13.Bölüm

@umay_6

OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!

 

KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİM!

 

"Ivanla konuştum," dedi Douglas. Yemek masasında üzerimde kısa siyah kot bir şortla ve mavi çizgili bir gömlekle otururken bakışlarım önümde ki evraklarda parmaklarımın arasında tuttuğum kalemle bir şeyler karalarken ara ara kahvemden içiyordum.

 

Hastaneden geldikten sonra uzun bir süre dinlenmiş ve birikmiş dosyalarımı Hasan'dan rica etmiş evde çalışmaya karar vermiştim.

 

Douglas, Batur ve Sarp, Keskinle birlikte kanepelere oturmuş içkilerini yudumlarken iş konuşuyorlardı. Gerçi konuştuklarına da zerre inanmıyordum ya. O kadar yer varken gelmiş yanımda konuşuyorlardı. Bende salaktım zaten.

 

Hasan çaprazımda otururken bilgisayara söylediklerimi not alıyordu.

 

"Geçenlerde bir operasyon düzenlemiştim," dedim bakışlarımı evraklardan çekmeden. Hasanın bakışlarını üzerimde hissettim. "Ne oldu o? Çıkmadı mı bir şey araziden?" Diye sordum.

 

"Hangisi savcım?" Diye sordu merakla. "Siz birçok operasyona katılıp, görev alıyorsunuz. Hepsini aklımda tutamam ki."

 

"Başarısız olduğum operasyon Hasan." Dedim sertçe. "Ondan bahsediyorum."

 

"Kasım ayında olan mı yoksa beş ay önce Kenan savcıyla birlikte yürüttüğünüz ama eli boş döndüğünüz görevden mi?" Dediğinde ona onu öldürecekmiş gibi baktım.

 

"Ben meslek hayatım boyunca kaç operasyonda başarısız oldum Hasan?"

 

"İki."

 

"Sence beş ay önce üzerini kapattığım dosyayı mı sana sorarım yoksa haftalar önceki operasyonu mu?" Diye sordum.

 

"Anladım savcım." Dedi içine kaçmış sesiyle. Bakışları birkaç evrakta gezindikten sonra poşet dosyaların birinin içinde bir belge çıkardı ve bana doğru uzattı. "Arazide pek bir şey bulamadık ama elimizde olan iki adam var o geceden. Siz bizzat sorguladınız kendilerini ama işbirliğini reddettikleri için kendileri şu anda cezaevindeler." Bakışlarım ifade tutanaklarında gezindi.

 

"Başka bir şey?" Diye sordum.

 

"Yok savcım," dedi hızla. Onaylarcasına başımı salladığımda işime yaramayan evrakları bir köşeye ittim ve ajandamı aldım masanın ucundan. "Siz yemeğe gelecek misiniz?"

 

"Ne yemeği?"

 

"Savcım konuşmuştuk ya hani, hep birlikte bir yemek yiyip eğlenelim demiştik sizde tamam demiştiniz."

 

"Hatırlamıyorum." Dedim. "Sonra konuşuruz bu mevzuyu."

 

"Rusya'ya gitmemiz gerek Keskin," dedi Batur bir anda. "Olivia'nın davetine icabet etmek gerekir. Kadın günlerdir bizden haber bekliyor." Ne kadını? Hem Olivia da kimdi?

 

"Ararım ben onu sonra," dedi Keskin. Hasanın bakışlarını üzerimde hissettim. "Ivan ne durumda? Ulaşmış mı eline hediyeleri?"

 

Hediye dediği silah olmalıydı.

 

"Ulaşmış ulaşmış," dedi Batur eğlenen sesiyle. "Olivia da abisine yaptığın bu nazik davranış yüzünden sana teşekkür etmek istiyor zaten. Rusya'ya gelmeni istemesinde ki ısrarı bu yüzden?" Bak sen şu şırfıntıya? Ayrıca Keskin ve nazik mi? Ölsem inanmam.

 

"Hatun başından beri yanık zaten abi sana." Dedi Sergen. Bunlar benim onları duyduğumun farkında mıydı?

 

"Git bir iki gönlünü hoş et, sana da eğlence çıkar." Dedi Douglas. Gözlerim yuvalarından çıkacak gibi açıldığında dilimi ısırdım bir şey söylememek için ve kağıttaki bir yerin üzerini sertçe çizdim.

