Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19.Bölüm

@umay_6

 

(Bu bölüm biraz daha uzun bir bölüm oldu. O yüzden sindirerek okuyun.)

 

Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfen!!!

 

Bu bölüm +18 sahneler içerir! Uyarı kısımlarına dikkat edin! Rahatız olanlar bir sonraki uyarıya geçebilir.

 

 

 

 

"Kiz?!" Tepemde sabahın yedisinden beri çığırıp duran Nuran yengem bir kez daha dürttü beni. Yüzümü yatağa gömmüş yastığı kulaklarıma kapatmıştım. "Ha öğlen öldi öğlen?! Kalk da! Bir süri işimiz varidur. Daha kahavalti edup gelun evune gideceğuz!"

 

Yorganı tekmeleyerek yatakta saçım başım bir birine girmiş bir halde öfkeyle doğruluğumda yengem dehşet içinde bana baktı.

 

"Tövbe bismillah yarabbim!" Dedi korkuyla. "Kız bu ne hal böyle?!" Diye bağırdı.

 

"Yengeeee!" Diye bağırdım bende. Sesim fazla yüksek çıktığı için yüzümü buruşturdum. "Allah aşkına sabah sabah bir uyutmadın ya! Bak vallahi ararım kocamı gelip alır beni. Sende babaanneme laf anlatmakla kalırsın ha!" Diye cırladım.

 

"Ay üstüme iyilik sağlık." Dedi. "Kiz?" Dedi bir anda şiveyle. "Ha abeyuğun evlenuyir sen hala uyuyarsin! Ne buçum görumcesun sen?!"

 

"Ay yenge yemin ederim şiştim da!" Dedim yataktan kalkarken. "Vallahi şiştim! Banane sizin çeyizinizden, gelin hamamınınızdan bensiz gidin!"

 

"Hayatta olmaz!" Derken peşimden geliyordu. Elimi yüzümü bir güzel yıkayıp saçlarımı gelişi güzel toplarken duşa gireceğim için dolabımdan kıyafetlerimi çıkardım. "Sensuz olurmi hiç? Vallahi elalem laf eder."

 

"Ne geldiyse başımıza bu elalem ne der yüzünden geldi zaten!" Dedim öfkeyle. "Hayır hayatımıza boş boğazlıktan, sinsilikten, fesatlıktan başka bir getirisi olmayan o elalemden Banane yenge! Bak saydıklarımın tek birinde bile olumlu bir şey yok farkında mısın? O yüzden bence sende hayatım boyunca bir iki kez göreceğin insanlar için çok takama bazı şeyleri kafaya."

 

"Olmaz," dedi. "Laf söz olur." Ben gerçekten bu evde kimseye derdimi anlatamıyordum.

 

Dolabım kapağını sertçe kapattığımda çıkan tok sesle yengem yerinden sıçradı. "Elalem ne der ne der? Diye gezeceğinize ortalıkta, bir zahmet yeri geldiğinde, biri laf söz ettiğinde ağzının payını vermesini de bilin o zaman!" Diye bağırdım. Banyoya girip kapıyı arkamdan kilitlerken kıyafetlerimi köşeye koydum.

 

"Babaannenle uğraşmak istiyorsan geleceksin o çeyize de hamamda!" Diye bağırdı kapı arkasından. Kapıya birkaç kez vurdu ama ses çıkarmadın. Onun yerine kıyafetlerimi çıkarıp suyu açtım. "Kiz?!" Diye cırladığında yüzümü buruşturdum. "Kiz, kime diyirum?! İzgi?!" Diye bağırdı.

 

"Hasbünallah ya!" Dedim homurdanarak suyun altına girerken.

 

"Ha sen böyle siç bizum ağzimiza hemu İzgi?!" Dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ha böyle kafanin dikine dikine git sen! Aferum sana!"

 

"Teveccühün yengeceğim!" Diye bağırdım suyun altına girerken cevabı yüksek sesle odanın kapısını çarpmak olduğunda kahkaham banyoda yankılandı.

 

...

 

Üzerimde lacivert bir elbise vardı. Ayaklarımda da yine lacivert sitilettolarım varken saçlarıma değişiklik olsun diye güzel bir fön çekmiştim bugün ve normalden daha uzun duruyorlardı. Kahve tonlarında bir makyajla yetinirken yüzüme kondurduğum sahte tebessümün sebebi babaannemdi.

 

Sabah kahvaltıya inmemiştim ve bunu saygısızlık olarak algılayan babaannemle her gün olduğu gibi yeni bir kavgaya tutuşmuştuk ve evden de patlamaya hazır bir bomba gibi çıkmak zorunda kalmıştık.

 

Ailecek, daha doğrusu sülalecek Karaderelere ait olan malikaneye babaannemin adetleri yüzünden çeyiz getirmiştik. Hep beraber salonda otururken büyükler kendi aralarında sohbet ediyorlardı ve meclisten bir kaç tanıdık yüzde buradaydı. Birkaç saat sonra ayarlanan gelin hamamına gidecek olması düşüncesi içimi daraltıyordu.

 

"Eee İz?" Kahvemden bir yudum alırken gözlerim Karadere ailesinin bahçesindeydi. İdilin buz mavisi gözleri uzakta dahi olsa masadaki kadınların üzerindeydi. Bana karşı yapacakları en ufak bir yanlışta buraya damlayacak gibi duruyordu. Onu Keskin özellikle göndermişti. Eve geri dönene kadar benimleydi ve koruma sayısını yetmezmiş gibi iki katına çıkarmıştı.

 

Gözlerim hemen karşımda oturan kadın Nisan Erdemdi. Mecliste gerçekten gücünün farkında olarak hareket eden ve fütursuzca davranmayan sayılı kadınlardandı.

 

"Sen nasılın? Uzun zamandır hiç denekte gelemedik." Dedi merakla.

 

"İyi Nisan," dedim düz bir sesle. "Bildiğin gibi işte."

 

"Keskinle düğün yapacakmışsınız, doğru mu?" Bunu soran Nevraydı. Mecliste ki on sekizinde üye olan Yavuz Akbulutun kızıydı. Aynı zamanda yirmi ikinci üyeyle Savaş Yaman ile henüz iki aylık taze evliydi.

 

"Doğru," dedim. "Düğün için geç bile kaldık. Nikah zaten çok aceleye gelmişti. Bizde artık yapılması gerektiğine karar verdik."

 

"Evliliğin güzel gidiyor o halde?" Diyen Funda yılanına çevirdim bakışlarımı. Esra'nın teyzesinin kızı olduğu için bugün burada olmak hakkıydı. Esra'da zaten sabahtan beri bu yüzden bir hayli gergindi.

 

"Neden kötü gitsin?" Aylin benden önce konuştuğunda bakışlar ona döndü. "Abim üzerine titriyor İzin. Biz hepimizde onu çok seviyoruz zaten. Aile içinde ki ilişkimiz de abimle olan evliliği de gayet güzel ilerliyor." Sen onu bir de bana sor Aylinciğim. "Benim merak ettiğim İzin ve abimin evliliğinin seni neden bu kadar ilgilendirdiği?" Funda samimiyetsizce gülümsedi. "Yoksa hala bazı şeyleri aşamadın mı?" Dediğinde gülümsemesi yüzünde asılı kaldı.

 

Kahvemden bir yudum daha alırken Funda, "Hayır." Diye cevap verdi ama bu masada ben dahil herkes o sorunun cevabının ne olduğunu çok iyi biliyordu.

 

"Sence öyle olsaydı bir şey değişir miydi?" Diye sordu Seçil ortalığı kızıştırmak istercesine. "Fundanın aklı hala Keskinde olsaydı Keskin İzi bırakıp tekrar ona döner miydi?" Alayla güldüm.

 

"Böyle bir şey söz konusu bile olamaz Seçil." Canım kayınvalidemin naif sesinin altında yatan uyarıyla ortama dalmasıyla elleri sandalyemin arkasına yaslandı ve varlığını hemen arkamda hissettim. "Olur olmadık şeyler için, boş hayaller için o güzel aklını yorma sen." Dedi imayla. "Olur mu?"

 

"O halde oğlunuzun birkaç gün önce neden Fundanın evine gittiğinin de bir açıklaması vardı herhalde?" Dediğinde dudaklarında sinsi bir gülümseme vardı.

 

Sözleri karşısında kaşlarım çatılırken, "Bu konuşma Keskin ve Funda arasında gerçekleştiyse ve belli ki senin de bu konuşmadan haberin olduğun halde muhtemelen benim bundan haberim olmadığını ve aslında ortalığı karıştırmak, huzursuzluk çıkarmak için böyle bir şeye kalkıştığının farkında olmadığımı mı sanıyorsun Seçil?" Dedim alayla. Berna hanımın ve Aylinin gergin bakışları yerini rahatlığa bıraktı. Seçilin yüzündeki gülümseme silindi. "O halde gerçekten aptal olmalısın." Diye alay ettiğimde yerinde rahatsızca kıpırdandı.

 

Burada ki tek aptal şu anda bendim.

 

Bozuntuya vermemek için toparlamak zorunda kaldığım durum şimdiden içimde ki kurtların harekete geçmesine ve zihnimi bulandırmaya başlamasına sebep olmuştu.

 

İçimde baş gösteren kırgınlık kalbimi ele geçirdiğinde devam eden sohbete dahil olmadım. Telefonumda bir şeylerle uğraşırken defalarca kez onu aramak için hamlede bulundum ama her seferinde vazgeçtim.

 

Her şey normal olmadığı halde normalmiş gibi davranmak ve insanlara bu izlenimi vermeye çalışmak zorunda olmak o kadar zordu ki... Bazen kalbimden değil de kederimden, üzüntümden, kırgınlığımdan öleceğimi düşünürdüm nedense. Yine öyle düşündüğüm bir andaydım.

 

"İz?" Abimin sesi beni andan soyutladığında mutfaktan bahçeye giren abimi fark ettim ve oturduğum sandalyeden hızla ayaklandım.

 

"Abi." Dedim adımlarımı ona doğru atarken. Onunda yönü benden tarafa döndüğünde arkamda bir yere muhtemelen Esra'ya göz kırptı ve gülümsedi.

