Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18.Bölüm

@umay_6

ÖNCELİKLE KEYİFLİ OKUMALAR DİLİYORUM VE OY VE YORUMLARINIZI SABIRSIZLIKLA BEKLİYORUM.

 

ÖZELLİKLE DE YORUMLARINIZI ÇÜNKÜ OKUMAK DELİCESİNE KEYFİ VERİYOR!

 

 

 

 

 

Saatler önce mis gibi evimdeyken şimdi resmen cehennemdeydim. Şebnemin ısrarıyla eve gelmiştim ama gelmez olaydım. Maşallah bütün sülale buradaydı. Karadenizden gelmeyen kimse yoktu ve bu gelişin sebebi abimin Esra'yla olan düğünlerinin yaklaşmasından ötürüydü. Meclis Liderlerinden birinin kızı ve oğlu arasında yapılacak evlilik cemiyette ki en büyük konuydu şu anda. Düğüne bir hafta vardı ama ben ne abimle ne Esra'yla konuşmuştum. Düğün tarihinin bu kadar yaklaştığından bile haberim yoktu.

 

Keskini sabah görememiştim. Sabah erkenden çıkmıştı. Sanırım Meclise gitmişti. Bir ara ona da uğramayı düşünüyordum.

 

"Şebnem," dedi babaannem koltuğunda kurula kurula. Nefret dolu gözleri sürekli benim üzerimde gidip geliyordu. "Ha bunun ne uşu vardur burada? Kim çağurdu oni?" Dedi rahatsızca.

 

"Evime gelmek için kimseden izin alacak halim yok babaanne." Dedim buz gibi bir sesle. "Misafir geldin, misafirliğini bil. Sana mı düştü benim burada ne işim olduğu?" Nagihan Kara. Cemiyetin saygın kadınlardı. Karadeniz'de kendi imparatorluğunu kurmuştu. Onun haberi olmadan orada kuş dahi uçmazdı. Kendimi bildim bileli babaannemle anlaşamazdım. Hatta baba tarafından kimseyle anlaşamazdım. Ne onlar beni severlerdi ne de ben onları. Bir insan bana nasıl gelirse öyleydim. Hepsine karşı saygımı ve sevgimi yitireli çok oldu.

 

"Terbiyesizlik etme İz!" Dedi Canan halam kaşlarını çatarak. "Karşında büyüğün var!"

 

"Onunda karşısında benim kızım var Canan!" Dedi Şebnem öfkeyle yükselerek. Mavileri bıçak gibi halama saplandı. Ondan nefret ediyordu. "İz nerede nasıl konuşacağını gayet iyi bilir. Kimsenin de ne konuştuğu üzerine vazife değil." Dediğinde halam cevap vermek işin dudaklarını aralamıştı ki araya Gülsüm halam girdi. Kahveleri hinlik, hasetlik ve fesatlıkla doluydu.

 

"Başında ana olmayınca böyle oluyor işte anne," dediğinde kan beynime sıçradı. "Arsızlık desen var, terbiyesilik desen var, ahlaksızlık desen var. Abim zaten hangi birine yetişsin? Ee Aliye de göçüp gittiğinde bu Şebnem karısı mı verecekti kendisinde olmayan terbiyeyi?" Alayla güldü.

 

Oturduğum yerden fırladığımda, Egemen sıkı sıkıya tuttu beni. "Seni gebertirim!" Diye bağırdım üzerine doğru atıldığımda geriye doğru kaçtı. "Sen kimsin?! Sen kim oluyorsun da benim annemin adını o leş ağzına alıyorsun?! Senin ne haddine benimle böyle konuşmak?!" Diye bağırdım avaz avaz.

 

"IZ!" Dedi babaannem de benim gibi bağırarak. Bastonundan tutarak ayaklandığında Egemenin bana duvar olduğu kısımdan baktı bana. "Kendune gelesun! Haddunu bilesun, alamayayım ayağımın altına!"

 

"Asıl siz haddinizi bileceksiniz!" Diye bağırdım yüzüne doğru. Öfkesi git gide arttı. "Yoksa ben hepinize tek tek haddinizi de bildirilirim yerinizi de! Senin kızının ne haddine benimle böyle konuşmak! Siz kendinizi ne sanıyorsunuz ya?! Dağdan geldiniz bağdakini mi kovuyorsunuz hayırdır?!"

 

Babaannemin eli bana tokat atmak için havalandığında yüzüme inecek olan o tokat havada asılı kaldı. Bakışlarım heybetiyle önümü kapatan abimi bulduğunda ne zaman geldiğini sorguladım kendi içimde. Sinir dolu nefeslerim odayı doldururken abim babaannemin bileğini havada yakaladı.

 

"Sen o elin kime kalktığının farkında değilsin herhalde babaanne?!" Dedi abim tehlikeli bir sesle. Öfkesi herkese yansıdığında halamlar dahil salonda ki herkes bir adım geriye çekildi. "Sen benim canıma kalkan o elin hesabını ver önce?!" Dedi. Babaannemin bileğini bıraktığında babaannem geriye doğru sendelendi. Kahveleri halamları buldu. "Ya siz!" Dediğinde ikisi de bakışlarını önüne düşürdü. Bana gelince aslan kesiliyorlardı ama abimi karşılarından buldukları her an korkuyla yerlerine siniyorlardı. "Sen kendini ne zannediyorsun da benim kardeşime, babamın biriciğine, bu evin kızına, hanımına saygısızlık edeceğini sanıyorsun hala?! Siz kim oluyorsunuz lan?!" Diye bağırdı. "Siz kimsiniz de evine gelen kardeşime neden geldi diye hesap soruyorsunuz?!"

 

"Oğlum." Dedi babaannem. "Sen yanlış anladın." Bakışları beni buldu. "Değil mi ız?" Dedi.

 

"Ben ne gördüğümü gayet iyi biliyorum babaanne de," dedi abim bakışlarını herkesin üzerinde tek tek gezdirerek. Egemen hala beni sıkı sıkıya tutarken, Şebnem sakinleştirmek için kolumu sıvazlıyordu. "Siz bence ne yaptığınızı da ne söylediğinizi de bilmiyorsunuz." Dedi sertçe. "Kendinize çeki düzen verin. Bir daha, İze karşı yapılacak tek bir yanlışınızı görürsem, duyarsam gözününüzün yaşına bakmam! Hepiniz kendinizi kapının önünde bulursunuz!"

