@umay_6
|
Keyifli okumalar dilerim.
Hayatın ansızın bize getirdiği bazı anlar olurdu. Beklenemedik anlar... Kimi garip hissettirirdi, kimi öfkeli, kimi mutlu.. Ama bazı anlar vardı ki hiç beklemediğiniz anda derin bir acıyla sarsardı sizi. O dik duruşunuzun yerini alırdı çökmüş omuzlarınız.
İfadesiz bakan duygusuz harelere mıh gibi çakılırdı acının derin emareleri.
Takvimin yaprakları 28 Kasım 2022'yi gösteriyordu. Akrep yelkovanı kovalamış saat gece yarısını çoktan geçmişti. Sabah olmak üzereydi. Hangi gündeydim bilmiyorum ama Kasım aynın kasvetli ve karanlık havası gökyüzünü sarıp sarmalamıştı.
Kalbimde acısı hiç geçemeyecek bir yaranın derin izi vardı.
Gözlerimde, öksüz kalan bir evladın izleri vardı.
Kimsesiz kalan bir kadının acısı göğüs kafesimde kendine yer bulmuş gibiydi.
"Abla!" Kız kardeşimin neşeli sesi kulaklarıma ulaştığında gülümsedim. Küçücük boyuyla karşımda dikildiğinde oturduğum koltuğa tırmandı.
"Söyle ablam." Dedim yanaklarına sulu sulu öpücükler bırakırken. Henüz sekiz yaşındaydı. Benden on sekiz yaş küçüktü. Annesinden aldığı sarı saçları güneş gibi parlıyor küçük ve tatlı çehresini sarıyordu. Kocaman yeşil gözleri gözlerimle aynı renkteydi. Babamın ikinci eşinden olan çocuğuydu. Yıllar önce annem vefat ettiğinde babam her ne kadar istemese de Şebnem ablayla evlenmek zorunda kalmıştı.
Asya, evin en küçüğü hepimizin gözbebeğiydi.
"Bu akşam davet varya," dedi, kıvranarak.
"Hı hı." Dedim. Meclisin oluşturduğu davetlerden bir tanesiydi.
Meclis adı altında, yer altı dünyasında bütün dünyaya hükmeden bir örgüt, topluluktu. Onlarca develet adamını, tehditlerle, şantajlarla kendilerine mecbur hale getiriyor istediklere her şeye ulaşma imkanı kazanıyorlardı. Aslında her ülkeyi içten içe yavaş yavaş feth ediyorlardı ama son ana kadar kimse bunun farkında olmuyordu. Yaptıkları işlerin en önemlisi ise silahtı. Liderin özel olarak ürettiği ve bütün ülkelerin askeri kuvvetlerinin kullandığı silahlardan bile çok daha güçlü silahlar, bombalar söz konusuydu. Meclise ait bir silaha sahip olmak demek artık dokunulmazlığı olduğu anlamına geliyor demekti. Daha önce yapılan birkaç sevkiyat baskınında bulunmuştum. Yakalanan çoğu silah özel üretim olduğu için gizli bir depoda muhafaza edilmişti ama ne hikmetse her seferinde o silahlar bir şekilde elimizden uçup gitmişti. Meclis her yerdi. En önemlisi devletin içindeydi. Avuçlarında tuttuğu devletim ise onları yıkmak için an kolluyordu.Otuz iki kişilik üyeden oluşan bu topluluğa babam, Atıf Karada üyeydi.
O Mecliste bulunan, sayılı ve önemli bir üyenin kızıydım. Atıf Karanın kızı olmak bana sadece yarım bir hayat sunmuştu. Mecbur bırakıldığım bir hayat ve hayatımdan hiç kimsenin etmediği kadar nefret ediyordum.
Meclis bütün dünyada adından söz ettirirken aynı zamanda korkuyu kalplere işliyordu.
Aynaya her baktığımda gördüğüm kadından kendime ait bir ize rastlayamıyordum. Ruhumda zincirlere vurduğum o kız çocuğunun yardım çığlıklarını görmezden geliyordum.