 

"Gitsin gitsin," dedim kendi kendime. "Eksik kalmasın beyfendi. Memnun etsin müşterisini, bir beni memnun edemedi zaten!" Diye homurdandım.

 

"Efendim savcım?" Dedi Hasan. "Bir şey mi demiştiniz?"

 

"Yok," dedim. "Geç oldu git artık sende. Yarın devam ederiz." Kağıtları toplarken Hasan başını sallayarak beni onaylamıştı.

 

"Bir emriniz, arzunuz olursa saat kaç olursa olsun atmaktan çekinmeyin Savcım." Dedi toparlanırken.

 

"Sağol Hasan." Dedim. "Selam söyle Selmaya, iyi akşamlar."

 

"İyi akşamlar Savcım." Dedikten sonra çantasını aldıktan sonra ayrıldı evden. Sıkıntılı bir nefes verirken tutulan boynumu ovaladım yüzümü buruşturarak.

 

"Gelin kız?" Kapıda gözüken Ayşe babaanne yüzünde sıcak bir tebessümle bana doğru yaklaşırken koltuklara yayılan camışlar toparlanmaya başladı.

 

"Ne yapıyorsun bakalım?" Dediğinde karşımda ki sandalyede yerini aldı. "Hala çalışıyor musun? Yorulmadın mı? Gözlerin kan çanağına dönmüş." Dedi.

 

"Toparlayacağım birazdan zaten." Dedim gülümseyerek. "Asıl siz nasılsınız? Görüşemiyoruz pek."

 

"Ben iyiyim iyiyim," dedi elimin üstüne hafifçe vurarak. "Sen nasılın onu söyle bana? Daha iyi misin?" Diye sordu.

 

"İyiyim," dedim. "Geldi geçti işte. Alışık olduğum şeyler çok takmamaya çalışıyorum."

 

"Acıya alışılır mı kızım? Acı benimsenir mi? Niye eziyet ediyorsun kendine?" Dedi, şaşkınlıkla.

 

"Aşılıyormuş, benimseniyormuş demekki..." diye mırıldandım. "Beni ben yapan yaşanmışlıklar, alışılmışlıklar, benimsediklerim." Uzun bir iç çektim. "Hayatın bana kattıklarını görmezden gelecek olursam eskisinden daha sert çakılırım zemine."

 

Sıkıntılı bir nefes verdiğinde bakışları arkamda muhtemelen torununa kaydı. Tekrar bana dönen gözlerinde belli belirsiz bir şefkat hakimken, "Vermeyecek misin kucağıma bir torun?" Demesiyle konudan konuya geçişine hayret ettim. "Bir ayağım çukurda zaten, kara gözlümün evladını görmeden mi göçüp gideceğim?" Dediğinde buz kestim.

 

Arkamda gülmemek için çıkarılan garip sesler işittiğimde içimde onlara yönelik bir sinir hakim oldu.

 

Sessiz kalırken istediği cevabı vermedim ona. Böyle bir şey asla olmayacaktı. Olamazdı.

 

Beklentiyle bana bakarken, "Çocuk düşünmüyorum." Dedim ve gözlerindeki heyecananın yavaş yavaş söndüğünü fark ettim. "Hayallerimin içinde anne olmak yok." Bir zamanlar vardı İz.

 

"Neden?" Diye sordu. Neden neden neden? Herkes ne kadar çok soruyordu bu soruyu sürekli bana.

 

İnsanlara olmasını istemediğim, kendimi açıklamak zorunda olmama rağmen açıklamak zorunda gibi hissetmekten nefret ediyordum.

 

Uzun uzun cümleler kuracaktım belki, acımı, öfkemi, kinimi kusacaktım ama gün sonunda beni dinleyen herkes tek bir şey söyleyecekti.

 

Boşver, sen bunundan üstesinden gelirsin.

 

Ama artık üstesinden gelmek istemiyordum.

 

Bir bebeğe sahip olmak için hiçbir engelim yoktu. Çocukları çok sever onlarla vakit geçirmeye de bayılırdım ama bir zamanlar hayallerimi süsleyen bir çocuğun görüntüsü zihnimde o kadar silikti ki ona artık istesem de ulaşamazdım.

 

Tıpkı o da birçok hayalim gibi asılı kaldığı boşlukta salınıp duruyordu.

 

"Üzerine gitme babaanne." Dedi Keskin uyarırcasına. "Yeterince yorgun zaten bir de sen bunaltma kızı."

