Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17.Bölüm

@umay_6

Gerçekten saatlerdir bu bölümü yayınlamakla uğraşıyorum sizi beklettiğim için hepinizden özür diliyorum. Normalde bu kadar çok bekletmeyecektim aksilikler oldu maalesef.

 

Sizleri seviyorum.

 

Keyifli okumalar diliyorum.

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın!!!

 

 

 

 

Hayat bize hiç beklemediğimiz bir anda bir zeytin dalı uzatırdı. Kendini en çaresiz, savunmasız, kimsesiz hissettiğin, yanlışı doğru bildiğin o anlarda sana yok gösterecek birisinin gölgesini düşerdi hayatının en derinine. Kalbinde yerin yansıması gözlerine vururdu.

 

Hiçbir şey bilmeden farkında olmadan hareket eder dururdun. Doğru bildiğin her şeyin yapılması gereken her şeyin aslında yapılmamaması gerektiğini fark ederdin zamanla.

 

Bunun farkına varmama sebep olan şey ise gözlerinin güzelliği karşısında kimi zaman zamanı yitirdiğim o katran karası gözlerde yer edinen yansımamdı. İçimde, köşesine sinen o kız çocuğunun belki de ilk kez böylesine tamamlanmış hissetmesiydi. İçimde ki o eksikliğimin doldurulmuş olmasıydı.

 

Devrimin getirildiği hastaneye beraber gelmiştik. Acil müdahaleden sonra yaklaşık üç saatlik beklemenin ardından odaya alınmıştım.

 

Hayatımın çoğunu geçirdiğim bir hastane yatağındaydı. Bana hiç yabancı gelmeyen bu odanın ona da yabancı gelmediğini biliyordum.

 

Yattığı yerde hafif doğrulmuş bir şekilde bana bakarken dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme hakimdi.

 

Ben, "Geçmiş olsun." Derken başını sallayarak onayladı.

 

Ayakta dikilirken, "Otursana." Dedi.

 

"Çok kalmayacağım." Dediğimde omuzları düştü. Derin bir nefes aldığımda, "Bundan sonra bana eşlik etmeyeceksin." Dedim. "Bu doğru değil." Alayla güldü. "Hele ki artık senin kim olduğunu bildikleri halde bu operasyonda yer alman hiç etik değil Devrim." Tırnaklarım avuçlarımı kanattı. "Bu yolda artık tek başımayım. Bu zamana kadar yardımcı olduğun her şey için teşekkür ederim ama olması gereken bu."

 

"Buna sen mi karar veriyorsun?" Diye sordu. "Kim olarak İz? Beni bu ope-"

 

"İstanbul Cumhuriyet Savcısı İzgi Kara Alacahan Olarak!" Dedim sertçe. "Bu dosyadan sorumlu ağır ceza savcısı olarak bu görevde yer almanızı artık doğru bulmuyorum Yüzbaşı." İfadem katı ve Sertti. Bu konuşmayı en başından yapmalı ve bu durumu hiç kabul etmemeliydim. "Katkılarınız için tekrardan teşekkür ediyorum." Gitmek için geriye doğru bir adım attığımda, "Tekrardan geçmiş olsun." Dedim.

 

Başını iki yana doğru salladığında, "Böyle olmaz." Dedi kabullenmek istemezcesine. "Böyle kolay bitmememeli." Kahvelerinde yer edinen keder solgun yüzüne yansıdı. "Sen bizi böyle kolay nasıl bitirebiliyorsun ben anlamıyorum mesela İz."

 

Konuşmak için dudaklarım aralanmıştı ki izin vermedi. "Bahsettiğim şey görev değil biliyorsun bunu." Dedi hiddetle. "Bahsettiğim şey yaşadıklarımız." dediğinde alayla güldüm. "Bahsettiğim şey geçmişimiz bahsettiğim şey senin beni o kadar çok severken şimdi nasıl hiç sevmiyormus gibi bakabildiğin..." diye serzenişte bulundu. Yüzünde acı dolu bir ifade hakimdi. "Nasıl hiçbir şey yaşamamışız gibi konuşabildiğin...Nasıl bitirebildiğin İz? Bana bunu açıkla! Bana bunu anlat çünkü ben anlamıyorum!"

 

"Sen beni neden terk ettin Devrim?!"

 

"Bana şöyle seslenme!" Diye bağırdığında saniyeler sonra odanın kapısı tıklatıldı.

