Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15.Bölüm

@umay_6

Keyifli okumalar

 

 

 

 

"Bugün meclise gideceğim." Dedim bir anda. Zeynep içtiği çayı püskürtürken gözleri kocaman açılmıştı.

 

"NE?" Diye bağırdı. Sıkıntıyla iç çektim. "Kızım manyak mısın sen? Ne işin var mecliste?"

 

"Ay aman Zeynep," dedim. "Sanki ilk kez meclise gidiyormuşum gibi davranma lütfen."

 

"Bu sefer farklı İz. Bu sefer bir Kara kadını olarak gitmiyorsun oraya. Mesleğinden ötürü, meclisteki çoğu kişiyi müebbete mahkum etmenden ötürü zaten hepsinin gözü senin üzerinde. Keskinle evlendikten sonra da bu baskı her geçen gün arttı. Şu an farkında değilsin ama oraya gittiğinde sen dahil hepsi diken üstünde olacak."

 

"Yapacak bir şey yok," dedim kahvemden bir yudum alırken. "Meclise uğramayalı yıllar olacak neredeyse. Geçtiğimiz senelerde burada olmadığım için hiç uğramadım bile. Şu an gidip düzeni kontrol etmem lazım. İşler nasıl ilerliyor, yeni dahil olan üyeler var mı onları öğrenmem gerek."

 

Zeynebin bakışları dalgalandığında elindeki çay bardağını tezgahın üzerine bıraktı. "İz," dedi. Yine can sıkıcı bir konuşmaya el atıyorduk. "Gerçekten yapabilecek misin? Ailene, ona ihanet edebilecek misin?" Diye sordu.

 

"Bana verilen görev bu," dedim net bir sesle. "Bana düşende bu görevi hakkını vererek layıkıyla yerine getirmek."

 

"Nasıl yapacaksın? O gün gelip çattığında nasıl bakacaksın yüzlerine? Herkesi her şeyi geçtim, sen bunu babana nasıl yapacaksın? O adam seni canından çok seviyor. saçının teline zarar gelse senin için ülkeyi ayağa kaldırır. Ona nasıl yapacaksın?" Yutkunamadım. Parmaklarım kahve kupasının üzerinde belirli bir ritim tuttu. "Peki Keskine nasıl yapacaksın bunu? Seni canı bilene nasıl yapacaksın? Canım dediklerine yapılır mı bu İz?" Dedi. "Mahvolacaksın, çok pişman olacaksın yol yakınken vazgeç."

 

"Bu yoldan dönüş yok." Diye mırıldandım. "Benim bu yoldan dönüşüm yok Zeynep. Gerekli delillerin hepsini topladığım zaman bitecek her şey. Ortada ne bir evlilik kalacak ne de bir aile. Sonum olmak isteyen herkesin sonu olacağım."

 

"Bunun karşılığında ne alacaksın peki?" Dedi alayla. "Plaket mi? Madalya mı? Kameralar önünde aldığın bir tebrik mi? Bütün ülkenin hatta dünyanın seni kahraman ilan etmesi mi? Gelip geçici şeyler için mi ihanetin keskin bıçağını doğrulttun sen sevdiklerine?" Gözlerinde yer edinen ifade hayal kırıklığıydı.

 

"Söz konusu adalet," dedim sertçe. "Adalet yerini bulsun diye ölmeleri bile gerekiyorsa ölecekler." Hayret içinde bana baktı. "Ben bugün adaleti sağlamazsam yarın vicdanım rahat bir şekilde oturamam o makamda. Adalet için kapıma gelenlerin yüzüne bakamam utancımdan." Buruk bir tebessüm yer edindi dudaklarımda. Zeynep bana sanki beni hiç tanımıyormuş gibi baktı. Bu öylesine canımı yaktı ki nefesim kesildi. "Ben bugün sağlamazsam o adaleti bir daha o cübbeyi geçiremem üstüme. Çünkü Zeynep, ben günü geldiğinde gerekeni yapmazsam verdiğim yeminin altında, o cübbenin üzerimde bıraktığı koca yükün altında ezilirim. Bir daha da kalkamam ayağa."

 

"Hata yapıyorsun," başını onaylamayarak iki yana salladı. Sandalyesinde arkasına yaslandı ve kollarını göğüsünde birleştirip bana baktı. "Belki de hayatında ilk kez çok büyük bir hata yapıyorsun ve İz umarım bunu anladığında çok geç olmaz." Elimi yanağıma yaslayarak başımı sağa doğru eğdim ve ona baktım.

 

"Hata yaptığımı hissedersem eğer, kendimi söz konusu ne olursa olsun durduracağımı ve hatamı telafi edeceğimi çok iyi biliyorsun." Dedim. "Ama söz konusu bu görevde hataya yer yok."

 

"Onunla oynuyorsun." E yani dercesine kafamı salladım. "Ona karşı hiçbir şey hissetmiyor musun?" Diye sordu.

 

"Hissetmiyorum." Dedim buz gibi bir sesle. Yalan söyleme İz! Çarpılacaksın vallahi!

 

"Nasıl beceriyorsun? Anlamıyorum İz!" Gözleri hayretle açılmış kınarcasına bana bakıyordu ama zerre umrumda değildi bu konudaki düşünceleri. "Bukalemun gibi şekilden şekilde giriyorsun! Bazen seni hiç tanımadığımı düşünüyorum!"

 

"Hayatımda her ne kadar çok büyük bir yer kaplasanda, kardeşim olsanda Zeynep. Hiç kimsenin beni tam anlamıyla tanımasına, görmesine izin vermem."

 

"Gerçek gibiydi," dedi. "Ona bakarken gözlerinde yalan hiçbir şey görmedim İz." Derin bir nefes aldı. "Dilinden dökülen her kelamın yalan olsun. Gözlerin ona bakarken yalan söylemiyor." Buz kestim. "Ve bir gün ona yakalanacak olursan buna sebep olan gözlerin olur."

 

Ruhumda ki huzursuz ama aslında huzursuz olamayan garip his yine içimde belirdi.

 

"Neyse ne," dedi geçiştirerek. Sandalyemden ayaklandım ve tezgahın üzerindeki çantamı aldım. "Çıkıyorum ben." Yanına ulaşıp yanağından öptüğümde aynı şekilde karşılık verdi. "Kalkma hiç ben giderim." Dedim ve mutfaktan kaçarcasına çıktım.