 

"Güzelim." Dedi beni kollarının arasına alırken içimde ona kırgın olan kız çocuğunu susturmak çok zordu ama hayat çok kısaydı ve bir gün öleceğimi bilerek onun öldüğümde bile ona kırgın olduğumu bilmesini istemiyordum. "Seni bu yabanilerin arasında tek başına bırakmak istemedim." Dediğinde gülümsedim ve kollarının arasından çıktım. "Gerçi senin de onlardan bir farkın yok ama neyse." Diye alay ettiğinde omzuna vurdum gülerek.

 

"Hazırlıklar nasıl gidiyor?" Diye sordu merakla.

 

"Bilmem," dedim dudak bükerek. "Zorla geldim zaten. Biliyorsun sevmem böyle ortamları."

 

"Abin için en azından bir süreliğine katlanabilirsin." Dedi gülümseyerek.

 

Abin için...Baban için... Simay için... sevdiklerin için... Meclis için. Ben herkes için çoğu şeye katlanmak ve her şey yolundaymış gibi davranmak zorunda kalırken neden kimse benim için bir şeylere katlanmıyordu? Neden kimse eksik, yarım ve kırgın kız çocuğunu görmüyor, fark etmiyor ve ona yardım eli uzatmıyordu?

 

Ben neden kimsenin önceliği değildim?

 

Harcanan neden hep ben oluyordum?

 

Gözden çıkarılan neden hep bendim?

 

Bir gülümseme yer edindi dudaklarımda. Buruk ve kırık. Ama abim bunu anlamadı ve yanımdan sıyrılarak geçip gittiğinde tırnaklarım hep olduğu gibi avuçlarımı kanattı.

 

Sanırım acılarımın, yaşadıklarımın, yaşatılanlarının ağırlığının bende yarattığı enkazın görmezden gelinmesi benim kaderimde vardı.

 

"Nereye daldın yine acaba?" Tok ve kalın bir ses kulaklarıma ulaştığında bakışlarımı daldığım yerden çektim ve ne ara neden buraya geldiğini asla bilmediğim ve anlamadığım aynı zamanda kırgın olduğum katran karası gözlerin güzelliğine sahip olan adamın karşımda dikildiğini fark ettim.

 

"Öyle bir şey düşünüyordum." Diye geveledim. "Sen neden buradasın?" Diye sordum merakla.

 

"Sen buradasın." Dediğinde kırgınlığıma rağmen istemesizce ona gülümsedim.

 

"Beni bu kadar önemsediğinden haberim yoktu." Dedim alay dolu bir sesle.

 

Ellerini ceplerinden çıkardığında bana doğru yaklaştı ve bir kolu belime dolandı. Bakışları saçlarımda gezindiğinde parmak uçlarının belli belirsiz saçlarımın ucuyla oynadığını fark ettim.

 

Fark ettiğim bir diğer şey ise ne zaman bir eli belimde yer edinse bunu yaptığıydı. Saçlarımla oynamak hoşuna gidiyordu.

 

"Öğrenmiş oldun." Dedi tok bir sesle. Gözlerinde sorgu dolu bir ifade vardı. "Neyin var?" Diye sordu bakışları çehremde uzun uzun gezinirken.

 

"Uykusuzum sadece biraz." Diyerek yalan söyledim.

 

Kaşları çatıldı. "Durgunsun? Sessizsin ve içten gülmüyorsun?" Dedi tespitte bulunur gibi. "Gözlerinde ki o her an ağlayacakmışsın gibi duran ıslaklıkta neyin nesi?" Merakla bana bakarken sessiz kaldım.

 

Sessizliğim huzursuzlanmasına sebep oldu. Bakışları arkamı bulduğunda burnundan öfke dolu bir nefes verdi.

 

"Canını sıkacak bir şey mi yaptılar?" Diye sordu öfkeyle. "Eğer öyleyse-"

 

"Canımı sıkan sensin." Dediğimde bana daha dikkatli baktı.

 

"Ne saçmalıyorsun?" Dedi.

 

"Devrimi bu kadar sorun ederken," dediğimde onun adını duymak sinirle dolup taşmasına sebep oldu. "Öğrendiğinde bana hak etmeyeceğim kadar ağır konuşurken ve bütün bunlar için bir özür bile dilemezken üstelik." Dedim imayla.

 

"Eee?" Dedi konuşmanın sonu nereye varacak merak ediyordu.

 

"Söz konusu Funda olduğunda neden aynı tavrı sergilemiyorsun?" Dedim öfkeyle. "Hani Devrim benim aşığımdı ya? Üstelik benim onun buraya geleceğinden haberim bile yokken, ben bile isteye onu hayatıma almamışken ve buna mecbur bırakılmışken sen neden kendi aşığına sahip çıkmıyorsun Keskin?!" Belimdeki tutuşu sıkılaştı. "Yoksa benim de mi seni Funda'yı öldürmekle tehdit etmem gerekiyor?"

 

"Haddini aşma!" Dedi sertçe. "Bizim Funda'yla aramızda olan şey hiçbir zaman duygusal yüklü bir şey değildi." Dedi. "Ben ona aşık değildim. Onu sevmiyordum." Dedi kelimelerin üzerine basa basa. "Benden eğer onu Meclisten yollamamı isteyeceksen unut bunu." Dedi aklımdan geçenleri bilir gibi. Alayla güldüm. "Bu benim elimde olan bir şey değil."

 

"Bu tamda senin elinde olan bir şey." Dedim sertçe. "Devrimi göndermekte benim yetkim dışındaydı ama ben sırf sen rahatsız oluyorsun diye yolladım onu bir şekilde. Söz konusu önemsediğim insanlar olduğunda en azından bir şeyler yapabiliyorum." Dedim imayla. "Her şeye, herkese rağmen bir şeyler için çabalıyorum ve deniyorum." Kollarının arasından sıyrıldım. "Sana da tavsiye ederim." Diyerek yanından ayrıldım ve mutfağın açık sürgülü cam kapısından içeriye girdiğimde bana bakan çalışanlara gülümsemekle yetindim.

 

Mutfaktan salona geçerken, içeride ki sesleri duydum. Herkes tatlı bir telaş içindeydi. Salona girdiğimde bakışlar anında beni bulurken Esra'nın annesi Gülfem Karadere beni görmesiyle yüzünde bir tebessüm açtı.

 

"Nerelerdesin benim bal kızım?" Dedi elini koltuğa vurup beni yanına çağırarak. Kız kardeşi Semiha hanım beni görmesiyle burun kıvırdı ve yanında ki kadına döndü. "Geldiğinden beri göremedim o güzel yüzünü. Nereye kayboldun yine hemen?"

 

Yanına oturduğumda kucağında ki çeyiz bohçasını fark ettim.

 

"Kızların yanındaydım," dedim. "Bahçede laflıyorduk öyle."

 

"Kocan geldu." Dedi babaannem bir anda. "Gördin mi?" Diye sordu merakla.

 

"Gördüm." Dedim. "Bahçede o da gelir birazdan."

 

"Ne diye yanluz biraktun oni orada?" Diye sordu.

 

"Karışmasana anne." Dedi Nuran Yengem babaannemi dürterek. Babaannem ağzının içinde bir şeyler homurdanırken sıkıntılı bir nefes koyverdim.

 

Çeyizler açılmaya başlandığında kızlar da içeriye doluştu ve Esra ortaya serilen puf oturdu beyaz elbisesiyle. Yüzünde heyecan dolu bir gülümseme hakimken abim ve Keskin ise bir koltukta oturuyorlardı. Onlar burada olduğu için iç çamaşırlarının olduğu çeyizler açılmamıştı. Esra her şey için sürekli teşekkür edip dururken babaannem halinden gayet memnun görünüyordu. Neyse ki Esra'ya ve ailesine karşı kötü bir söz etmemişti.

 

"Bu da son hediyemiz." Dedi babaannem çantasından lacivert kadife bir kutu çıkararak. "Aile yadigarımızdır. Sende layığıyla taşıyacaksındır." Dediğinde kutunun altın sarısı kısmını işlenmiş olan AK detayını fark etmemle yüzümdeki gülümseme sarsıldı ve abimin belli belirsiz, "İz." Dediğini duydum.

 

O kutuyu tanıyordum.

 

Annemden bana yadigardı ve kaybolmasın diye babamın çalışma odasındaki kasasına koymuştum ama Keskinle olan evliliğimizde onu almak aklıma hiç gelmemişti. Muhtemelen babaannem şu anda göstermeseydi bile ne zaman hatırlardım bilmiyorum.

 

Babaannem kutuyu açtığında pırlantalarla süslenmiş zümrüt takımı gördüm. Dedemin anneme evlendiğinde takmış olduğu kolyeydi.

 

Kara ailesine ait değildi.

 

Benim anneme aitti.

 

Aşan ailesinin aile yadigarıydı. Kara ailesinin değil ve annemden bana kalan bir emanetti.

 

Oturduğum koltukta kaskatı kesilirken benim gibi kolyenin kime ait olduğunu bilen herkesin şaşkınlık dolu bakışları üzerimde durdu.

 

Acı göğüs kafesimde kendine yer edindiğinde babaannem kolyeyi Esra'ya doğru uzatmıştı ki Şebnem beklemediğim bir şey yaptı ve ona engel oldu.

 

Eğer o yapmasaydı şüphesiz ben yapacaktım.

 

"Yanlış kolyeyi getirmişsin anne," dedi Şebnem ne yapmaya çalıştığını bilir gibi. Babaannemin elindeki kutuyu sertçe çekip aldı ve yanında getirdiği kırmızı kadife kutuyu uzattı ona. "O İzin kolyesi."

 

Babaannem bozulurken, "Karıştırmış olmalıyım." Demek zorunda kalmıştı istemeye istemeye.

 

"Yaşlılık işte," dedi Şebnem öfkeyle. "Bu aralar çok sık yaşar olduk. Alışıyoruz artık." Dediğinde kimse sesini çıkarmadı. Diğerleri bir şey anlamazken babaannem kırmızı kadife kutuyu açtı ve Kara ailesine ait olan aile yadigarı kolyeyi sundu Esra'ya. Onlar kendi aralarında sohbete dalmışken minnetle baktım Şebneme.

 

Kolyeyi güvenceye almak ister gibi çantasına koydu ve çantasını almak isteyen halamdan uzaklaştırdığında kucağında ellerinin arasında sıkı sıkıya tuttu.

 

Abimin yapmadığını yapmıştı.