 

"Ne dedim ki oğlum ben şimdi?" Dedi şaşkınlıkla. "Yanlış bir şey mi söyledim gelin kız? Hakkım değil mi Keskinimin torunlarını görmek?" Dediğinde yüzünde cevabımdan memnun olmayan bir ifade yer edindi.

 

"Estağfirullah," dedim hızla. "Yanlış bir şey söylemediniz ve ayrıca torununuzun evladını görmek istemek bunu sorgulamak en doğal hakkınız ama şunu da bilmenizi isterim ki ben bir çocuk istemiyorum ve sizinde, Keskinin de bunu anlayışla karşılayacağını düşünüyorum." Sözlerim gittikçe bozulmasına sebep oldu. "Ömrü boyunca anne sevgisinden mahrum kalacak bir çocuğu dünyaya getirip ona eziyet edeceğime hiç olmaması çok daha iyi olur." Dediğimde dehşete düşmüş gibi bana baktı. Oturduğum yerden ayaklandığımda, "Hepinize iyi akşamlar." Dedim ve hızlı adımlarla odama doğru yöneldim.

 

"Sana üzerine gitme demiştim Babaanne." Diyen sıkıntılı sesini işittim. "Hastaneden yeni çıktı, yeterince yorgun, kafası karışık, durumu iyi değil. Sana anlattım. Üsteleme dedim. Canını sıkma dedim..."

 

Merdivenleri acele acele çıkarken, sesler gittikçe uzaklaştı. Bir dakika içinde nefes nefese odama ulaşmıştım. Nefeslerimi düzene sokup kendime geldiğimde banyoya gidip yüzüme soğuk bir su çarptım, bir kaç saniye içeride kendi kendime kaldım ve sakinleşmeye çalıştım. Derin derin nefesler alırken, kendime gelmeye başladım ve tekrar odaya döndüm.

 

Banyodan çıkarken, tekli koltukta oturan adamın heybetli gölgesi halının üzerinde kendini belli ettiğinde bakışlarım onu buldu.

 

"Duymadın odaya geldiğini." Dedim, bir anda onu karşımda bulunca. "Ne zaman geldin?" Diye sordum merakla. Yatağın üstüne otururken bakışları üzerimden ayrılmıyordu.

 

"Hemen arkandan geldim." Dediğinde sözleri kalbimin sertçe teklemesine sebep oldu. "Babaannemin patavatsızlığını dert etme. O hep böyledir seni kırdığını anladığına özür dilemek için gelecektir yanına."

 

"Babaannene kırılmadım." Kırgın olduğum şey geçmiş. Üstesinden gelmediğim ağır bir geçmiş.

 

"Kırıldığını görebiliyorum." Dedi. "Ve berbat bir yalancısın İzgi." Dediğinde gülümsedim. O sırada ben!

 

"O halde beni hiç tanımamışsın." Dedim, alayla.

 

"Zamanla o da olur." Dedi ve göz kırptı.

 

Çıplak bacaklarım yataktan sarkarken yeşillerimi karanlıkta zar zor seçebildiğim gözlerine diktim. "Keskin," diye mırıldandım. "Annem hakkında senin bildiğin benim bilmediğim ama bilmem gerek bir şey var mı?" Diye sordum merakla.

 

İfadesizliği belki de onun en iyi maskesiyken bana bir asır gibi gelen sessizliği aramızda hüküm sürdü.

 

Vereceği cevabı heyecan ve umutla bekledim. Annem hakkında bilmediğim ve üzerinin örtüldüğünü düşündüğüm çok fazla şey olduğunun farkındaydım. Babama sorduğumda, abime sorduğumda, dedeme ya da bilebilecek başka birine sorduğumda aldığım cevaplar aynıydı. Sanki hepsi ezbere konuşuyor gibiydi.

 

"Annen seni doğurduktan saatler sonra geçirdiği iç kanama yüzünden ve kalbinin daha fazla dayanamamış olması sebebiyle hayatını kaybetti.

 

Sen sağlıkla gel diye normal doğumu kabul etti ve doğum sırasında iki kez kalbinin durmasına, nefesinin kesilmesine sebep olurken sana can, nefes oldu.

 

"Sırf sen yaşa diye."

 

"Hayır." Dedi tok bir sesle. İçimde ki umut bir balon gibi söndüğünde omuzlarım düştü. "Kimsenin bildiğinden fazlasını bilmiyorum."