 

Görev bittikten sonra temelli gidecektim ve gitmeden önce herkese veda etmem gerekiyordu.

 

Acı ama iz bırakan bir veda.

 

Babamın da "Hayatına aldığın herkesin yüreğinde kendinden bir İzgini bırak." Dediği gibi. Herkeste gitmeden önce bir izgim, izim kalacaktı.

...

 

Karşımda büyük bir ihtişamla yükselen yer altı dünyasında hatta bütün dünyada nam salmış olan Meclise ait olan o bina bir hayli büyük ve uzundu.

 

Yaşayacaklarım ve yaşatacaklarımın korkusu yüreğimi esir almış haldeydi. Bu oyunun sonunda pişman olmaktan korkuyordum. Bu evlilik şimdiden en büyük pişmanlığım olmuştu ve geri dönüşü ne yazıkki yoktu.

 

Uluslararası karanlık işlerle uğraşan ve bütün dünyaysa hükmeden o meclisin içindeydim. O meclise üye olan adamın kızıydım. O meclisi kuran adamın karısıydım.

 

Her ne kadar görünürde saygın bir iş adamı gibi gözüklerse işler çok başkaydı. Her şey, herkes onlara bağlanıyordu. Yıllardır yaklanmamaların sebebi ise ellerinde somut bir delilin olmamasaydı. Bütün umutları tükenmişken çareyi sadece adalet için kendi halinde yaşayan ve ailesinin işine burnunu dahi sokmayan bir cumhuriyet savcısında bulmuşlardı. Kilitli kapıların anahtarlarını elimde tutmuyordum. O kapının anahtarı bizzat bendim ve devletime bütün umutsuzlukların içinde umut olmuştum.

 

Arabam meclisin büyük iki kanatlı kapısından içeriye girdiğinde etraftaki düzinelerce korumaların bakışlarının hedefi içinde bulunduğum araçtaydı. Meclisin geniş bahçesinde araba durduğunda kapım daha önce hiç görmediğim bir adam tarafından açıldı. Bahçede bazı üyeler bulunuyordu ve onlarında bakışlarıda benim üzerimdeydi.

 

"İz hanım," dedi bana hürmet edercesine. "Geleceğinizden bahsedilmemişti?"

 

"Haber vermemiştim zaten." Dedim düz bir sesle. O sözlerim karşısında bozulurken bahçede ki taşlarda topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok ses yankılandı. Otuz iki katlık gökdelenim karşısında küçük kaldım.

 

Üzerimde siyah bir takım elbise vardı. Kalçalarımın hemen altında biten mini etek, belimi ve bacaklarımı güzelce sarmıştı. Takımın ceketi de yine siyahken çizmelerimde aynı şekilde siyahtı. Takım bütün vücut hatlarımı sıkı sıkı sararken oldukça güzel bir şekilde üzerime oturmuştu. Siyah saçlarımı belime doğru sallandırırken dudaklarımda bordo bir ruj ve yüzümde sade bir makyaj hakimdi.

 

 

 

(Bu şekilde düşünebilirsiniz.)

 

Bahçede meclisin kapısına doğru ilerlerken arkamda bana bir düzine koruma eşlik ediyordu. Dijital kapının önünde durduğumda sensöre gözümü yaklaştırıp beni tanımasını sağladım.

 

"Bayan Alacahan," dedi robotik ses. Kapılar benim için ardına kadar açıldı. Normalde hiçbir üye ve ailesinden olan kimse ana kapıdan giriş yapamazdı. Her üyenin kendi katına çıkması için ve içeriye giriş yapabilmesi için ayrı kapılar bulunuyordu. "Hoş geldiniz. Geldiğinizi Lidere iletiyorum." Dediğinde gülümsememek için zor durdum. Burda olduğumu öğrenince ne düşünecekti acaba?

 

Siyahın ve grinin hakim olduğu binadan içeriye girdiğimde ana salona çıktım ve beni gören, meclise hizmet eden kadın ve adamlar anında oturdukları bilgisayarların önünden ayağa kalktılar.

 

Beni adliyede böyle karşılamıyorlardı. Şu an gerçekten derdimiz bu mu İz? Evet.

 

Hepsinin yüzünde sorgu dolu bir ifade varken bakışlarım üst kata doğru çevrildi ve otuz iki katlık gökdelenin her katında dolaşan birilerine rastladım. Telefon sesleri, bilgisayardan gelen sesler ve insanların sesleri birbirine karışmıştı.

 

"Beyler?" Aksanlı ama naif ses hemen arkamdan yükseldiğinde bakışlarım omzumun üzerinden sarışın kadını buldu. Üzerinde kahverengi ince askılı uzun ama sağ bacağında derin bir yırtmacı bulunan sade şık bir elbise vardı ve elbisenin rengi gözleriyle büyük bir uyum içindeydi. Kahvelerinin ardında bariz bir merak gizliydi. Güzel bir kadındı. "Bu güzel hanımefendi de kim?" Diye sordu. İngilizce konuşuyordu. Bilmediğimi sanıyorsa salaktı çünkü onu anlıyordum. "Yoksa yeni gelen üyelerden mi? Onların bölgesi diğer tarafta?" Kaşlarını çattı. "Bunu bilmiyor musunuz?"

 

"Olivia," dedi bana eşlik eden adam. Ona İngilizce karşılık verdi. "Karşında Liderin karısı, senin de üstün bulunuyor." Kadının gözlerine yayılan şaşkınlığı an be an gördüm. "Kendisi İzgi Alacahan." Dedi. Kızılık soyadımı söyleme gereği duymadı. "Yapacağın her hangi bir saygısızlığın ne gibi sonuçları olacağını hatırlatmama gerek var mı?"

 

"Ah!" Dedi. "Sizi tanımıyordum." Kadının yüzüne yapmacık bir gülümseme yayılırken elini bana doğru uzattı. "Olivia Samoilov." Dedi. Bu soyismi daha önce de duymuştum. "Yirmi altıncı meclis üyesi Olivia Samoilov." Diye düzeltti. Uzattığı elini tutarken kaşlarım havalandı. "Sizi ağırlamaktan şeref duyarız." Dediğinde yüzüme alay dolu bir tebessüm yerleşti.