 

Abim bana doğru döndüğünde Egemenin üzerimde ki kolları gevşedi. Her daim her zaman beni herkesten korurdu. Kötü tek bir şeyin bana ulaşmasına izin vermezdi. En olmadık zamanlarda bile gölgesi her zaman üzerimdeydi. Abim benim için zamanında canda almıştı ama yeri gelir canını da verirdi.

 

Adımlarını bana doğru attığında, "Güzelim?" Dedi. Sıcak avuçları yanaklarımı bulduğunda kahveleri yeşillerimle birleşti. Gözlerinde yer edinen endişe benim içindi. Kalbimde annesizliğin acısı, eksikliği bir kez daha belli etti kendini. Gözlerimin dolmasını engellemek adına yanaklarımın içini ısırdım. "İyi misin? Bir şeyin yok değil mi?" dediğinde buruk bir şekilde gülümsedim. Beni kollarının arasına çektiğinde dudaklarını saçlarımın üzerinde hissettim. Yüzüm göğüsüne yaslıyken nefret ve tiksinti dolu bakışları gördüm. "Evine, tekrar hoş geldin." Sıkı sıkı sarıp sarmaladı beni. Kırgınılığımı bir yana bırakarak içimde ki eksikliği gidermek amacıyla bende sarıldım ona. Ellerim sırtını bulduğunda parmaklarım ceketini çekiştirdi.

 

Abisinin küçük İzi gibi yine ona sığındım. O beni saklasın istedim her şeyden. Korusun kollasın, güvenli kollarının altına alsın istedim ve öyle de oldu.

 

Abim işini gücünü bıraktı ve benim için evde kaldı.

 

...

 

Saatler geçmek bilmezken Asya'yla bahçede, kalabalıktan uzak bir şekilde, dalgın halimle oyun oynuyordum. Herkes içeride düğün için konuşuyor, hazırlıklarla uğraşıyordu.

 

"Abla?" Simayın sesi kulaklarıma sızdığında bakışlarım ağır bir yavaşlıkla onu buldu. Yüzünde sıcak bir gülümseme vardı. "Esra abla geldi. Bir hoş geldin de istersen. Sonra yine içeri geçersin." Çekingen hali gözümden kaçmadı. İçeride olan tartışmada o da vardı ve yaşananlardan sonra köşeme çekilmem onu meraklandırıyordu.

 

Çimlerden ayaklandığımda üzerimde ki tozları silkeledim. Üzerimde krem rengi, yüksek bel uzun bir etek vardı. Sağ bacağında derin bir yırtmacı hakimken yine yırtmacın olduğu kısımda hafif bir püskül bulunuyordu. Straplez, göğüs kısmı kalp şeklinde, kot bir korse vardı üzerimde. Ayağımda yine krem rengi topuklularım varken kıyafetime uygun bir çanta almış ve küpe takmıştım. Saçlarıma taktığım beyaz taç yüzümü ortaya çıkarmıştı. Siyah saçlarım belime doğru maşayla şekillendirdiğim gür dalgalar halinde dökülüyordu ve perçemlerim yine yüzümü çerçevelerken sade bir makyaj yapmıştım. Dudaklarımda gül kurusu bir ruj varken, makyajımı da genel olarak bu tonlarda kullanmıştım. Kirpiklerimi bolca rimelle taçlandırırken yeşil, büyük gözlerimi daha çok ortaya çıkarmıştım. Beyaz tenim ay gibi parıldıyordu.

 

 

 

 

 

(Temsili düşünebilirsiniz.)

 

 

"Yine her zamanki gibi çok güzel olmuşsun." Dedi koluma girdiğinde. "Krem ve kot çok yakışıyor ama bir bordo etmiyor tabi." Dedi gülerek. Gülümsedim. Simay bir anda durduğunda bende durmak zorunda kaldım. Karşımda dururken boğazını temizledi. "Abla," dedi mavilerini iri iri açarak. Bana korkuyla baktı. "Seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?" Dediğinde içimde yer edinen huzursuzluk dağıldı. "Tamam babaannemlerle anlaşamıyorsun, hatta kimseyle anlaşamıyorsun." Dediğinde kıkırdadım. "Ama ben seni çok seviyorum bunu sakın unutma olur mu?" Dedi. "Bende, Egemende, annemde, abimde. Hepimiz seni çok seviyoruz bunu sakın unutma olur mu? Kiminle her ne yaşarsan yaşa, ne yaparsan yap sen benim ablamsın. Ve hiç kimsenin benim ablamı böylesine üzmeye, kırmaya hakkı yok. O yüzden her zaman yanında olduğumu ve seni ne kadar çok sevdiğimi bil istedim." Sözleri içimi sıcacık ederken ona sarıldım. Benden kısa olduğu için kollarımın arasına girerken sıkı sıkı sarıldım ona. Aynı şekilde de karşılık aldım.

 

"Biliyorum," dedim. "Biliyorum ve senin de bilmeni istiyorum ki ben seni, sizi canımdan çok seviyorum Simay." Dediğimde daha sıkı sarıldı gövdeme. İçimi sıkıştıran derin bir nefes aldım.

 

"Kıskanıyorum ama artık." Egemenin sitem dolu sesiyle gülerek geriye çekildik. Somurta somurta bize doğru gelirken kollarımı açtım ona da. "Hep bensiz, hep bensiz."

 

"Gel buraya deli." Dedim onu aramıza alırken bizden uzun olduğu için bu sefer o bizi aldı kollarının altına ve huzuru en derinlerimde hissettim. Onlarla böyle olmayı özlemiştim.

 

"O çemberde bana da yer yok mu?" Abimde, bahçe belirdiğinde yüzünde keyif dolu bir gülümseyle bize doğru yaklaşırken Esra yanında belirdi.

 

"Olmaz mı?" Dedim gülerek. "Sensiz eksik oluruz biz." Dediğimde Esra'nın elini bıraktı ve o da aramıza dahil olduğunda dördümüzde zorlukla da olsa birbirimize sarıldık.

 

"Bende bende!" Asya neşeyle oyuncaklarını bırakıp bize doğru koştuğunda eğilip onu kucaklarken abim hemen yanımda yer aldı ve eli sırtımda yer edindi.

 

"Hazır bir aradayken bende sizin bir fotoğrafınızı çekeyim." Dedi Esra çantasından telefonunu çıkardığında, "Ay dur o zaman Esra abla, saçımı düzelteyim!" Dedi Simay. Eliyle saçlarını düzeltirken Egemeni olmuş mu diye darlıyordu. Deliydi.