Annem, Aliye Aşan Kara. Meclis üyelerin kızından birisi değildi. Şebnemin aksine. Babam, geçmişte mecliste bir ilki gerçekleştirmiş ve üyelerin kendi aralarında yaptığı güç evliliği algısını annemle evlenerek yıkmıştı. Kim bilir ne zorluklarla bunu başarmıştı.
Yıllardır onlardan ve işlerinden uzakta olduğum için bilmediğim çok şey vardı. Karşıma çıkmadıkları sürece gazabımla yüzleşmek zorunda kalmazlardı. Mecliste birkaç üyeyi tutukladığım ve sayılı da olsa birkaç kişiyi müebbete mahkum ettiğim için orada pek sevilmezdim.
Hiç sevilmezdim.
Adalete körü körüne bağlı olan bir cumhuriyet savcısını kimse sevmezdi. O masada yer alan en önemli Meclis üyesinin kızı bile olsam, bana saygıda kusur edilmese bile varlığım hepsi için bir tehditti. Çünkü acımazdım, merhamet etmezdim.
Ağıma takılanın yakasını bırakmazdım.
Yokluğum onlar için bir velinimetken varlığım hepsini tedirgin ediyordu çünkü kimseye acımayacağımı çok iyi biliyorlardı.
Mesleğim yüzünden sürekli şehir değiştirmek zorunda kalıyordum ve bu bazen ailemden ayrı yaşamam sebep olmuştu. Henüz savcılığımın ilk yıllarında sayılırdım ama başarılarım ve görevlerime olan hakimiyetim kısa sürede adımdan söz ettirmeme sebep olmuştu. Her üç yılda bir tayinim çıkıyordu. Şu anda ise İstanbul Büyükşehir adliyesinde Cumhuriyet Savcısı olarak ilk yılımı tamamlamaya çalışıyordum. Neyseki bu sefer ailemin yanında görevimi yapacaktım.
Normalde bu bile mümkün değildi ama şartlar her şeyi değiştirmişti.
"Melisa da gelecekmiş oraya. Ama o kendine yeni bir tane prenses elbisesi almış." Dediğinde küskün bir tavır takınmıştı. "Bende yenisini istedim ama annem hayır dedi."
Annesi... Şebnem Karadereydi. Her ne kadar artık bir Kara olsa da Şebnem de Meclis üyelerinden birinin kızıydı. Annemden sonra nedenini bilmediğim bir şekilde Meclis dışında evliliklere izin verilmiyordu.
Kimsenin artık böyle bir hakkı yoktu.
"Hmm," dedim. Kucağımda ki laptobumu kapatırken yanıma bıraktım ve Asya'yı kucağıma oturttum. "Acaba henüz dolabında etiketi bile çıkartılmamış prenses elbiselerin olduğu için olabilir mi canımın içi?" Diye sordum, gülümseyerek.
"Olsun," omuz silkti. "Bende yenisini istiyorum." Diye mızmızlandı.
"Hayatım dolabındakiler de yeni zaten. Hiç giymedim ki." Dedim onu ikna etme çabasına girerken.
"Banane!" Dedi. "Yenisini istiyorum işte. Hani bizim çok paramız vardı? Fakir mi olduk, o yüzden mi almıyorsunuz yeni elbise?" Hayretle ona baktım. Bu kızı gerçekten çok şımartmışlardı.
"İz?" Tanıdık ses zihnime sızdığında bakışlarımı ona çevirdim.
Ben İz.
İzgi Kara.
Babasının ilk göz ağrısı, göz bebeği. Annesinin ise bir kez olsun kucağına alamadığı o kadındım.
Eksik ve yarımdım.
Şebnem Kara, üzerinde ona çok yakışan dizlerinin bir karış üzerinde biten yeşil elbisesi ile salonun girişinden bana bakarken içeriye doğru adımladı. Sarı saçları dalgalar halinde omuzlarına dökülürken, mavilere ev sahipliği yapan gözleri şefkatle bana bakıyordu.
Babamın ikinci eşiydi. Annem öldükten iki yıl sonra Babam Şebnemle evlenmişti ve bu evlilikten üç tane daha çocuğu olmuştu.
Varlığından mahrum bırakıldığım annelik şefkatini benden esirgememişti.