 

"Ev sahibi misafirini ağırlar Olivia," dedim. "Burada eğer birinin birisini ağırlaması gerekiyorsa o kişi benim." Yüzündeki ifade sarsıldı. "Buyur lütfen." Dedim elimle asansörü göstererek. "Seni seve seve ağırlayacağımdan emin olabilirsin."

 

Aramızda esen soğuk rüzgar yeniden baş gösterdiğinde zoraki bir tebessüm kondurdu dudaklarına.

 

"Sizinle tanışmaktan şeref duyduğumu bilmenizi isterim." Pek öyle gözükmüyordu. Söylenmek için söylenmiş bir sözdü. Daha önce bu kadını mecliste görmemiştim. Büyük ihtimalle yeni dahil olmuş olmalıydı.

 

"İzgi?" Kulaklarımın aşina olduğu o ses aramıza sızdığında içimde garip bir his peydah oldu. Üzerinde ona çok yakışan siyah bir takım elbisenin içindeydi heybetli bedeni. Saçları büyük bir düzen içindeyken çatık kaşlarıyla buraya doğru geliyordu. Arkasında ise Batur ve Douglas vardı. Aynı zamanda tanımadığım birkaç adam daha bulunuyordu. Onun gelmesiyle herkesin duruşu gittikçe dikleşirken adımlarını bana doğru attı.

 

Yanımda biterken, kolu belime dolandı ve dudaklarının belli belirsiz varlığını yanağımda hissederken, "Geleceğinden haberim yoktu." Dedi. Douglas ve Batur'un gergin hali gözümden kaçmadı. Ellerim omuzlarına tutundu. "Destursuz ziyaretini neye borçluyum?" Diye sordu geri çekilirken ve bakışları Oliviayı buldu.

 

"Надеюсь, ты не сделала ничего, что могло бы его расстроить, Оливия." Dedi bir anda Rusça konuşarak. (Umarım onu ​​üzecek bir şey yapmamışsındır Olivia.) Kaşlarım çatıldı. Ne söylediğini anlamamıştım.

 

"Если мне скучно, я должен сказать тебе, кто я?" Diye karşılık verdi Olivia. (Eğer benin Canım sıkılırsa ne olacağını söylememe gerek var mı?)

 

Keskinin yüzüne daha önce hiç şahit olmadığım vahşi ve korkutucu bir ifade yerleşti.

 

"Все еще не можете понять? Вот, например, тебя нет. Единственная жизнь, о которой я не хочу, чтобы меня беспокоили, это его жизнь, и если ты будешь беспокоить его, Оливия, я лишу тебя жизни." Dediğinde ortamda derin bir sessizlik hakim olurken Olivianın düşman bakışları anında silikleşti ve yutkundu. (Hala anlayamadın mı? Burada mesela sen değilsin. Sıkılmasını istemediğim tek can onun canı ve sen eğer onun canını sıkacak olursan Olivia, senin canını alırım.)

 

"İz?" Dedi Douglas. "Ben sana eşlik edeyim." Diyerek yanıma gelmek için atakta bulundu.

 

Tanımadığım başka bir adam bize doğru geldiğinde dakikalar sonra Olivianın yanında belirdi. Abisi, Ivan Samoilov' du. Bu adamı tanıyordum.

 

"Duydum ki bayan Alacahan teşrif etmiş." Dedi. Türkçesi kardeşine nazaran daha iyidi. Bakışları beni buldu. "Kendisiyle şahsi olarak tanışmak istedim." Elini dostça bana doğru uzattı. "Ivan Samoilov," dedi. "Sizin büyük bir hayranınızım." Diye devam ettiğinde benim gibi buradaki çoğu kişinin kaşları çatıldı. "Göz kamaştırıyorsunuz." Diyerek iltifatta bulundu.

 

"Dikkat et Ivan," dedi Keskin sertçe. Belimdeki tutuşu sıkılaştı. "Kamaşan gözlerini oydurtma bana."

 

Ivanın yüzüne alay dolu bir gülümseme yerleşti. "Kıskanç bir adam olduğunu bilmiyordum Lider." Dedi.

 

"İstisnalar Ivan," zaten ona yapışık halde olan bedenimi iyice kendine doğru çekti. "İstisnalar." Dedi bir kez daha.

 

Uzattığı eline bakarken nezaketen tuttum ve dudaklarının baskısını elimin tersinde hissettiğimde anında geri çektim elimi. Keskinin, katran karası gözleri bıçak gibi Ivana saplandığında, başını sağına doğru eğdi. Çenesi kasıldığında dişlerini birbirine bastırdığını anladım.

 

"İzgi Kara Alacahan." Demekle yetindim sadece. Ana salon bir anda neden bu kadar kalabalık olmuştu. Üstelik yukardan bakan meraklı bakışlarda buna dahildi. İfadem düz, sesim katıydı.

 

"Douglas sana odama kadar eşlik etsin," dedi Keskin yüzüme bile bakmadan. "Ben birazdan geleceğim."

 

"Gerek yok," dedim. "Babam için geldim." Bakışları anında beni buldu. "Onunla konuşmam gerekenler var. Odasında değil mi?" Diye sordum. Bakışları kısılırken onaylamıştı.

 

Kollarının arasından sıyrılırken, başıyla arkamda ki adamlara işaret vermişti. Yanlarından ayrılırken arkamda varlığını sürdüren korumaların sayısı arttı. Asansöre doğru ilerlerken açık kapıdan içeriye girdim ve otuzuncu katın düğmesine bastım. Asansör hareket ettiğinde yukarıya doğru hareket etti ve durdu. Sola doğru kayarak hareket etmesiyle zemine daha sağlam bastım. Bu hisse bir türlü alışamıyordum. Sürekli dengemi bozuyordu. Asansör sanki bir labirenteymiş gibi sağa sola, aşağıya doğru hareket etti ve zikzaklar çizdi.

 

Midem gitgide bulanırken, "Burayı yapan mimarın da tasarlayın da olmayan hayal güçlerini siksinler." Dedim kendi kendime. Asansör durduğunda açılan kapıdan dışarıya adımımı attım. "Midem ağzıma geldi!" Arkamda gülme sesleri işitirken onları görmezden gelerek Karalara ait katta ilerledim.

 

Beni görenler baş selamı verip hürmetle yolumu açtıklarından babamın odasının büyük ve geniş kapısının önünde durdu adımlarım. Tereddütte kaldığımda kaçmanın bir çözüm olmadığını hatırlattım kendime. Kapıyı çalma gereği duymadan açıp içeriye girdiğimde babamı masasında otururken gördüm. Arif Karadere ve Rasim Küreği karşısında otururken gördüm.