 

Esra telefonu yan tutarak bize doğru baktığında gülümsedi, "Çekiyorum!" Dediğinde dördümüz de yan yana dizildik. Asya benim kucağımdayken ben ortadaydım. Abim hemen solumda dururken eli sırtımdaydı ve başını yana yatırarak gülümsedi. Egemen sağımda kalırken bir elini omzuma koydu ve oda gülümsedi. Simay başını Egemenin omzuna yaslarken oda gülümsedi ve abimin sırtımda ki eli omzuma çıktığında bende Asya'yla kucağımda kocaman gülümsediğimde Esra ard arda bu pozu defalarca kez çekti.

 

"Esra," dediğimde ela gözleri beni buldu. "Sende gelsene, abimle birlikte beraber çekilelim." Gözleri mutlulukla parlakken, "Kim çekecek ki ama?" Dedi etrafa bakarak.

 

"Ben çekerim Esra hanım." Dedi bana eşlik eden korumam Aybars. Esra telefonu ona uzatırken koşa koşa yanımıza geldi ve abimin yanında yer alırken koluna girdi ve başını omzuna yasladığında gülümsedi. Abimin de diğer eli Esra'nın belini buldu. Aybars biz hiç pozumuzu bozmadan bizi çektiğinde bende abimin koluna girdim ve başımı sola doğru eğerek yeniden gülümsediğimde abimin bakışlarını üzerimde hissettim.

 

Aybars hepimizi çektikten sonra telefonu Esra'ya uzattı ve geri çekildi. "Atıyorum şimdi hepinize tek tek fotoğrafları." Dedi Esra telefonuyla uğraşırken Asya Egemene gitmek için kollarını uzattığında onu Egemene verdim.

 

"Hoş geldin," dedim yeniden Esra'ya dönerek. Kumral saçları omuzlarına dökülürken buğday teni ışıldıyordu. Ela gözleri, gülümsediğinde ötürü kırılırken kahve tonlarında bir rujla süslediği dudaklarında derin bir tebessüm hakimdi. Güzel ve çekici bir kadındı. Göz alıcı bir fiziği vardı. Oldum olası onu beğenirdim. Abimle birbirlerine çok yakışıyorlardı.

 

"Hoş buldum İz." Dedi naif sesiyle. "Görüşmeyeli uzun zaman oldu ama yıllar sana yaramış." Dedi beni süzerek. "Her geçen gün seni daha da güzelleştirmiş. Çiçek gibi açmışsın." Dediğinde gülümsemekle yetindim sadece.

 

"Sen nasılsın?" Dedim. "Nasıl gidiyor evlilik hazırlıkları?"

 

"Yorucu." Dedi dudak bükerek. "Bir sorun çıkmasından korkuyorum sadece." Dedi endişeyle. Abimin kaşları çatıldı. "Sonuçta bu evliliği isteyen kadar istemeyende birçok şey var." Kısa bir süre abimle bakışlarımız kesiştiğinde Esra'nın korkusunun onu ne kadar yaraladığını fark ettim. "En mutlu günümün cehenneme dönüşmesini istemiyorum." Dedi sıkıntıyla.

 

"Eğer güvenlikten dolayı sıkıntı ediy-"

 

"Ondan yana hiç şüphem yok İz." Dedi. "Kara ailesi ve Karadere ailesi arasında yapılacak olan bir düğünde güvenliğin en üst seviyede olacağına eminim ama senin nikahında, Alacahanların nikahında bile sen kurşunların hedefiyken söz konusu ben olduğumda ne olur, nasıl olur bilmiyorum."

 

"Anlamadım?" Dedim sorgu dolu bir sesle. Abim uyarırcasına baktı Esra'ya. "Bizim nikahımız sorunsuz geçti Esra. Hiçbir sıkıntı yoktu. İmzaları attık ve bitti."

 

Esra, abimin uyarısıyla pot kırdığını anlayınca dişlerini dudaklarına geçirdi.

 

"Söylesenize!" Dedim öfkeyle. "Ne saklıyorsunuz?!"

 

"Bunu sana bizim anlatmamız doğru olmaz." Dedi abim. "Kes-"

 

"Keskin söyleseydi bunca zamana kadar söylerdi." Dedim. "O yüzden beni uğraştırma ve sen anlat bana abi."

 

"Bu durumdan Keskine bahsedersen sana zaten anlatacaktır." Dedi abim. "Önemli bir şey olsaydı sana söylerdi zaten. Üsteleme İz."

 

Burnumdan sertçe nefesimi verirken sakin kalmaya çalıştım. Bakışlarım yeniden Esra'yı bulduğunda, "İstersen güvenliği senin için sağlayabilirim." Dediğimde merakla bana baktı. "Kabul edersen özel harekat ya da Mitten birileri o gün seni, sizi, oradaki insanları korumak için orada bulunacaklar."

 

"Gerçekten mi?" Dedi. "İz, yapabilir misin bunu?"

 

"Gerek yok." Dedi abim kestirip atarcasına.

 

"Gerek var." Dedim tersçe. "Kaç candan bahsediyoruz haberin var mı senin? En azından Özel harekat orada olursa sizin için daha iyi olur. Bir günlüğüne bizimle iş birliği yapmak çok mu zor abi?"

 

"İstihbaratla asla çalışmayacağımızı biliyorsun."

 

"Ama senin kardeşin bizzat istihbarata çalışıyor abi," dediğimde yutkundu. "Senin kardeşin bir cumhuriyet savcısı ve sen bunu çoğu zaman unutuyor musun yoksa görmezden mi geliyorsun ben anlamıyorum." Dedim. "Tamam," dedim. "İstihbaratla iş birliği yapma ama her şeyi bana bırak. Ben gereken prosedürleri ayarlayacağım. PÖH ve MİT o gün sizin güvenliğiniz için orada olacak." Esra minnetle gülümsediğinde abim bu durumdan hiç hoşlanmış gibi durmuyordu.

 

"İz hanım?" Gözlerim abimin arkasında beliren Aybarsı buldu. "Berna hanım ve Ayşe hanım geldiler." Dediğinde hayretle ona baktım. Neden gelmişlerdi ki? "Kendileri salonda, sizleri bekliyorlar."

 

"Neden gelmişler?" Diye sordum merakla. Bu sırada çoktan adımlarımı eve doğru atmaya başlamıştım.

 

"Bilmiyorum efendim."

 

"Bilmiyor musun? Yoksa, söylemek mi istemiyorsun?" Dediğimde sessiz kaldı. Sürgülü kapıyı açıp içeriye girdiğimde salondan gelen gürültülü sesi işittim bir hayli kabalık olmalılardı.