 

"İzgi!" Dediğini duydum onun uyarırcasına.

 

"Bir şey yok." Dedim. "Konuşuyoruz sadece." Kapının arkasında ki adamın ikna olmasada sessiz kaldığını biliyordum çünkü ona, "Sadece konuşacağım. Her şeyi kökünden bitireceğim ve yanına geleceğim. Sadece beni bekle." Demiştim.

 

"Ya ben," dedim kısık bir sesle tekrar devrime dönerek. "Ya ben senin için babamı karşıma aldım. Babam evlenmemize karşı çıkmasına rağmen gittim seninle nikah günü aldım! Gelinlik baktım!"Diye sitem ettim. Kahvelerini çekmedi üzerimden. Sanki son kez konustugumuzu bilir gibi içindeki her acıya rağmen izledi beni. " ben ailemi yoksaydım senin için. Ben sana geldim herkesi yok sayarak. Ben onca soruna rağmen, senin git gellerine rağmen taktım o yüzüğü parmağıma. Giydim gelinliğimi, bir salonun nikah masasında bekledim seni." Ellerimi iki yana açarak, "Sen ne yaptın peki?!" Dedim. "Sen değil miydin görev uğuruna kendini ölü gösteren?! Ben değil miydim üzerimde gelinliğimle komutanın tarafından nikah günü şehit haberini alan?!" Diye mırıldandım. Geçmişim karşımdaydı. Bir zamanlar bakmaya doyamadığım kahveleri yine bana eskisi gibi bakıyordu ama benim yeşillerim istediği gibi bakmıyordu. Onu seven o kadın gibi bakmıyordu çünkü o kadın öleli çok olmuştu. "Yetmedi geri döndün, ben yine kabul ettim seni! Görev dedim kendi kendime. Görev İz, mecburdu. Bir daha yapmaz. Bir daha yaşatmaz bunu sana. Vatan İz." Dedim acı dolu bir sesle. "Vatan sağolsun dedim. Vatan yeterki sağolsun ama sen yine yeterki onun tarafından bin kere de olsa bu hale düş, dedim!" Diye yakardım.

 

Elleri yatağın çarşafını sıkı sıkıya kavramış, söylediklerimin ağırlığının altında kalmış gibi boynunu bükmüştü. "Sen yine ne yaptın peki Devrim?" Dedim hayal kırıklığı içinde. "Sen bir kez daha bana kendimi ne kadar değersiz, kimsesiz, eksik olduğumu benden bir kez giderek hissettirdin ve içimde ki o kız çocuğu bir kez bir kez fısladı işte bana o gün." Kahveleri titredi. Bir zamanlar benim karşısında titrediğim gibi. Açıdan kendimi kaybettiğim gibi. "Annenin olmadığı, seni terk ettiği bu dünyada bir adamdan mı umut ettin eksikliğini gidersin diye, dedi bana. Ailenin gideremediği eksikliği sana hiç kıymet vermeyen o adamdan mı umdun, dedi. Ben işte o gün anladım. O gün seni kendi içimde her şeyinle, her şeyimle bitirdim." Derin bir nefes aldım. Rahat, göğüsümdeki darlığı ferahlatan bir nefes. Bakışları parmağımda ki yüzükte takılı kaldı. Kaskatı kesildi. Çekemedi bakışlarını oradan. O an, sol gözünden firar eden ve çenesine doğru yol çizen göz yaşını gördüm profilinden. "Bitti Devrim." Dedim kabullensin diye bir kez daha. Anlasın istedim ve son kez konuştum onunla.

 

"Bitemez İz." Dedi başını iki yana sallayarak. Gözlerini kapatıp açtı sanki yanlış gördüğünü sanmak istercesine. "Bitemez. İkimizde biliyoruz bunu. Bir ömür gelip geçse biz birbirimizden geçemeyiz."

 

"Bende bitti." Dedim buz gibi bir sesle. "Ben bizi bitirdim. Ben bizden geçeli çok oldu Devrim. Artık geçmişten gelen bir yabancıdan farkın yok benim için."