 

"Umarım doğruyu söylüyorsundur," yatakta bağdaş kurarken ellerimi çenemin altına yerleştirdim ve ona baktım. "Çünkü sana bir kez daha bu soruyu sormayacağım Keskin." Kaşları çatıldı. "Bundan sonra bildiğin halde bana söylemediğin hiçbir şeyin telafisi yok benim nezdimde."

 

"Ne demek istiyorsun?" Diye sordu düz bir sesle.

 

"Ne anlıyorsan o." Diye karşılık verdim.

 

Katran karası gözlerini seçebildiğimde odaya devrilen karanlık onu görmemi ifadesini seçmemi ne düşündüğünü anlamamı zorlaştırıyordu.

 

Aramızda yeni bir sessizlik hakim olduğunda ikimizden de uzun bir süre hiç ses çıkmadı.

 

En sonunda ona, "Bazen anılarını silmek istediğin oluyor mu?" Diye sordum aramızda ki sessizliğe bir son vererek.

 

"Çoğu kez." diye yanıtladı gecikmeden.

 

"En mutlu olduğun an?" Diye sordum merakla.

 

"Aylinin doğumu." Dedi tereddüt bile etmeden.

 

"Sana en çok acı veren bir anın?"

 

"28 Haziran, 2016." Dedi. Ne olduğunu söylemedi.

 

"Şükür ettiğin bir an?" Dediğimde tereddüt etmedi.

 

"29 Kasım 2022." Dediğinde kalbim kaburgalarıma sert ve şiddetli bir tekme savurdu.

 

Evlendiğimiz tarihti. Bunu söylemesi ona bakakalmama sebep olmuştu. Hiç beklemediğim anda sarf ettiği sözler dumura uğramama sebep oluyordu.

 

"Kendini en huzurlu hissettiğin an?" Merakla ona bakarken bakışları bir an olsun çekilmedi üzerimden.

 

Vereceği cevap uzun bir sessizlikten ibaret olurken yüzüm asılmıştı ki, "Kollarında uyuduğum her an, benim kendimi en huzurlu hissettiğim anlar oldu hep." Dediğinde kalbim göğüs kafesimi parlayacak gibi atmaya başladı ve ben ona bakakaldım. "Neden diye sorma çünkü bende bunun neden böyle hissettirdiğini bilmiyorum."

 

Yutkunamazken kaçmak istedim yanından.

 

"Eve tekrar döndüğün günden beri uyumadın bir kez olsun bu yatakta. Hep kanepede uyudun." Dediğinde oturduğu yerden ayaklandı. Ama uyandığımda kendimi hep odamızda, yatağımızda bir başıma bulmuştum. Tepemde dikilirken kafamı geriye doğru yatırdım ve ona baktım. "En azından bu gece bir kez daha senin kollarında huzuru bulmamı sağlayabilir misin?" Diye sordu.

 

İçimde kendini belli eden huzursuzluk hissi bir kez daha ortaya çıktığında kalbimin böyle delice atması sinirimi bozuyordu. Oynadığım oyuna kendimi biraz fazla mı kaptırmıştım acaba?

 

Gittikçe bana doğru yaklaşırken yatakta geriye doğru kaydım ve o bir dizini yatağa yaslarken üzerime doğru eğildi. "Keskin." Dedim. Ama daha sonra ne diyeceğimi bilemedim. Nefeslerim düzensiz bir hal alırken sırtım yatak başlığına yaslandı ve onun koca bedeni iyice çöktü üzerime. Üstten üstten katran karası gözleriyle bana bakarken gözleri şortumun açıkta bıraktığı bacaklarımda ve kalçalarımda gezindiğinde gözlerini kapattı ve ağzının içinde sessizce bir şeyler mırıldandı.

 

Gözleri yeniden gözlerimi bulduğunda elleri iki yanıma yaslandı ve üzerimde yükselirken yüzü yüzüme gittikçe yaklaştı. "Soruma hala cevap vermedin?" Dedi erkeksi ve içimi hoş eden bir tınıyla.

 

Göğüs kafesim aldığım nefeslerle hızla inip kalkarken yüzü gittikçe yaklaştı ve dudaklarımla dudakları arasında bir karışlık mesafe bıraktığında durdu. Kalbime delicesine çarparken, "Sence de biraz nefes almak, soluklanmak istemek hakkım değil mi?" Dedi.

