Yeni Üyelik
16.
Bölüm

16.Bölüm

@umay_6

 

Keyifli okumalar dilerim ve bana destek olan herkese çok teşekkür ederim.

 

...

 

 

 

Anagapesis.

 

Bir zamanlar çok sevdiğimiz birini artık sevmemek, tüm duygularımızı kaybetmek, iki yabancı olmak demekmiş.

 

Devrime karşı hissettiklerimi tanımlamayacak tek kelime şu an için buydu.

 

Onu artık sevmiyordum. Ama bu onun benim için önemli olmadığı anlamına gelmiyordu. O bana bir sevgiliden çok her şey olmuştu. O benim geçmişimdi, arkadaşımdı, sırdaşımdı. Ondan istesem de kolay kolay vazgeçemezdim.

 

Hayatımın belli bir döneminin tamamen ondan oluştuğunu nasıl yoksayabilirdim? Bana kattığı, yaşattığı her şeyi nasıl görmezden gelirdim?

 

Hiçbir şey, hiç kimse onun bendeki yerini söküp alamazdı hayatımdan. Her ne kadar kötü bir ayrılık geçirsek bile o bile bunu başaramazdı.

 

"Bana onu öldürmemem için tek bir sebep söyle. Yaşaması senin için neden bu kadar önemli?" Zihnime sızan karanlık sesin sahibi karşımda deliye dönmüş adama aitti. Dakikalar önce bulunduğum restoranda yaşadığım şoku üzerimden atmış o masaya oturmamıştım. Funda'dan özür dilememiştim. Asla dilemezdim.

 

Hiç kimseyle konuşma gereği duymadan Keskine yaklaşmış, kulağına "Sikseler özür dilemem ben o kadından. Söz konusu kim olursa olsun oturmam onun olduğu masaya." Demiş ve restorandan ayrılmıştım.

 

Şimdi onun odasından karşılıklı dururken katran karası gözleri öylesine yabancıydı ki bana bu hissin neden beni huzursuz hissettirdiğine anlam veremiyordum.

 

"Bir yüzbaşı, neden benim evimde İzgi?" Başını sağa doğru yatırdığında gözleri kısıldı. "Bir yüzbaşı, üstelik bu yüzbaşı karımın eski sevgilisi olduğu halde nasıl benim evime kadar girebiliyor?" Öylesine sakindi ki sakinliği beni korkuttu. "Onu evime sokarken ne düşünüyordun?"

 

"Sana açıklama yapmak zorunda değilim."

 

"Zorundasın!" Dedi sertçe. "Sorduğum her soruya cevap vermek, bana açıklama yapmak zorundasın!" Diye gürledi. "Bana her şeyi anlatman için sadece bir dakikan var İzgi."

 

"Anlatacaklarım bilmeni gerektirecek şeyler değil." Dedim.

 

"Buna sen mi karar veriyorsun?" Dedi tehlikeli bir sesle. "Ben şimdi gidip o herifin canını almadan bana her şeyi tek tek anlatamaya başlasan iyi edersin."

 

"Ona ihtiyacım var çünkü oldu mu?!" Diye patladım. Bakışlarında derin bir ifadesizlik hakimdi.

 

"Siktirtme lan ihtiyacını!" Diye bağırdı. "Ne ihtiyacı lan?! Ne ihtiyacı?! Sen benimle dalga mı geçiyorsun?! Ben sana ne dedim İzgi? Ben sana yaptığım her şeyden haberim olacak demedim mi?! Her adımını bana bildireceksin demedim mi?!"

 

"Sende buna inadın öyle mi?!" Dedim. "Sen beni Fundamı sandın?! Altına aldığın kadınlardan mı sandın?! Ben sence, sen gel dediğinde gelecek, git dediğinde gidecek otur dediğinde oturacak bir kadın mıyım?! Ben sence, senin her sözüne itimat edecek bir kadın mıyım Keskin?!" Diye bağırdım avaz avaz. "Sence benim senim gücüne, parana, varlığına ihtiyacım mı var?!"

 

Bana öyle bir imayla baktıki imasının altında ezildim. Dudaklarına alay dolu bir tebessüm yerleştiğinde başını iki yana doğru salladı.

 

"Ona hala aşıksın." Dedi bir şeyi yeni anlamış gibi.

 

"Ne?!" Dedim şaşkınlıkla. "Keskin saçm-"

 

"Ona hala aşıksın." Dedi kelimelerin üzerine basa basa. "Çünkü gözlerinde yer edinen korku da endişede onun için. Burada benimle tartışırken bile aklın hala onda değil mi?"

 

"Bizim aramızdaki şey biteli çok oldu." Dedim düz bir sesle. "Geçmişte kaldı. Benim için eski bir tanıdıktan başka bir şey değil. Şu anda yanımda olması gerekiyor o kadar. Bunu bilmen gerekli."

 

"Bu sebeplerin hiçbiri benim için yeterli değil. O ölecek." Dedi katı bir sesle.

 

"Yapmazsın." Dedim öfkeyle. "Buna asla izin vermem!"

 

"Ne yaparsın? Ne yaparsın söylesen İzgi? Ben onu öldürdükten sonra ne yapabilirsin? Senin benden başka yolun var mı bu saatten sonra? Ben söyleyeyim yok! Sen o imzayı attığın gün bitti her şey! Sen sanıyor musun ki kafana göre istediğin gibi hareket edeceksin bu saatten sonra?!"

 

"Ya anlamıyor musun?! Söyleyemezdim sana! Ben çağırdığım için burada değil! Seni aldatıyormuşum gibi davranmayı kes artık!"

 

"Neden burada lan o zaman?! Söyle?! Neden burada?! Ne için?! Kimin için burada?! Cevap ver bana?! En çok konuşman gereken yerde susup durma anasını satayım?! Başlarım sana da geçmişine de! Doğru düzgün bir açıklama yap bana!" Sesi kulaklarımda yankılanırken dışarıdaki çalışanların bizi duymamasını umut ettim.

 

"Sen," dedi yanık bir sesle. "Parmağına benim yüzüğümü takarken kalbinde bir başkasını varlığını mı sürdürüyordun?" Diye sorduğunda gözlerinde büyük bir hayal kırıklığı vardı.

 

"Hayır, hayır bak bir dinlese-" diyerek kendimi açıklama telaşına girmiştim ki sözümü kesti.