 

"Bende bitmedi hiçbir şey," Kolundaki serumu çekip çıkartırken ayaklarını yataktan sarkıttı ve ayağa kalktığında canının acısından acıyla inledi ve yüzü buruştu. Bu hali karşısında üzülmeden edemezken keşke iki medeni insan gibi ayrılsak diye ümit ettim. Keşke bende bitseydim onda da böylesine çabalamasaydı imkansız bir şey için. "Ben bitiremedim. Bitiremiyorum. Ben geçmedim bizden. Bu yetmez mi yeniden birlikte olmaya?" Dedi umutla. Elini bana doğru uzattı tutmam için. "Benim sevgim ikimize de yetmez mi İz?"

 

Senin sevgin bize hiçbir zaman yetmez diyemedim. Benim sana olan sevgim olmasaydı o birliktelik yıllarca sürmezdi diyemedim.

 

Sadece, "Yetmez." Demekle yetindim ve umudunu kırdım. Hevesle uzattığı eli yanına doğru düşmesine şahit oldum ve kahvelerine yerleşen derin acı cansız hale bürünmesine sebep oldu bakışlarının. Sanki benim ona dönmeyeceğimi anlamış gibi geri çekildi. Bir oğlan çocuğu gibi, eskiden tanıdığım o oğlan çocuğu gibi istenmemeyen olmanın bir kez daha onun sırtına binerken, benimse boğazıma koca bir yumru gibi oturdu.

 

"Dilerim seni çok seven birisi çıkar karşına." Odanın kapısı açıldı ve İdil göründü girişte. Buz mavisi gözleri ikimiz arasında gidip geldiğinde yutkundu. Bakışlarım yeniden Devrime döndü. Elim dostça omzuna yaşlandığında dişlerini birbirine bastırdı. "Dilerim," dedim fısıltıyla. "İçinde ki o çocuğu benim gibi kabullenen, benim gibi seven ve ne olursa olsun hayatında ona yer verem birisini çıkartır rabbim karşına."

 

Acı acı gülümsediğinde, "Seni gerçekten kaybettim değil mi?" Diye sordu. Sessiz kaldım. Bu onun için yeterli bir cevaptı. "En azından," dedi serçe parmağını havaya kaldırarak ve titreyen elleri girdi odağıma. "Hala o çocuğun arkadaşı olduğunu ve ona küsmediğini söyle bana." Sesinde hala böyle olmasına dair, en azından babası tarafından hiç sevilmemiş, hor görülmüş, aşağılanmış ve hayatı boyunca hiç arkadaşı olmayan o çocuğun hala arkadaşı olduğumu bilmek istiyor gibi yalvarırcasına bana bakıyordu. Odanın kapısının git gide açıldığını hissederken, serçe parmağım serçe parmağını kavradı ve ona gülümsediğimde sol gözünden akan bir damla yaşa sağ gözünden akan bir diğer yaş eşlik etti ve minnetle gülümsediğinde beni bir anda kollarının arasına çekti.

 

Bu yaptığı karşısında kaskatı kesilirken elleri sırtımı buldu ama benim ellerim iki yanımda asılı kalırken Seval teyzenin yalvaran bakışlarına rağmen ona ümit vermemek açısından hem de Keskine karşı yapılacak bir saygısızlık açısından ona sarılmadım. Sarılmak istemedim. Onun da daha fazla bana sarılmasına izin vermeden geriye doğru çekildiğimde, "Kendine iyi bak." Dedim. "Seval teyzeyi de üzme. Diyarbakır'a döndüğünde de çocuklara selam söyle."

 

Onu operasyondan almaya yetkim yoktu. Sadece biraz ortalarda gözükmememesi gerekiyordu o kadar.

 

"Sende kendine iyi bak, çocuklara da iletirim selamını." Dediğinde ona arkamı döndüm ve kapıda beni bekleyen adama doğru yürüdüm. Bakışları Devrimdeyken ne düşündüğünü anlayamıyordum. Elim eline sarıldığında ilk kez onun elini ben tutum ve bakışları anında beni bulduğunda gülümsedim. "Gidelim mi artık?" Dedim başımı kaldırıp ona bakarken.

 

"Gidelim." Dedi tok ve kalın sesiyle. Kapıdan çıkarken üzerimden bir yük kalkmış ve rahatlamış hissediyordum.

 

Hastane koridorunda el ele ilerlerken daha sıkı tuttum elini ve aynı şekilde karşılık aldığımda önümüzde, arkamızda, sağımızda ve solumuzda korumalar belirdi.

