bile nasıl ölmek ister gibi bakabiliyorsun?" Dedi hayret eder gibi.

 

Çünkü ölmek istiyorum Keskin.

 

"Ne zaman çıkacağım?" Diye sordum sorularını görmezden gelerek ama sanki bu tavrım bile onun için yeterli bir cevap gibiydi.

 

"Doktor genetik olabileceğini söyledi." Dedi sorumu görmezden gelerek. "Ailende var mıydı bu hastalığa sahip olan."

 

Hatırlamak, delicesine yaktı canımı.

 

"Annem," dedim yanık bir sesle. Katran karası bakışlarında ifadesizlik hakimdi. "Annemde varmış. Zaten geçirdiği hamileliklerin çoğu riskliymiş. Abimi doğurduktan sonrada komalık olmuş ama toparlamış tekrar." Acı boğazımı düğüm düğüm etti. "Ama benim doğumum onun ölümüne sebep oldu ve Keskin," dedim duraksayarak. Yeşillerim bir an olsun ayrılmadı kara gözlerinden. "Annesinin ölümüne sebep olanı sen neden yaşatmak istiyorsun?" Sessiz kaldı. "Bana can olanı canından ettim ben. Senin bende ki bu ısrarın, bu çaban neden?" Diye sordum.

 

Katran karası gözleri çözmediğim bir şekilde bana bakarken monitörden yükselene kalbimin sesi odayı dolduruyordu.

 

"Elbet vardır bir sebebi," dedi, Kalın ve tok sesiyle. "Elbet vardır." Kara gözleri bilinmezliğe doğru yol aldı. "Senin ölmek için bir sebebin varsa benimde seni yaşatmak için birçok sebebim var." Dedi. Kalbim, sözlerinin etkisiyle gümbür gümbür atarken monitörden yükselen düzensiz sesler odanın içini doldurdu.

 

Bakışları kalbimin ritmini gösteren monitörü bulduğunda üzerinde beyaz önlükle bir doktor hızla içeriye daldı ve yüzündeki telaşlı ifade beni görmesiyle şaşkınlığa dönüştüğünde gülümsedi.

 

"Keskin bey," dedi doktor eğlenen bir sesle. "Eşinizi heyecanlandıran şeylerden de bir süre uzak dursanız iyi olacak." Kalakaldım. "Kalpten gitmesini istemeyiz değil mi?" Dediğinde, dudakları iki yana doğru kıvrıldı ve sakallarının, belli belirsiz gizlediği gamzesi ortaya çıktığında, gülümsemesinden ötürü gözleri kısıldı.

 

Monitörden yükselen sesler gittikçe artarken, ters bir bakış attım makineye. Burnumdan sert bir soluk verirken, "Hay ben böyle şansın varya.." diye homurdandığımda ikiside yüzüklerinde ki gülümsemeyi gizlemeden bana bakmışlardı.

 

Hayat gerçekten bana her yerden geliyordu.

 

"Teyze!" Doktorun ayaklarının etrafından dolanarak içeriye dalan küçük oğlan çocuğuna, Uraza baktım. Yatağın yanına nefes nefese geldiğinde kocaman gözlerini açarak bana bakmıştı.

 

Gülümsedim.

 

"Teyzem," dedim içli içli. Bakışlarım Keskine dönerken, Zeynebin içeriye girdiğini ve hemen arkasında olan Sinanı gördüm. "Yardımcı olur musun?" Diye ricada bulunduğumda oturduğu yerden ayaklandı ve yatağın etrafında dolanıp Urazı kucaklarken, yana doğru kaydığımda açılan boşluğa bıraktı Urazı.

 

Uraz, kollarını anında bedenime dolarken aynı şekilde karşılık verdim. Mis gibi kokusunu içime çekerken göğüsüme sakladım onu.

 

"Oh!" Dedim yanaklarını öperken. "Nasıl özlemişim!" Küçük kolları gövdeme sarılı haldeyken alttan alttan bana baktı.

 

"Hasta mı oldun sen?" Dedi. "Annem, hasta olduğunu söyledi."

 

"Birazcık hasta olduğum bebeğim," dedim saçlarını karıştırırken. "Ama iyileştim."

 

Keskin, imayla bana baktığında gözlerimi kaçırdım ondan.

 

"Nah iyileştin!" Dediğini duydum Sinanın, belli belirsiz ama Urazı işaret ettiğimde susmak zorunda kaldı.

 

"Çorba yapsın annem sana," dedi bilmiş bilmiş. "Hemencecik iyileşirsin."