 

"Yeter!" Diye bağırdı. "Kes artık! Bana gerçekleri vermeyeceksen sus!" Gözlerinin akına yerleşen kırmızlığı fark ettim. "Dinlemek istemiyorum. Seni hiçbir koşulda hiçbir sebep için dinlemek istemiyorum. Bir kez daha bana sesini duyurmaya kalkma. Sana kör, sağır olurum."

 

"Değil misin zaten?!" Yumruklarım göğüsüne çarptığında sendelenmedi bile. "Ben kendimi bildim bileli sen bana kör sağır değil misin Keskin?! Daha önce de aynı şeyi yaptın?! Beni dinlemeyi, bana inanmayı seçmedin?! Şimdi de aynı hatayı yapma?!"

 

"Ben hatayı nerede yaptım biliyor musun İzgi?" Göğüsüne inecek olan yeni bir darbeyi savuşturdu ve kollarımdan yakalayarak beni kıskaç altında aldı. "Seninle evlenerek." Diye fısıldadı yüzüme doğru. Buz kestim. "Keşke, ke-"

 

"Sus." Dedim kırık bir sesle. "Sus, pişman olacağım şeyler söyleme sakın." Katran karası gözleri yeşillerimi taradı.

 

"Keşke o gün o nikaha hiç gelmeseydim." Kırık bir tebessüm yer edindi dudaklarımda. "Keşke o deftere o imzayı hiç atmasaydım."

 

Sözlerinin gerçekten hissettiği şeyler olmadığını biliyordum. Dilinden dökülen her kelamı gözleri yalanlıyordu. Tek amacı canımı acıtmaktı ve yalan söylemesine rağmen sözleri canımı yakıyordu.

 

"Sen benim karımsın!" Dedi sertçe. Gözlerimi devirmemek için zor durdum. Kolu belime dolandığında beni kendine doğru çekti. "Benim öptüğüm, yatağıma, yastığıma kokusu sinen, teninde sebepsizce huzur bulduğum, soyadımı taşıyan o kadınsın. Benimsin, benim karımsın!"

 

"Ya mal!" Diye cırladım. "İnkar etmiyorum zaten!" Diyerek tersledim onu.

 

"Şirinlik yapma." Diye homurdandı. Kaşları çatılmış çehresine kızgın bir ifade yerleşmişti.

 

"Niye?" Diye sordum ona doğru sokularak. "Yumuşuyor musun?" Alttan alttan ona baktığımda gözlerimi özellikle kocaman kocaman açtım ve yüzüme en tatlı gülümsememi yerleştirdim.

 

"Aksine," dedi buz gibi bir sesle. "Olayın üstünü kapatma çaban senden nefret etmeme sebep oluyor." dediğinde dudaklarımdaki gülümseme yavaş yavaş soldu. Buz sıcağı bakışları içimi üşütürken kırgınlığımı göstermemeye çalışarak zorlukla yutkundum ve sahte bir tebessümle geri çekildim.

 

İfadesiz ve düz bakışları ondan iyice kopmama sebep oldu.

 

Aramıza ördüğü kalın duvar boyumu aştığında onu görmem kadar ona ulaşmamda artık çok zordu.

 

"O nerede?" Diye sordum.

 

"Yanlış," dedi dilini damağına vurarak ve genzinden gelen tok ses dikkatimi dağıttı. "Sorman gereken soru, ona ne yaptın olacaktı." Kalbimdeki korku katlanarak arttığında gözlerimdeki endişede giderek arttı.

 

"Ona zarar veremezsin." Dedim inanmak istemezcesine. Karşımda hayatıma boyunca belki de eşi benzerine rastlamayacağım kadar suça batmış olan dünyanın en kötü adamı duruyordu. Emrettiği hiçbir şey geri çevrilmez, sorgulanmazdı. O biri ölecek diyorsa ölürdü.

 

Yaşatmakta onun elindeydi öldürmekte. Şimdilik ne olacağı muamma olsada Devrimi ondan ne kadar koruyabilirdim bilmiyorum.

 

Gözlerinde onun için ölüm vardı. Gözleri bugün olmasa bile bir gün onu öldüreceğini bas bas bağırıyordu ve bu his boğazımı düğüm düğüm ediyor acı kördüğüm gibi kalbime sarılıyordu.

 

Keskin Ardıç Alacahan, ölümün ta kendisiydi.

 

O korktuğum her şeydi.

 

O en büyük korkum olan karanlığın ta kendisiydi ve bir gün cazibesine kapılıp o karanlığa haps olmaktan delicesine korkuyordum.

 

Ben onu her ne kadar tanıdığımı sansamda aslında onu hiçbir zaman tam anlamıyla tanıyamayacaktım. Buna izin vermezdi.

 

"Sana bunu düşündüren nedir?" Dedi. "Sana ona zarar vermeyeceğimi düşündüren şey ne İzgi?" Diye sordu.

 

Ağır ağır yutkundum. "Ona zarar verecek olursan beni kaybedeceğini çok iyi biliyorsun." Diyerek onu tehdit ettim. "Meclisin verdiği kararı, hiç kimseyi umursamayacağımı ve kuralları çiğneyerek senden boşanacağımı çok iyi biliyorsun Keskin."

 

Bana doğru bir adım attığında uzun boyundan dolayı kafamı kaldırmak zorunda kalırken o yavaşça kafasını bana doğru eğdi ve katran karası gözleri yeşillerime saplı kaldı.

 

"Seni kaybetmekten korktuğumu mu zannediyorsun?" Dedi alayla.

 

"Korkmuyor musun?" Diye sordum. Vereceği cevabı merakla beklerken kalbim her sessiz kaldığında korkuyla çarptı.

 

Dolgun dudakları aralandığında, "Hayır." Dedi ve içimde heyecanla yükselen kız çocuğunun hayal kırıklığıyla ona bakmasına sebep oldu. "Seni kaybetmek beni korkutmaz."

 

Sustum. Söyleyecek hiçbir şey bulamadım. Sol yanımda derin bir sızı meydana gelirken tırnaklarım avuçlarıma kuvvetli bir baskı uyguladı.

 

"Benden bir şeyler saklayan, her fırsatta yalan söylemekten çekinmeyen bir kadının yokluğu beni korkutmaz." Acı kaburgalarımın arasında kendine yer edindiğinde bir kez daha en iyi yaptığım şeyi yaptım.

 

Gülümsedim.

 

Acımı gülümsememin arkasına saklarken, tırnaklarım daha çok kanattı avuçlarımı. "Öyle mi?" Dedim.

 

"Öyle." Dediğinde peki dercesine başımı salladım.