 

"Şimdi nereye gideceğiz" diye sordum ona doğru dönerken yan profili görüş açımdaydı ve keskin yüz hatları nefes kesiciydi. Katran karası gözleri ağır ağır beni bulduğunda birlikte hastaneden çıktık ve yüzüme vuran rüzgâr saçlarım uçuşturdu.

 

"Sen nereye istersen." dediğinde nabzı hızlandı. " Bugün rotamızı sen belirle çünkü İzgi," dediğinde gözlerini gözlerimin en derinine dikti. "Bugün benim Pusulam sensin." Soluğum kesildi.

 

Gün geçtikçe ona olan ön yargılarım yıkılıyor içimde ki o vahşi tarafı susturuyordum. Farkında olmasam bile ona, varlığına alışıyordum.

 

Ve kalbimden gelen bir ses mantığımı devre dışı bırakıyor ona ihanet etmemem gerektiğini bas bas haykırıyordu.

 

Bir gün kalbimi susturup mantığımla hareket etmekten korkuyordum.

 

Ve artık ona ihanet etmek istemiyordum.

 

...

 

Hastaneden çıktıktan sonra malikaneye geri dönmüştük. Bugün yaşadıklarımızdan mıdır bilinmez istemsizce yanındayken çekince duyuyordum. Gözlerine her baktığımda beni öptüğü anlar ve onu öptüğüm an arasında gidip geliyordum ve dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm yer edinirken kendimi buluyor ve içimde derin bir çatışma başlıyordu.

 

"Evde kimse yok." Dedi salona doğru ilerlerken peşinden ilerliyordum. "Herkes bir yer dağılmış ne yapalım dersin?" Bana doğru döndüğünde adımlarım durdu ve ona baktım.

 

"Bilmem," dedim dudak bükerek. "Benim aklıma pek bir şey gelmiyor. Ne yapabiliriz ki evde kimse yokken?" Dedim düşünmeden edemezken.

 

"Birçok şey yapabiliriz aslında," dediğinde kaşlarım çatıldı. Dudaklarında munzur bir gülümseme hakimdi. "İki evli çiftin, henüz yeni evli çiftlerin yaptığı, yapabileceği bir çok şeyi yapabiliriz..." anladığım şeyle gözlerim kocaman açıldı. Ban doğru bir adım attığında yutkundum.

 

"Yaa," dedim yapmacık bir sesle. "Öyle mi?" Dibime girerken sıcak nefesi yüzüme vurdu.

 

"Hı hım." Dedi kısık gözlerle beni süzerken. "Öyle. Göstermemi ister misin? Bayılacağına eminim ve zevk alacağına."

 

"Ben yemek yapmaya bayılırım"dedim bir anda. Bana ne alaka dercesine baktı "Çok da güzel yaparım zaten ben en iyisi sana yemek yapayım sonra da bahçede oturur sohbet eder gider uslu uslu uyuruz hem evde de kimse yokmuş vakit geçiririz beraber."dedim hızla.

 

"Uslu uslu." dedi kaşlarını kaldırarak. Gülümsedi. Onun için keyif dolu benim içinse tehlikeli bir gülümsemeydi. "Genelde yalnız kaldığımda yaramaz birisi olmak tercihlerim arasındadır." dedi. Bakışlarım kısıldı. "Yani yaramaz birisiyimdir." Bir kolu belime dolandı . "Yaramazlık yapmaya da bayılırım ama Uraz'ın da dediği gibi;" diyerek kulağıma yaklaştı ve sıcak nefesi kulağıma çarptı. "Ayıp şeyler her zaman önceliğimdir."dediğinde tüylerim diken diken oldu

 

Gözlerim kocaman açıldı.

 

"Oldu o zaman."dedim elinin altından kaçarken "Ben gideyim de geç olmadan yemekleri yapmaya başlayayım."dedikten hemen sonra koşarak, hatta uçarak mutfağa kaçtım

 

Nefes nefese kalırken, "Ay yemin ederim bu adamın benim kalbimle ne alıp veremediği var anlamıyorum!" Dedim kendi kendime sitem ederken dolaptan malzemeleri çıkardım. Hayır yemek yapayım demiştim de ne yemek yapacaktım onu da bilmiyordum ki. Aklıma da bir şey gelmiyordu.