 

Bakışlarım Keskini bulurken, "İçtim ben çorbamı." Demiştim.

 

"Olsun," dedi. "Anneminkini de iç."

 

"İçerim." Demekle yetindim.

 

"Nasılsın İz?" Diye sordu Sinan. Zeynebin de onun da suratı beş karıştı.

 

"İyiyim Sinan," dedim. "Ufak bir şey. Zahmet etmeseydiniz keşke buraya kadar."

 

"Olur mu öyle şey?" Dedi Zeynep yanıma doğru gelirken, az önce Keskinin oturduğu sandalyeye oturdu. "Ne zahmeti? Kardeşimizisin sen bizim. Seni görmek niye zahmet olsun bize?" Dedi. "Hem bebeği de görmüş olduk."

 

"Yaaa," dedim parlayan gözlerle ona bakarken. "Nasılmış? İyimiymiş? Bir sorun yokmuş değil mi?" Diye sordum hızla.

 

"İyi iyi teyzesi," dedi sorularıma gülerek. "Doktor her şeyin yolunda olduğunu söyledi. Riskin azaldığını, hamileliğimin Uraza göre daha iyi geçeceğini söyledi."

 

İçime su serperken, "Çok şükür." Demiştim.

 

Hastane odasını, Urazın, Zeynebin ve benim kahkahalarım doldururken, Sinan ve Keskin köşedeki kanepelerden birine oturmuş öylece bizi izlemişlerdi. Keskin çalan telefonu yüzünde dışarı çıkmak zorunda kaldığında Sinan'da daha fazla odada duramamış olacak ki o da çıkmıştı.

 

Bildiğim kadarıyla Keskin, babamları ve babaannesini, ailesini zorla eve göndermişti.

 

"Zeynep?" Dedim dalıp dalıp giden kardeşime. Kucağımda telefonla oynayan Urazdan çektim bakışlarımı. "Neyin var?" Diye sordum. "Ağlamışsın? Geldiğinden beri durgunsun, Sinanın yüzüne bile bakmıyorsun. Kavga mı ettiniz?" Dedim merakla.

 

Gözleri anında dolarken, kırık bir tebessüm yer edindi dudaklarından. Urazın izlediği videonun sesini daha çok açtı.

 

"Bitti İz." Dedi. Yaşlarla dolan gözleri ağlamamak için çabalıyordu. "Boşanacağım." Şaşkınlıkla ona baktım. "Geç bile kaldım bence." Acısından ağlayamadı bile. "Beni hiçbir zaman sevmeyecek, zorundalıktan yanımda duran bir adamı istemiyorum artık hayatımda. O kendi yoluna baksın ben kendi yoluma."

 

"Ne oldu?" Diye sordum korkuyla. "Zeynep, ne oldu? En son iyidiniz? Ne oldu birden bire?"

 

"Birden bir değil ki İz." Dedi. "Birden bire olmadı ki hiç." Derin bir nefes aldı. "Yapamıyorum artık." Diye yakındı. Hali öylesine içimi acıttı ki, acısından karşımda kendisini sıkarken sol gözünden bir yaş düştü. "Yüreğine başkasını sığdıranı sevmek istemiyorum ben artık. Bunca yıldır oğlum için göz yumduğum şeye artık göz yummak istemiyorum. Sanki hiçbir şey olmamış gibi onunla sevişmek, onu hala sevmek, ona kendimi sevdirmeye çalışmak, bana belki de hiç gelmeyecek bir adamı beklemek istemiyorum İz." Omuzları çöktü. "Yemin ederim çok yoruldum İz. Yemin ederim çok yoruldum. Yapamıyorum artık. Olmuyor. Neresinden tutsam olmuyor. Evliliğimiz zaten bir pamuk ipliğine bağlıyken o ipi de Sinan kesip attı zaten."

 

"Bir şey mi söyledi sana?" Diye sordum. "Kalbini kıracak, canını yakacak bir şey mi söyledi?"

 

"Keşke söyleseydi," dedi. "Keşke söyleseydi ve ben yine onun sözlerine kırılsaydım sadece İz. Keşke bir ton laf söyleseydi ama ben onun cüzdanında o kadının fotoğrafını görmeseydim." Şaşkınlıkla ona baktığımda tek kelam edemedim. Dilim tutuldu sanki. Lal oldum. "Zaten bildiğim o gerçek bir kez daha yüzüme çarpmasaydı bu şekilde." Acı acı gülümsedi. "İnanmıştım biliyor musun? Bir şansımız olacağına, en azından geç bile olsa beni seveceğine inanmıştım." Dedi. Sanki onun acısını ben yaşadım. Hissettiklerini en derinimde hissettim. "Keşke hiç evet demeseydim ona. Keşke hiç inanmasaydım beni sevebileceği ihtimaline. Keşke hiç düşlemeseydim bizi." Ağlamaktan helak olurken yavaşça doğruldum yattığım yerden ve bedenimi kollarının arasına çektim dikkatlice.