 

Rasimin nefret dolu bakışları üzerimdeyken dizinin üzerindeki bir eli yumruk halini aldı. Oğlunu müebbete mahkum etmiştim. Ona boş bir bakış attım. Beni korkutamazdı. Meclisteki hiç kimseden korkmuyordum. Hiç biri dengim bile değildi.

 

"İz," dedi babam beni görmenin heyecanıyla oturduğu yerden ayaklanırken içeriye girdim ve kapıyı arkamdan kapattım. "Hoş geldin kızım." Adımlarını bana doğru attı. "Keşke geleceğini haber verseydin," dedi beni kollarının arasına çekerken kaskatı kesildim. Bizi izleyen iki adamın karşısında bozuntuya vermemek için gülümsedim ve babamın sarılışına karşılık verdim. "Karşılardım seni." Dedi. Saçlarıma bir öpücük kondurdu ve geri çekildi.

 

"Süpriz olsun istedim." Dedim yumuşak bir sesle.

 

"Hoş geldin İz." Dedi Arif Karadere oturduğu yerden ayaklanırken. "Uzun zaman oldu seni burada görmeyeli." Uzattığı elini tuttum ve sıktım. "Yokluğunu arıyor insan vallahi. Görünce daha iyi anladım." Gülümsemekle yetindim sadece.

 

Bakışlarım Rasimi bulduğunda istemeye istemeye ayağa kalktı. Ben karşısında dururken oturamazdı. Bunun sebebi Keskinle evlenmem olsada bir Kara kadını olarak da karşımda oturamaz bana saygısızlık yapamazdı. Benden icazet alması gerekirdi. "Hoş geldin." Demekle yetindi.

 

"Hoş buldum." Dedim. Gözlerinde oğlu için yer edinen acıya, hasrete rastladım.

 

"Onu oradan çıkartamaz mısın?" Dedi bir anda. Arif amca , uyarırcasına baktı Rasime. "Onu oraya hapseden sensin." Dedi dişlerinin arasından. "Tekrar özgürlüğe kavuşturmak da senin elinde."

 

"Bunu asla yapmayacağımı gayet iyi biliyorsun." Dedim sertçe. "Size karşıma çıkmadığınız sürece karşınıza çıkmam, size dokunmam dedim Rasim. Bunları çiğneyen ve karşıma çıkmayı göze olan yetmezmiş gibi beni tehdit eden oğlundu."

 

"Seni tehdit mi etti?" Diye sordu babam.

 

"Karşımda olmayı göze alan herkes kaybetmeye mahkumdur." Başım dik, duruşum kendinden emindi. "Oğlun hak ettiği cezayı çekiyor ve çekmeye de devam edecek." Yüzü kıpkırmızı kesildi. "Benim nezdimde küçük kız çocuklarını fuhuşa zorlayan, uyuştucucu satıcılığı yapan oğlunun affı yok."

 

"Meclis böyle şeyleri kabul etmez Rasim," dedi Arif amca araya girerek. "Sen yat kalk şükret oğlun şimdi ceza evinde diye. Dua et ki Keskinden önce İz çekti onun fişini." Kaşlarım çatıldı. "Dua et ki ayda bir de olsa gidip görebiliyorsun. Eğer Keskin, İzden önce davransaydı oğlunu ziyaret edeceğin bir mezarı dahi olamazdı." Diyerek susmasını sağladı.

 

Meclis bu tür konularda çok katıydı. Çoğu zaman peşinde olduğum adamların leşlerine bile ulaşamazdım.

 

"Biz sizi yalnız bırakalım." Dedi Arif amca. "Hadi Rasim." Arif amca, Rasimle birlikte odadan çıkmadan önce elini omzuma koymuş dostça sıvazlamıştı. Ona gülümseyerek karşılık verdim.

 

Onlar odadan çıktıklarında bakışlarım babamı buldu.

 

"Gel," dedi ellerimden yakalayıp beni odasındaki kanepeye doğru yönlendirirken kendisi oturdu ve beni de yanına oturttu. "Nasılsın? İyi misin? Gelemedim bir türlü yanına. Anlat neler yapıyorsun? Kimse kötü davranıyor mu o evde sana? Canını sıkıyorlar mı? Üzüyorlar mı seni?"

 

"Baba sakin ol," dedim gülmeden edemezken. "Ben gayet iyim. Bir sıkıntım da yok."

 

"Doğru," dedi buruk bir tebessümle. "Sen genelde sıkıntı yaratan taraf olursun." Dudaklarımın arasından küçük bir kahkaha kaçtı. "Evdekileri sorsam daha iyi olurdu." Dedi.

 

Dudaklarıma yereleşen tebessüm yavaşça sokarken boğazımı temizledim ve ellerinin arasında olan ellerimi geri çektim yavaşça. Babam üzülsede ses etmedi.

 

"Yarın dedeme gideceğim." Dedim bir anda.

 

"İz-"

 

"Senden izin almaya gelmedim," diyerek kestim sözünü. Ne dedem babamı severdi ne de babam dedemi. İkisi de kendimi bildim bileli bir türlü anlaşamazlardı. "Buraya sana son kez annemi sormak için geldim." Kaskatı kesildi. Tedirginliğini gözlerinde gördüm. Son zamanlarda annemi fazla araştırmam onu endişelendiriyordu. "Sana son bir şans veriyorum baba. O yüzden senin bildiğin ama ben üzülmeyeyim, kırılmayayım diye sakladığın bir şey varsa lütfen şimdi söyle bana." Dedim. Başımı sağa doğru eğerek gözlerinin en içine baktım. Ufacık da olsa bir şey görmeyi umut ettim. "Yarın gittiğimde dedemden alacağım cevaplar farklı olsun istemiyorum. O yüzden ilk sana geldim ki beni şüphelerimde haksız çıkar diye."

 

"Sana ne söylendiyse o," dedi katı bir sesle. Çehresinde sert bir ifade yer edindi. Sıkıntıyla iç çektim. "Bildiğinden fazlasını bilmiyorum. Sana bunu defalarca kez söyledim. Kanıtlarıyla hemde. Neden hala bu konuyu eşeleyip duruyorsun." Ayağa kalkmış yanımdan uzaklaşmıştı.