 

Bakışlarım onu bulduğunda, "Bilmiyordum." Dedi dudaklarını oynatarak. Hayal kırıklığı içinde başımı iki yana sallarken, "Benim çıkmak gerek." Dedim ayaklanarak. "Adliyede birkaç önemli işim vardı. Onları halletmem gerek."

 

"E gelin hamamı?" Dedi Esra.

 

"Bensiz olsun." Dedim. Bakışalarım toplanan kadınların üzerinde tek tek gezindi. "Size kolay gelsin."

 

"Ben bırakayım seni." Dedi Keskinde ayaklanarak. Yanımda yer alırken eli elime sarıldı. "İdil bırakır sizi eve anne." Dedi. Berna hanım sessizce oğlunu onaylarken, Keskin gitmek için hareketlendi ve beni de yanında çekiştirdi.

 

Birlikte malikaneden çıkarken sessizliğim sürüyordu. Soru sormadım. Konuşmadım. Bu sefer o konuşsun o anlatsın o çırpınsın istedim.

 

O kolyenin hesabını eve gidince babaanneme soracaktım.

 

Arabaya bindiğimizde de sessizliğim devam etti. Ne o konuştu ne ben. Sanki bu durumdan bir hayli rahatsızmış gibi arada bir gözlerini üzerimde hissediyordum ve ona bakmadığımı, onunla konuşmadığımı gördükçe gaza daha çok yükleniyor ağzının içinde bir şeyler mırıldanıyordu.

 

"Funda sana ne söyledi?" Dedi bir anda.

 

Bakışlarımı akan yoldan çekmeden, "Aslında senden öğrenmem gereken her hangi bir şeyi." Dedim.

 

"Her hangi bir şey?" Diye sordu. "Sana söylemediğim başka ne varmış?"

 

"Bilmem." Dedim ona bakmadan. "Onu da sen bileceksin artık."

 

"İzgi-"

 

"Adımı ağzına alma." Dedim buz gibi bir sesle. "Eğer bana yalan söyleme devam edeceksen, O kadının gölgesini hayatımızın üzerinden çekmeyeceksen adımı sakın ağzına alma Keskin." Dedim inatla. "Çünkü sen evliliğimizin üzerinde geçmişten gelen bir adamın gölgesinden rahatsız oluyorsan bende senin geçmişinden gelen o kadını her ne kadar sevemesen de, duygusal anlamda ona karşı hiçbir bağ beslemesende rahatsız oluyorum." Bu sefer öfkesine rağmen sakince dikkatle dinledi beni.

 

"Şundan nefret ediyorum anasını satayım!" Dedi öfkeyle direksiyona vurarak. "Benim için hiçbir değer, önem arz etmeyen ikinci kişiler yüzünden bir tartışma yaşanmasından nefret ediyorum!" Sustum. Ona cevap vermedim.

 

Sessizlik çığ gibi aramıza devrildiğinde o da konuşmadı. Konuşmamı bekledi ama biliyorum. Yine kendimi anlatmamı onun eğlenmemi bekledi ama hiçbir şey yapmadım.

 

"Konuş benimle." Dedi en sonunda sabrı tükenmiş gibi. "Bir şeyler anlat, saçma sapan ne olursa olsun ama benimle konuş. Bana kendini anlat ve bende sesini duyayım."

 

"Soru bir," dedim omzumun üzerinden bakışlarımı ona çevirerek. "Funda'nın evinde ne işin vardı?" Alayla güldü. "Soru iki," dediğimde kara gözleri beni buldu ve gözlerimiz birleşti. "Bizim nikahımızda ne oldu?" Diye sorduğumda sinirle gözlerini yumdu ve tekrar açtığında bana değil yola baktı.

 

O sırada aslında malikaneye gitmediğimizi fark ettim. "Nereye gidiyoruz?" Diye sorma gereği duydum bu seferde.

 

"Çiftliğe." Dedi. Derin bir nefes aldığında. "Funda'nın evine gittim ama Funda için değil." Dedi. "Babasıyla görüşmem gereken önemli bir mevzu vardı. Geçtiğimiz günlerde yaptığımız silah sevkiyatında çıkan sorun ve İtalyanlarla yaptığımız anlaşma hakkında konuşmak için gitmiştim ve yalnız değildim. Yanımda Douglasta vardı."

 

"Bana neden söylemedin?" Diye sordum merakla. Seçil'le görmemem gereken bir hesabım vardı. Sözlerinin altında ki ima yüzünden gereksiz yere üzülmüştüm.

 

"Çokta önemli değildi." Dedi yola bakarken. "Üstelik Funda o gün evde bile değildi. Sana her ne söyledilerse yalan. Ne yapmaya çalıştıklarını anlayacak kadar zeki bir kadınsın. Gereken cevabı vermişsindir diye düşünüyorum. Böyle aptal oyunlara kanacak değilsin herhalde?"

 

"E zaten." Dedim göğüsümü kabartarak. "O konuda şüphen olmasın."

 

"Yok zaten." Dedi.

 

Alacahan ailesine ait çiftliğe girdiğimizi belirten bir tabela gördüm. Metal tabelaya işlenmiş olan tabelanın üzerinde bir pusula simgesi vardı. Bu Alacahan ailesinin ezelden beri gelen simgesiydi. Malikaneye giden yolda ve evin kapısında da aynı şekilde bir işlemesi bulunuyordu. Üstelik Berna hanımın sol bileğinin iç kısmında ve Aylinin sol omzunda da bu simgenin dövmesini görmüştüm. Ayşe babaanne ise şalına geçirdiği broşle bir Alacahan kadını olduğunu belli ediyordu.

 

Anlamını bilmiyordum ama öğrenmek için can atıyordum.

 

Çiftiliğe yaklaştığımızda araba girişte durdu ve kapılar bizden önce korumalar tarafından açıldığında, "Hoş geldiniz, efendim." Dedi genç delikanlı bir çocuk hürmetle.

 

"Hoşbulduk." Dediğimde çiftliğin dağın başında olmasından sebep olsa gerek ya da ben üzerime bir şey almadığımda buz gibi ayaz tenime çarptığında ürperdim.

 

"Üşüdün mü?" Sıcak ceketi omuzlarımda yer edindi. Sanki günün sonunda onun ceketi hep benim omuzlarımda kendine yer edinecek ve o beni sarıp sarmalayacaktı. Sıcaklığı böyle hissettiriyordu. "Buralar soğuk olur. Gel içeri geçelim." Başımı sallayarak onayaladığımda, "Şömineyi yaktınız mı?" Diye sordu bize eşlik eden korumaya.

 

"İstediğiniz her şey eksik yerine getirildi efendim." Dedi.

 

"Gözünüzü dört açın," dedi otoriter bir sesle. "Silvan iti bu aralar fazla sessiz. Bir sorun istemiyorum."

 

"Merak etmeyin efendim."

 

Birlikte ahşap evden içeriye girdiğimizde içerinin sıcaklığı kaskatı kesilen bedenimin gevşemesine sebep oldu ve topuklu ayakkabılarımı çıkarıp bir köşeye atarak parmak uçlarımda koşarak içeriye girdim ve kahve tonlarında döşenmiş salondaki şöminenin önüne tünedim.

 

"Buz gibiymiş ya burası!" Dedim sitemle koltuğun üzerinde ki pikeyi alıp sarınırken onun heybetli bedeni salonda göründü ve şöminenin önündeki beyaz, tüylü yumuşacık halıya oturdum.

 

"Ne içersin?" Diye sordu. Gömleğinin kollarını katlarken damarlı kolları ve elleri gözlerimin önüne serildi. Amerikan mutfağına girdiğinde buradan onu görebiliyordum. Etrafta loş bir ışık hakimdi ve gecenin karanlığında şömineden yükselen çığırdı ve sıcacık çiftlik evi içimi ısıtıyordu.

 

Ve o.

 

O yanımdaydı.

 

Ve ben huzurlu hissediyordum.

 

"Kahve çok iyi olur!" Diye seslendim beni duyabilmesi için. "Şekersiz olsun! Erken yaşlanıp kırışmak istemiyorum!" Diye bağırdım.

 

"Seni duyuyorum İzgi!" Diye seslendi bana doğru içeriden. "Bağırma!" Dediğinde bile bağırdığının farkında değildi.

 

"Bana bir şeyi yapma derken kendisinin aynı şeyi yapması peki?" Diye homurdandım kendi kendime.

 

Beş dakika sonra elinde sıcak kahve kupasıyla geldi ve bana uzattığında içkilerle dolu olan kısıma doğru ilerledi ve kendine bir kadeh ve viski alıp karşımda oturdu.

 

"Nikah günü neler olduğundan bahsetmeyecek misin?" Diye sordum kahvemden koca bir yudum alırken dilim yandığı için yüzümü buruşturmak zorunda kaldım.

 

"Nikaha geç kalmamın bir sebebi vardı." Dediğinde merakla ona baktım. Nikah günü tam yarım saat geç kalmıştı. "Silvanın o gün seni öldürmek için tuttuğu tetikçiler vardı." Dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. "Zamanında fark etmiş olmasaydık şu anda yaşamıyordun." Bardağına doldurduğu içkiyi kafasına dikti.

 

"Sen ne yaptın?" Dedim dehşete düşmüş bir halde.

 

"Karımı korudum." Diyerek kendini savunduğunda sinirle güldüm. "Ve kalbinin attığından, benim karım olduğundan emin oldum." Dediğinde gülümsemem silikleşti ve ona bakakaldım.

 

"Birini öldürmenin sebebi yoktur."

 

"Ben onları öldürmeseydim onlar seni öldürecekti." Dedi ve göz kırptı. "İşe birazda hukuki yönden değil de benim tarafımdan bak." Kınarcasına ona baktığımda ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. "Bir nevi nefsi müdafaa gibi düşünebilirsiniz Sayın Savcım." Dediğinde içten bir şekilde güldüm. "Hukuki yönden de haklı olduğum kısımlar mevcut." Başını sağa yatırarak gülümsedi ve gamzesini huzuruma sunduğunda kalbim tekledi.

 

Gülümsemem dudaklarımda yerli yerindeyken kahvemden bir yudum daha aldım ve çıplak bacaklarımı öne doğru uzatıp üst üste attığımda bakışları kısa dar eteğimin açıkta bıraktığı uzun bacaklarımda oyalandı.

 

"Neden pusula?" Diye sordum merakla bir anda. "Ailenizi simgeleyen şey neden pusula?" Diye sordum bir kez daha. Derin bir nefes aldığında oturduğu yerden ayaklandı.