 

"Onu görmek istiyorum." Dedim bir süre süren sessizliğin ardından.

 

"Bulduğunda bana da haber ver," dedi. İki elini birden cebine soktuğunda omuzları dikleşti. "Ama öldüğünden emin ol." Dedi ve gülümsedi. "Habersiz bırakma beni."

 

"Ne?" Dedim. "Ne saçmalıyorsun?!"

 

"Kim olduğunu öğrendiğimde yakalayıp getirmeleri için adamlarımı yollamıştım. Ellerinden kaçırmışlar ama bu ağır yaralı olduğu gerçeğini değiştirmiyor."

 

"Sen onu senin işe yaramaz adamlarından mı sandın?!" Dedim öfkeyle. Kaşları çatıldı. Katran karası gözleri öfkeyle koyulaştı. "Bir yüzbaşıyı öldürmek o kadar kolay mı?"

 

Bakışları kısıldığında sessiz kaldı.

 

"Benim sabrımı sınama İzgi." Dedi sertçe. "Çizgiyi aşma. Adımını attığın yerlere dikkat et. Dahil olmak istediğin sınırlarım senin sonun olur."

 

"Kimin kimin sonu olacağı tartışılır yalnız." Dedim kışkırtıcı bir sesle.

 

"Onu zamanla göreceğiz." Dedi.

 

Gitmek için hareketlendiğinde, "Keskin." Dedim ve durmasını sağladım. "Gerçekten onun nerede olduğunu bilmiyor musun?" Diye sordum. Aramızda yine bir sessizlik hakim olduğunda ifadesiz gözleri gözlerimde gidip geldi ve hiçbir şey söyleme gereği duymadan bana arkasını döndü ve odadan çıktı.

 

Zaten günün sonunda herkes bana arkasını dönüp giderdi.

 

Ben hep geride bırakılan, gözden çıkarılan olurdum.

 

Hepte öyle kalacaktım.

 

...

 

"Kafayı yiyeceğim ya!" Dedim salonda dört dönerken. "Yer yarıldı da içine mi girdi bu adam!"

 

Karşımda rahatça oturan Sinan'a öfkeyle baktım. Tam üç gündür Devrim yoktu. Hiçbir yerde bulamamıştım onu. Bir haber de yoktu. Gün geçtikçe korkum gittikçe artıyordu. Keskinle en son görüştüğümde yaralı olduğunu söylemişti. Şimdi kim bilir ne haldeydi.

 

"Abartmıyor musun İz?" Dedi Sinan gayet sakin bir şekilde. "Ali bu, bakar başının çaresine. Elbet çıkar bir yerlerden. Boşuna telaş ediyorsun."

 

"Yaralı diyorum yaralı!" Diye bağırdım. Malikane günlerdir çok sessizdi. Evdeki hiç kimseyle konuşmuyor, her hangi bir iletişimde bulunmuyordum. Keskin eve gelmiyordu. Defalarca kez aramama rağmen telefonlarımı açmamıştı. İdil'den bilgi almak istemiştim ama o da hiçbir şey söylememiş ortadan kaybolmuştu. "Tek başına ne kadar idare edebilir sanıyorsun?!"

 

Göğüs kafesim her nefes aldığımda sertçe inip kalktı. Günlerdir ilaçlarımı içmediğim için dengem bozulmuştu. Yemek yemiyor, uyumuyor, ev ve karakol arasında gidip geliyordum. Devrimden haber alamamak beni endişelendiriyordu.

 

Nereye gitmiş olabilirdi? Koca şehirde nerede arayacaktım onu?

 

Evin kapısının açıldığının sesini duyduğumda hemen ardından adım sesleri işittim. Birkaç dakika sonra salona giren Keskin, İdil ve Douglas çarptı gözüme. Hemen arkalarında Funda ve abisi gözüktüğünde sinirle güldüm. Sinan oturduğu yerde toparlandığında kaşlarını çatarak bana baktı. Onlardan tarafa bakmazken bakışlarım yemek masasına yığdığım bilgisayar ve kağıtlara çevrildi. Konumu hala kaplıydı.

 

"Bahçeye çıkalım," dediğini duydum. "Burası biraz dağınık ve fazla kalabalık, rahat edeceğimizi sanmıyorum." Kalabalıktan kastı sanırım bendim. Varlığım onu rahatsız ediyordu.

 

"İz?" Aylinin sesiyle omzumun üzerinden ona baktığım elinde tuttuğu yemek tepsisi çarptı gözüme. "Günlerdir doğru düzgün hiçbir şey yemedin. İlaçlarını da içmiyormuşsun, Hatice abla söyledi. Bir yere yığılıp kalacaksın diye ödüm kopuyor. Lütfen biraz da olsa bir şeyler yiyip ilaçlarını alır mısın?" Dediğinde çoktan yanıma gelmiş yemek masasına elindeki tepsiyi bırakmıştı.

 

"İstemiyorum Aylin," dedim. "Israr etme lütfen."

 

Aylin itiraz etmek için dudaklarını aralamıştı ki, "Üzerine gitme." Dedi Sinan araya girerek. "Midesi kötü bu aralar. İlaçları alınca dengesi şaşıyor. O yüzden şu an için almaması daha iyi olur." Aylin tereddüt etsede bir şey söylemedi.

 

Sinanın bakışları bana döndü. "Sende git üzerini değiştir. Seninle karakola gidelim. Bir haber var mı yok mu sorarız." Dedi.

 

Bakışlarım üzerime düştüğünde saten, lacivert mini bir gecelikle ve üzerime aldığım sabahlığımla durduğumu fark ettim.

 

Sıkıntılı bir nefes verdiğimde, "Değişen bir şey olsaydı haber verirlerdi Sinan." Dedim. "Hem zaten sistemdeyiz şu anda. Bir şey olursa direk bildirim düşecektir." Diye devam ettim. Göz ucuyla onlardan tarafa baktığımda bahçeye gitmek için hareketlendiklerini fark ettim. Günler sonra eve gelmişti ve yüzüme bile bakmıyordu.

 

Adımlarımı yemek masasına doğru atmıştım ki gözümün önüne inen perdeyle dengem şaşarken bir yerlere tutunma ihtiyacı hissettim.

 

"Hop hop hop!" Sinanın kolları sendelenen bedenimi yakaladı. "Yemin ederim sen insanı verem edersin İz!" Dedi ben sandalyeye dikkatlice oturturken. "Derdin ne anlamıyorum ki?!"