 

"Çünkü anlamıyorum!" Diye yakardım. "O konağa, Diyarbakır'a her gittiğimde o kapıların yüzüme kapatılmasına, her daim o kapının dışında kalmamdaki sebebi anlamıyorum baba!" Oturduğum yerden ayaklandım ve karşısına geçtim. "Annemin doğup büyüdüğü evin kapısının bana açılmamasını anlayamıyorum." Diye sitem ettim. "Annemin emaneti değil miyim ben onlara? Niye oraya her gittiğimde kendimi yersiz yurtsuz gibi hissediyorum? Anneme yurt olan o şehir niye bana kapı duvar baba?"

 

"Çünkü ona benziyorsun!" Diye bağırdı bir anda. Geriye doğru bir adım atarken bu çıkışına anlam verememiştim. "Her şeyinle annene benziyorsun İz! Saçların, gözlerin, her şeyin! Bir bakışın bile onu andırıyor. Ona çok benziyorsun." Boğazıma oturan yumru nefesimi kesti. "Deden seni her gördükçe o kara gün geliyor aklına. Kızını kaybettiği o gün düşüyor zihnine. Sadece fiziksel görünüşün olsa neyse onun kopyası gibisin. Sanki bana o gün o hiç ölmemiş gibi yenisini verdiler kucağıma. Gün geçtikçe ona olan benzerliğin arttı. Seni görmeye gelen deden bile bir süre sonra bakamaz oldu yüzüne." Kalbimde derin bir keder kendini yeniden gösterdi.

 

"Sen kaçtığımız her şeysin İz," dedi babam. Çaresiz bir umutsuz gözüküyordu. "Bizim için nasıl bir hediyeysen onlar içinde cezasın." Gözlerime dolan yaşları geri ittim. Ağlamayacaktım. Ağlamak istemiyordum. "Daha fazla kurcalayıp durma artık," ellerini omuzlarıma yerleştirerek beni sarstı. "Eşeleyip durdukça kendine eziyet ediyorsun. Kime neyi sorarsan sor sonuç değişmeyecek."

 

Sessizliğimi cevap olarak algılarken sıkıntılı bir nefes verdi.

 

Benden sakladığı bir şeyler vardı, biliyordum. Hissediyordum. Ve bunu öğrenmenin tek yolu artık Silvandı. Bana başka çare bırakmamışlardı.

 

Defalarca kez sormuştum hepsine. Herkese. Bundan sonra o adama gittim diye kimse beni suçlayamazdı. Hiç kimse bunun için bana hesap soramazdı.

 

Şüphe bir kez düştümü kalbe, bir daha kurtulması imkansızdı.

 

Odanın kapısı bir anda destursuz açıldığında ikimizin de bakışları kapıda nefes nefese kalmış olan babamın koruması Cemil abiye çevrildi.

 

"Cemil abi?" Dedim korkuyla yanına varırken. "Ne oldu? Ne bu halin?" Diye sordum.

 

"Lobide," dedi nefes nefese. Sonra bakışları babamı buldu ve söyleyip söylememek arasında kaldı ama dudakları aralandı. "Funda hanım Simaya saldırdı. Ayıramıyoruz ikisini de." Dediğinde kan beynime sıçardı.

 

"Ne dedin sen?!" Diye bağırdım. "Hangi lobideler?" Diye sordum.

 

"İz, bir sakin ol anlayalım bir önce." Dedi babam.

 

"Ana lobide."

 

"Onu öldüreceğim." Dedim Cemile abinin bıraktığı boşluktan yararlanıp odadan çıkarken babam hemen arkamdaydı. Beni gören korumalar tedirgin olurken aşağıdan gelen bağırış seslerini işittim.

 

"Çekil," dedim önüme çıkan korumaya. Bakışları babamı buldu. "Çekil dedim sana!" Diye bağırdımda mecburen çekilmek zorunda kaldı.

 

"İz," dedi babam kolumu kavrarken. "Sakin ol. Fevri hareket ediyorsun."

 

"Hele bir onun saçının teline dokunmuş olsun baba," dedim sertçe. Kolumu elinden kurtardığımda asansöre yöneldim. "Hele bir öyle bir şeye kalkışmış olsun onu kendi ellerimle öldürürüm."

 

Kardeşlerim, benim kırmızı çizgimdi. Simayda elimde büyümüştü. Her ne kadar üvey olsada canımdı. Her şeyimdi. Canı yansa, ah dese herkesin eceli olurdum.

 

Bindiğim asansör ana lobide durduğunda hızla indim. Korumalar kalabalığı benim için dağıtırken, hızlı adımlarla karşı karşıya duran Funda ve Simaya doğru ilerledim. Aramızda birkaç adımlık mesafe varken, Funda'nın simaya tokat atmak için havalanan bileğini gördüm. Bileğini kavrayıp geriye doğru çekerken benim tokatım onun yanağında patladı ve etin ete çarpma sesi ana lobide yankılanırken etraf derin bir sessizliğine gömüldü. Ellerim boynuna sarılırken üzerine doğru yürüdüm ve onu gerilemesini sağlarken sırtı duvara çarptı.

 

Gözleri dehşetle açılırken, "Seni öldürürüm." Dedim. Sesim bana bile yabancıydı. "Ona uzanan parmaklarını tek tek kopartırım senin!" Daha çok sıktım boğazını. "Sen kimsin?! Sen kim oluyorsunda benim kardeşime elini kaldırıyorsun?!"

 

"İ-iz." Dedi zorlukla.

 

"Senin canını şimdi burada alsam tek bir Allah'ın kulu bile engel olamaz bana!" Boğazını sıkı sıkıya yakalayıp kafasını duvara çarptığımda gittikçe morarmaya başlamıştı. Kimse karışmıyordu. Hiç kimse engel olmuyordu. Funda'nın abisi Atalayı fark ettim. Öfke dolu adımlarını bana doğru atarken korumalar önünde bir duvar ördü ve durmak zorunda kaldı.

 

"Seni mahvederim." Elleri can havliyle ellerimin üzerine sarıldı. Tırnakları ellerimin üzerinde çizikler bıraktı. "Seni doğduğuna pişman ederim. Bir kez daha! Bir kez daha ona bu şekilde yaklaştığını görürsem seni yaşatmam!" Ona zaten ayrı bir gıcıklığım vardı. Bu da bahanem olmuştu. Darısı Olivianın başına.