 

" Ne yapacağına karar verdin mi?" bakışlarım omzumun üzerinden mutfak kapısının pervazına yaslanmış olan üzerinde siyah bütün vücudunu saran ve kaslarını ortaya çıkaran heybetini belli eden bir tişört yine siyah bir pantolonla hafif dağınık saçlarıyla kollarını göğsünde birleştirmiş zaten bana bakan adama baktım.

 

"Seçenekler arasında şu anda hiçbir şey yok." dedim omuzlarımı düşürüp dudak bükerek. Gülümsedi. Yaslandığı yerden doğrulğunda adımlarını bana doğru attı. "Sanırım aç kaldın." Dediğimde gülümsemesi büyüdü.

 

"Fettucini Alfredo'ya ne dersin?" diye sordu yanımda bittiğinde. " ilk kez İtalya'da denemiştim ne zaman yolum düşse yemeden dönmem seni de seveceğine eminim."

 

"O ne be öyle?" dedim yüzüme buruşturarak. "Adında bile meymenet yok. Bizim mutfağımızın suyu mu çıktı?" Dedim sitemle.

 

"Yavrum, tereyağlı, kremalı, tavuklu makarna işte." dedi neyi dert ettiğimi anlamak istercesine ve göz kırptı.

 

"Iyyy!" Dedim tiksinircesine. "Tereyağlı makarna hayatta yemem ben! Bir keresinde denemiştim yine öyle değişik bir şey midem kendine gelemedi." Beni dinlerken yüzünde yer edinen gülümseme dikkatimi dağıtıyordu. "Kokusuna bile gelemiyorum tereyağlı makarnanın o yüzden beni hastaneye bu seferde midemi yıkatmak için götürmek istemiyorsan bence hiç deneme derim."

 

"Abartma abartma." Dedi tezgaha dönerken. "Yanına da lazanya ya da biftek yaparız." Diye devam ettiğinde heyecanla ona baktım.

 

"Ay biftek yapalım ne olursun!" Şaşkınlıkla bana baktı. Ani ruh hallerim onu şaşırtıyordu. "Lazanya da olur ama biftek yapalım! Biftek çekti canım! Et istiyorum!"

 

"Olur, yaparız." Demekle yetindi sadece.

 

Ellerim çocuk gibi çırpıp neşeyle gülümsedim.

"Hadi o zaman başlayalım!" o tekrar tezgaha dönerken ben de makarna için malzemeleri çıkarmış ve o doğrama gereken şeyleri bana verdikten sonra pişirme ve yapma kısmı ona kalmıştı. Ufak bir kaçamak yapmış ve koşarak odaya çıkmış üzerimdeki rahatsız elbiseden kurtulmuş kot şort ve buz mavisi bir gömlek giyip saçlarımı sık bir at kuyruğu yapıp perçemlerimin yüzümü çerçevelemesine izin vermiş ya aşağı inip bahçeye sofrayı kurmaya başlamıştım.

 

Keskin, içeride yemeklerle uğraşırken Sergen'in görüntüsü bahçede belirdi ve beni fark etmesiyle duraksadı. O olaydan sonra hiç konuşmamıştık. Sergen zaten beni gördüğü her yerde kaçıp duruyordu.

 

"Sergen?" dedim ona seslenerek öylece durmasına karşılık. "Gelsene, ben de senin için masaya bir tabak daha koyayım." onu bana güvenmediğin için suçlayamazdım. Evet evet kırılmıştım belki ama o da yeni tanıdı birine güvenmemekte haklıydı. hele ki bütün oklar beni gösteriyorken.

 

"Sağ ol yenge." dedi mahçup bir sesle. " Ama ben rahatsızlık vermeyeyim, size afiyet olsun."

 

Gitmek için hareketlenmişti ki "Sergen dur!" dedim hızla "Ne rahatsızlığı Allah aşkına olur mu öyle şey?" dedim yanına doğru hızlı giderken kolundan yakaladım gitmesin diye "Sen kendine eğer hala o gün için suçlu hissediyorsan hissetme sakın." dediğimde bakışlarını yerleşen mahçupluğu gördüm. " Ben seni nasıl biri olduğunu kısa sürede olsa da anladım. Senin o niyetle bana yaklaşmayacağını biliyorum zaten pişman olduğunu da görüyorum seni bu konuda suçlamıyorum. Sen de lütfen kendini bu konuda suçlu hissetme."