 

Parmaklarım şakalarıma baskı yaparken, vücudumun titrediğini fark ettim. İstemsizce olan bir şeydi ve titreyen ellerim ve bacaklarım bana hiç yardımcı olmuyordu.

 

"İç şunu." Nereden getirdiğini bilmediğim, içi su dolu bardağı dudaklarıma yaslarken yavaş yavaş yudumladım suyu.

 

"Böyle olmaz İz," yüzümü kaptan saçlarımı geriye doğru yatırdım. Sinanın yüzünde benim için yer edinen endişe dolu bir ifade vardı. "Biraz dinlenmen gerek. Bu şekilde onu bulamazsın."

 

"İyiyim ben." Dedim huysuzca. "Uykusuzluktan oluyor öyle arada."

 

"Bezdim yemin ederim senin bu inadından!" Diye homurdandı. "Atıf amcaya şikayet edeceğim seni bakmıyor kendine diye! Zaten adam son çıkan raporlarını görse doktorlardan önce o yatırır seni hastaneye!"

 

"Abartma Sinan." Dedim gülmeden edemezken. Nefesimin ciğerlerime yetmediğini hissedince, "Ben üzerimi değiştireyim, sonrada biraz hava alalım mı?" Dedim.

 

"Olur," dedi. "Aşağıdayım ben bekliyorum."

 

"Tamam." Dedim oturduğum yerden ayaklanmadan hemen önce.

 

...

 

Altımda krem rengi, bol paça, yüksek bel bir pantolon varken üzerimde straplez, kahverengi bir bluz vardı. Ayağımda kahverengi stillettolarım vardı ve üzerime normalde almayacağım kahverengi ceketi hava çok sıcak olmasına rağmen deli gibi üşüdüğüm için almak zorunda kalmıştım.

 

Sinanı, salonda bulamayınca ön bahçeye çıkmış orada da bulamıştım.

 

"Sinanı gördünüz mü?" Diye sordum bana bakan korumalara.

 

"Kendisi arka bahçede efendim," dedi adının Aybars olduğunu bildiğim koruma. "Keskin beyin yanındalar." Başımı onaylayarak salladığımda gitmek için hareketlenmiştim ki aşağıya inmeden önce bir benzerini tekrar yaşadığım ve tırabzanlara tutunmasam merdivenlerden yuvarlanacağım bir hissi tekrar yaşadığımı fark ettim. Yerin ayağımın altından kayma hissi tekrar baş gösterdiğinde boşluk hissi bütün bedenimi sardı ve Aybars tarafından son anda tutulmasam az kalsın yeri boylayacaktım.

 

"İz hanım!" Dediğini duydum belli belirsiz. Kulaklarımda sağır edici bir uğultu hakimken zihnimde çıldırmama sebep olacak keskin bir ağrı hakimdi. Gözlerimin önü bulanıkken karşımda olan kadını kızıl saçlarından seçtim. İdilin sesi kulaklarıma ulaşmazken konuştuğunu hareket eden dudaklarından zar zor fark edebilmiştim. Bacaklarımda hissizlik baş gösterdiğinde vücudum çuval gibi Aybarsın kollarının arasına yığıldı.

 

Gözlerimin kaydığını hissederken nefesimi kesen ve acıyla inlememe sebep olan sol kolumdaki sızı tekrar baş gösterdi. Birileri tarafından sarsıldığımı hissediyordum. Belli belirsiz bir uğultu hakimken boncuk boncuk terlediğimi fark ettim. Göz kapaklarımda tonlarca ağırlık hissi hakimken bir el onları açmak için zorladı ama kayan gözlerim o kişiyi seçmemi imkansız kıldı.

 

Bilincim derin bir karanlığa gömülmeden hemen önce bedenim birisi tarafından havalandırıldı ve vücudum bez bebek gibi kollarında olduğum kişinin üzerine yığıldı.

 

...

Keskin Ardıç Alacahan bir hastanenin koridorlarında dört dönerken içeride müdahale edilen kadın için kalbinde büyük bir korku yer edinmişti. Bahçede onu kendinde geçmiş bir halde bulduğunda gördüklerinin bir sanrıdan ibaret olmasını canı gönülden dilemişti.

 

Yol boyunca onunla konuşması için sarsıp durmuş gözlerini açması için büyük bir umutla beklemişti ama ne ona cevap vermişti ne de yeşilleri değmişti gözlerine.

 

Yoğun bakımdaydı. Durumu ağırdı. Kalbi dayanamamış büyük bir krizin eşiğine gelmişti. Üzülmemesi, stres yapmaması gerekiyordu. Korkmaması, tedirgin olmaması gerekiyordu ama bu kavramlar karısının hayatının göbeğindeydi. Bu üç günde ilaçlarını almayı bıraktığı için ve düzensiz bir rutin halinde olduğu için bu da hasta kalbini kötü etkilemişti.

 

Yoğun bakımdan telaşla koşuşturan bir hemşireyi takip etti gözleri. Adımları olduğu yere çakılı kalırken koridordaki herkesin bakışları hemşirenin üzerindeydi.

 

"Reha hocaya haber ver hemen!" Dedi hemşire, asistan genç bir çocuğa. "Hastanın kalbi durdu! Müdahale edilmesi gerek!"

 

Bazı kelimeler vardır hayatta. Kimi mutlu eder, kimi heyecanlandırır, kimi umutla dolmamıza sebep olur, kimi hevesle beklememize sebep olur. Kimi sözler, kelimeler ise birer kurşun görevini görür hayatta. Bir kez söylenir, bir kez işitilir ama zihinde o kelime yıllarca kendine yer edinir. Ruhunda büyük bir yara açar.

 

Douglas, Batur ve İdil ne diyeceğini ne yapacağını bilmez bir haldeyken, Funda'nın yüzünde tatmin olmuş bir gülümseme hakimdi ve o anda kimse bunu fark etmedi. Sinan sandalyeye yıkılırken hayatı boyunca bu kelimenin İz için ne kadar çok söylenildiğini düşündü.

 

Hastaneye yaşatmak için getirdiği kardeşinin her seferinde ölümün ucunda olduğunu, kalbinin artık atmadığını işitmek aynı acıyı defalarca kez yaşamasına sebep oluyordu ama bu durum artık tepkisiz kalmasına da yol açmıştı.

 

İz, için umudunu keseli çok olmuştu. Hasta kalbinin ne kadar dayanacağını bilmiyordu ama hiç beklemediği bir anda onu vuracağını biliyordu.