 

"Gelinim nerede?" Dediğini duydum Ayşe babaannenin. Topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok ses içeride yankılandı.

 

"Aybars haber vermeye gitti anne. Gelir birazdan." dediğini duydum Berna hanımın. Salondan içeriye girdiğimde bütün gözler üzerime çevrildi. Ayşe babaanne ve Berna hanımı koltuklarda otururken bulduğumda gülümsedim.

 

"Hoş geldiniz." Dedim yanlarına vardığımda Ayşe babaannenin elini tutup öptüm ve Berna hanıma sarıldım. "Geleceğinizi neden haber vermediniz? Hazırlık yapardık sizin için." Dedim.

 

"Gel, otur bakalım sen önce yanıma." Dedi Ayşe babaanne beni yanına oturturken. Bakışları babaannemi bulduğunda, "Hoş geldin Nagihan." Dedi. "Düğününüz hayırlı olsun."

 

"Sağol Ayşe," dedi babaannem. "Düğün telaşı işte görüyorsun. Şanımıza yaraşır bir düğün için uğraşıyoruz ki sonra elalem laf etmesin." Dedi imayla. Bakışları kısa süreliğine bana uğradı. "Karalar nasıl gelin alırmış cümle alem görecek."

 

"Doğru," dedi Ayşe babaanne. "Biz de hayırlı bir iş için gelmiştik." Dediğinde kaşlarım çatıldı. Berna hanım bana gülümsedi. Babaannem merakla Ayşe babaanneye baktı. Canan halamla Gülsüm halam yanlarında oturan kızlarına baktı.

 

Ben hiç Sergen'i onlara yedirir miydim? Avuçlarını yalarlardı.

 

"Benim kara oğlanla gelin kızımın düğünününü yapamadık." Diye başladı söze. "Gelin kızım istememişti." Evet istememiştim. "Ama bizim adetlerimize ters." Diye devam ettiğinde lafın nereye gideceğini anladım. "Şanımıza yaraşır bir düğün yapalım diye karar aldık bizde." Babaannemin rengi mora çaldığında halamların hevesi kırıldı. "Hazır sizde buradayken, yeniden git gel olmasın. Mertle, Esra'dan sonra yapalım dedik düğünlerini."

 

"Ama-" itiraz edecektim ki Berna hanım elini dizime koyarak susturdu beni.

 

"Olması gereken bu." Dedi. "Bizim tarafta çoğu kişi Keskinin evlendiğini bile bilmiyor. Evliliğinizin duyurulması için en doğrusu bu. Medyada bile nikahın bahsi geçmedi." Diye devam ettiğinde söyleyecek söz bulamadım.

 

"Çok iyi düşünmüşsünüz." Dedi Şebnem. "Biz hemen hazırlıklara başlarız." Dediğinde Ayşe babaanne memnuniyetle gülümsedi.

 

"Eee, sende biraz ayrı kalacaksın kocandan." Dediğinde salonu gülüşmeler doldurdu. Yanaklarım ısınırken, bu ayrı kalma kısmının en çok onu deli edeceğini biliyordum.

 

"Abinin haberi var mı?" Diye sordum fısıltıyla Ayline. Gözlerini kapatıp açtığında bu durumu en son benim öğrenmiş olduğumu anladım. Hayır, hiçbir şey de söylememişti ki. Ne ara karar vermişti bu düğün işine? Hem ne gerek vardı?

 

Telefonumun çalan sesi içeriyi doldurduğunda ekranda onun adı belirdi. "Müsaadenizle." Dedim yanlarından kaçarken aramayı yanıtladım.

 

"Aşk olsun!" Diye açtım telefonu. "İnsan bir haber verir ya! Böyle mi öğrenecektim!"

 

"Ben iyiyim İzgi, sen nasılın?" Diye alay etti.

 

"Ya nereden çıktı bu düğün? Hem ne gerek vardı Allah aşkına? Niye yapıyoruz ki?"

 

"İstemiyor musun?" Diye sordu.

 

"Yok," dedim. "İstememek değil de çok ani oldu bir anda. Haberim de yoktu. Babaannen herkesin içinde pat diye söyleyince hayır diyemedim zaten."

 

"Aklımdaydı zaten bayadır," dedi. "Nikah aceleye geldi ama düğünün olması gerekiyordu zaten İzgi. Geç bile kaldım."

 

"Neredesin sen?" Diye sordum merakla. "Dışarı da mısın?"

 

"Arabadayım," dedi. "Size geliyorum. Beş dakikaya orada olurum."

 

"Bize mi geliyorsun?" Diye sordum şaşkınlıkla.

 

"Bütün gün orada kalmayı düşünmüyorsun herhalde?" Dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Hem annemleri de alırım. Beraber eve geçeriz."

 

"Ha senin haberin yok daha?" Dedim eğlenen bir sesle.

 

"Neyden?" Dedi sorgu dolu sesiyle.

 

"Babaannen düğüne kadar ayrı kalmamız gerektiğini söyledi." Dedim. "Öyle olması gerekiyormuş. Adetlerinize tersmiş."

 

"Ne demek düğüne kadar ayrı kalmamız gerekiyormuş?" Diye sordu öfke dolu bir sesle. "Olmaz öyle şey." Dedi homurdanarak.

 

"Vallaha ben bilmem," dedim dudak bükerek. "Babaannen postaladı beni. Hem zaten babamın beni sana verip vermeyeceği de muamma."

 

"Sen biraz fazla kaşınıyor gibisin sanki ha?" Dedi. "Benimle alay eden o aklını alırım senin."

 

"Yaa," dedim. "Nasıl olacak mış o?" Bir süre sessiz kaldığında telefonu kapatıp kapatmadığını anlamak için ekrana bakmıştım ki belimde hissettiğim temasla dudaklarımın arasından küçük bir çığlık kaçtı.

 

"Hiiii!" Diye bağırdım arkama doğru dönerken ve onun eşsiz gülümsemesiyle karşı karşıya geldim. Katran karası gözleri üzerimde dolaşırken, "Alırım aklını demiştim." Dedi tok sesiyle.

 

Gülmeden edemezken, "Delisin sen." Demiştim. İki eli de belimde beni sıkı sıkıya tutarken benim ellerim kollarına tutunmuştu.

 

"Ne ara geldin?" Diye sordum merakla.

 

"Yakınlardaydım zaten," dedi. "Beş dakikaya oradayım demiştim." Dediğinde onaylarcasına başımı salladım.