 

"Bırak o zaman Zeynep," dedim saçlarını okşarken. Sessiz sessiz ağladı göğüsümde. Oğlu sesini duymasın diye. "Kendine eziyet etme daha fazla. Belki de yoktur senin kaderinde Sinan. Belki de başkasıdır sana yarenlik edecek olan. Mutsuz olduğun bu evliliğe devam etme daha fazla." Kucağımdaki Uraza dikkat ettim. "Boşanmakta kararlıysan eğer ne gerekiyorsa yaparım senin için. Tanıdığım avukat arkadaşlarım var. Alanının eni iyisiyle konuşurum senin için."

 

Gözleri umutla parlarken, "Uraz." Demişti. "Ya Urazı alırsa benden?"

 

"Hiçbir hakim bir anneyi evladından ayırmaz." Dedim kesin bir dille. "Sinan'da bunu yapmaz zaten. Bağrına taş basar ama ayırmaz seni Urazdan Zeynep çünkü en iyi o bilir annesizliği."

 

Zeynep, kollarımın arasında sessiz sedasız için için ağlarken, Uraz kafasını kaldırdı ve bana baktı.

 

Ona gülümsediğimde aynı şekilde karşılık verdi ve ondan sakladığım annesine değmeden gözleri tekrar elindeki telefonu buldu.

 

Sinan belki çok iyi bir babaydı ama asla iyi bir eş değildi.

 

Tek dilediğim bu süreçte, Zeynebin yıpranmaması ve hamileliği sorunsuz atlatmasıydı.

...

 

Gün yeni yeni ağarıyordu. Keskin ben Zeynep'le konuşup onları eve yolladıktan bir saat önce odaya gelmişti ama ben o sırada uyku ve uyanıklık arasında olduğum için odaya onun girdiğini kokusundan anlamıştım.

 

Yaklaşık yarım saattir uyanıktım ama bakışlarım onun koltukta uyuyan gergin bedeni ve yüzünde gidip geliyordu. Üzerinde hala davetten kalma takım elbisesi vardı ve siyah saçları dağınıktı.

 

Gür ve uzun kirpikleri titrediğinde göz kapakları yavaş yavaş aralandı ve gözleri gözlerimi buldu. Eliyle boynunu ovalarken yüzünü buruşturdu.

 

"Bir an hiç uyanmayacaksın sanmıştım." Dedi genzinden gelen boğuk sesiyle. Sürekli uyanıp çok geçenden geri uyuduğum için sitem ediyordu.

 

"Ne zaman çıkacağız?" Diye sordum. "Çok canım sıkılıyor burada." Dedim kuru bir sesle.

 

"Normalde çoktan çıkmamız gerekiyordu ama sen güzellik uykusuna yattığın için uyanınca car car tepemde konuşma diye uyanmanı bekledim." Dedi. Gülümsedim.

 

"Hastaneleri sevmiyorum." Dedim.

 

"Belli oluyor" Dedi. "Uyanır uyanmaz gitmek istemenden belli." Oturduğu yerden ayaklandığında tutulan vücudunu esnetti.

 

"Çocuklar kıyafet getirdiler senin için," dedi kanepedeki poşetleri işaret ederek. "Giyindikten sonra çıkarız."

 

Bir kaç saniye hiçbir şey söylemeden yüzüne bakınca, "Neden öyle bakıyorsun?" Diye sordu.

 

"Çıkmanı bekliyorum." Dedim. "Üzerimi değiştireceğim." Başını onaylayarak sallarken çok geçmeden odadan çıktı ve beni bir başıma bıraktı.

 

...

 

 

Üzerimde siyah bir eşofman takımı varken ayaklarımda spor ayakkabılarım vardı ve yürüdükçe bağcıkları sallanıp duruyordu.

 

Keskin odadan içeriye girdiğinde baştan aşağıya üzerimi süzdü ve gözleri en son ayaklarımı bulunca kaşları çatıldı.