 

Bakışları koridorun ortasında kalakalmış olan adamı buldu. Katran karası gözlerine yerleşen korku dolu ifade Sinanın şaşırmasına sebep oldu.

 

Alışır. Dedi içten içe kendi kendine Sinan. O da artık alışır İzin bu krizlerine. Belki de kabullenir bir gün İzin, zamansız gidişini.

 

Öylesine zordu ki Sinan için bu durum. Kardeşinin acısına alışmak zorunda kalmak onu kahrediyordu.

 

Keskin, nefesinin kesildiğini hissederken kulaklarında defalarca kez yankılandı hemşirenin sözleri. Parmaklarını saçlarından geçirdiğinde ruhunu ele geçiren azap dolu acıya anlam veremedi. Gömleğinin ilk iki düğmesini koparırcasına açarken nefes alamadığını hissediyordu. Neden böyle hissediyordu? Bu kadın neden her seferinde ona kendini bu kadar garip hissettiriyordu?

 

Telaşından içeriye akın eden doktorları görmedi gözleri. Camın arkasında ki yansımaya baktığında ruhsuz bir şekilde yatakta yatan kadını gördü. Doktorlar tarafından şok cihazıyla yapılan müdahaleyi izledi. Yataktaki bedeni her havalanıp cansız bir bebek gibi geri düştükçe kalbindeki acı katlanarak arttı.

 

Dilinden dökülen kelam can yaksada, Keskin Ardıç Alacahan, kendisine henüz itiraf edemese de, farkında olmasada camın arkasında müdahale edilen kadını kaybetmekten delicesine korkuyordu.

 

O çam yeşili gözlerine yeniden bakabilmek için her şeyi feda etmeye hazırdı.

 

Karısı için yeni bir direniş başlatmaya çalışacak kadar gözü kara bir adamdı.

...

 

Genzime dolan ilaç kokusu midemin bulanmasına sebep olurken kirpiklerim ağır ağır aralandığında baygın bakışları bana hiç yabancı gelmeyen hastane odasını buldu. Monitörden çıkan kalp atışlarımın ritmik sesi odayı dolduruyordu. Bakışlarım sol tarafımı bulduğunda gördüğüm şey uzun zamandır üşüyen kalbimi sıcacık etti.

 

Keskinin sıcak avucu serumla olmayan elime sarılıyken, yüzünü de koluma yaslamış kaşları çatık bir şekilde uyuyordu. Ağzımda ki oksijen maskesi beni bunaltırken çıkarmak istedim ama üzerimden tır geçmiş gibiydi. Öylesine bitkin hissediyordum ki parmağımı kıpırdatacak halim yoktu.

 

Odanın kapısı ses çıkarmamaya özen göstererek hemşire tarafından açıldı ve uyandığımı gören hemşire gülümsedi.

 

"Uyanmışsınız." Dedi elinde iğnelerle içeriye girerken. "Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?" Diye sordu. Oksijen maskesini çekip çıkardığında derin bir nefes aldım.

 

"Ne oldu?" Dedim. "Sorun neymiş? Neden buradayım?"

 

Yüzünde can sıkıcı bir ifade yer edindiğinde bakışları Keskine düştü ve tekrar beni buldu. "Doktorunuz gerekli bilgiyi eşinize verdi ama sizi de bilgilendirmekte fayda var." Dedi. "Kalbinizin durumu pek iyi değil İz hanım." Diyerek başladı konuşmasına. "Kalbinizin etrafını çerçeveleyen damlarlardan ikisi tıkalı durumda ve bu kalbinizin normalden çok daha yavaş çalışmasına sebep oluyor. İlaçların sizi halsiz düşürmesi ve kendinizi sürekli olarak bitkin hissetmenizin sebebi bu." Kısa bir ara verdikten sonra tekrar devam etti. "İki gün önce geçirdiğiniz kalp krizinin nedeni ise kanınızın pıhtılaşması ve kalbinizin etrafında ki damarların sizi halsiz düşürmesinden sebep. Tahlil sonuçlarınıza göre düzenli bir beslenme programınız yok. İlaçlarınızı da düzgün kullanmadığınız için maalesef uygulanan tedaviye kalbiniz yanıt vermiyor." Hemşire konuştukça Keskin kıpırdanıp durmuş en sonunda uyanmış ve elini ensesine atarak sıvazlamıştı.

 

"Ne yapılması gerekiyor?" Diye sordum.

 

"Yeni bir kalp nakli olmanız gerekiyor." Dedi. "Eğer önümüzdeki bir ay içinde bu nakil gerçekleşmezse size uzun bir süre yaşayacağınızın garantisini veremeyiz."

 

"Bir ay içinde kalp nakli olmam imkansız." Dedim umutsuz bir sesle. "Şimdi başvuracak olursam kim bilir kaçıncı sırada yer almış olacağım. Durumu benden daha acil olanlara öncelik ver-"

 

"Senin durumunda yeterince acil değilmiş gibi konuşup durma!" Dedi öfkeyle. Uykusuz ve yorgun gözüküyordu. Hemşire serumumu çıkarırken ve yenisini taktıktan sonra bizi yalnız bıraktı.

 

"Kimsenin hakkına girmeyeceğim." Dedim. Kaşlarım alayla havalandı. "Hem sanki çok umrundaymışım gibi konuşup durmuyor musun." Diye homurdandım. "Sinir oluyorum."

 

"Ucu sana dokunan her şey beni ilgilendirir," dedi sükunetle. "Uğrayacakları yol senin yolunsa beni meraklandırır. Ve evet İzgi. Söz konusu sensen her şey fazlasıyla umurumda." Kaburgalarımın altındaki kelebekler hareketlendi. "Umarım bu cevap yeterli olmuştur. Senin aksine ben gayet net bir insanım." Dedi imayla.

 

Boğazımı temizlediğimde rahatsız edici hissi gidermeye çalıştım. "Yastığımı düzeltip su verebilir misin?" Dedim. "Kılımı kıpırdatacak halim yok."

 

Oturduğu sandalyeden bekletmeden ayaklandığında önce dikkatlice elini başımın arkasına yerleştirdi ve beni doğrulttu. Yastığımı düzelttikten sonra beni tekrar yatırdı ve komodinin üzerindeki sürahiden bir bardak su doldurdu ve içmeme yardım etti.