 

"Dile getirmese de seni kırdım İz." Dedi sıkıntıyla. "Bir özür bile dilemedim kaçtım senden." dedi bakışlarını kaçırarak. "Abim en azından hatasını farkında olduğu halde sana ulaşmak için çabaladı ama ben ondan bile kaçtım."

 

"Sorun değil Sergen." dedim omzunu sıvazlayarak. "Gerçekten benim için hiç sorun değil. Ben ne kadar pişman ve üzgün olduğunu görüyorum. Dile getirmese sen de anlayabiliyorum bunu, o yüzden sen de fazla takma kafana"

 

"Geçte olsa olsa özür dilerim."dedi pişmanlıkla gülümsedim. "Gerçekten özür dilerim İz. Ama muameleyi hak etmedin.

 

Gülümsemen büyüdüğünde kanına girdim ve onu masaya doğru çekiştirirken, "Gel hadi." dedim. "Kayınbiraderimle şöyle güzel bir yemek yiyeyim"

 

Yüzüne vuruş duyduğunda kahkaha attım. "Rica ediyorum bana o şekilde seslenme."

 

"Niye?"dedim. masaya geçerken yerime oturdum. "Sen bana yenge demesini biliyorsun ama?"

 

"Yenge klas bir kere," dedi "Havalı, sende de güzel duruyor. Hem ben zaten sadece abimin karısına yenge derim, başkasına demem." Dedi burnunu havaya dikerek.

 

"Benden başkasına yenge deme zaten Sergen," yüzümde şirin bir gülümsemeyle dişlerimin arasından konuştum. "Başkasına yenge diyen dillerini koparırım senin." Gözleri şaşkınlıkla büyüdüğünde Keskin elinde tabaklarla bahçeye geldi.

 

"Ne o?" Dedi tabakları masaya bırakırken göz kırptı. "Yardım etmekten vaz mı geçtin? Hoş pek bir şey yaptığın da yoktu ya. Hemen kaçtın." Dedi bifteği önüme bırakırken.

 

"Yaa!" Diye cırladım. "O ne demek ya?! Yardım ettim ya o kadar nankör herif!" Oturduğum yerde Sergen'e doğru döndüm. "Senin bu abin varya hiç benim kıymetimi bilmiyor. Benim gibi bir karısı var öpüp başına koyacağı yerde anaca söylenip duruyor böyle." Dedim. "Bıdı bıdı bıdı." Bir el çenemi kavrayıp ona doğru dönememi sağlarken yanağıma sert bir öpücük bıraktı ve geri çekildi.

 

"Ama yani olmaz ki böyle..." diye mırıldandım kendi kendime. "Hayır bu adamın gerçekten benim kalbimle zoru var ben artık emin oldum." Dedim. "Yoksa olur olmadık yerlerde bir anda yaptığı şeyler hiç hoş değil." Dedim. kınarcasına ona baktım. "Cık cık cık." Sergen bana gülerken Keskinde ona eşlik etmiş tekrar içeriye girmiş ve Sergen için bir tabak ve kadeh getirmiş ve tekrar masaya dönmüştü. Bugün biraz dağıtsam fena olmazdı. Ama sarhoş halimede pek güvenmiyordum. Kendi kendime neyse diyerek kırmızı şarabı dudaklarıma yaklaştırdım ve ve boğazımda bıraktığı yakıcı tadı rahatlıkla yuttum.

 

Çatalıma batırdığım biftekten bir ısırık alırken et, lokum gibi yumuşadı ve ağzımda dağıldı. "Mmm." Dedim beğendiğimi belli edercesine. Keskinin kaşları çatıldı. Dilimi dudaklarımın üzerinde gezinirken bakışları kısa bir an dudaklarıma düştü. "Nefis olmuş." Dedim. "Ellerine sağlık."

 

"Afiyet olsun." Dedi.

 

"Hamarat koca da buldun kendine." Dedi Sergen omzuma vurarak. "Daha ne istiyorsun? Abim seni almış ya!" Dedi.

 

"Aman," dedim. "Çokta meraklıydık abine." Kaşları havalandığında güler gibi oldu. "Ne?" Dedim. "İkimizde çok meraklı değildik birbirimize."

 

"He şu an meraklısın yani?" Dedi Sergen.

 

"Ne alakası var?" Diye mırıldandım. "Ben onu mu kast ettim?"

 

"Neyi kast ettin?"