 

"Nereye?" Diye sordum.

 

"Geliyorum şimdi." Dediğinde salondan çıktı ve gözden kayboldu. Dakikalarca gelmezken merak içimi kemirdi ama oturduğum yerde beklemeye devam ettim onu.

 

Elinde siyah bir kutuyla salonun girişinde belirdiğinde uzandığım yerde yavaşça doğruldum.

 

Karşıma geçip oturduğunda bu sefer uzakta değil daha yakınındaydım ve yeşillerimde yer edinen bariz merak gülümsemesine sebep oldu.

 

Kutuyu açtığında amber, pırlantalarla süslenmiş olan yılların emaneti olduğunu belli edercesine göz kamaştıran bir pusula kolyesi gözlerimin önüne eşsiz güzelliğiyle serildiğinde hem bir o kadar zarif hem de bir o kadar büyüleyici gözükmesi hayranlıkla kolyeye bakmam sebep oldu.

 

"Bu..." dedim. Yeşillerim katran karası gözlerini buldu. "Keskin bu muhteşem bir şey!"

 

"Alacahan kadınları ucu bucağı belli olmayan yollarda bile Alacahan erkeklerine yarenlik etsin diye,Dedem seçmiş özellikle." Diyerek başladı konuşmasına. Merakla ve pür dikkatle onu dinlemeye başladım. "Basit gözükebilir ama manası derindir. Pusulanın etrafında ki o elmas işlemeye dağılan belli belirsiz kan lekeleri dedemin kız kardeşine ait. O zamanlar henüz babaannemle evlenmediği için ve hanedeki en güçlü Alacahan kadını Firuze olduğu için o takıyormuş. Dedemin pusulası oymuş o zamanlar. Tabii bu durum Firuze dedemin düşmanları tarafından suikaste kurban gidince son bulmuş. Kalbinden yediği kurşunun aldığı canı boynundaki pusulada kendinden bir iz bırakmış ve göçüp gitmiş bu dünyadan. Babaannemde onun gibi olmaktan korktuğu için takmamış hiç. Dedemde zaten böyle bir teklifte bulunmamış ama henüz yirmilerimin başındayken bu pusulayı vermişti bana. Sana yol göstericin olarak seçtiğin kadına ver. Beraber bir yolda yürüyün demişti." Katran karası gözlerinde yansımam vardı. "Ben şimdi bu pusulayı sana veriyorsam İzgi kendimi çıkmazda hissettiğim o anlarda bile sen elini bana uzat diye. Çünkü içimden bir ses ne pahasına olursa olsun bu kolyeyi boynunda görmem gerektiğini fısıldayıp duruyor bana. Sanki yıllardır yanımda emanet diye taşıyordum da o da sahibini tanımış gibi yerini bulmak için can atıyor." Dedi tek nefeste

 

"Şimdi soruyorum sana. Bu kolyeyi takmak istiyor musun?" Ne diyeceğimi bilemedim. Sözleri karşısında kalakalırken göğüsümü kamçılayan bilinmez his yerini heyecan dolu bir sevince bıraktı.

 

Başımı sallayarak onu onayladığımda söyleyecek tek kelime bulamadım. Ona arkamı döndüğümde saçlarımı omuzumda topladım ve ona yer açtım. Kolye gözümün önünde sallanırken boynuma geçirdi ve klipsini taktığında saçlarımı kolyenin içinden çıkardı.

 

Yeniden ona doğru dönerken hala elimde tuttuğum boş kahve kupasını kenara bıraktı ve belimden yakalayıp beni kucağına çekerken dudakları dudaklarımı buldu. Ellerim anında ensesini bulurken ona karşılık verdim. Dar eteğimin izin verdiği kadarıyla bacaklarımı aralayıp kucağına yerleşirken beni daha çok bastırdı kendine. Öpüşü gittikçe derinleşirken benimle birlikte oturduğu yerden ayaklandı ver bacaklarımı ona doladığımda kucağında benimle birlikte bir yere doğru giderken öpüşü hız kesmeden devam etti.

 

Saçlarım yüzüme dökülürken tırnaklarım ensesine saplandı. Dikkatlice merdivenlerden çıkardığında bir odaya girdiğimizi fark ettim. Kapıyı ayağıyla ittirdiğinde şiddetle kapandı ve sırtım kapıya yaslandığında beni tüketmek istercesine delicesine öptü.

 

Beline sardığım bacaklarımı sıkılaştırdığımda sırtım yaslandığım kapıdan ayrıldı ve çok geçemeden yumuşak yatakla buluştuğunda üzerimde ki takımın bir parçası olan ve içine sütyen dışında hiçbir şey gitmediğim ceketin düğmesini tek eliyle açtı ve aceleyle üzerimden çıkardı.

 

Onun altında yarı çıplak bir halde dururken heybetli bedeni üzerime çökmüştü.

 

Parmakları saç diplerimden başlayarak boynuma doğru belirli bir rota çizdi.

 

(Bu kısım +18 sahneler içerir. Rahatsız olanlar bir sonraki uyarıya geçebilir.)

 

 

Keskinin parmakları boynumdan kayarak göğüslerimin arasından geçti ve tenimde kendi bir yol çizdi. Dudaklarım dudaklarının arasındayken acele etmeden tadımı çıkarmak istermişçesine uzun, derin ve tutku dolu öpücüğü aklımı başımdan alıyordu.

 

 

 

Parmakları yatakta dikeleşen bedenimde arkama sızdı sırtımı bulduğunda tenim ürperdi. Sütyenimin kopçasını bulan parmaklarıyla dudaklarımız ayrıldı ve aldığım nefesle göğüsüm yükselip kalktı ve kaburgalarım aldığım nefesle kendini belli etti.

 

Parmakları sütyenin kopçasını çözüp bordo, dantelli ve işlemeli sütyenimi üzerimden ayırıp bir köşeye fırlattığında katran karası gözleri bir an olsun çekilmedi gözlerimden.

 

Dolgun ve ucu sertleşmiş göğüslerim tüm çıplaklığıyla karşısındaydı. Damarlı ve büyük ellerinden biri neredeyse avucundan taşan göğüslerimden birini sardığında dudaklarımın arasından kaçan inlemeyle beraber boğuk hırıltısı ulaştı kulaklarıma. Kasıklarımda ki sızıyla bacaklarımı birbirine bastırma ihtiyacıyla yanıp tutuşurken bunu yapmama izin vermedi. Diğer eli bacaklarımı onun için aralarken iyice bacak aramda dar eteğimin izin verdiği kadarıyla kendine yer edindi.

 

Dudakları yeniden dudaklarıma kapandığında bu kez daha vahşi ve yırtıcıydı. Göğüsümde ki elinin baskısı arttığında elinin verdiği his ağzına doğru inlememe sebep oldu ve parmakları sertleşmiş göğüs ucumu okşamaya başladığında başım geriye doğru düştü ama o dudaklarıyla dudaklarımı yeniden yakaladı ve alt dudağımı iki dudağı arasında tıpkı göğüslerime yaptığı gibi çekiştirerek ezdi.

 

İçimde göğüsümden taşıp beni yok edecek olan o his kasıklarımda kendine yer bulduğunda bir inleme daha kaçtı dudaklarımın arasından ve işkence ettiği şişmiş dudaklarımı serbest bırakırken çenemden başlayarak boynuma doğru küçük öpücükler bırakmaya başladı. Başımı geriye doğru atıp ona yer açarken dili boylu boyunca gerdanımda gezindi ve dudaklarının boynumda bıraktığı iç gıdıklayıcı tatlı his iç çamaşırımda ki ıslaklığın daha çok artmasına sebep olurken yavaşça üzerimden kayarak köprücük kemiklerime, omuzlarıma küçük öpücükler kondurdu ve dudakları sol göğüsümün üzerinde durduğunda kalbimin üzerinde kondurduğu öpücük eş zamanlı olurken şişmiş ve sertleşmiş göğüs ucumu ağzına aldı ve dudaklarımın arasından kaçan çığlığım odada yankılandı.

 

Kasıklarımda ki zonklama sabırsızlığımı arttırırken diğer eliyle sağ göğüsüme yaptığı tatlı işkence dudaklarının eziyetinin yanında hiçbir şeydi.

 

"Siktir!" Dedi erkeksi bir hırıltıyla ve baş ve işaret parmağının arasına aldığı göğüs ucumu çekiştirip sıkarken ağzı göğüsümü daha fazla alabilmek aralandı ve dilinin yaptığı darbeler neredeyse aklımı yitirmeme sebep oldu. "Avuçlarıma sığmayacak kadar büyükler. Üstelik," dedi sol göğüsümü emip çekiştirirken. "Üstelik şu anda altımda kıvranıyorsun, göğüslerin benim için bu kadar sertleşmiş," dedi duraksayarak. Sağ göğüsümden ayrılan elleri homurdanmama sebep olurken yerini dudakları aldı ve parmaklarının baskısını zonklayan kadınlığımın tepesinde hissettiğimde gözlerim kaydı ve zevk dolu bir inleme kaçtı dudaklarımdan. Dudaklarının arasından bir küfür kaçarken algılayamadım. Nefesi tenime dökülürken, "Ve senin o deliğin benim için mi bu kadar ıslak? Bana aklımı kaybettirecek kadar akmana sebep olan şey yine ben miyim?!"

 

İki parmağı klitorisime baskı uyguladığında, "Keskin!" Diye inledim. Belim yay gibi gerildi ve sırtım yatakta havalanırken kıvranan halim hoşuna gitmiş olacak ki dudakları tehlikeli bir gülümsemeyle iki yana kıvrıldı.

 

Dağınık siyah saçları ve arzudan koyulaşmış kara gözleriyle bana bakarken esmer teni loş ışıkta ay gibi parlıyor heybetli cüssesi, karın kasları, adonisleri, pazuları aklımı başımdan alıyordu. Bu işkenceye ne kadar dayanabilirdim bilmiyorum.

 

"Söyle," dedi boğuk bir sesle. Nefesini kulağımın dibinde hissederken tam oraya uyguladığı baskıyla yatakta kıvranırken gerdanım boyluca açıldı ve terden yüzüme yapışan saçlarımı geriye doğru itti. "Bana beni istediğini söyle." Dedi kalın ve erkeksi sesiyle. "Beni içinde istiyor musun?" İki parmağını birden içime ittiğinde dudaklarım arlandı ve gözlerim açıldı. Nefesim kesilirken genzimden kaçan şehvet dolu inlemem onu daha çok çıldırttı.