 

Geri çekildiğinde, "Senin için çoktan kalp bulundu." Dedi. Kaşlarım çatıldı. Yattığım yerde iyice doğruldum. "En kısa sürede İsviçre'ye gidiyoruz. Ameliyatı orada olacaksın." Dedi Kesin bir dille. İtiraz etmek istesemde hem yeni bir tartışmaya girecek halim yoktu hem de o böyle kendine emin bir şekilde karşımda dururken itiraz edemedim.

 

...

 

Dün hastaneden ayrılmış ve malikaneye gelmiştik. Keskinin zoruyla odada tutulurken yatakta uzanıyordum. Hatice abla yemeklerimi getiriyor, ilaçlarımı içiriyor ve içtiğimden emin olmadan gitmiyordu.

 

Saat gece yarısını geçmişken dalgın bakışlarım boydan boya cam olan duvardan gözüken ormandaydı.

 

Devrim ortada yoktu.

 

Sinan durumun ciddiyetine yeni varmış gibi her yerde yana yakıla onu arıyordu ve günlerdir yaralı bir halde nerede ne yapıyor düşüncesi onu deli gibi merak etmeme sebep oluyordu.

 

Keskin öfkeden delirmiş durumdaydı. Ben her Devrimi aramak için bir hamlede bulunduğumda kendi içinde yerimi sorguladığını biliyordum.

 

Ölüm yakınıma uğramadığı sürece Keskin değil yanıma uğramak yüzüme bile bakmıyordu.

 

Yataktan doğrulduğumda ayaklarımı aşağıya sarkıttım ve sıcak zemine ayaklarımı bastım. Vücudumda bariz bir uyuşukluk hakimken hareketlerim ayağa kalktığım için dönen başım yüzünde oldukça yavaştı. Dikkatli ve küçük adımlarla kapıya ulaştım. Üzerimde koyu yeşil şortlu bir pijama takımı vardı. Saçlarım gelişigüzel bir şekilde toplanmıştı. Bakışlarım koridordaki yuvarlak aynadaki aksime takılı kaldığında ne kadar dağınık gözüktüğümü fark ettim.

 

Dudaklarım ve yüzüm ölü gibi solmuş yanaklarım içe çökmüştü. Dağınık bir ev Topuz'u saçlarımda hakimken solgun görüntümün en büyük sebebi yediğim her şeyi birkaç saat içinde kusmamdandı. Her gün üç öğünde yediğim yemekler yüzünden durmaksızın kusuyor ve bitkin bir şekilde kendimi yatağa bırakıyordum.

 

Boğazımda kusmamdan ötürü yakıcı bir ağrı hakimdi. Yutkunurken bile zorlanıyordum.

 

"İz?" Merdivenlerde beni fark eden Sinan anında ayaklandı oturduğu bilgisayarın başından ve hızlı adımlarla yanıma ulaştı. "Niye kalktın? Dinlememek gerekiyor ben hallediyorum her şeyi." Dedi ve beni kolumdan kavrarken küçük adımlarla kanepeye ulaştı ve dikkatlice oturttu.

 

Keskin, arkadaşları ve karşılarında ona bir şeyler anlatan İdil bahçedeki verandadalardı. Keskin sanki hissetmiş gibi bakışları camın arkasından içeriyi bulunca vücudumu derin bir ürperti kapladı ve bakışlarımı çektim ondan.

 

"Var mı bir haber?" Diye sordum Sinan'a.

 

"Yok!" Dedi. "İstanbul'da bakmadığım, sormadığım yer kalmadı. Hayır nereye gidebilirki?" Zihnimde bir şimşek çaktı. "Kimsenin bilmediği onu bulmamızı bile imkansız kılacak nereye gitti ki? Koskoca İstanbul'da nerede ne yapı-"

 

"Ev!" Dedim heyecanla. Gözlerim günler sonra ilk kez canlı canlı baktı ona. Salonun sürgülü kapsının sesinin açıldığını ve adım seslerini duydum.

 

"Ne evi?" Diye sordu merakla Sinan.

 

"Bizim evimiz Sinan!" Dedim oturduğum yerden hızla ayaklanırken. "Devrimin Kilyos'ta bizim için aldığı ev! Oradan başka bir yere gidemez! Hem gözden uzak hem de ev ormanın içinde olduğu için bulması çok zor olur." Durmadan konuşuyor yerimde duramıyordum.

 

"Tamam söyle adresi sen bana. Ben gidip bakayım."

 

"Bulamazsın," dedim. "Bütün ormanı karış karış arayıp kaybolursun içinde benim seninle gelmem daha iyi olur. Hem evin yerini bilen tek benim şu anda." Rahat bir nefes aldım. "Anahtarları hala bende olacaktı. Biraz beklersen eğer odaya çıkıp eşyalarımın arasına bakacağım." Sinan başını sallayarak beni onayladığında gitmek için hareketlenmiştim ki dudaklarımda ki gülümseme onun Katran karası bakışlarıyla kesişince olduğum yere çakılı kaldım.

 

Duymuştu.

 

Ev demiştim. Evimiz demiştim. Bizim demiştim ve o bunu duymuş içindeki yerimi tamamen yitirmeme sebep olmuştu.

 

Kara gözlerinde ifadesiz bir bakış hakimken heybetli bedeninin gerildiğini fark edebiliyordum. Kemikli ve sert çehresinde katı bir ifade hakimdi.

 

Artık ona istesemde ulaşamazdım.

 

Çünkü aramıza ördüğü şey koca bir duvardan çok daha fazlasıydı.

 

Gitmekle, gitmemek arasında kaldığımda kararımı vermek için tereddüt etmedim. Ona arkamı dönüp merdivenleri ikişerli ikişerli hızla çıktım.

 

Devrimin bana ihtiyacı vardı. Belki onunda sana ihtiyacı vardır İz. Belki de en çok şu anda onun sana ihtiyacı vardır. Herkesten çok hemde.

 

Odaya girdim ve bulmam gereken anahtarı aramaya koyulduğumda içimde kalbimi delik deşik eden o sesi susturdum.

 

...

 

Gecenin karanlığının içinde ormanda ilerlerken zar zor hatırladığım eve ulaşmamakta dakikalar kalmıştı. Evden çıktıktan sonra onlarında peşime takıldığını biliyordum ama şu anda bunu umursayacak durumda değildim. Ambulanstaki doktorlar ve polis memurları hemen arkamızdayken gölünün kenarına inşa edilmiş olan ahşap ev gözüktü. Beraber ektiğimiz çiçeklerle dolu olan bahçesinde benim için bir salıncak ve hamak hakimdi. Bahçede aynı zamanda bir yemek masası hakimdi ve her şey yerli yerindeydi. Bıraktığım gibiydi. Ben nasıl bırakıp gittiysem öyle kalmıştı.