 

"Ay şiştim yemin ediyorum!" Diye cırladım. "Vallahi doydum ya!" İkisi de sitemime kısa bir süre güldüklerinde yemeklerine geri döndüler.

 

"Olivia kim?" diye sordum bir anda. Sergen'in gözleri eliyle açılırken Keskin bir anda neden bunu sordugumu sorguluyor gibi bakıyordu. "Onu daha önce hiç mecliste görmemiştim."

 

"Olivia iki yıldır mecliste." Dedi Keskin. " sen meclise yıllardır uğramadığın için veya uğramak istemediğinden haberin olmaması çok normal. Görsen bile dikkatini çekmemiştir. Şimdi neden bir anda bu sorgu sual?" Diye sordu.

 

Masada öne doğru eğildiğimde yeşiller karalarının en derine diktim. "Kocama asılan, göz koyan kadınların kim olduklarını bilmek, merak etmek ve gerek zihnimin içinde gerekse gerçek hayatta düşmediklerini icraata geçirmek gibi güzel huylarım vardır." Tatlı tatlı gülümsedim. "Bir nevi hobi gibi düşün."

 

"Ne gibi huylar?" Diye sordu merakla. Gözlerinde sözlerimden dolayı kaynaklanan bariz bir keyif hakimdi.

 

"Bana bazen geliyorlar sağdan soldan." dedim ciddileşerek. "Ondan diyorum elimden bir kaza çıkarsa duracağın yeri bil."

 

"Duracağım yer yeterince belli değil mi ?"

 

"O konuda sana pek güven olmuyor maalesef."dedim imayla. Kaşları çatıldı.

 

"Yani diyor ki abi,ayağını denk al!" dedi sergen aramıza girerek. "Yanında dişisine görürsem toprak ederim seni diyor!" gülüşüm sesli bir hal alırken yüzümü örten perçemimi kulağımın arkasına sıkıştırdım.

 

"Ha bu arada," dedim nicedir ertelediğim, görmezden geldiğim konuyu gün yüzüne çıkararak. "Tehdit ediliyorum." dediğim an Keskinin bıçak gibi bakışları bana saplı kalmışken, Sergen'in ictigi şarap boğazında kaldı.

 

"Anlamadım?" Dedi Sandalyesinde dikleşerek, öne doğru eğildi ve kollarını masaya yasladığında dikkatle bana baktı.

 

"Bas bayağı tehdit ediliyorum işte." Dedim umursamazca. "Ne olursa olsun bana söyle demedin mi? Söylüyorum işte."

 

Katran karası bakışlarına yerleşen gazap dolu ifade gerilmeme sebep oldu. Boynunu hafifçe yana yatırdığında kirpikleri kısıldı ve burnundan sert bir nefes verdi, "Kim?" Diye sordu korkutucu bir sesle.

 

"Rasim Kürek." Dedim düz bir sesle. "Oğlunu hapisten çıkaramazsam başıma onun nezdinde uyarıda bulunuyor."

 

"Meclisten," dedi kelimelerin üzerine basa basa. "Rasim." Dediğinde onu onayladım. Bu adamdan sıkılmıştım ve bence artık yaşamasına da gerek yoktu. Pisliğin tekiydi.

 

Ben belki kimseyi öldürmüyordum ama kocam bunu benim için seve seve yapardı ve bundan pişmanlık duymazdı.

 

Sandalyesinden ayaklandığında bir hayli sakin gözüküyordu.

 

"Nereye?" Diye sordu.

 

"Üşümüşsündür."dedi. Üşümemiştim. Yanıma geldi ve başımın üstüne kısa bir öpücük bıraktı. Parmakları belli belirsiz saçlarımın ucunda gezindiğinde Sergenle arlarında sözsüz bir bakışma geçti. "Hava esiyor. Şal alacağım senin için gelirim birazdan." dedikten sonra arkasını döndü ama eve girmek yerine adımlarını ön bahçeye doğru attı.

 

"Onu yaşatmaz." Dedi Sergen sıkıntılı bir sesle. Daha sonra bakışları beni buldu ve şaşkınlıkla bana baktı. "Ama sen zaten onun ölmesini istiyorsun öyle değil mi?" Dediğinde dudaklarımdaki gülümsemem büyüdü ve şarabımdan keyif dolu bir yudum aldı.

 

...