 

"Keskin!" Dedim kıvranır bir halde. Kendime dokunmak istedim ama ellerimi yakalayarak bunu engelledi.

 

"Şşş," dedi egzotik bir sesle. "Söyle bana benim güzel karım," Yeşillerim karalarıyla buluştuğunda gittikçe koyulaşan gözlerinde yansımamı gördüm. Baş parmağı klitorisime baskı uygularken işaret ve orta parmağı içimde hareketsizce durduğu için aklımı yitireceğimi sandım. Gözlerim kayarken bedenim istekle havalandı ve kendimi ona doğru ittim. "Kadınlığın benim için sulanmıyor mu? Seni sabaha kadar, her an her zaman doldurmamı istemiyor musun?"

 

"Evet!" Diye bağırdım sabırsızca. "Keskin," dedim. "Evet."

 

"Neye evet?" Diye sordu. Onunda zorlandığını biliyordum ama derdinin her şeyin tadını çıkararak yaşmak olduğunu ve aceleye getirmemek olduğununda farkındaydım.

 

"İstiyorum," dedim kesik kesik nefeslerimin arasından. Kadınlığım ihtiyaçla sızladığında dişlerim dudaklarımı ezdi. "Seni içimde istiyorum." Gözlerinde çakan şimşekler yansımamı gölgelerken resmen hırlayarak üzerime doğru eğildi ve parmakları içimden çıkarken boşluk hissiyle savrulduğumu hissettim. Yarı çıplak bir halde altımda sadece dar eteğimle beni kucağına alırken saçlarım sırtıma döküldü ve parmakları tenime gömüldüğünde kadınlığımdaki sızıya rağmen bacaklarımı araladım ve kucağıma oturttum. Şişen erkekliğini altımda hissederken öpüşü gittikçe derinleşti ve göğüslerimin ucu tenine çarparken ellerim saçlarının arasına daldı.

 

Bir eli saçlarımın arasına sızdığında belime gömdüğü parmaklarıyla beni kendine doğru çekti ve ağzım onun için daha fazla aralandığında öpüşü derinleşti.

 

Parmaklarım aceleyle kemerinin tokasını bulurken açamamak sinirlerimi bozdu. Burnumdan öfke dolu bir nefes verirken dudakları dudaklarıma yaslı olduğu için dudaklarının kıvrıldığını hissettim.

 

"Gel bakalım." Dedi oyunbaz bir sesle ve sırtım yeniden yatakla buluştuğunda sonunda çözdüğüm kemerin tokasını odanın bir köşesine fırlattım. Onun elleri dar eteğimi ortadan ikiye ayırıp parçaladığında güldüm.

 

Gülüşüm hoşuna gitmiş olacakki bit süre beni izledi. Artık bir bez parçasından ibaret olan kumaşı da odanın bir köşesine attığında üzerime doğru eğildi ve bakışları bordo iç çamaşırımın izin verdiği kadarıyla ıslanmış olan kadınlığımı buldu.

 

Dudakları iki göğüsümün arasını bulduğunda ellerim saçlarının arasına yeniden daldı ve başım geriye doğru düşerken göğüslerime çarpan dili ve dudaklarıyla zevkle inledim ve saçlarını çekiştirirken yanakları iki göğüsümün arasında sıkıştı. Hırıltılı nefesi tenime dökülürken göğüslerimden karnıma doğru kaydı dudakları ve iç çamaşırımın üzerinde durdu. Kenarlarından tutup ağır ağır çekiştirdiğinde bedenim havalandı ve iç çamaşırımı sıyırdı üzerimden.

 

"Siktir!" Dedi karşılaştığı görüntüyle. Nefesinin kadınlığıma çarpmasıyla duvarlarım çarparken sesi aklımı karıştırıyor dudaklarının varlığı çıldırmama sebep oluyordu. Ondan önce davranarak bacaklarımı iki yana doğru ayırdığımda boynunda, şakaklarında, kollarında ve ellerinin üzerinde şişen aynı zamanda gittikçe belirginleşen damarlarını fark ettim.

 

Burnundan sert bir nefes verip yüzünü kadınlığıma doğru yaklaştığında zaten dolgun olan göğüslerim onun yaptığı işkenceyle daha çok şişmişti. Kesik kesik nefeslerim odanın içini doldururken bacaklarımı onun için daha fazla aralamamla dudakları şiddetle kadınlığıma kapandı ve belki de sağır sultanın duymasına bile sebep olacak çığlığım dudaklarımın arasından kaçtı.

 

Tırnaklarımı çarşafa geçirdim. Dudakları kadınlığımdaki ıslaklığı yayarken sanki onun için daha çok açılıyor ve genişliyordum. Nefes almakta bile zorluk çekerken bilinçsizce inliyor dilinin klitorisime yaptığı darbelerle çığlıklarım odayı dolduruyordu. Dengemim sarsıldığını hissederken kadınlığımı emdiğini fark ettim. Kadınlığımı dişlerinin arasında ezerken klitorisimi emmeye başladı ve gözlerimin geriye doğru kaydığında bir an için karanlık dışında hiçbir şeyi göremedim.

 

Dili deliğimden içeriye sızarken ellerim ani bir refleksle çarşafı sıkmayı bıraktı ve yatakta bilinçsizce dirseklerimin üzerinde doğrularken ellerim saçlarının arasına daldı ve dudaklarının baskısını daha çok hissetmek için onu tam oraya yasladım. Kalçalarımdan tutarak beni kendine doğru çekerken vajinamda gezinen dili duvarlarıma çarptı. İki eliyle de kaçlarımı yoğururken dudakları artık tamamen kadınlığımla bir bütün halindeydi ve ağzından çıkan egzotik sesler mantığımı yitirmeme onu daha çok istememe sebep oluyordu.

 

Bir eli kalçalarımdan yukarıya doğru kayarak göğüsümü buldu ve başım geriye doğru düşerken saçlarım sırtımda salındı ve titremelerim baş gösterdiğinde onun dudakları hala kadınlığıma yaslıyken bile bana baktığını hissettim.

 

"Keskin!" Kalçalarımı kaldırıp ağzını daha çok kendime yaslarken katran karası bakışları üzerimdeydi ve hırıltılı nefesleri tenimde can bulurken tükürüğünü kadınlığımda hissettim ve beni büyük bir açlıkla yalarken zangır zangır titremeye başladım ve zevk dolu çığlıklarımla boşalmaya başladım. Titreyerek yatağa düştüğümde ıslaklığımı ağzıyla bütün kadınlığıma yaydı ve dudakları oradan ayrıldıktan sonra üzerimde yükseldi.

 

Nefes nefese bir halde yatakta uzanırken, büyük avucu çarşafın üzerinde ki elimin üzerine kapandı ve parmaklarımız iç içe geçti. Sağ eli terden yüzüme yapışan saçlarımı geriye doğru çektiğinde yeşillerim onun artık karanlığı yuva edinmiş olan gözleriyle buluştu. "Henüz başamadık bile bebeğim." Dedi elinin tersiyle yanağımı okşarken yutkundum. "Bu gece ve daha birçok gece altımda böyle kıvranışını zevkle izleyeceğime emin olabilirsin."

 

"Sende," dedim nefes nefese. "Her daim içimi seninle dolduracağımdan emin olabilirsin." Dediğimde dudaklarının arasından bir küfür kaçtı.

 

Onu yatağa ittiğimde ne yapacağımı merakla izledi ve üzerinde yükselirken parmaklarım pantolonum düğmesini çözdü ilk önce. Fermuarını indirirken onu elimin altında hissetmemle büyüklüğü karşısında kısa bir an duraksadım. Yamuk gülümsemesi dudaklarında yer edindiğinde pantolonunu çıkarmamda yardımcı oldu ve siyah boxserinide ayırdığımda aleti kumaştan dışarıya fırladı ve damarların sardığı sertleşmiş erkekliği karnına doğru uzandı.

 

Korkuyla yutkunurken onu içime tamamen alabileceğimden şüphe ettim.

 

Şehvet korkuyu gölgelediğinde yatakta dikleşmiş ve bana bakmış adamın damarlarla çevrili boynuna elimi sardığımda utancımı bir köşeye iterek iyice yükseldim ve daha fazla bekleyemeyeceğimden diğer elimi sertleşmiş erkekliğine sardım ve onu içime aldığımda benim dudaklarımdan kaçan çığlığa onun genzinden gelen kalın, erkeksi ve kışkırtıcı boğuk sesi eşlik etti. Çarşafa yaslı elleri sırtıma gömüldüğünde kucağında yükselen bedenimi ters çevirdi ve ufak bir sızıyla inlerken sırtım yatağı buldu ve içimden bir anda çıkıp daha sert beklemediğim bir anda ona yaptığım gibi içimi kendisiyle doldurdu ve çığlığımı dudaklarının arasına haps etti.

 

İçimde bir süre ona alışmam için hareketsiz kalırken dudakları dudaklarımdan ayrıldı ve sıcak nefesini kulağımın dibinde hissederken kesik kesik nefesler aldım. Göğüslerim tamamen kaslı göğüsüne yaslıydı ve göğüs uçlarım altında ezilmişti.

 

"İzgi," diye fısıldadı. Sesi zihnimdeki duvarlara çarparak beni sersem etti. "Ne kadar güzel ve büyüleyici gözüktüğünü bilseydin benim her seferinde gözlerinin güzelliği karşısında aklımı yitirdiğin gibi kendi güzelliğin karşısında aklını yittirirdin." Kirpiklerim titrediğinde gözlerimiz yeniden buluştu ve karanlığında kayboldum.

 

İçimde hareket etmeye başladığında dudaklarımdan zevk dolu bir inleme döküldüğünde hazla, "Keskin!" Diye inledim defalarca kez.

 

"Sen," Dedi karanlığı gözlerine yuva edindiği gibi sesine de yuva edinen o adam. "Bana aitsin." Dedi. "Benimsin. Bendesin. Benim karımsın." Dedi her bir kelimenin üzerine basa basa.

 

İçimde ki hareketleri hızlandı.

 

Darmaduman oldum.