 

"Abla, tamam." Dedi Simay korkuyla. "Tamam bırak öldüreceksin!"

 

Bir kez daha sırtını duvara çarparken acıyla inledi. Gözleri kayıyordu. "Anladın mı beni?!"

 

Güçlü bir kol belime dolanıp beni onun üzerinden aldığında Funda öksürükler içinde nefes alma ihtiyacıyla yerde kıvrandı ve herkes ona koştu.

 

"Ne yapıyorsun?!" Diye gürledi beni tutan kolların sahibi. "Kafayı mı yedin sen İzgi?!" Dedi beni sıkı sıkıya tutarken.

 

"Keskin bırak!" Dedim kollarında debelenirken beni sıkı sıkıya tutuyordu. "Bırak! Geberteceğim o orus-" eli hızla dudaklarımın üzerine kapandığında, yer ayaklarımın altından kesildi ve kucağında benimle asansöre doğru ilerlerken ona dehşet içinde baktım.

 

"Sakin ol." Dedi beni sıkı sıkıya tutarken nefesini saçlarımın arasında hissettim. "Sakin ol İzgi. Kendinde değilsin şu an. Mantıklı davranmıyorsun." Asansörün kapıları kapandığında eli ağzımdan çekildi ve beni serbest bıraktığında öfkeyle ona doğru döndüm.

 

"Mantığını sikeyim!" Diye bağırdım. Kaşları çatıldı. "Bıraksaydın da iki yolsaydım o yosmayı!"

 

"Yosma mı?" Dedi alayla. "Hiç ağzına yakışmıyor karıcığım."

 

"Durdur asansörü!" Diye bağırdım tuşlara gelişi güzel basarken hareket eden asansöre avucumun içiyle vurdum.

 

"Önce sakinleş." Dedi bezmiş bir şekilde.

 

"Sakinleşmiyorum!" Diye bağırdım avaz avaz. Yüzünü buruşturdu. "Başlarım mantığına da! Sakinliğine de! Durdur diyorum sana şu asansörü!" Asansörün kapıları ona ait katta açıldığında tekrar düğmeye bastım aşağıya inmesi için ama anında engel oldu.

 

"Sen sakinleşip, kendine gelemeden hiçbir yere gitmiyorsun!" Diye gürledi. Sesi bütün katta yankılanırken göğüs kafesim sertçe yükselip kalkıyor burnumdan nefes alıp veriyordum.

 

"Hay ben senin sakinliğine de! Mantığına da, gelmişini geçmişini s-" Dışarı çıkmak için hareketlenen bedenimi tutup kendine doğru çektiğinde eli ağzımın üzerine kapandı yeniden ama bu küfür etmeme engel değildi. Kelimeler ağzımdan çıkmak için can atarken gözlerimi belirtmiş ağzımı kapatan eline rağmen bağırmaya çalışıyordum. O beni sıkı sıkı tutarak odasına doğru götürürken katta bize bakan insanlara öfkeyle baktım. Dişlerimi eline geçirirken o acıyla inledi ve ," Ne bakıyorsunuz?!" Diye bağırdım bize bakanlara. Hepsi anında gözlerini kaçırdı. "Filim mi çekiyoruz burada! Ne bakıyorsunuz?!" Diye bağırdım bir kez daha.

 

Bedenim öne atılmak için tekrar hareketlenmişti ki Keskin, "Yok bu böyle olmayacak." Dedikten hemen sonra beni omzuna atmasıyla çığlığım bütün Mecliste yankılanırken çalışanlar bıyık altından gülüyordu.

 

...

 

"Su ister misin?" Nefretle baktım karşımda yüzünde geniş bir gülümseye bana elinde içi sus dolu bardağı uzatan adama. Keskinin odasında, sandalyeye bağlı halim ona, Douglasa ve İdil'e büyük bir eğlence çıkarmıştı. Üstelik o hayvan herif bağıra çağıra küfür ediyorum diye ağzımı kravatıyla bağlamış sonrada çekip gitmişti.

 

Cehenneme kadar yolu vardı.

 

Başımı aşağı yukarı sallayarak onu onayladığımda ağzımda ki kravatı çekti ve derin bir nefes almama sebep oluyordu. Suyu dudaklarıma yaklaştırdığında öne doğru uzanmıştım ki geri çektiğinde kaşlarım çatıldı. Tekrar uzatıp aynı şeyi yaptığında, "Batur senin ağzına sıçarım!" Diye çemkirdim. "Eşşek herif! Şahsiyetini siktiğim!" Diye bağırmamla gözlerini kocaman açtı ve İdilin kahkahası odada yankılandı.

 

Kravatı tekrar ağzıma bağlarken Keskin odaya girdi. "Karının küfürbazlığı hakkında ne düşünüyorsun kuzen?" Dedi alayla. Bakışlarımı Keskinden çektim. Ona bakmayacaktım.

 

"Yalnız panter gibi yapıştı Funda'ya." Dedi Douglas. "Hele o attığı tokat yok mu?" Hafif bir ıslık çaldı. Gözlerinde bariz bir hayranlık vardı. "Bütün ana koloni inledi. Bir an Funda havalanıp uçacak sandım." Diye alay etti.

 

"Gozoldo doğol mo?" Dedim. Kelimeler ağzımdan garip çıkıyordu. Batur tekrar ağzımda ki kravatı çıkardı. "Nasıl vurdum ama?" Dedim gülerek. "Ama yetmedi bana. İçimde kaldı yani. Güzelce yolup bir iki tane daha çakamadım ağzına." Diye homurdandım. "Hep bunun yüzünden." Dedim ona bakmadan başımla onu işaret ederek. Bunu nasıl başarmıştım bilmiyorum. Göz ucuyla ona baktığımda işaret ve baş parmağıyla burun kemiğini sıktığını ve sabır çektiğini gördüm.

 

"Siz aşağıya restorana inin,söyleyin bir şeyler on dakikaya geliriz bizde." Dedi.

 

"Zıkkım ye inşallah!" Dedim en içimden. "Boğazında kalsın! Holdinglerin batsın! Oturacağın sandalye altından çekilsin! Yürürken serçe parmağını kapıya çarp inşallah! Beni bağlayan o ellerin kırılsın!" Dedim öfkeyle. Hepsi şaşkınlıkla bana baktı. Ağzımın içinden bir şeyler homurdanırken beni sandalyeye tamamen saran adama bakmadım.