 

Gecenin karanlığında ay gibi parlayan kızımı fark ettim. İnci beni görmesiyle sevinçle şaha kalkarken dikkatlice yelesinden kavradım. Beyazlığında kor kızıl kan vardı ama bu kan ona ait değildi.

 

"İnci," dedim onu sakinleştirmek adına saçlarını okşarken. "Kızım." Bir kez daha havalanıp kişnediğinde geriye doğru çekildim ve toynaklarını yere defalarca kez vurmasını izledim. "Ne oldu?" Dedim korkuyla. "Ne oldu kızım?" Yüzünü avuçlarıma yasladığında bu seferki kişnemesi sessizdi. Ah ediyordu sanki. "O burada mı?" Diye sorduğumda gözlerinin en içine diktim gözlerimi. Başı belli belirsiz evi işaret ettiğinde yelesini bıraktım ve avucumda sıkı sıkıya tuttuğum anahtarla eve koştum. Titreyen ellerimle kapıyı zorlukla açarken tanıdık koku burnuma dolarken geçmiş bir şerit gibi gelip geçti gözümün önünden.

 

Devrimin İzinin kahkahaları sanki kulaklarımda yankılandı. İçeriye doğru adımladığımda vestiyerdeki hırkam gözüme çarptı. Anahtarlığın yanındaki kutu gözlerimin ardının sızlamasına sebep oldu.

 

Düğün davetiyemizdi. Devrim o zaman daha babamla konuşmamış olamama rağmen heyecanla yaptırmak istediğini söylediğinde heyecanına eşlik etmiş ve birlikte yaptırmıştık.

 

Adımlarımı korka korka içeriye akarken kan kokusu midemin bulanmasına sebep oldu. Salona girdiğimde bu evin artık bana ne kadar yabancı olduğunu fark ettim. İze yuva olmuştu belki bir zamanlar ama artık uğramayacağı tek yer bu ev olabilirdi.

 

Kanepede kanlar içinde yatan adam çarptı gözüme. Yıllar evvel gülerek sohbet ettiğimiz o kanepede kanlar içinde yatıyordu. Yarası sarılıydı büyük ihtimalle kendisi müdahale etmişti ama sargı kor kızıl kana bulanmıştı.

 

"Devrim." Dedim ona doğru koşarken eve dolan ayak seslilerini işittim. Kanepenin yanına çökerken ellerim yanaklarını buldu. Ateşi vardı. "Devrim." Dedim bir kez daha onu sarsarak.

 

"Hanım efendi lütfen izin verin." Dedi ambulans doktoru beni kenara çekerek. Onlar Devrimin yarasına müdahale ederken gözlerimi bir an olsun çekmedim üzerinden.

 

Kirpikleri ağır ağır titrediğinde, "İz." Dedi acı dolu bir sesle. Yeniden yanına vardığımda beni hissetmesi için kolunu tuttum.

 

"Buradayım." Dedim fısıltıyla. Koyu kahveleri baygın bir şekilde beni bulduğunda acısına rağmen gülümsedi.

 

"Yeniden bu evde olduğunun hayalini o kadar çok düşledim ki." Dedi Kesik kesik nefesleri arasından. "Şimdi gerçek misin yoksa bir hayalden mi ibaretsin anlayamıyorum."

 

İyice ona doğru yaklaştığımda, "Buradayım Ali." Dedim. Yıllar sonra ona olan kırgınlığımı bir yana bıraktım ve ona yeniden Ali diye seslendim. "Hayal değil gerçeğim."

 

"Hemen hastaneye gitmemiz gerek. Yarası enfeksiyon kapmış." Dedi başındaki doktor. "Daha fazla zaman kaydedemeyiz."

 

"Hastanın kan gurubu ne?" Dediler onu sedyeye yatırırken onun gözleri benim üzerimdeydi.

 

"0Rh+" dedim hızla.

 

Evden çıkarken yüzüme çarpan soğuk tenimi ısırdı. Sedye ambulansa yetiştirilmeye çalışırken onun arkasından giden adımlarım Keskini görmemle duraksadı.

 

Kara gözleri belli belirsiz Devrimin üzerinde oyalandığında yeniden beni buldu. Gözlerindeki buz gibi soğukluk kalbimin üşümesin sebep oldu. "Ölmesini canı gönülden isterdim." Dedi alayla.

 

Öfke kanımda kaynadı. Suratına inmek için havalanan bileğimi yakaladı ve gelecek olan tokatı engelledi. "Onun için atacağın hiçbir tokata izin vermem." Dedi gazap dolu bir sesle. "Bu hayatta bana tokat atmasına sesimi çıkarmayacağım tek kadınsın ama bu tokat onun içinse eğer bilki asla buna izin vermeyeceğim."

 

"Sen ne kadar iğrenç bir adamsın ya?!" Dedim bildiğimi kurtararak. "Orada ki bir can!"

 

"Söz konusu o can beni ilgilendirmiyor."

 

"Beni ilgilendiriyor ama!" Diye bağırdım avaz avaz. "O haldeyse bunun sebebi sensin! Nasıl hala keşke ölseydi diye biliyorsun ya!"

 

"Uğruna her şeye değer sanıyordum." Dedi nefretle. Katran karası gözlerinde benim için nefret vardı. "Meğer hiçbir şeye değmezmişsin sen." Kalbimin paramparça olurken canımın acısından nefes bile alamadım.

 

"Sana herkesten çok inanmak istedim İzgi." Dedi sitem dolu bir sesle. "Sana herkesten çok güvenmek, sözünü sorgulamamak istedim ama sen her seferinde sana karşı inşa ettiğim o anlayışı, inancı yıkmaktan başka bir şey yapmadın." Dedi. Sanki bir elini göğüsüme sokmuş ve kaburgalarımın altında saklı kalan kalbimi çekip çıkarmış ve avuçları arasında liğme liğme etmiş gibi hissediyordum. "Sana sorduğum her şeyde bana yalan söylemekten çekinmedim. Arkamdan iş çevirmekten geri durmadın. Sana güvenmek zaten yeterince zorken sen neden bunu imkansız kılıyorsun? Sen neden ben sana inanmayayım diye çabalıyorsun?" Diye yakardı. "Sorduğum sorulara ya hiç cevap vermiyorsun, ya kaçıyorsun ya da mantıklı bir cevabın yok!" Dedi öfkeyle. "Bildiğim bir şeyin cevabını sana sorarken de hala gözümün içine baka baka bana yalan söylüyorsun. Sürekli kaçıyorsun. Her şeyden herkesten, benden kaçıyorsun ve sana ulaşmamı engelliyorsun."