 

Gözlerimi gözlerinin en içine diktim. Kaçmadım ondan. "Soluklanmak istediğin yer belli mi peki?" Diye sordum merakla.

 

"Belli," dedi karanlığa takla attıran sesiyle. "Senin yanın, saçlarınla boynun arasında kalan ve kokunu en çok hissettiğim o yer varya İzgi. İşte orası benim seni her gördükçe durup soluklanmak istediğim tek yer." Kaburgalarımın altında saklı kalan kelebekler bir bir kanatlandı. "Peki senin yüreğin razımı bana sığınak olmaya?" Diye sordu.

 

Yutkunmadan edemezken bir an bile tereddüt etmeden, "Razı." Dedim.

 

Önünü arkasını düşünmeden içimden geldiği gibi davrandım.

 

Aramızda varla yok arasındaki mesafeyi de dudakları hızla kapattığında ellerim ensesini oradan da saçlarını buldu ve dudakları hoyratça dudaklarıma saldırdığında ağzım onun için aralandı. Ellerim saçları ve ensesi arasında gidip gelirken tırnaklarımın baskısı derisine işliyordu. Aramızda su götürülmez, tutku dolu bir çekim hakimken ateşle barut gibiydik. Birbirimize temas ettikçe yanıp kül oluyorduk. Bir eli çıplak kalçamı kavradığında yatakta beni kendine doğru iyice çekti ve ellerini saçlarımın arasında hissederken dudakları dudaklarımı tarumar etti.

 

İçimde baş gösteren istek heyecanımı kutladığında hiçbir şey düşünmedim. Ne görev ne de başka bir şey. Sadece anı yaşamak istedim. Ellerimden birisi omuzlarına tutunduğunda kolu sırtımın altından kayarak belimi kavradı ve üzerimden hızla çekilirken beni de kendisiyle birlikte kaldırdı ve oturur pozisyona geldiği yatakta dudaklarımızı birbirinden ayırmadan beni kucağına oturttuğunda hızı karşısında afallamadan edemedim.

 

Bir kolu beni sıkı sıkıya tutarken bir eli yeniden saçlarımın arasına daldı ve tutku dolu uzun soluklu bir öpücüğü dudaklarıma bıraktığında saçlarına asıldım. Eli gömleğimden içeriye sızıp çıplak sırtıma ulaştığında dudaklarımın arasından kaçan inlemeye bir telefon sesi eşlik etti. Bu durum ikimizin de umurunda olmazken telefon kapandı ve tekrar çaldı. Kaç kez olduğunu saymadım ama defalarca kez bu şekilde çaldığında ne benim ne de onun umurunda oldu bu durum.

 

Parmakları gömleğimin düğmelerini çözmek için hareketlendi ki odanın kapısı tıklatıldı ve dudaklarımız eş zamanlı olarak soluklanmak için ayrıldığında ikimizde nefes nefes kalmış bir halde birbirimize baktık. Katran karası gözleri tutkuyla yoğunlaşmışken parmakları hala düğmede asılı kalmıştı.

 

Birini çözdüğünde, "Keskin." Dedi İdil. İkimizin de kaşları çatıldığında üzerimden dikkatlice doğruldu. "İz hanımın arkadaşı Zeynep hanım burada ve pek iyi gözükmüyor." Dediğinde o kadar hızlı bir şekilde kucağından kalktım ki neredeyse dengemi kaybediyordum.

 

"Kendisi aşağıda salonda, geldiğini İz hanıma haber vermek istedim." Dedi. "Ayrıca telefonlarını neden açmıyorsun?"

 

"SANANE İDİL!" diye gürledi. "GELECEK BAŞKA ZAMAN ARYACAK BAŞKA VAKİT Mİ YOKTU?!"

 

Dudaklarımı birbirine bastırdığımda, "A-anlamadım?" Denmişti kapının arkasından İdil. Boyunda ki damarlar nefes nefese kaldığından mı yoksa sinirden mi git gide belirginleşmeye başladı bilmiyorum ama saçlarımı hızla düzeltirken odadan çıktığımda İdil'le karşılaştım.

 

Kapıyı hemen arkamdan kapatırken, "Takma sen onu boşver." Dedim yanından geçip giderken dudaklarında garip bir gülümseme yer edindi. "Yaşanamayan çoğu şeye kızgın da şu an."

 

"Belli." Dedi gülmeden edemezken kaşlarım çatıldı.