 

İçimde ki doluluk hissi gittikçe arttığında onun içimde ki hareketleri hızlandı ve zevk dalga dalga bedenime yayılırken aletini bir kez daha içime doğru itti ve nefesimin kesildiği an işte o andı.

 

Tırnaklarım çıplak sırtında boylu boyunca yol çizerken, "Ahh!" Diye inledim zevkle. Kendimden bıraktığım izlerim, omuzlarında, kollarında, sırtında ve ensesinde kendine yer edindi.

 

Aletinin sadece yarısı içimdeyken bir kısmı içime girip geri çıkıyor ve her seferinden daha sert bir şekilde kadınlığıma gömülüyor duvarlarımı zorluyordu.

 

"Siktir!" Dedi gırtlağından gelen bir sesle. "Siktir siktir siktir!" Diye küfür etti. "O kadar sıkısın ki her seferinde içine girmekte zorlanıyorum!" Dedi hırıltıyla. Karabasan gibi üzerime çöktü. İçimden bir kez daha çıkıp sertçe duvarlarımı zorlamasıyla, "Keskin!" Diye bağırdım.

 

"Durma sakın!" Diye inledim. Daha büyük bir sertlikle içime girmesiyle tamamen kendini içime itti ve onun genizden çıkan boğuk inleme benim çığlığımı bastırdı.

 

"Offf!" Diye bağırmasıyla içime defalarca kez vurdu. Büyüklüğü kadınlığımı zorlarken gözlerim kayıyor zevkten dört köşe olduğumu hissediyordum. Bacaklarımı iki eliyle iyice ayırdığında gözlerim iri iri açıldı ve avuçları her iki elimin üzerine kapandı ve havalanan bedenimi yatağa bastırdığında dudaklarıma vahşice yapıştı.

 

İçime sertçe bir kez daha vurduğunda ikimizin de bedeni tir tir titredi ve birbirimize karıştığımızda bile öpüşünü kesmedi.

 

Beni yavaş yavaş içine çekerek tüketti ve karanlığında yok etti.

 

İçimde ki derinliği artınca zevkle dudaklarına doğru inledim ve elimi ensesine yaslayıp onu kendime doğru çektiğimde kadınlığımdan taşan sıvıları görmezden gelerek birbirimizi delicesine dünyada sanki hiçbir derdimiz yokmuşçasına öptük.

 

Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında alınlarımız birbirine yaslandı ve nefeslerimiz birbirine çarptı.

 

Derin derin soluklanırken bir an nefessizlikten tıkanacağımı düşündüm. "Sen..." dedi boğuk sesiyle. Parmakları tenimi ezberlemek istercesine her zerremde geziniyordu. Sanki vücudumu keşfe çıkmıştı. "Sen, yemin ederim bana aklımı kaçırtacaksın." Diye hırladı. "Sonum olacaksın." Diye fısıldadı. "Birbirimizin sonu olacağız."

 

Kaburgalarımda ki çatlaktan sızan kelebeklerim özgürlüğüne kavuşmuş gibi bir bir kanatlandı ve içimi kıpır kıpır etti.

 

Gözlerimi açtığımda onun zaten beni izlediğini karalarına çarptığımda hissettim.

 

"Gözlerin..." dedi efsunlu bir sesle. Sanki gözlerimin rengi, güzelliği onu büyülüyor gibiydi. "Felaketim." Dedi bir şeyden kesinlikle emin olmuş gibi. Daha önce bir kez daha bunu bana söylemişti.

 

Gülümsedim. Bütün yorgunluğuma bitkinliğime inat kocaman gülümsedim ve gözleri uzun üzüm gülümsememi izledi. Kısılan gözlerime baktı.

 

"Bunu nasıl başarıyorsun?" Diye sordu saf bir merakla.

 

"Neyi?" Diye sordum.

 

İşaret parmağının tersi güldüğüm için kısılan göz kenarlarımda, kirpiklerimin bittiği kısımda gezindi.

 

"Gülümsemeni gözlerinde saklıyorsun sanki." Dedi. "Kısılan gözlerinde yanaklarında oluşmayan gamzelerin oluşuyor sanki." Bakışları sürekli gözlerim ve dudaklarım arasında gidip geldi. "Gülümsemeni izlemeyi seviyorum ama gülünce gözlerinin kenarında beliren o küçük belli belirsiz göz gamzelerini izlemek benim için paha biçilme, izlemeye doyamayacağım eşsiz bir sanat eseri." Ona bakakaldım. "Keşke gülünce oluşan bu görüntünü resmedebilsem ama zihnimde bile zaman zaman öyle silikleşiyor ki her gün yeniden gülümsemeni görmek için sebepsizce can atıyorum."

 

Sözlerinin güzelliği karşısında nutkum tutulurken ne söyleyeceğimi bilemedim.

 

Onun yerine çok saçma ve yersiz bir şekilde, "Ayşe babaanne bizi bu halde görse kalpten gider." Dedim.

 

Güldü ve gamzesi huzuruma serildi. "O niyeymiş?"

 

"Eee düğünden önce gerdeğe girdim seninle." Dedim kıkırdayarak. "Evlenmeden olmaması gerekiyordu babaannene göre."

 

Gür bir kahkaha attığında başını geriye doğru attı. "Yavrum sen farkında mısın bilmiyorum ama biz zaten evliyiz." Dedi gülerek. Gözleri arasızca vücudumda gezindi. "Hoş bugün bunu sana yeterince kanıtladım zannediyordum." Dedi.

 

"Cık," dedim çenemi havaya kaldırarak. "Ben hiç hatırlamıyorum öyle bir şey." Dediğimde kaşları havalandı.

 

"Hatırlatalım yavrum." Dedi kolları belime yılan gibi sarılırken. "Hiç mi bir şey hatırlamıyorsun?" Diye sordu.

 

"I- ıhı." Dedim. "Hiç hatırlamıyorum. Hemde hiiiiç ha-"

 

Dudakları şiddetle dudaklarıma kapandığında ikimizinde dudakları yukarıya doğru kıvrıldı ve gülümsedik.

 

"O zaman," dedi dudaklarını dudaklarımdan ayırmadan hemen önce. "Sana tüm ayıntılarıyla, en ince detaylarıyla hatırlatmaktan zevk duyarım karıcığım!"

 

"O zaman sabahlar olmasın!" Dedim tutku dolu bir sesle.

 

"Hay hay!" Dedi benim gibi ve dudakları yeniden dudaklarıma yapıştığında bana bütün gece, şafak sökene gün ağırana dek ne kadar doyumsuz bir sözünün eri birisi olduğunu çok güzel kanıtladı.

 

 

(Buradan devam edebilirsiniz canlarım.)

 

...

 

 

Güneşin ışıkları yüzüme vururken rahatsızca yerimde kıpırdandım. Üzerimden tır geçmiş gibi yorgun hissediyordum ve kadınlığımda ki sızı kendini bana arada sırada belli ediyordu. Sabaha doğru birlikte aldığımız bir duşun ardından birlikte uyumuştuk. Üzerimde hiçbir şey yoktu. Tamamen çıplaktım ve o da benim gibi tamamen çıplakken beni üzerine yatırmıştı ama uykuyla uyanıklık arasında olduğum için bedenim onun kaslı gövdesine yaslı değildi. Sırtım yumuşak bir yerleyken yüzümü yastığa gömdüm.

 

Omuzlarımda, gerdanımda hissettiğim öpücükler gülümsememe yol açtı.

 

"Bebeğim." Dediğini duydum boğuk bir sesle. "Sence de artık uyanmanın vakti gelmedi mi?" Dediğinde yanağımda dudaklarını hissettim.

 

"Beş dakika daha." Diye yalvardım.

 

Dudaklarını bu kez şakaklarımda hissederken, "Çok mu yordum seni?" Diye sordu merakla.

 

Yattığım yerde ona doğru dönerken tek gözümü açarak ona baktım ve katran karası gözleriyle karşılaştım. Dağınık saçları ve uykulu bakan gözleri ona ayrı bir hava katıyordu.

 

"Dün öğlenden bugünün sabahına kadar seviştiğimizden ve senin doyumsuzluğundan bahsedecek olursak? Evet," dedim gözümü oralarken. "Yordun beni."

 

"Bak sen." Dedi tatlı bir tınıyla. Üzerim doğru eğildi. "Hoşuna gitmediğini inkar edemezsin." Dedi gittikçe yaklaşırken.

 

"Fazlasıyla," dedim kışkırtıcı bir sesle. "Hoşuma gittiğinden emin olabilirsin." Dudakları dudaklarımın üzerine kapandığında anında karşılığını aldı. Sert, tutku dolu bir öpücüğü dudaklarıma bıraktığında oradan çeneme ve boynuma indi. Boynuma vuran nefesi huylanmama sebep olurken dudaklarımın arasından çıkan gür kahkahayla birlikte onu uzaklaştırmaya çalıştım ama o kafasını boynumdan kaldırırken şaşkınlıkla bana baktı.

 

"Ne oldu?" Diye sordu merakla. Gözleri kısıldı. "Neye güldün?"

 

"Huylanıyorum." Dedim gülüşlerimin arasından. "Boynumda tikim var."

 

"Hımm." Dedi boğazdan gelen bir sesle.

 

"Keskin hayır!" Diye cırladım ama çok geçti. Bedenimi yatağa resmen yapıştırırken birkaç kez boynuma sıcak nefesini üfledi ve kahkahalara boğulmama sebep oldu. "Ya!" Diye bağırdığımda gülüşlerimin arasından parmakları bu sefer çıplak karnımın üzerinde hareket etti ve katıla katıla gülmeme sebep oldu. Altından kaçmak için debelenirken, "N-ne-nefes." Dedim ama devamı gelmedi. Hareket eden parmakları ve boynuma çarpan nefesi yüzünden kahkahalarım bütün çiftlik evinde yankılanıyordu.

 

 

 

"Yeter lütfen." Dedim o kısa bir an durup bana baktığında hala gülüyordum. "Kahvaltıyı ben hazırlarım söz!" Diye bir teklifte bulundum.

 

"Bak sen," dedi beni belimden kavrarken yatakta döndü ve kucağına oturttu bedenimi. "Üç kağıtçı bir karım olduğundan haberim yoktu."

 

"Şikayetin mi var?" Dedim tek kaşımı kaldırarak.

 

"Asla." Diye yanıtladı. "Ama ilgimi çeken daha cazip şeyler bulabilirsin karıcığım. Kahvaltı senin yanında sönük kalıyor." Dedi arsızca kucağında ki çıplak vücudumu süzerek.