 

"Tutar bu." Dedi İdil. "Ben eminim. Çok içten söyledi." Diye devam etti.

 

"Başa gelen çekilir," dediğini duydum Keskinin. "Yapacak bir şey yok. Siz çıkın hadi, geliyoruz bizde."

 

Douglas oturduğu yerden ayaklanırken, "Allah kolaylık versin kardeşim." Demişti.

 

Onlar odadan çıkarken ayağım zeminde belli bir ritim tutmuştu. Adımlarının bana doğru yaklaştığını hissederken ondan tarafa bakmadım yine.

 

"İzgi bana bak." Dedi karşımda biterken ortadaki masaya oturdu. Ona bakmamakta ısrarcı olurken bir eli çenemi kavradı ve onunla yüz yüze göz göze gelmemi sağladı. Bakışları ağzımı bağladığımdan ötürü dağıldığını tahmin ettiğim dudaklarıma düştü. Kim bilir ne haldeydim.

 

"Daha iyi misin?" Diye sordu. "Sakinleştin mi?"

 

"Ordan bakınca sakinleşmiş gibi mi gözüküyorum?"

 

"Henüz değil." Dedi tok bir sesle. "Ama delirmeni izlemek de ayrı bir zevk." Bakışları yeniden dudaklarıma düştü. "Sinirliyken nasıl göründüğünü bir bilseydin..."

 

"Nasıl görünüyor muşum?" Diye sordum.

 

"Göstermemi ister misin?" Dedi boğuk bir sesle. "Birebir hissettiğimi hissedeceğini garanti ederim." Gittikçe yaklaştı. "Hemde büyük bir zevkle."

 

Gülümsedim. "Suratında yer edinecek olan tokatımın keyfini çıkaracağımdan emin olabilirsin," dedim kışkırtıcı bir sesle. Daha çok yaklaştım. Dudaklarımızın arasında bir karışlık mesafe varken, "Bunu büyük bir zevkle yapacağımdan şüphen olmasın." Dedim ve geri çekildim. Başını öne eğerek iki yana salladı ve yamuk gülümsemesini gizledi benden.

 

"Hadi seni çözelim hırçın şey," dedi. Hırçın şey mi? Elleri arkamda bağlı olan bileklerimi buldu ama bilmediği şey çoktan o ipleri çözdüğümdü. Üzerime doğru eğilirken bacaklarımı araladım ve boşluğundan yararlanıp onu bağlı olduğum koltuğa oturturken bir anda kucağına çıktım.

 

"Siktir!" Dedi kalın ve tok sesiyle. Kucağında yükselirken saçlarım sol tarafıma doğru döküldü ve gerdanım ortaya çıkarken ona üstten üstten baktım.

 

"Nerede kalmıştık?" Dedim alayla. "Ha? Sanırım en son beni çözecektin." Kaşlarım havalandı. "Yoksa hiç bağlamamış mıydın?" Dediğimde ellerini çıplak bacaklarımda hissettim ve beni iyice kendine doğru çekerken altımda onun varlığını hissetmek dilimin damağımın kurumasına sebep oldu.

 

"Ateşle oynuyorsun," dedi erkeksi bir tınıyla. Varlığını kumaşın üzerindeyken bile böylesine hissetmek nefesimi kesti. "Dikkat et. Yanarsın."

 

İyice ona doğru eğilirken kara gözlerinin karanlığın en koyu tonuna büründüğünü fark ettim. "Yanmaya razıysak," dedim ve bilerek dudaklarımı ıslattım. "Onu ne yapacağız?"

 

Yüzünde tehlikeli bir gülümseme hakim oldu. Korkmam gerekiyordu belki ama fazlasıyla çekici gözüküyor olması ayarlarımı bozuyordu.

 

"Cehennemine hoş geldin o zaman karıcığım." Dedi kısık ve tok bir sesle. "Çünkü sana yanmanın ne demek olduğunu gerçekten göstereceğim." Dudakları dudaklarıma temas etti ama öpmedi. Sadece bekledi. "Yaşatacağım ve hissettireceğim." O dudaklarıma kapanmak için yeltendiğinde kucağından hızla kalktım ve gülümsedim.

 

"Restoranda görüşürüz!" Dedim kaçarcasına odadan çıkarken onu orada yarım bıraktım. Çıkmadan önce yüzünde yer edinen korkutucu ifadeye bakılırsa durumu pekte iyi değildi. Adamı azdıran sensin. Bir de hiçbir şey olmamış gibi kalkıp gidiyorsun! Senin canımıza kastın mı var? Erdir artık vuslata bizi.

 

Odadan çıktığımda bekleme salonuna geçtim ve boydan boya cam olan duvardaki yansımama baktım. Rujum neyseki dağılmamıştı. Bir de onunla uğraşamazdım.

 

Bekleme salonundan çıktığımda kapıda bekleyen korumaları fark ettim. Keskine ait olan katta hiç kimse yoktu. Onun işlerini herkes bir alt katta görüyordu. Bu kata çıkmak yasaktı. Sayılı kişilerin çıktığı katta ilk kez bulunuyordum ve bütün binanın aksine tamamen siyahla döşenmiş olan koridorlar ve dijital sistemler daha çok şaşırmama sebep oluyordu. Her ne kadar katı karış karış gezip aramak istesem de şu an için mümkün değildi.

 

Oldukça sakin bir şekilde, üzerimdeki bakışlara aldırmadan camdan ibaret olan asansöre bindim ve eksi sekizinci kata bastım. Arkamda geldiğimden beri varlığını koruyan beş koruma sinirimi bozuyordu. Her dakika izlenmiyormuş gibi bir de bunlar çıkmıştı başıma. Hayır anlamıyorum ben ne zaman yanlız kalacaktım?

 

On dakika sonra asansör eksi sekizinci katta durduğunda yukarıya toplanan eteğimi düzelttim ve kendinden emin adımlarla dik bir duruşla ve katı bir suretle restorana adımımı attığımda herkesin bakışları kapıya döndü. Sorgu dolu gözler üzerimde birkaç saniye oyalandıktan sonra geri önüne dönüyor ama arada üzerime uğrayan bakışları tekrar hissediyordum.

 

Hep bu durumu yaşayacak olmak berbat bir şeydi.

 

Cumhurbaşkanını böyle süzmüyordu bizim halkımız.