"Ben Asya'yla ilgilenirim," dediğinde onu gelip kucağımdan almıştı. "Sen git hazırlan. Akşama çok bir şey kalmadı zaten." Sesi, naif ve toktu.
Cemiyette yeri ayrıydı. Herkes bilirdi ki Şebnem Karanının damarına basılırsa hiç iyi şeyler olmazdı.
"Ben gelmesem daha iyi olacak gibi," dedim sıkıntılı bir sesle. Kaşları çatıldı. "Sevmiyorum öyle ortamları biliyorsun." Bu zamana kadar katılmak istemediğim hiçbir davet için beni zorlamamıştı ama uzak kalmamı da istememişti. Onu tanıdığımdan beri sürekli benimle ilgilenmiş bana tıpkı bir anne şefkatiyle yaklaşmıştı.
"Olmaz güzelim," dedi itiraz kabul etmez bir şekilde. "Normalde olsa bir şey söylemem biliyorsun, babanı da bir şekilde ikna ederdim ama bu daveti Alacahanlar veriyor biliyorsun. Katılmak zorunlu."
Alacahan ailesi.
Meclisin kuruluşu ve bir Devrin başlangıcı olan aileydi. Yaptıkları kötü işlerle nam salmış bir aileydi. Her türlü pisliğin altından ya Meclis ya da onlar çıkardı.
"Nefret ediyorum o aileden!" Dedim öfkeyle. Yaptıkları her davetin ise bir amacı olurdu. Alacahan ailesi hiçbir zaman boş işlerle uğraşmazdı. Yaptıkları her türlü şeyin altında bin tane şey arar dururdum ama bir türlü ulaşamazdım o aileyede.
Her ne kadar çocukluğumda silik silik de olsa onlardan anılar zihnimde yer edinirken büyüdükçe herkesten uzaklaşmış, kendi kabuğuma çekilmiştim.
"Biraz ortalıkta görünür gidersin," dedi Şebnem. "Hadi git hazırlan, geç kalacaksın yoksa." O elinin altından ne zaman kaçtığını anlamadığım Asya'nın peşinden koşuştururken oturduğum yerden ayaklandım ve adımlarımı odama doğru yönlendirdim.
Sıkıcı bir gün olacaktı.
...
"İz hadi!" Abimin borazan gibi öten sesi bütün evde yankılandı. "Ağaç oldum kızım ya! Ne yapıyorsun on saattir yukarıda?!" Çantamı ve telefonumu da aldığımda odamdan çıktım. Topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok ses evde yankılanırken üzerinde siyah bir takım elbiseyle elinde telefonuyla salondaki koltuğa rahatça oturan abime baktım.
Koyu kahve saçları her zamanki gibi düzenli duruyordu. Çehresini kaplayan sakalları ona ayrı bir olgunluk katarken kahve gözleri esmer teniyle ve saçları ile bir bütün halindeydi. Kahveleri adım seslerimi işitmesiyle beni bulduğunda uzun bir süre üzerimi süzdü.
Üzerimde bütün vücudumu saran saten kırmızı bir elbise vardı ve kıvrımlı hatlarımı oldukça belli ediyordu. Geceye ev sahipliği yapan, belime kadar uzanan saçlarımı gür dalgalar halinde bırakmıştım. Hafif bir makyajla yetinirken, yeşil gözlerimi bolca rimel ve siyah göz kalemiyle, kullandığım farlarla iyiyle ortaya çıkarmıştım. Belirgin yüz hatlarım makyajla daha da ortaya çıktığında son olarak dolgun dudaklarıma sürdüğüm kırmızı rujumla makyajımı bitirmiştim.
"Nihayet," dediğinde oturduğu yerden ayaklandı. "Ama beklediğime değmiş. Çok güzel olmuşsun kardeşim." Adımlarını bana doğru atarken kısa sürede yanımda bitti. Sıcak dudakları yanağıma baskı uygularken beni belimden iterek hafifçe ilerletmişti.
"Sizde çok şıksınız," dedim gülümserken arabaya doğru adımladık. "Sanırım bu gece bütün kadınların gözleri üzerinizde olacak."