 

"Azgın herif." Diye homurdandım. "Senin yüzünden uzun bir süre ne elbise ne dekolteli kıyafetler ne de etek giyemeyeceğim!" Dedim omzuna vururken. "Yamyam herif! Her yerim morluk içinde!"

 

"Yamyam mı?" Dedi gülerken. Belimden tutarak beni iyice kendine doğru yaklaştırdı ve kucağında yükselmemi sağlarken saçlarım yüzümü örttü.

 

"O yamyam yesin seni." Dedi burnunu burnuma sürterek.

 

"Yamyam tabi!" Dedim. "Baksana halime?"

 

"Cık," dedi. Adem elması kışkırtıcı bir güzellikteydi. "Yeterince yamyamlığımı gösterememişim müsaadenle sevgili karıcığım biraz daha tadına bakmak istiyorum." Dediğinde dudakları dudaklarımı buldu ve altımda varlığını hissederken ellerim saçlarının arasına daldı.

 

...

 

"Hayvan herif!" Diye bağırdım merdivenlerden aşağıya inerken. "Senin hiç acıman yok mu bana ya?!" Dedim ağlamaklı bir sesle. Bu sefer duşları ayrı ayrı alırken o çoktan aşağıya inmiş kahvaltı hazırlamaya başlamıştı bile ama bir sorun vardı. Büyük bir sorun.

 

Her yerim morluklar içindeydi!

 

"Neredesin sen?" İçeriye doğru girdim. Salona ve mutfağa baktım ama onu bulamadım. Tam arkamı dönecektimki arkamdan belime sarılan kollar yüzünden duraksadım.

 

"Az bile yapmışım." Dedi utanmadan. Beni kendisine doğru çevirirken somurtuyordum. "Hem bence fazlasıyla yakıştı."

 

"Ya ne demezsin!" Diye sitem ettim. "Hayır eteğimi de parçaladın dangalak herif! Ne giyeceğim ben şimdi?" Beni iyice kendine doğru çektiğinde üzerimde ona ait olan ve kalçalarımı örten tişört yukarıya doğru toparlandı.

 

"Senin bu ağzının biraz fazla bozulmuş sanki." Parmakları sırtıma gömüldü. "Biraz toparlasam fena olmaz."

 

"Yemin ederim doyumsuz herifin tekisin." Derken bir yandan da öpücüğüne karşılık veriyordum. Dudakları dingin ve sakin bir şekilde dudaklarıma sarılırken andan soyutlandığımı hissettim.

 

"Keskin bey?" Aybarsın sesiyle onu hızla iterken mutfağa doğru kaçtım. Her yerim morluk içindeydi ve beni böyle görmememesi daha iyiydi.

 

"Umarım önemli bir şeydir Aybars?!" Diye bağırdı öfkeyle. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Aybarsın sırtı bana dönük bir haldeyken elinde tuttuğu poşeti fark ettim.

 

"Siparişlerinizi getirmiştim," dedi şaşkınlıkla. "Süt istemiştiniz."

 

Keskin elindeki poşeti sertçe çekip aldığında, "Dua et bugün güzel uyandım." Dedi. "Yoksa bu sütü senin bir taraflarına sokmasını iyi bilirdim." Ona kınarcasına baktığımda, ne dercesine kafasını salladı.

 

"Gideyim mi ben şimdi?" Dedi Aybars.

 

"Yok Aybars ne münasebet," dedi Keskin. "Gel otur, bizimle kahvaltı et."

 

"Sağolun efendim ama ben kahvaltımı ettim." Dedi Aybars ciddi ciddi. "Size afiyet olsun." Dedikten hemen sonra arkasını döndü. Beni fark ettiğinde ona gülümseyerek el salladım ve o da bana gülümserken selamımı baş selamıyla aldıktan sonra evden çıktı.

 

Mutfaktaki masaya otururken, "Ellerine sağlık." Dedim.

 

"Afiyet olsun." Dediğinde süt poşetini tezgaha bıraktı ve karşımda yerini aldı.

 

Birlikte kahvaltıya başlarken çayımdan bir yudum aldım. "Bugün ne yapacaksın?" Diye sordu merakla. "Bir işin var mı?"

 

"Yok, niye?"

 

"Benim şirkette birkaç işim var gün ama erken biter muhtemelen..." bakışları saati buldu. "Gerçi çoktan öğleni geçmişiz bile." Dedi. Ekmeğime çikolata sürüp yerken hiç sesimi çıkartmadan karnımı doyurmakla meşgul oldum. "Ben seni eve bırakırım. Oradan da şirkete geçerim. Sende beş altı gibi şirkete gelirsen akşam yemeğini dışarıda birlikte yeriz." Dediğinde olur anlamında kafamı salladım.

 

Ağzıma attığım ilk lokmadan sonra kendimi durdurmamamıştım.

 

Onun için ekmeğe sürdüğüm kaymağın üzerine balı da sürdükten sonra tabağının yanına bıraktım.

 

"E bana kıyafet?" Dedim ağzım doluyken şaşkınlıkla.

 

"İdil senin için getirdi bir şeyler." Dediğinde rahat bir nefes aldım ve kahvaltıma geri döndüm.

 

Uzun zamandır bu kadar çok yememiştim.

 

Kahvaltıdan sonra İdilin benim için getirdiği kıyafetleri giydikten sonra birlikte evden çıktık.

 

"Söyle kardeşim." Keskin telefonunu arabaya bağladığında Douglasın sesi arabanın içini doldurdu.

 

"Nerdesin oğlum sen?" Dedi Douglas sitemle. "Dün öğlen kayboldun gittin, dönmekte bilmedin! Sabah arıyorum telefonlarımı d açmıyorsun!"

 

Keskinin bakışları beni bulduğunda hiç oralı olmadım. "Uyuyordum." Dedi dudağında yamuk bir gülümsemeyle.

 

"Kış uykusuna mı yattın amına koyayım!" Dedi Douglas sinirle. "Uyanmak bilmedin!"

 

"Uzatma Douglas." Dedi Keskin düz bir sesle." Ne söyleyeceksen çabuk söyle."

 

"Olivia burada, şirkete geldi. Seninle konuşması gereken önemli bir konu varmış. Ayrıca İtalyanlarla yapacağımız görüşmede bugün. Bir saate onlarda burada olurlar. Elini çabuk tutsan iyi olur." Dediğinde sinirle güldüm.

 

"Sevkiyatı ne yaptığınız?" Diye sordu. "Silahlar Almanya'ya teslim edildi mi? Bir aksilik çıkmadı değil mi?"

 

"Yok kardeşim. Her şey sorunsuz ilerledi. İsviçre'de yapacağım sevkiyat ve toplantı içinde hazırlıklar eksiksiz ilerliyor."

 

"Neyse," dedi Keskin. "Gelince daha detaylı konuşuruz." Dedikten hemen sonra telefonu kapattı.

 

"Oliviası, Fundası bitmiyor ki!" Dedim sinirle. "Hangi biriyle uğraşacağımı şaşırdım!" Öfkeyle ona baktım. "Hem senin ne işin var İsviçre'de? Ayrıca o kadın niye senin Şirketinde şu anda?! Daha ben gelmedim be şirketine?!" Diye cırladım.

 

"Yavrum biraz sakin mi olsan?" Dedi bizim evin olduğu sokağa giriş yaparken. "Yine neye sinirlendin anlamıyorum ki?"

 

"Sakinim ben!" Dedim öfkeyle. Araba malikanenin önünde durduğunda hızla indim. O da peşimden inerken, "Görüşürüz." Deyip yanından geçecektim ki kolumdan tutarak buna engel oldu.

 

"Hey hey hey," dedi kızgın bir sesle. "Böyle hiçbir yere gidemezsin." Dedi. "Hele beni geçirmeden hiç gidemezsin."

 

"Olivia geçirsin seni."

 

"İzgi." Dedi uyarırcasına.

 

"Ay ne var?!" Dedim ona doğru dönerek. "Ne konuşacakmış ki seninle bu kadar önemli?! Hayır telefonda niye söylemiyor da şirkete kadar gidiyor?!"

 

"Bilmiyorum İzgi," dedi beni izlerken. "Şirkette işlerim vardı zaten hazır o da oradayken gidip öğrenirim."

 

"İyi," dedim tersçe. "Sen git şirketine. Malum bir gün gitmedin ya! Batar falan! Allah korusun, sonra biz ne yaparız! Hem ben fakir bir kocada istemem zaten!"

 

"Şirketin batmasıyla tüm mal varlığımı kaybedecek halim yok İzgi." Dedi. "O şirket benim mal varlığımın çeyreğine bile katkı sağlamıyor. Bir paravan sadece."

 

"Anladık zenginsin." Diye homurdandım. "Neyse git hadi artık sen," dedim.

 

"Öpücüğümü almadan hayatta gitmem." Dedikten hemen sonra dudaklarıma yapıştığında homurdandım. Bu da iyi alışmıştı he. Kısa ama derin bir öpücüğü dudaklarıma bıraktığında geri çekildi.

 

"Git hadi," dedim. "Olivian bekler." Dedikten hemen sonra yanında kaçtım.

 

"Habinallah ya!" Diye söylendiğini duydum arkamdan. Evin kapısından içeriye girmeden önce arkamı döndüm ve gülümseyerek el salladım.

 

Yüzünde ki gülümseme derinleştiğinde gamzesi ortay çıktı. Ben içeriye girene kadar orada bekledikten birkaç dakika sonra arabanın motorunun sesini duydum ve arkamı döndüğümde Nuran yengemin çatık kaşlarıyla karşı karşıya geldim.

 

Elinde tuttuğu ev terliğiyle bana bakarken gergince gülümsedim.

 

"Yenge?" Dedim tedirgince. "Hayır olsun?" Geriye doğru adımlar atarken oda üzerime doğru geliyordu.

 

"Hayır mı Şer mi orasına sen karar vereceksin artık?!" Diye kızdı. "Kiz sen neredesun?! Babaanenu ikna edeceğum diye kaç takila attum haberun var mi senin?!" Ben kaçarken oda peşimden terliğiyle kovalıyordu.