 

Adımlarım merdivenleri bulduğunda, "Rujunuz dağılmış İz hanım." Dedi. Gözlerim iri iri açıldı. "Aşağıdaki gevşek heriflerin sizinle alay etmesine razıysanız buyrun inin ama benden size bir tavsiye bence dağılan rujunuzu temizlemeden inmeyin aşağıya." Yanımdan geçip giderken kendime söve söve tekrar odaya döndüğümde Keskini odada bulamadım.

 

Rezil olmuştum!

 

Banyodan gelen su sesiyle rahat bir nefes alırken dağılan rujumu tamamen temizleyip öyle indim salona.

 

Zeynep ellerini kucağında birleştirmiş tekli koltukta otururken dudaklarını büzmüş önüne bakarken çok şirin gözüküyordu. Batur, Douglas ve Sarp kanepede birlikte oturuyorlardı ve bakışları Zeynepteydi.

 

"Zeynep?" Diye seslendiğimde bakışları hızla beni buldu ve ona doğru giden adımlarım hızlandı. "Ne oldu?" Dedim oturduğu koltukta önünde çömelirken bu saatte neden burada olduğunu merak ediyordum.

 

"İz," dedi kısık sesiyle. "Bu gece seninle kalsam olur mu?" Diye sordu. "Eski günlerdeki gibi?"

 

"Olur olur tabii," dedim hızla. "Ama bana be olduğunu anlatmak ister misin?" Bakışlarını kaçırdı. "Bu saatte neden buradasın Zeynep? Urazı evde tek mi bıraktın? O seninsiz yapmaz ki."

 

"Hayır," dedi aceleyle. "Uraz, Sinanın yanında bu gece babasıyla kalsa daha iyi olur."

 

İçimde büyük bir korku baş gösterdiğinde, "Bebeğe mi bir şey oldu?" Diye sordum. Sessiz kaldı. "Kötü bir şey mi var?"

 

Cevap vermedikçe içimde ki korku gittikçe arttı. Bakışlarım kanepede oturup bizi dinleyen adamları buldu. "Bizi biraz yalnız bırakır mısınız?" Diye ricada bulunduğumda ikiletmeden kalktılar oturdukları yerden.

 

Onlar salondan çıkarken Zeynep sanki bu anı bekliyormuş gibi dolan gözlerini serbest bıraktı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Karşımda deli gibi ağlarken ne yapacağımı şaşırdım.

 

"Zeynep, bir şey söyle ne olursun?" Diye yakardım. "Sinan'la mı kavga ettin, ne oldu? Anlat bana hadi güzelim."

 

Beklentiyle ona bakarken, "İz aldırmam gerekiyormuş." Dedi hıçkırıklarının arasından. "Onu aldırmam gerekiyormuş İz. Ö-ölmesi gerekiyormuş." Öylece kalakaldığımda onu teselli edecek tek bir kelime bile bulamadım. Bu acıya yabancıydım.

 

"Baştan anlat." Kucağında ki ellerine sarıldım. "Her şeyi en başından anlat."

 

"Kontrole gittim bugün," diye başladı anlatmaya. "Gebelik zehirlenmesi söz konusuymuş. Zaten hamileliklerim hep riskliydi ama bu sefer başka İz. Aldırmak zorundayım çünkü ikimizinde doğumdan sağ çıkması gibi bir ihtimal yok. Aldırmazsam bende öleceğim o da. Riskleri göz ardı edemem." Sözleri boğazımı düğüm düğüm etti. Canımdan can gitti sanki o böyle ağlarken. "Hem Uraz var," dedi ağlamalarının arasından. "Uraza yapmam bunu daha çok küçük. Bana ihtiyacı var."

 

"Hiçbir sorun yoktu hani?" Dedim şaşkınlıkla. "Hani sağlıklıydı?"

 

"Bilmiyorum!" Diye yakardı ağlaya ağlaya. Hıçkırıkları içime oturdu. "Bilmiyorum!"

 

"Şş," dedim kollarımı ona sıkı sıkı dolarken. "Tamam. Tamam." Dedi söyleyecek bir şey bulamazken elim ayağıma dolandı. "Sinan peki?" Diye sordum. Karşısında ağlamamak ve onu üzmemek için yüzüm şekilden şekilde girdi. "Sinanın ha-"

 

"Haberi yok." Dedi hızla. "Kontrole yalnız gittim. İşleri yüzünden gelemedi o bugün. Daha söylemedim ama ona da söyleyeceğim."