"Sizi memnun edebildiysek ne mutlu bize İz hanım," dediğinde oyunuma ayak uydurdu. "Sonuçta bütün Kara erkeklerinin tek amacı sizin yanınıza yakışmak için çaba göstermektir. ." Dediğinde kahkaha attım. Sesindeki iğneleyici ton gülümeme neden olmuştu.
Abim...Babamdan sonra varlığının verdiği güvenle yaşadığım tek dağdı.
Canımdı. Can abimdi.
Benim onlardan başka kimsemin yoktu belki ama onun birçok şeyi vardı. Her şeyi vardı.
Bense kalabalığın içinde yalnızlığı tadan, tatmak zorunda bırakılan o kadındım.
Evden çıktıktan sonra kapının önünde bizi bekleyen siyah minibüse doğru ilerledik.
Açık kapıdan içeriye girdikten sonra karşımda babamı, Şebnemi ve Asya'yı buldum. Pembe bir elbisenin içinde mutsuz gözüken, Asyaya göz kırptığımda gülümsedi.
Araba hareket ettiğinde malikanenin önünden ayrıldık. Bakışlarım önüme dönerken babamın bakışlarının üzerimde olduğunu gördüm.
"Bu kadar güzel olman diğer kadınlara haksızlık," dediğinde gülümsedim. "Az biraz çirkin ol." Kaşlarını çattı. "Nazar değecek sonra."
Atıf Kara. Meclisin yirmi sekizinci üyesiydi. O mertebeye ulaşmak için çok uğraşmıştı. Liderden sonra sözü dinlenen sayılı kişilerdendi.
Her daim bana destek olan, koruyup kollayan, gözünden sakınandı.
Babam varsa bana hiçbir şey olmazdı, bilirdim. Babam varsa benim canım yanmazdı. Babam varsa ben eksik, yarım kalmazdım.
Baba demek; sığınak demekti.
"Aman da aman," dedi abim alayla. Omuzuyla omzuma vurdu. "Babanı dinle de az biraz çirkin ol. Mazallah nazar falan değer sonra babamın göz bebeği hasta falan olur acısını bizden çıkarır." Dedi burnunu kırıştırarak.
"Uğraşma kızımla." Dedi babam ayağıyla abimi dürterken Şebnem bu hareketine gülmüştü. Hiçbir zaman bize karşı art niyetle yaklaşmıştı. Abim annemden bahsedilmesinden bile nefret ederken ona annelik yapan kadın saygı ve sevgi duyuyordu.
Bir çocuk, annesinden neden nefret ederdi? Anlamıyordum.
"Hiçte laf söyletme zaten kızına!" Dedi abim tersçe. Gözlerinde yer edinen kıskançlık daha çok gülmeme sebep oldu.
Az önce bana yaptığı gibi omzuna vurdum. "Pişt," dedim. "Ne oldu kıskandın mı?"
"Neyini kıskanacağım ben senin?" Dedi alayla.
"Her şeyimi." Dedim kendimi göstererek. "Zekiyim, güzelim, taş gibi hatunum," dedim. "Üstelik Savcıyım. Benim gibisini nereden bulacaksın bakayım sen?" Dedim tatlı tatlı.
"Şebeklik yapma." Dudaklarında yer edinen gülümseme gözlerinin kısılmasına sebep oldu.
Abim. Zor zamanlarımda yanımda olan, babamın yokluğunda bana yoldaş olan, beni yalnız bırakmayan ve her daim varlığını hissettiren bir adamdı.
Tırnağım kırılsa kıyameti koparırdı. Gözümden akan yaşın hesabını herkesten sorar benim için herkesi karşısına alırdı.
İçimdeki kız çocuğu ne zaman abimi görse, parlayan yeşil gözlerini kocaman açarak ona bakardı.
Abisinin onu her şeyden koruyacağını ve sakıncağını bilirdi çünkü.
Abim, bu hayatta sırtımı yaslayabileceğim en güvenli dağdı.
Geri kalan zaman sessizlik içinde geçerken, Alacahan malikanesinin önünde duran arabayla birlikte arabanın camında patlayan flaşlar bir oldu. Magazinde buradaydı.