 

Katran karası bakışları üzerimde gezindiğinde beni beğeniyle süzdü.

 

Bir ıslık sesi kulaklarıma ulaştığında, "Bu ne güzellik yengeler yengesi?" Diyen Sergen'in sesini duydum.

 

Arkasında Douglas ve Batur belirirken ev bugün bir hayli kalabalıktı.

 

Üçü birlikte yanımıza geldiklerinde bizde onlara doğru dönmüştük ama Keskinin bir kolu hal belime dolanmış haldeydi.

 

"Twitter'da da tt olmuşsun zaten." Dedi.

 

"Nasıl tt olmuşum?" Diye sordum merakla.

 

Parmakları fotoğraf çekiyormuş gibi bir hal aldığında, "Kara kardeşler!" Dedi neşeyle. "Mert paylaşmış ya ınstagramda. Hep birlikte çekildiğiniz fotoğrafları. Gerçi Esra da yanındaymış. O fotoğrafta benimde olmamam kalbimi kırdı. Bilgin olsun." Dediğinde sitemine güldüm.

 

"He sen o fotoğraftan bahsediyorsun." Dedim az önce çektiğimiz fotoğrafları kast ederek. Simay ve Egemende kesin paylaşmıştır. Daha sonra bende paylaşsam iyi olacaktı.

 

"Hoş geldiniz." Dedim Batur ve Douglasa.

 

"Hoşbulduk." Dedi ikisi de aynı anda.

 

"Siz geçin oturun şöyle," dedim bahçedeki masayı göstererek. "Çay? Kahve? Soğuk bir şeyler? Ne içersiniz?"

 

"Ben bir bol köpüklü Türk kahveni alırım yengeciğim." Dedi Sergen sandalyeye otururken. "Orta olsun."

 

Batur ensesine bir tane yapıştırırsan, "Sipariş veriyor sanki penzevek herif!" Demişti. Sandalyede onu sarsarken, "Kalk lan! Düzgün otur eşşek herif!" Demişti bu seferde. O Sergenle dolaşırken bende yeniden Keskine dönmüştüm.

 

"O zaman hepimize Türk kahvesi yapıyorum?"

 

"Fark etmez," dedi. "Sen yap getir." Bakışları masadaki adamlara döndü. "İçmeyen de zıkkım içsin." Dediğinde hepsi kınarcasına baktı ona.

 

"Çok ayıp." Dedim gülerek yanından ayrılırken.

 

Tekrar eve girdiğimde yine o boğucu atmosferin içinde buldum kendimi. Babaannem beni gömmek için yer ararken Şebnem, Berna hanım ve Ayşe babaanne her seferinde ağzının payını veriyor susmasını sağlıyordu ama bu seferde halamlar dahil olmaya kalktığında Şebnemin bıçak gibi bakışlarıyla karşı karşıya geliyor söylene söylene susmak zorunda kalıyorlardı.

 

Onları es geçerek mutfağa girdiğimde çalışanlar beni görmesiyle oturdukları sandalyeden ayaklandılar. "Kalkmayın kalkmayın," dedim elimle oturmalarını işaret ederek. Tezgaha yakalayıp cezveyi ve kahveyi çıkardım.

 

"İz hanım, biz hallederdik." Dedi yanıma gelen kahya. Adı Sevildi. Çalışanlarla pek içli dışlı olmadığım için hepsiyle belli bir mesafem vardı.

 

"Kahve yapacağım sadece Sevil abla," dedim. Titreyen ellerimi gizledim ondan. "Elime yapışacak hali yok ya. Sen otur yemeğini ye lütfen." Dediğimde istemeye istemeye geri döndü masaya. Titreyen ellerimi yumruk yapıp açtığımda sol elimde ki uyuşukluk kendini belli etti. Lütfen. Lütfen hayır bugün değil. Burada değil.

 

Kahveyi çevreye koyarken bir fincan aldım ve su doldurup ölçekli bir şekilde boşaltmaya başladığımda ellerim o kadar çok titriyordu ki suyun yarısı dökülüyordu. Son bardağı da koymak için musluğa tekrar eğildiğimde kulaklarımda sağır edici bir çınlama kendini belli etti. Parmaklarımın arasına sıkıştırdığım bardak gürültüyle düşerken dönen başım yüzünden tezgaha tutundum.

 

"İz hanım?!" Dediğini duydum Sevil ablanın. Titreyen ellerimden biri anlımı bulduğunda o dehşet verici ağrının geçmesini umdum. "İyi misiniz? Neyiniz var?" Diye sordu endişeyle. Kolumdan sıkıca tutmuş her an düşeceğim diye tetikte bekliyordu.

 

Benden cevap almayınca, "Şebnem hanıma haber verin hemen!" Dedi.

 

"Telaşa gerek yok." Dedim. Nefes alma ihtiyacıyla dolup taşarken beni dikkatlice sandalyeye oturttu ve yüzümü örten saçlarımı geriye doğru çekti.

 

"Sen çabucak bir tuzlu ayran yap Hatice." Dedi diğer çalışan kıza doğru. Hatice denilen kız dolaba doğru adımladığında kapıda Şebnem gözüktü.

 

"İz?" Böyle bir şey görmeyi beklemiyor olacak ki endişeyle bana doğru geldi. "Ne oldu?" Diye sordu Sevil ablaya. "Nesi var?"

 

"Bir anda fenalaştı, anlamadık biz de." Dedi Sevil abla.

 

"Öyle başım döndü sadece bir an." Dedim. "Tansiyonum düşmüştür. Birazdan gelirim kendime."

 

"Kalbin mi?" Diye sordu söylediklerimi görmezden. "Hissediyor musun İz?" Dediğinde neden bahsettiğini anlamadım. Bakışlarım vücuduma düştüğünde sol elimi sıkan elini fark ettim. Görmeseydim asla fark etmezdim. "İlaçalarını almıyor musun sen?!" Diye kızdı bana. "Söyle korumalara arabaları hazırlasınlar. Hastaneye gidiyoruz."

 

"Gerek yok," dedim yakalandığım yerden zorlukla doğrularken sol koluma saplanan sızı acıyla inlememe sebep oldu.

 

"Olmaz öyle şey." Dedi kesin bir dille. "Yüzün bembeyaz olmuş zaten, temasımı da hissetmediğinde göre tedbiri elden bırakamam İz. Yine bir krizin eşiğinde olabilirsin." Son zamanlarda üst üste gelen krizlerim zaten başlı başına büyük bir sorundu. Kalbimin durumu iyi değildi. Tedaviye yanıt vermiyordum. Düzenli beslenmiyor, iyi uyumuyor ve kendime bakmıyordum. İlaçlarımı aksatıyor ya da hiç kullanmıyordum. Bir anda gelem krizlerin sebebi kalbimin tedaviye yanıt vermemesinden ötürüydü. Şimdi içeride bu kadar insan varken yine hasta muamalaesi görmek istemiyordum.