 

İçim paramparça olurken, "Eğer başka bir yolu yoksa aldır Zeynep." Dedim. "Uraz sensiz yapmaz. Kendinde diyorsun daha çok küçük diye. Annesizlik ne kadar zor en iyi ben bilirim. Ona bunu yaşatma."

 

"Biliyorum," dedi. "Ama senin de beni aratmayacağından e-"

 

"Bana güvenme." Dedim sertçe. "Bana bu konuda sakın güvenme Zeynep. Bana güvenip canını tehlikeye atmaya kalkma sakın." İfadem katı ve sertti. "En iyi sen biliyorsun halimi. En iyi sen biliyorsun kalbim yüzünden neler çektiğimi. Bana güvenip riskleri göze alacaksın ansızın bir krizde ölümün ucunda olduğumu da unutma sakın."

 

Saatlerimi onu sakinleştirmekle geçirirken biraz olsun kafasını dağıtması için ve kalabalık olduğumuz için tabu oynamayı teklif etmiştim. Başta kabul etmeselerde, Zeynep ağladı ağlayacak bir hale gelince kabul etmek zorunda kalmışlardı. En azından operasyona kadar üzüntüden uzak durması gerekiyordu. Kafasını dağıtmaya ihtiyacı vardı.

 

Ben ve Zeynep, Douglas ve Keskin, Sarp ve Batur bir takım olurken salonda ki büyük masanın etrafında toplanmıştık.

 

"Başlıyorum." Dedim elimdeki kartlara bakarak. Herkesin gözü üzerindeyken, "Gönder gelsin." Demişti Zeynep.

 

Süre başladığında, "Üniversite de bir çocuk vardı. Hani bir dönem takılmıştım?" Dedim hızla. "Adı ne onun?"

 

"Kızım senin takılmadığın kimse yoktu ki kampüste." Dedi Zeynep. "Hangi birini söyleyeyim ben onun?"

 

"En uzunu hangisiydi?"

 

"Bir gün sürmüştü çocuğun adı da Savaştı." Dedi. "Savaş!"

 

"Doğru!"

 

"Vay anasını!" Dedi Batur.

 

"Sen ben Sinan ve ismi lazım değil 28 Haziran 2017 de nereye gittik? Antalya'da?"

 

"Kulübe?"

 

"Evet!"

 

"Sen bende en çok neyi seviyorsun?"

 

"Her şeyini." Dediğinde güldüm.

 

"Ya işte en çok neyimi ama?"

 

"Heeee," dedi aydınlanmış gibi. "Sesini." Dedi.

 

"Şimdi ben çok içince ne yapıyorum?"

 

"Sapıtıyorsun." Dediğinde kınarcasına baktım ona. Masadakilerin kahkahası doldu kulaklarıma.

 

"Kulüpte ne yapıyorum?"

 

"Pistin anasını ağlatıyorsun, dans ediyorsun." Dedi.

 

"Heh! Evet ama hani benim bir kapanışım varya, karakolluk olmuştuk hatta Sinan yüzünden. Kapanışta yaptığım dansın adını ne?" Diye sorduğumda herkes merakla vereceği cevabı beklerken Zeynep gür bir kahkaha attı.

 

"Direk dansı!" Dediğinde gülümsedim.

 

"OHA!" Diye bağırdı Sarp.

 

"ÇÜŞ!" Dedi Batur.

 

"Bence de çüş," dedi Keskin dişlerinin arasından. "Sen direk dansı nasıl bir şey biliyor musun İzgi?" Yüzündeki korkunç ifade Şirince sırtımama sebep oldu.

 

"Çok iyi biliyor enişte," dedi Zeynep gülerek. "Videosu bile var hatta." Gözlerim fal taşı gibi açıldı. "Göstereyim mi?" Heyecanla telefonuna atıldığımda Keskin benden önce davrandı ve Zeynebin telefonunu kaptı.

 

"Bakarım ben bir ara," dedi gözlerini gözlerimden çekmeden. "Sen atarsın bana." Diye eklediğinde, yutkunamadım.

 

"Akşama fight fight var." Dedi Sarp gülerek ve ikimizinde bakışları onu bulduğunda ağzına gizli bir fermuar çekti.

 

...

 

Oyun başlamadan bittiğinde Batur ve Sarpında bu gece burada kalacağını öğrendim. Zeynep için bir oda ayarlarken hem ona hem kendime kıyafet almak için adımlarım odamı buldu.