 

"Ya yenge insanlık etmişsin işte!" Dedim masanın arkasında dolanırken. "Hem yardım ediyorsun hem de dayak atıyorsun! Anlamadım ki ben bu işten hiçbir şey! Madem öyle söylemeseydin yalan!" Terliği kalçamı bulduğunda küçük bir çığlık attım. "Ya ben mi dedim beni kurtar diye!"

 

"Sus Kiz?!" Diye cırladı. Bu tiz sesi bir gün beni sağır edecekti. "Biz demeduk mu sağa evlenmeden o uşakla gorüşmeyeceksun diye!"

 

"Ya biz zaten evliyiz evli!" Diye bağırdım içeriye kaçarken salonda telefonla konuşan babamın arkasına saklandım.

 

"Nuran?" Dedi babam kaşlarını çatarak. Nuran yengem babamı görmesiyle öfkeyle soludu. "Ne oluyor?"

 

"Hiç abi!" Dedi yengem. "Öyle yeğenimle hasret gideriyorduk."

 

"Ya ya," dedim babamın arkasından kafamı uzatarak. "Sen bir de onu bana sor! Ne haber ne hasret! Geldiğimden beri bitmek bilmedi!"

 

"Dalaşmayın yine?!" Dedi Selma yengem. "Nuran sende ne karışaysun? Otur oturduğun yerde sanane!"

 

Nuran yengeme dil çıkardığımda, "Kız bak vallahi seni paralarım!" Diyerek üzerime koştuğunda merdivenlere uçtum.

 

Günün geri kalanında yengemle mutfakta kendimize kahve yapmış ve salonda oturarak dedikodularını dinlemek zorunda kalmak Nuran yenge tarafından bana verilen bir cezaydı.

 

...

 

İçinde bulunduğum araba şirkete doğru yol alırken saat akşamın altısıydı. Evde biraz oyalandıktan sonra üzerimi değiştirmiş ve yemek için uygun bir şeyler giymiştim. Üzerimde kahverengi mini kare yaka bir elbise vardı ve morluklarla dolu vücudumu kapatmak bir hayli zor olmuştu. Bu kısımda Nuran yengemden yardım aldığım için sözleri beni utandırmıştı.

 

Hatta başta, "Kız dayak mı yedin sen?" Diye sormuştu ama anlayınca ağzı beş karış açık bir şekilde bana bakakalmıştı. Bunlar hep onun yüzünden başıma geliyordu.

 

Elbisemle aynı renkte olan çizmelerim ve çantam uyum içindeydi. Saçlarımı sıkı bir ar kuyruğu yaparken perçemlerimi şekillendirmiştim. Kulağımda pırlanta küpelerim varken bileklerimde de yine pırlanta bir saat ve bilezik vardı. Oldukça hafif bir makyajla yetinirken sade ve şık gözüküyordum.

 

 

 

Tabletimde son haberlere bakarken çalan telefonumun sesi arabanın içini doldurdu ve Aybarsın bakışları dikiz aynasından beni buldu.

 

Engin komiserin arması ekranımda belirdiğinde bekletmeden yanıtladım. "Alo? Engin?" Dedim merakla.

 

"Savcım rahatsız ediyorum ama önemli." Dedi Engin.

 

Oturduğum yerde dinlenirken, "Ne oldu?" Diye sordum.

 

"Kerim Başsavcı, eşiniz hakkında tutuklama kararı çıkartmış."

 

"Ne?" Diye bağırdım korkuyla. "Ne saçmalıyorsun sen Engin? Böyle bir şey nasıl mümkün olur? Benim haberim olmadan hemde!" Bakışlarım Aybarsı bulduğunda, "Hızlan." Dedim ve ayağını gaza daha sert basarak arabanın asfaltta hızlanmasını sağladı.

 

"Tutuklama kararını ne için çıkarttığını bilmiyorum çünkü gönderilen birim biz değiliz. Başka bir emniyetten gönderdiği birim eşinizi tutuklamak için şu anda Alacahan holdinge doğru yol çıkmış durumda." Telefonu suratına kapattığımda rehberden onun numarasını buldum ve aradım ama cevap alamadım.

 

"İz hanım bir sorun mu var?" Diye sordu Aybars.

 

"Şirkete ne kadar sürede varırız?" Diye sordum tekrar onu ararken.

 

"On dakikaya orada oluruz."

 

"Beş dakika," göğüs kafesim korkuyla yükseldi. "Beş dakika içinde şirkette olacağız." Dediğimde araba artık son hızdaydı. İçimde ki huzursuzluk arttıkça arttı.

 

Kalbim korkuyla kanat çırparken şirket birkaç dakika sonra görüş açıma girdi ve önünü dolduran polis arabalarını gördüm.

 

Araba şirketin önünde durduğunda bir polis memuru içeriye girmemize engel oldu.

 

"Şu anda içeriye giremezsiniz." Dedi önümde duvar örerek.

 

Öfkeyle solurken, "Cumhuriyet Savcısı İzgi Kara Alacahan." Dedim sertçe.

 

"Kardeşim git işine," dedi alayla. "İşimiz başımızdan aşkın bir de seninle uğraşmayalım."

 

Çantamdan çıkardığım kimliğimi yüzüne doğru tutarken gördüğü yazıyla kaskatı kesildi.

 

"Savcım-" dedi korkuyla.

 

"Ben uğraşacağım seninle." Dedim öfkeyle. "Çekil şimdi önümden!" Onu es geçip şirkete doğru yürürken bu sefer kimse bana engel olmadı.

 

Şirketten içeriye girdiğimde bir polis memurunu gördüm önce. Karşısında duran onu ve arkasındaki korumalarını, şirket çalışanlarını ve bileklerine geçirilmek üzere olunan kelepçeler sabrımın son noktasıydı.

 

"Çek ellerini." Dedim sertçe polis memuruna doğru. Kendimden emin adımlarla dimdik bir duruşla şirketi dolduran memurların karşısına geçtiğimde hepsi bir adım geriye doğru attı ve karşımda ip gibi dizildi. "Tutuklama kararı olmadan ne haddimize bu şekilde baskın yapar gibi gelmek?!" Katran karası gözleri üzerimde saplı kaldı.

 

"Sizde kimsiniz?" Dedi komiser. Beni tanımadığı belliydi. Yoksa arkasında karşımda hazır ola geçen ekibini fark etmemesi imkansızdı. "Kim olarak buradasınız?" Dedi alayla. "Burası meclis değil, burada bizim kurallarımız geçer!" Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Burası sizin değil komiser," dedim ona doğru bir adım atarak. Omuzlarım daha çok dikleşti. Çenemi havaya diktim ve ona baktım. "Burası benim. Ve burada benim kurallarım geçer. Ayrıca bir Cumhuriyet Savcısını karşına almış olmanın bedelini ağır ödeyeceğini sana garanti ederim!"

 

Sözlerim karşısında şaşkınlıkla bana bakarken, "Anlamadım?" Dedi.

 

Çantamdan çıkardığım kimliğimi ona tuttuğumda kimlikte gördüğü yazıyla kalakaldı. Korkuyla yutkunurken alay dolu ifadesi yüzünden silindi ve karşımdaki gevşek duruşu dikleşti. "Ve ayrıca." Dedim. "Adımı illa ki duymuşsundur ama sana yine de kendimi tanıtayım." Bir adım daha atarak ona yaklaştığımda geri çekildi. "Ben, Cumhuriyet Savcısı; İzgi Kara Alacahan." Dediğimde yutkundu. "Ve senden ekibini de alıp derhal bu binayı terk etmeni emrediyorum!"

 

"Sayın Savcım," dedi ne diyeceğini bilemez bir halde. "Bana verilen emir-"

 

"Sana verilen emir kısmına daha sonra geleceğim!" Dedim sertçe. Bıçak kesilen gözlerim onun üzerindeydi. Yeşillerimde gazap dolu bir ifade vardı. "Şimdi derhal terk et bu binayı!" Konuşmak için hareketlenmişti ki, "Derhal!" Diyen katı ve otoriter sesimle susmak zorunda kaldı ve geri çekildi.

 

Ensemde sıcak bir nefesin varlığı baş gösterirken kulağımda tok ve erkeksi sesini işittim.

 

"Tebrik ederim karıcığım." Dedi erkeksi sesiyle. "Eğer amacın beni etkilemekse bunu zaten öylece durarakta yapabiliyorsun ama bugünkü şovunun üzerimde bıraktığı etkinin acısını senden çıkaracağımdan emin olabilirsin!" Yutkunamadım. "Ve bundan büyük bir zevk alacağını sana garanti ederim!" Dediğinde dün yaşadıklarımız gözlerimin önüne geldi.

 

"Sende de hep laf hep laf." Dedim alayla. Ona doğru döndüğümde gözlerinin güzelliği karşısında nefesim kesildi.

 

"Kaşınma." Dedi.

 

"Kaşınırsam ne olur?" Dedim kışkırtıcı bir sesle. Polis memurlarının toparlanıp gittiklerini fark ettim.

 

"Seni zaten yeterince zorladım," dedi boğuk bir sesle. "Daha fazlası bedenin için hiç iyi olmaz."

 

"Bırakta bedenimin ne isteyip istemediğine ben karar vereyim Keskin." Dedim büyük bir cesaretle.

 

Kara gözleri kısıklığında dilini damağına vurdu ve adem elması ortaya çıktı. "Neymiş istediğin?" Diye sordu katran karası gözlerini gözlerimden çekmeden.

 

"Sen." Dedim vurgun gibi bir sesle. Gülümsedi.

 

"Düşüncelerimizin karşılıklı olması da kaderin bir cilvesi olsa gerek karıcığım." Dediğinde nabzım hızlandı. "Çünkü benim de bu hayatta istediğim tek şey sensin." Soluğum kesildi.

 

Nereden nereye gelmiştim.

 

O kelepçeleri onun bileklerine geçirmek için can atarken şimdi o kelepçeler onun bileklerine vurulmasın diye Başsavcıyı karşıma almıştım ve bunun bedelinin ne kadar ağır olabileceğini tahmin etmek zor değildi.

 

BÖLÜM SONUUU!

 

BU BÖLÜM BİRAZ DAHA UZUN OLDU O YÜZDEN YPRUMLARINIZI SABIRSIZLIKLA BEKLİYORUM!

 

VE KESKİN SONUNDA VUSLATINA ERDİ! LSKDLSNDMSSMSNMSMSMSMSMDMDMD

 

SİZLERİ SEVİYORUM. KENDİNİZE İYİ BAKIN!

Loading...
0%