 

"Sen bahçedekiler için kahve yapar mısın?" Dedim yerimde gittikçe doğrularken. "Bir terslik olduğunu sanmasınlar."

 

"İz saçmalıyorsun," dedi Şebnem. "Halini görmüyor musun? Hastaneye gitmemiz gerek!" Dedi.

 

"Hayurdur?" Babaannemin şiveli sesi aramıza sızdığında bedeni mutfak kapısında belirdi. Başımda toplanan çalışanları ve Şebnemi görünce kaşları çatıldı. "Nolayi?" Diye sordu bize doğru ilerlerken.

 

"İzin kalbi tuttu yine." Dedi Şebnem. "Hastaneye gideceğiz."

 

"Hayır gitmeyeceğiz." Dedim inatla. "İyiyim ben öyle arada yoklayıp duruyor işte."

 

"Ananda böyleydi," dediğinde kalmak için hareketlenen bedenim kaskatı kesildi. Kirpiklerim ağır ağır örttü gözlerimi. Ada tezgahına sıkı sıkı tutundum düşmemek için. "Olur olmadık yerlerde sorun çıkarır dururdu. Hep bir sıkıntısı, derdi vardı. Hastalığı desen ayrı bir iletti. Bu eve geldiği günden beri ne kendisi rahat nefes aldı ne de oğluma aldırdı." Tiksinircesine baktı halime. "Kendi göçüp gitti, kurtulduk derken bir de sen çıktın başımıza. Ah! O baban olacak herife de dinletemedim ki lafımı! Verecektik yetimhaneye, gül gibi yaşayıp gidecektik!" Diye söylendi. Her bir kelimesi kalbimde ki acının katlanarak artmasına sebep oldu ama dimdik durdum karşısında. Tek kelam edemedim acımdan ama eğmedim başımı karşısında. "Tutturdu, kızım da kızım! Kızım da kızım diye!"

 

"Anne!" Dedi Şebnem uyarıcasına. "O ne biçim laf öyle Allah aşkına?! Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?! Atıf duysa-"

 

"Duysun ha duysun?!" Dedi babaannem öfkeyle. Ayaklarımda ki güç yavaş yavaş çekildi. "Duysun! Ne edecek bağa?! Ne edebulur o kaybana kocan bana?! Onun gücü yeter mi bağa de bakayım sen hele?!"

 

"Söz konusu İz olduğunda ne kadar hassas olduğunu biliyorsun?!" Dedi Şebnem. "Bu lafların kulağına giderse senin için hiç iyi olmaz! Hele Mert hiç duymasın! Gözünün yaşına bakmaz!"

 

"Sen desene bağa ben bunları tek tek söyleyeceğum diye!" Dedi. "Fesatlık edeceksen açık açık söyle! Kaçak oynama gelin hanım!"

 

Şebnem hayretle ona bakarken, "Pes!" Demişti bezgince. Sevil ablanın uzattığı tuzlu ayrandan ağır ağır yudumladım.

 

"İz?" Dedi tekrar bana döndüğünde. "Nasılsın? Daha iyi misin?!"

 

"İyiyim Şebnem. Büyütülecek bir şey yok."

 

"Hah!" Dedi. "Kendu ağzuyla da söyleyi işte! Sende geç uçeru! Misafurleri bekletme daha fazla." Derin derin nefesler alırken sakinleşmeye çalıştım.

 

Asla gidip boğazına yapışmayacaktım.

 

Sakin kalmam gerekiyordu.

 

Sakin olmam gerekiyordu.

 

"İzgi?" Kulaklarımın aşina olduğu ses ortama girdiğinde dudaklarıma belli belirsiz bir gülümseme yerleşti. Mutfak kapısının cam sürgüsünü geçti ve hızlı adımlarla yanıma geldi.

 

"Ne oldu?" Diye sordu merakla. "Solgun gözüküyorsun."

 

"Tansiyonu düşmüş sadece biraz Keskin bey." Dedi Sevil abla konuşamayacağımı anlayınca. "Ciddi bir şey yok ama. Endişelenmeyin. Biz tuzlu bir ayran yaptık. O iyi gelir."

 

"Tuzlu ayranla olacak iş mi?!" Dedi tok ve sert bir sesle. Avuçları yanaklarıma yaslandığında baygın gözlerime baktı. "Bir hastaneye gidelim mi? İyi gözükmüyorsun." Endişeli gözleri üzerimde gezindi. "Az önce hiçbir şeyin yoktu." Dedi anlamak istercesine. "Ne oldu bir anda?"

 

"Kalbi tuttu yine ne olacak?" Dedi Şebnem sıkıntıyla araya girerek. Ona kızarcasına baktığımda bana gözlerini belerterek baktı. Keskinin kaşları çatıldı. "Hastaneye gidelim diyorum, gitmeyeceğim diye inat ediyor."

 

"Gerçekten iyiyim ama," dedim. "Öyle bir anda başım döndü sadece."

 

"Eksik söyleme," diyerek kızdı Şebnem. Keskin burnundan sinirle nefesini verdi. "His kaybı da var."

 

"Aman yok bir şeyu kara Uşak." Dedi babaannem araya giderek. "Abartıp duruyorlar işte. İzin her zamanku halleru. Boşver."

 

"Torununuzun rahatsızlığından haberiniz yok herhalde," dedi Keskin sertçe. "Yoksa durumunun boşverilmeyecek kadar ciddi olduğundan haberiniz olurdu." Yeniden bana döndüğünde, "Gerçekten iyiyim." Dedim. Yalan söylemiyordum. Kendimi gerçekten iyi hissediyordum. "Anlık bir şeydi sadece."

 

"Hastaneye gideceğiz."

 

"Keskin-"

 

"Gideceğiz dedim İzgi!" Dedi sertçe. "Bitti."

 

Sıkıntıyla oflarken kalbimin sürekli bir sorun çıkarması sinirimi bozuyordu.

 

Sandalyeden kalkmama yardımcı olurken birlikte onun eli belimdeyken salona geçtik. "Damadımız bu mu?" Dedi halam kurula kurula. "Hay maşallah, tü tü tü tü." Dedi tükürerek. Dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Hoş geldiniz efendim." Dedi oldukça beyfendi bir şekilde.