 

Kapı benden önce açıldığında Keskinin eli bileğime dolandı ve o kadar hızlı bir şekilde beni içeriye çekip kapıyı kapatırken aynı zamanda da sırtımı kapıya yasladı be üstten üstten bana baktı.

 

"Yavaş hayvan herif!" Diye cırladım. "Odaya geliyordum zaten!"

 

"Nerede kalmıştık?" Dedi iyice üzerime çökerken.

 

"Hep bir aksiyon peşindesin yemin ederim ya." Diye söylendim. "Çekil kıyafet alacağım."

 

"Nereye?" Diye sordu kaşlarını çatarak.

 

"Zeynep'le kalacağım bu gece." Dedim ne var bunda der gibi.

 

"Olmaz," dedi kaşlarını çatarak. "Niye kalıyormuşsun Zeynep'le?" Diye sordu.

 

Kaşlarım havalandı. "Bir sebebe mi ihtiyacım var? Kalmak istedim kalıyorum işte."

 

"Olmaz." Dedi tok bir sesle. "Zeynep koskoca kadın kalsın tek başına. Niye istiyor seni yanında?"

 

"Hamile ya hani," dedim. "Korkuyor haliyle. Yalnız kalmak istemiyor. Riskli bir hamilelik geçirdiği için ne olacağı belli olmaz yanında kalsam daha iyi olur."

 

Ağzının içinde bir şeyler mırıldanırken geri çekildi ve geçmem için izin verdi. Giyinme odasına gidip Zeyneb'e kıyafet alırken üzerimi de değiştirdim. Beyaz, dantel işlemeli bir geceliği üzerime geçirirken, sabahlığıda aynı şekilde üzerime aldım. Göğüs kısmı neredeyse tamamen dantelden ibaretken kalçalarımı hemen hemen örten bir kısalığa sahip saten bir gecelikti. Topladığım saçlarımı açarken elimle düzelttim ve Zeynep için aldığım pijama takımıyla birlikte odadan çıktığımda onu yatağın üzerinde üzeri çıplak bir şekilde uzanırken buldum.

 

"Ben gidiyorum." Dediğimde gözlerini açtı ve uzun uzun üzerimi süzdüğünde kaşları gittikçe çatıldı.

 

"Vazgeçtim," dedi yattığı yerden hızla doğrulurken hemen dibimde bitti. "Hiçbir yere gitmiyorsun."

 

"Saçmalıyorsun." Dedim şaşkınlıkla.

 

"Haklısın," dedi kolunu belime dolayıp beni kendinde doğru çekerken göğüsüm sertçe göğüsüne çarptı. "Konu sen olunca saçmaladığım gerçeği konusunda haklısın ve inan bana İzgi, şu anda ne kadar saçmalamak istediğimi bilseydin aklını kaybederdin."

 

"Zeynebin bana ihtiyacı var." Dedim. Aklıma gelen ve şu anda bu durum içinden çıkmama yardımcı olabilecek tek sebep buydu. Henüz hazır hissetmiyordum.

 

"Benimde sana ihtiyacım var," dedi erkeksi ve boğuk sesiyle. Kollarının arasında kaskatı kesilirken kara gözleri beni bir bilinmezliğin içine sürükledi. Yine yine ve yine. "Onu ne yapacağız bakalım?"

 

İçimde tarifi olmayan bir his peydah olduğunda bu his dilimin damağımın kurumasına sebep oldu.

 

Kalbim artık tamamen avuçları arasındayken ve ben sanırım kendimi bu oyuna biraz fazla kaptırmışken bundan sonra ne yapacağımı ne olacağını hiç bilmiyordum.

 

Ve sonunu bilmediğim, göremediğim her şey beni korkuturdu.

 

Keskin de bir türlü ulaşamadığım, göremediğim belki de hiç bilmediğim o adamdı ve bu durum beni bir hayli korkutuyordu.

 

"Bir gece daha senden ayrı uymayacağım." Dedi net bir sesle.

 

Herkese yeniden Merhaaaaba!

 

Bölüm sonu.

 

Bölümü nasıl buldunuz.

 

Keskin ve İz hakkında neler düşünüyorsunuz?

 

Peki Zeynebin durumu ve Sinan?

 

Yorumlarını ve düşüncelerinizi merakla bekliyorum!

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın!

Bölüm : 12.12.2024 00:09 tarihinde eklendi
Loading...