 

"Bağcıklarını yürürken düşüp kafanı bir yere çarpma niyetinde olduğun için mi bağlamadın?" Dedi alayla üzerime doğru gelirken.

 

"Ha ha!" Dedim yapay bir şekilde. "Sabah sabah senin eşsiz teorilerinle günümü şenlendirdiğine göre keyfin yerinde bakıyorum?"

 

Gittikçe yaklaştığında, "Bağcıklarını bağla." Dedi.

 

"Bağlayamam." Dedim.

 

Kaşları çatıldı. "O niye?" Diye sordu.

 

"Bağlayamıyorum da ondan!" Diye cırladım. "Bilmiyorum işte bağlamasını!" Gerçekten bilmiyordum. Spor ayakkabıya biraz yabancıydım. Hatta baya yabancıydım.

 

Şaşkınlıkla bana bakarken, "Nasıl yani?" Dedi.

 

"Hayatının her alanını -spor dışında- topuklu ayakkabılarıyla geçiren bir kadına bunu sorman biraz komik. Giyinme odasında bana ait olan kısıma baksaydın spor ayakkabılarımın hepsinin özellikle bağlı olduğunu görürdün." Diyerek açıkladım kendimi.

 

"Bilmiyor musun yoksa sana öğretmediler mi?" Diye sordu.

 

"Öğrenmek istemedim." Diye cevapladım. "Küçükken biraz şımarık bir çocuktum." Güldü.

 

"Şu anda da pek bir farkın yok ama neyse." Dedi önümde eğilirken bağcıklarımı bağlamaya başladı.

 

Bu hareketine şaşırmadan edemezken, "Ne alakası var?" Demiştim. "Gayet mütevazi bir kadınım ben bir kere."

 

"Ya ya," dedi ayaklanırken. "Sen onu bir de bana sor."

 

Birlikte odadan çıkarken, "Şükür edeceğine mızmızlanıp duruyorsun." Dedim. Koridora çıktım. "Benim gibi dehşetül vahşet bir karın var daha ne istiyorsun?"

 

"Biraz susmanı." Dediğinde onu kınarcasına baktım.

 

"Cık cık cık," dedim hastanenin kapısından çıkarken. "Gerçekten kıymetim bilinmiyor bu hayatta."

 

"Bana baksana sen?" Dedi kolunu belime sarıp beni kendisine doğru çevirirken bizim için arabaların kapısı açıldı. "Bu gün ne bu üzerinde ki tatlılık?" Diye sordu. Dudaklarında ki yarım gülümsemenin izine gözlerinde rastladım.

 

"Nasıl yani?" Diye sordum anlamazdan gelerek. "Sen şimdi bana cicilerini giymiş bıcır bıcır olmuşsun mu demek istiyorsun?" Güldü. Uzun uzun sesli bir şekilde hemde. "Hayır pekte özenmedik ki bugün paşamıza. Tüh." Dedim.

 

Gülen gözlerinin ardından, "Sevilesi, demek istemiştim." Dedi ve eşsiz gülümsemesini huzuruma sunarken kalbim tekledi. "Bugün fazla sevilesisin. Sevilmeye mi ihtiyacın var kız çocuğu?" Diye sordu.

 

"Belki de vardır," dedim hızla. Bakışlarında anlam veremediğim bir ifade vardı. "Peki sen,içimde ki kız çocuğunu gördüğün halde ondan esirgeyecek misin peki sevgini?" Diye sordum merakla.

 

"Sen böyle bakarken mi?" Dedi.

 

"Nasıl?" Diye sordum.

 

"Açmışsın kocaman kocaman yeşillerini, bakıyorsun alttan alttan çocuk gibi ve bana soru soruyorsun?" Dedi. Ağzının içinde bir şeyler homurdandı. "Sence sana, sen böyle bakarken hayır deme ihtimalim var mı?" Diye sordu.

 

"Yok mu?" Dedim yutkunmadan edemezken.

 

"Yok." Dedi kendinden emin ve net bir sesle. Zaman kısa bir an bizim için durduğunda, aramıza sızan korna sesleri birbirimizden kopmamıza ve arabaya ilerlememize sebep oldu.

 

Eve giden yol boyunca aynı arabanın içinde ilerlerken ikimizde konuşmadık.

 

Gittikçe zorlanan kalbimin kapıları bir kez daha ona açıldığında, ruhumu sarıp sarmalayan tarifsiz mutluluğa anlam verememiştim.

 

Bölüm sonu!

 

Düşüncelerinizi buraya bekliyorum.

 

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın!

Loading...
0%