 

İçerinin loş ışığı şık mekana ayrı bir hava katarken restoranda ki yeşil ve girinin tonuna eşlik eden sarılıklar ayrı bir güzellik katmıştı ortama. Şık döşenmiş olan restorana girdim. Bir kısmı komple akvaryumu andıran can bir kesim vardı ve harika gözüküyordu. Burayı oldum olası hep çok sevmişimdir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Tamamen bu şekilde canlarım)

 

Lidere ait olan, diğer masalara göre en güzel manzaraya ve köşeye sahip olan alana doğru yöneldim. Masada oturan Douglas, Batur ve İdili fark ettim. Kendi arlarında bir şeyler konuşurken benim gelip masaya oturmamla aralarında sessizlik oluştu. Onlara aldırmadan menüyle ilgilenirken iştahım pek yok gibiydi. Bu aralar normalden daha az tüketiyor ve tükettiklerimi de istifra ediyordum. Bunun sebebi yeniden kullanmaya başladığım ilaçlarımdı.

 

Yorgun ve birikim hissediyordum. Gün içinde sürekli uymak ve zihnimi dinlendirmek aynı zamanda da hiçbir şey yapmadan öylece uzanıp bir şeyler izlemek istiyordum. Yemeklerle ilişkim yakında tamamen kesilecekti. Kalbime ne kadar iyi geliyorsa yan etkileri fiziksel olarak beni kötü etkiliyordu.

 

Menüyü kapatıp sandalyemde geriye doğru yaslandığımda bakışlarım kapıdan giren Keskini buldu. Hemen yanında Funda'yı fark ederken kan beynime sıçradı. Bir an gördüklerimin bir sanrıdan ibaret olduğunu düşünüp gözlerimi birkaç kez kapatıp açtım ama masaya doğru gelen Keskin ve Funda'nın hayali gözümün önünden geçmiyordu.

 

Sinirle burnumdan solurken sakin olmaya çalıştım. İkisi birlikte masaya yaklaştıklarında, "Otur Funda." Dedi Keskin, eliyle boş bir sandalyeyi göstererek. İkisi birlikte masaya oturduklarında restoranda derin bir sessizlik hakimdi. Douglas ve Batur'un heyecanla tepkimi beklediklerini gördüm.

 

"Size afiyet olsun." Dedim sandalyemi sertçe geriye doğru çektiğimde çıkan ses içeride yankılandı. Keskinin buz gibi gözleri üzerime döndü. "Belli ki benim bu masada yerim yok!"

 

"Otur şuraya." Dedi düz bir sesle. "Bugün sayende yeterince gergin bir gün geçirdik zaten. Otur ve Funda'dan özür dile." Dediğinde alay dolu gür kahkaham restoranda yankılandı.

 

"Ay sinirim bozuldu," dedim gülüşlerimin arasından. "Liderin belli ki bugün beyni sıcaktan biraz fazla sulanmış." Kaşları çatıldı. "Ağzından çıkanı kulağının duymamasını başka bir şeye bağlayamıyorumda. Bunu ancak beni hiç tanımayan aptalın teki söylerdi zaten." Yavaşça geriye doğru çekildim gitmek için. "Yoksa senden özür dilemeyeceğimi gayet iyi bilirdin."

 

"Haddini bil!" Sesinde bana karşı kullandığı ton kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Buz gibi sesi içimi üşütürken nefret dolu bakan gözlerine anlam veremedim. "Benim ayarlarımla oynama, otur oturduğun yere!"

 

Hala ayakta dikilmeme karşılık, "Otur!" Dedi bir kez daha sertçe.

 

"Gerçekten," dedim alayla. "Gerçekten bu kadınla aynı masaya oturmam için bana tek bir sebep söyle." Bakışlarım Funda'yla onun arasında gidip geldi. "Öyle bir şey söyleki şu anda boğazına yapışmak için can attığım o kadını rahat bırakayım." Dudak büktüm. "Yoksa bugün bir gerginlikle daha baş etmek zorunda kalabilirsin."

 

Oturduğu yerden ağır ağır ayaklandığında hareketleri gözlerindeki korkunç ifadeye rağmen fazla sakindi. Bu hali beni korkutuyordu. Karşımda dikildiğinde bana doğru eğildi ve nefesini kulağımın dibinde hissettim.

 

"O halde İzgi," dedi. "Ya şimdi bu masaya oturur bizimle birlikte yemek yer ve Funda'dan hak etmediği bir muamele için özür dilersin. Ya da evime gizlice soktuğun aşığının leşini sokaklarda ararsın." Dediğinde olduğum yere çalıştığımı hissettim. Dudaklarım bir parça aralanırken söyleyecek tek bir sözüm yoktu.

 

Geri çekildiğinde katran karası gözleriyle göz göze geldim. "Onu öldüreceğimden şüphen olmasın." Dedi, yüzümü çerçeveleyen perçemimi kulağımın arkasına sıkıştırırken kalbim korkuyla kanat çırptı.

 

Nasıl öğrenmişti?

 

Nasıl öğrenebilirdi?

 

En önemlisi, Devrim şu anda neredeydi?

 

Gözlerim korkuyla açılırken, "Ona ne yaptın?" Diye sordum endişeyle. Duşlarına eşi benzeri olmayan tehlikeli bir gülümseme yerleşti.

 

"Henüz bir şey yapmadım," dedi karanlığa takla attıran sesiyle. "Ama bu yapmayacağım anlamına gelmiyor sevgili karıcığım." İma dolu sesi yüreğimde ki korkunun gittikçe artmasına sebep olmuştu. "Ölecek olması da yapacak olması da senin elinde."

 

Yeşillerim, karalarına tutunduğunda bu kez gözlerindeki endişenin sahibi geçmişim olan o adam içindi. Aramızdaki her şey bitmiş olabilirdi. Ona karşı olan duygularımda bitmiş olabilirdi ama bu onun benim için önemli olmadığı anlamına gelmiyordu.

 

Benim için bir eski sevgiliden daha fazlasıydı. Sırdaşım, dostum, arkadaşımdı. Geçmişimdi.

 

Nasıl silip atabilirdim onu öylece?

 

Gözlerimde onun için yer edinen endişe ve korkuyu fark ettiğinde gözleri öylesine yabancılaştı ki bana karşımdaki adamı aslında hiç tanımadığımı anladım.

 

Bölüm sonu.

 

Umarım beğenmişsinizdir.

 

Lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın!

Loading...
0%