 

"Gerçekten," dedim umutsuzca. "Gerçekten sandığın gibi değil. Nasıl göründüğünü biliyorum ama yemin ederim sana sandığın gibi değil. Onu sevmiyorum. Onu kendi içimde bitireli çok oldu. Benim için hala önemli ama bunun altında başka sebepler arama lütfen." Aramızdaki onca duvara rağmen ona ulaşmak için çabaladım. "Bir kez olsun, sorgusuz sualsiz bana güvenemez misin Keskin? Bir kez olsun şüphe etmeden duramaz mısın yanımda?"

 

Kalbimi ele geçiren umutla ona bakarken beni itmemesini diledim. Katran karası gözleri uzun uzun gözlerimde takılı kaldı.

 

Bir kolu belime dolanıp beni sertçe kendine doğru çektiğinde dudakları dudaklarımın üzerine kapandı ve ben cevabımı aldım.

 

Dudakları hoyratça dudaklarımı talan ettiğinde ona karşılık verdim. Ellerim havalanıp ensesine dolandığında onun bir kolu belimi sıkı sıkıya sararken bir eli yanağıma yasladı ve öpüşünü derinleştirdi. Dilini ağzımın içine ittiğinde dudaklarım onun için daha çok aralandı ve tutku dolu derin ve uzun bir öpücüğü dudaklarıma bıraktı.

 

Soluksuz öpücüğü beni ihtirasın doruklarına sürüklerken dudakları bana yaşamı vaat ediyordu. Üst dudağımı çekiştirip bıraktığında tekrar dilini ağzımın içine itti ve dilini dilime dolarken bedenimi bedenine daha çok çekti ve vücutlarımızın tek bir vücut halini almasını sağladı.

 

Dudakları dudaklarımdan ayrıldığında nefes alma ihtiyacıyla dolup taştım ama buna izin vermedi. Kısa ama belli aralıklarla dudaklarımı öptüğünde, uzun, tutku dolu bir öpücüğü daha bıraktı dudaklarıma ve geri çekildi.

 

Bu adam dengemi sarsıyordu.

 

Alınlarımız birbirine yaslıyken kesilen nefeslerimi düzene sokmaya çalıştım. Kalbim gümbür gümbür atarken göğüs kafesim hızla yükselip kalkıyordu.

 

"Yalan söyledim." Dedi karanlığa takla attıran sesiyle. Gözlerimi görmek ister gibi avuçlarını yanaklarıma yasladı ve kafamı kaldırıp ona bakmamı sağladı. "Uğuruna bütün dünya yok edilir." Kalbim kısa bir an atmayı durdurdu. "Uğuruna her şey, herkes yok edilir." Diye devam etti. "Varsın önünü arkasını düşünmeden çıktığım bu yolda sana gelmek varsa eğer, bil ki senden gelecek her şeyde başım gözüm üstüne İzgi." Elleri yüzümü okşadı. Gözlerinden yansımam vardı. "Seni bırakmıyorum. Bırakmayacağım ve artık hiç kimsenin gücü yetmez seni benden almaya." Gülümsedim. "Senin bile." Dedi net bir sesle.

 

"Ve sana güveniyorum İzgi." Diyerek beni dumura uğrattı. "Artık sana güvenmeyi ve inanmayı seçiyorum." Sesi bunu kanıtlar nitelikteydi. "Ve artık söz konusu sen olduğunda hata yapmak istemiyorum." Öylesine dikkatli baktı ki gözlerime aramızda süren sessizliğin kalbimin sesini duyacak olması düşünesi nedeniyle beni korkuttu. "Sana güveniyorum." Dedi bir kez daha. "Ve bir ömür sana inanmayı seçiyorum."

 

Ona bu kadar kısa sürede kapılıp gitmem delilikti. Solduğum denizde boğulmaktan korkuyordum.

 

Onun ise bana bu kadar kısa sürede, bir ay içinde kapılıp gitmesi olacakları bildiğimden midir bilinmez kalbimin acıyla kıvranmasına sebep oluyordu.

 

Ben ona hep yalan söyleyen, bir şeyler saklayan olacaktım ve o bana güvenmemekte, şüphe etmekte sonuna kadar haklı olsada olacaklara bir çare yoktu.

 

Amacım güvenini, inancın kazanmak ve kalbine girmekti. Sanırım bunu başarıyordum da.

 

Peki bana güvendiğini, inandığını söylemek isteyen bu adamın inancını, güvenini nasıl boşa çıkaracaktım?

 

Nasıl en başından beri şüphelerinde haklı olduğu gerçeğini onun yüzüne vuracaktım?

 

Katran karası gözlerinde benim yansımamın yer edindiği bu adama nasıl ihanet edecektim?

 

"Ben bize bir şans vermek istiyorum." Ona bakakaldım. "Ne benim senden başka yolum var ne de senin benden başka yolun var." Dedi. "O yüzden ben bize bu evliliğe bir şans vermek ve seninle bir ömür geçirmek istiyorum İzgi." Derin içli bir nefes aldı. "Bakma şöyle." Dedi kaşlarını çatarak. "Açma yeşillerini kocaman kocaman çocuk gibi."

 

Elim ayağım birbirine dolanırken ne söyleyeceğimi bilemedim. "Anlamadım?" Diyebildim en sonunda. "Ne demek istiyorsun?"

 

Yüzü git gide yaklaştığında gözleri gözlerimden ayrılmadı. "Karım ol istiyorum." Dedi kalbimin ritminin hızlanmasına sebep olan bir sesle. "Kağıt üzerinde değil gerçekten karım ol istiyorum. Benim ol, bende kal istiyorum." Dudakları dudaklarıma sürtündü. "Eğer cevap vermeyeceksen seni öpeceğim." Dediğinde ikimizde güldük. "Dudakların dudaklarıma yaslıyken odaklanmak biraz zor oluyor." Gülümsemem büyüdüğünde dudakları daha çok sürtündü dudaklarıma.

 

Konuşmadım. Kelimelere dökemedim hissettiklerimi. Onun yerine onun hep yaptığı gibi cevabını dudaklarına kapanarak verdim.

 

Mahvolacağımı bile bile onu kabul ettim.

 

Bölüm Sonu.

Loading...
0%