 

"Hoşbulduk." Dediler hep bir ağızdan.

 

"Kara oğlanım da geldiğinde göre biz artık kalkalım," dedi Ayşe babaanne ayaklanarak. "Misafirliğin kısası makbuldür."

 

"İz," dedi Berna hanım bana doğru gelerek. "Sık sık görüşelim ama tamam mı? Sürekli git gel. Orası artık senin de evin."

 

"Nereye?" Diye sordu çatık kaşlarıyla Keskin aramıza girerek.

 

"Malikaneye oğlum."

 

"Onu anladım da neden biz gidecekmişiz de İzgi burada kalacakmış gibi konuşuyorsun onu anlamadım anne?" Dedi sorgular bir halde.

 

"Ee düğüne kadar gelin kızımızın babasının evinde kalması icap eder oğlum." Dedi Ayşe babaanne. "Az sabr edeceksin artık."

 

"Hayatta olmaz," dedi. Beni kendine doğru çektiğinde bırakmak istemezcesine sıkı sıkı tuttu. "Karımın yeri benim yanım." Dedi sertçe.

 

"Madem her şey usülüne göre olsun istiyorsun o halde İz burada kalacak." Dedi babaannem. Kaşlarım havalandı.

 

"Nasıl yani?" Dedi Sergen. "Yengem bizimle gelmiyor mu?"

 

"Günaydın." Dedi Batur alayla.

 

"İzgi, benimle evine gelecek." Dedi Keskin itiraz istemezcesine.

 

"Onu bana haber bile vermeden düğün hazırlıklarına başlamadan önce düşünecektin canım." Dedim yüzümde şirin bir gülümsemeyle. Kızgınlıkla bana baktı.

 

"Hadi hadi," dedi Simay aramıza girerek ve bizi ayırdığında dudaklarım büzüldü. Göğüs kafesi aldığı nefesle yükselip kalktığında bu yaptığına içten içe sövdüğünü hissettim. "Ne demişler, gelini düğünden önce görmek uğursuzluk getirir enişteciğim. O yüzden ablamın güzel yüzüne hasret kalacaksın biraz."

 

"Bari geçirseydim." Diye sızlandığımda kalçama yediğim çimdik yüzünden yüzüm buruştu.

 

"Yenge ya!" Dedim acıyla.

 

"Sus kız!" Dedi beni azarlayarak.

 

"Elini vicdanına koy," dedim duygu sömürüsü yaparak. "Haftalarca görmeyeceğim zaten. Bari izin ver geçireyim ya!"

 

"Ben amcanın gerdek gecesi görmüştüm kızım," dedi. "Sen kocanı yolcu edemeyiver ne olmuş yani?!" Dediğinde hayretle ona baktım.

 

"Ama sonuçta nikahlı kocam," dedim. İstemeye istemeye gitmek zorunda kalan adamın arkasından baktım. "Yolcu etmem gerek uğursuzluk gelir vallahi." Dediğimde oyunumu anlasa da bozmadı.

 

"İyi git hadi." Dediğinde gülerek arkalarından koştum. "Çok yanaşma yanına! İki cilve yap, al aklını geri gel!" Diye arkamdan bağırdığında dudaklarımın arasından çıkan kahkahaya engel olamadım. Afitap yengem böyleydi işte. Deli ve biraz arsız. Tam benim kafamdandı.

 

Evin kapısını açıp dışarı çıktığımda onları çoktan arabaya binerken buldum. Keskin beni fark etmesiyle arabadan inerken ona doğru attım adımlarımı.

 

O büyük adımlarla yanıma ulaştığında etraftaki hiç kimseyi hatta arabanın camlarına yapışan Ayşe babaanneyi, annesini, Sergen'i, Douglası ve Batur'u umursamadan beni kolumdan yakaladı ve gövdem sertçe gövdesine çarparken bir eli başımın arkasına yaslandı ve dudakları dudaklarımın üzerine kapandı. Dişleriyle dudaklarıma işkence ederken ağzım onun için aralandı ve havada asılı kalan ellerim ensesi ve saçları arasında yol çizdiğinde öpüşüne karşılık verdim.

 

Dili dilime dolandığında denizin o yakıcı tadını damağımda hissettim. Dudakları alt dudağımı çekiştirip bırakırken bana tatlı bir eziyet çektirdi ve soluksuz bırakana, kızartıp, şişirene kadar öptü dudaklarımdan.

 

Nefes nefese geri çekildiğimde, izin vermedi ve kısa bir öpücük daha bıraktı dudaklarıma. Bir eli belimde yine varlığını korurken soluklanmama izin vermedi.

 

"Keskin..." dedim. "Dur..." durmadı. Kısa ama nefesimi kesen bir öpücüğü daha bıraktığında dudaklarıma, "Bunu yapmayı özlemişim." Dediğinde sesli bir şekilde güldüm.

 

"Gerçekten," dedim kesik kesik nefeslerimin arasından. "Gerçekten doyumsuz ve deli herifin tekisin."

 

"Ne kadar doyumsuz olduğumu henüz göstermedim bile." Dedi boğuk bir sesle. "O günün gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum." Boğazımı temizlediğimde, yutkundum.

 

"Ne yapalım?" Dedi sessiz kalmama karşılık. "Yastığa sinen kokunuzla idare edeceğiz artık birkaç gün." Kalbim tekledi. "Ondan sonra ne olur, ne yaparım bilmiyorum."

 

"Gizlice eve girmeye kalkarsan almam seni içeri." Dedim.

 

"Camdan girerim."

 

"Gece yatmadan önce hepsini kilitlerim."

 

"Kırarız Yavrum," dediğinde ona bakakaldım. Bana ikinci kez yavrum diyordu ve her söylediğinde midemde garip bir his peydah oluyordu. "Dert etme sen." Dedi ve göz kırptı. "Bizde seçenek bol."

 

Konuşmak için hareketlenmiştim ki üst üste basılan korna sesiyle bakışlarımız arabayı buldu ve ön koltuğa uzanıp kornaya basan Douglasa ters bir bakış attım.

 

"Neyse," dedim geri çekilirken. "Git artık sen. Haftaya düğünde görüşürüz." Geriye doğru bir adım daha attığımda durdurdu beni. Son kez kısa ama tutkulu bir öpücüğü daha dudaklarıma bıraktığında gitmeden önce sıkı sıkı sarıldım ona. Sol kolumda ki sızı yeniden kendini belli ettiğinde acıdan kasılan yüzümü gülümsememin arkasına sakladım ve geri çekildim.