Sanırım ailemin mesleğime kattığı eksi yönü bu kısımdı. Bir savcı olarak tanınmam doğru değildi. Bu benim için tehlikeliydi ama cemiyetle, magazinle bir hayli haşır neşir olan ve sadece Türkiye de değil bütün dünyada global olan bir aileye sahip olduğum için bazen bu durum bir hayli canımı sıkıyordu.
Korumalar onları araçtan ve bizden uzaklaştırırken abimle birlikte önden indik. Şebnem ve babam, Asya'nın elinden tutarak araçtan indiklerinden flaşlar bu sefer yüzümüzde patladı. Açılan kapıdan içeriye süzülürken saçma sapan sorularla muhattap olmak istemedim. Bakışlarım uzun zamandır gelmediğim ama tanıdık malikanede gezindiğinde korumaların beni görmesiyle gerildiklerini fark ettim. Hepsi birbirlerine kaçamak bakışlar atarken diken üstünde gibiydiler. Daha önce de aşina olduğum bir sima gözüme çarptığında bakışlarını üzerimden çekmeden kulağında takılı olan kulaklığa doğru konuştu. Geldiğimi haber vermişti.
Belimde bir elin varlığını hissederken bakışlarım ne zaman yanıma geldiğini bilmediğim babamı buldu.
"Bu gece babana eşlik etmek ister misin?" Diye sordu tok ve kalın sesiyle. Kahveleri çehremde gezindi. Gözlerinde belli belirsiz hüzün ve korku vardı. Neden öyle bakıyordu?
Babam bana hiç öyle bakmazdı. Bu huzursuz olmama sebep oldu.
"Çok isterdim ama Şebneme saygısızlık yapmak istemem," dedim, yeşil gözlerime sinen anlayış onun yüzüne de yansıdı. "Karın buradayken bu kadar insanın içinde onu yok sayarmış gibi bunu yapman yanlış olur. Sonra aranızda bir sorun olduğunu düşünüp boş yere Şebnemin canını sıkacaklar."
Şefkati gözlerine yansıdığında sesinde de aynı duyguyu hissettim. "Haklısın," dediğinde dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Düşüncesizlik ettim." Daha sonra yanımdan ayrıldığında içeriye Asya'yla birlikte girecek olan Şebneme yetişti ve yanında yer aldı.
Abim, babamın yerini doldurarak bana kolunu uzattığında gülümseyerek koluna girdim."Bazen bu mütevaziliğin sana daha çok hayran kalmam sebep oluyor," dedi, yumuşacık bir sesle. Birlikte malikaneye doğru ilerledik. "Her seferinde kendinden önce başkalarını düşünüyorsun. Özellikle Şebnem konusunda daha dikkatlisin." Dedi fark ettiği şeyi göz önüne sunarak.
"Bunca zaman bana annelik yaptı," Sesimde minnetin emaresi vardı. "Öz kızı bile değilim ama beni kendi çocuklarından ayırmadı. Hakkını asla ödeyemem. Yeri bende çok ayrıdır, bir kötülüğünü de görmedim bu zaman kadar. Bundan sonra ne olur bilmiyorum ama eğer ailecek bir şeyler yapıyorsak özellikle de insanlar kuyruğumuza basmak için, bir yerden vurmak için an kollarken Şebnemde bu tür konularda oldukça hassasken ve ben bunu biliyorken bile bile ona bu saygısızlığı yapamam." Derin bir nefes aldım. "Beni yetiştiren kadına haksızlık etmiş olurum." Bakışlarında yer edinen, içimi sıcacık eden ifade çehresine yansıdığında kalabalığın içinde bizim için ayrılan büyük masaya geçtik.
Tanıdık ama sahte yüzeler bakış açıma girdiğinde üzerimde dolanan bakışları hissettim. İzgi Kara buradaydı ve ben buradayken herkes diken üstünde olmak zorundaydı. Yoksa bıçak kesilen bakışlarımın hedefi olan insanlar üzerlerine attığım görünmez ağdan kurtulamazlardı.
Şebnemi ve Asya'yı masada tek bulurken oturmadan hemen önce, "Babam nereye gitti?" Diye sormuştum.