 

Keskin masadan ayrıldığından beri dönmek bilmemmemişti ve gideli yaklaşık 15 dakika oluyordu. Bu süreçte masayı toplamış ve çardaktaki büyük Salıncağa oturmuştum. Sergen arkadaşı aradığı için çıkmıştı ve şu anda evde tektim. gözlerim ormandayken kapanıp duruyordu. Uykum vardı ama içeriye gitmeye üşeniyordum.

 

Arkamda birinin varlığını hissettiğimde omuzlarına bırakılan Şalala irkilmeden edemedim. Denizin dingin kokusu genzime dolduğunda yanımda yer alan heybetli adama uykulu gözlerle baktım.

 

"Neredeydin?" Diye sordum kısık bir sesle.

"Sen gelene kadar üşüdüm."

 

"İçeri neden girmedin?" Diye sordu çarık kaşlarıyla. "Gözlerinden uyku akıyor. Hala neden buradasın İzgi?"

 

"Seni bekledim." Dediğimde buz sıcağı gözleri çatırdadı ve bakışları yumuşadı. "Geleceğim dedin ya hani ondan. Şal getireceğim dedin bir de ondan almadım üstüme bir şey. Hem kalkıp eve girmeye de üşendim zaten. Burada bile uyuyabilirim şu anda."

 

Yüzünde içimi sıcacık eden bir gülümseme yer edindi. Gözlerimi yeniden yeniden ormanın güzel manzarasını buldu.

 

Derin bir iç çekerken, "Dedem hep, yanmaktan korkma derdi. Yandıkça yakacak, yaktıkça yanacaksın derdi." Dedim dalgın bir sesle. Bir anda aklıma düşmüştü ve söylemek istemiştim sebepsizce.

 

"İnsan yanacağını önceden hisseder kızım derdi."

 

Aramızda uzun süren bir sessizlik belirdi dönüp ona bakmadım ama bakışlarını sırtımda hissettim.

 

"Deden haklıymış."dedi çok bir sesle bir anda. Bakışlarım omuzumun üzerinden karalarına tutundu ve esen rüzgar kokusunu daha çok solumama sebep oldu. "Bende yanacağımı bile bile kabul ettim ya seni." Dediğinde nabzım hızlandı. Kalbim göğüs kafesimi parçalamak istercesine bir tekme savurdu kaburgalarıma. Acı ama tatlı bir sızı midemde peydah oldu. Yutkunamadım.

 

"Nasıl yani?" Dedim safça.

 

"Seninle gerçekten sadece meclisin düzenlediği davetlerde, zorunlu toplantılar da ya da mecliste mi karşılaştığımı sanıyorsun?" Dedi bir anda.

 

"Seni ilk gördüğüm zaman bir toplantı odasındaydın," dedim hatırladıklarımla. "O masanın başındaydın. Yeni liderin kutlamasının yapıldığı o gün senin kim olduğunu öğrendiğim gündü ve heniz yirmi yaşında ikinci sınıf bir hukuk öğrencisiydim." Dedim kendimden emin bir sesle.

 

"Yanlış,"dedi karanlığa yuva edinmiş sesiyle. "Beni ilk gördüğün an o an değildi İzgi."dediğinde kaşlarım çatıldı. "Biz seninle daha önce meclisin dışında, her şeyin herkesin dışında tanıştık." bakışları dalgalandı "Ama sen unuttun." dediğinde zihnimde eksik parçalar vardı oturtamıyordum

 

"Nerede?"diye sordum "Ne zaman? Nasıl oldu? Nasıl unuturum? Hatırlamıyorum ki hiç! Hem böyle bir şey olsaydı asla unutmazdım!"

 

"Ama unuttun." dedi sıkıntılı bir sesle. "Ve sana daha önce nasıl tanıştığımız anlatmayacağım çünkü hatırlamanı istiyorum." Katran karası gözlerini çerçeveleyen kirpikleri kasıldığında bana anlamlandırmadığım bir şekilde baktı. "Beni, o günü,nasıl olduğunu hatırlamanı istiyorum." dediğinde bana bu konu hakkında bir şey anlatmayacağına emin oldum.

 

İyi de böyle bir şeyi nasıl mümkün olurdu?

 

Olmuşsa da ben nasıl unuturdum? Nasıl hatırlamazdım?

 

Her şey iyice boka sarıyordu. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.

 

Bölüm sonu.

 

Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfen!

 

Sizleri seviyorum!

Loading...
0%