 

"Hadi git artık." Dediğimde istemeye istemeye bana arkasını döndü ve arabaya doğru ilerledikten sonra kapıyı açtı ve bindi. Arabayı çalıştırırken ona el salladım ve gülümsedim. Arabası kapının önünden ayrılır ayrılmaz kastığım vücudumu serbest bıraktım ve öne doğru eğilip, iki büklüm olurken acıdan nefesim kesildi. Kurumların dikkatli ve temkinli bakışlarını üzerimde hissederken eve girdim ve kimseyle muhattap olmamak adına dikkatli adımlarla merdivenlerde üçüncü katı tırmandım ve odama çıktığımda kendimi yatağa bıraktım. Gözlerim yorgunluğun verdiği ağırlıkla kapandı ve uykuya daldım.

 

...

 

Uykuyla uyanıklık arasında saçlarımın üzerinde hissettiğim baskıyla kirpiklerim titredi. Göz kapaklarımda tonlarca ağırlık binmiş gibi bir his hakimken başım yumuşak yatağa değil sert bir şeye yaslıydı.

 

"Benim güzel kızım." Diyen babamın sesi ulaştı kulaklarıma. Uykunun kollarından yavaş yavaş sıyrılırken saçlarımı okşayan ellerini hissettim. Beni dizine yatırmıştı.

 

"Baba?" Dedim uyku mahrumluğuyla ona doğru dönerken kahveleri beni buldu. Yüzümü örten saçlarımı geriye doğru çekti.

 

"Canını sıktılar mı çok?" Diye sordu. "Gönlünü kırdılar mı?"

 

Boğazıma oturan yumruyla yutkunamadım.

 

"Annesizlik o kadar zoraki baba," dedim acı dolu bir sesle. "Hele ki bir kız çocuğuna bu hayatta annesinin eşlik etmemesi, öylesine zor ki hala yaşayan anneleri için şükür etmeli herkes." Derin, içli bir nefes aldım. "Çünkü ben annem şimdi burada, yanımda olsun diye her şeyi feda ederdim." Kaskatı kesildi.

 

"Onu özlüyor musun?" Diye sordu. "Sen onu hiç tanımadın ki İz. Nasıl böylesine seviyor, her geçen gün daha çok bağlanıyorsun ona."

 

"O benim annem." Dedim kırık bir sesle. "Nasıl sevemem? Nasıl özlemem? Nasıl aramam yokluğunu baba?" Diye sitem ettim. "Hayatımın her anında aradı gözlerim varlığını. Doğum günlerimde, ödül törenlerimde, mezuniyetimde her yerde aradım. Aşık olduğumda ona anlatmak istedim mesela hissettiklerimi ama kendimi bulduğum tek yer bir mezarlıktı." Gözlerimden akan yaşlar pantolonunu ıslattı. "Konuştuğum toprağıydı." Dedim burnumu çekerken. "Annesiz bir hayata göz açmak, ne demek en iyi ben bilirim. Bu acıyı en derinimde saklıyorum yıllardır. Çünkü ondan bana kalan başka hiçbir şey yok baba. Kokusunu bilmiyorum. Sesini bilmiyorum. Nasıl birisiydi bilmiyorum. Beni gerçekten seviyor muydu yoksa dedemin söylediği gibi hiç istemedi ve mecbur mu kaldı doğurmaya hiçbir zaman bilemeyeceğim. Çünkü ne zaman annem hakkımda bir şeyler sorsam birilerine aldığım cevaplar ya yarım yamalak ya da yalan oluyor." Tırnaklarım avuçlarımı kanattı bir kez daha. Kendimi her sıktığımda, kaçmak istediğimde yaptığım gibi. "Benim annem bana hiç ninni söylemedi mesela. Benim annem benimle başarılarım yüzünden hiç gurur duymadı mesela. Tebrik etmedi de beni. Soğuk havalarda hasta olurum diye endişelenmedi de. Yurtta kaldığım dönemlerde de arayıp sormadı. Kızım nasılın? Bir derdin var mı demedi de." Dedim omuz silkerek. "Ben yirmi altı yıldır annesiz, kimsesiz, eksik ve öksüz bir kadınım baba." Diye yakardım. "Hepte öyle kalacağım."

 

"Ben varım ya kızım?" Dedi babam. "Ben yetmez miyim sana? Biliyorum. Ne ben ne Şebnem ne de bir başkası doldurmaz o boşluğu asla ama sende biraz gayret et be kızım. Sende harap edip durma kendini." Nasırlı elleri akan yaşları sildi. "Ben hep elim yüreğimde, gözüm, kulağım telefonda bekliyorum. Ben acaba her gün bir zarar geldi mi? Üzülüyor mu? Hasta mı? Aç mı? Tok mu diye düşünmekten kafayı yiyeyeceğim kızım. Kaç kez kriz geçirmişsin oralardan bile haberim olmamış." Dedi. "Belki de o kadar iyi bir baba değilimdir." Dedi sesinde ki kırgınlıkla. "Belki de annen olsaydı sen bu kadar eksik hissetmezdin kendini?" Diye kendi kendine düşündü.

 

"Sence bizi izliyor mudur baba?" Diye sordum yorgun gözlerimi ona çevirerek. "Görüyor mudur?"

 

Yüzünde ki ifade taş gibi olurken dişlerini sıktı. "İzlemiyordur." Diyerek kırdı umudumu. "Ölüler seni göremez, duyamaz ve ne yaptığını bilemezler. Varlığını hissedemezler." Dişlerimi dudaklarıma geçirirken bakışlarımı kaçırdım ondan. "Tıpkı senin her fırsatta mezarında soluğu aldığın gibi, toprağına sinen varlığını, kokunu hissedemezler. Sen onunla ne kadar konuşursan konuş , annen seni hiçbir zaman duymayacak İz." Dediğinde katılığı karşısında kalbim ezildi. Tutmadım kendimi. Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığa engel olamazken için için ağladım dizinde.

 

Gerçekleri acımdan yüzüme vurduğunda, içimde bir gün annesinin döneceğine inan o küçük kız çocuğunu da öldürdü.

 

Babam benim hayallerimin, Umutlarımın katiliydi. Hiçbir zaman kahramanım olmamıştı.

 

Olmayacaktı da.

 

Ruhumda ki derin acının varlığının sebebi, içimde asılı kalan kız çocuğuydu.

 

 

 

 

BÖLÜM SONU..

 

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

Loading...
0%