"Rıza Alacahanın yanında." Dediğinde bakışlarıyla işaret ettiği yer baktım. Bizden birkaç masa ileride Rıza Alacahan ve Arif Karadere ile koyu bir sohbetin içinde olan babama baktım. Dudaklarımın arasından sıkıntılı bir nefes verirken bakışlarımı onlardan çektim ve telefonumla uğraşmaya başladım.
Bu davete gelmek benim seçimim değildi. Hiç olmamıştı.
Bana oldukça uzun gelen bir süre boyunca mesajlarımda ve maillerimde oyalandım. Masamıza gelip gidenlere gelişi güzel selam vermiş hiçbiri ile muhatap olmamıştım. Gerçi onlar da beni sevdiklerinden değil bir Karaya selam vermek zorunda olduğundan geliyorlardı.
Babam o masada yer alan ikinci en önemli üyeydi. Bir diğeri ise adı gibi karanlık olan Douglas Vanceydi.
Liderin, can dostu, yakın arkadaşıydı. Bu yola beraber çıktıklarını duymuştum.
Bir araya geldiklerinden ne kadar acımasız olduklarını da. Düşmanlarına korku salan ve tahtlarında yerini koruyabilen tek adamlardı.
Keskin Alacahan ve Douglas Vance.
Ayrılmaz ikililerdi. Dostluklarına, birbirlerine olan sadakatlerine imrenirdi herkes.
Arkamdan boynuma sarılan kollar ile birlikte irkilmeden edemezken omzuma yaslanan çene ile bakışlarım o kişiyi buldu. Annesinden aldığı masmavi gözleri ile yüzünde ona yakışan bir gülümseme ile bana bakan Egemeni görmek dudaklarımda bir tebessüme yol açtı.
"Ablaların en güzeli," dedi neşeli bir sesle. "Nasıl da güzel olmuşsun sen öyle. Kalbime mi indireceksin benim yoksa?" Dedi alayla.
"Senin kalbine indirenler başkaları olmasın," dedim alayla. Yanımdaki sandalyeye kendini atmadan hemen önce yanağıma bir öpücük kondurmuştu. "Bahanen benim sadece." Dedim gözlerimi devirerek.
"Aşk olsun," kolunu sandalyemin arkasına attı. "Ben hiç yapar mıyım öyle şey?" Ona gözlerimi devirirken abimin yanına oturan kız kardeşim Simaya gülümsemiş ve göz kırpmıştım. Ben nasıl ki babamın biriciği, göz bebeği isem abimin de öyleydim ama abim için Simayın yeri ayrıydı. Dile getirmese bile hissettiriyordu. Çoğu kez Simaya tolerans gösterdiği konularda bana karşı daha katı oluyordu. Simayla ters düştüğüm anlarda ise abimin acımasızlığı gün yüzüne çıkıyor ve kalbimi kırıyordu.
"Nerdeydiniz siz sabahtan beri?" Dedi Şebnem çatık kaşlarla. Mavileri Egemen ve Simay arasında gidip geldi. İkizler söz konusu olduğunda daha katı ve otoriter biri oluyordu.
"Simayı kuaförden aldığım için geciktik biraz. Sınavdan sonra anca yetişebildik." Egemen annesine bakmadan bakışlarını etrafta gezdirdiğinde gözleri çoğunlukla kadınların üzerinde gidip geliyordu. Henüz üniversiteye gidiyordu ama lisede başlamıştı çapkınlıkları. Az ev gezip yataklardan toplamıştım.
Bakışlarımın odağına masamıza doğru yaklaşan Berna Alacahan ve Eşi Rıza Alacahan girdi. İstemsizce yerim dikleştiğimde derin bir kuyu andıran gözlerim onların üzerinde saplı kaldı. Yanlarında yürüyen babama baktığımda dalgın hali gözümden kaçmamıştı.
"Öncelikle hoş geldiniz," Berna Alacahan nazik bir şekilde bizi selamladığında Şebnemle sarıldı ve daha sonra bana doğru hamle yaptı. Onun da Şebnem gibi sarı saçları omuzlarına dökülüyordu. Cemiyet ortamında kendisiyle sıkça karşılaşma fırsatı bulmuştum ama kendisiyle Şebnem kadar bir yakınlığım yoktu. Oturduğum yerden ayaklanırken elini sıkmak istemiştim ama kollarını bana dolaşmasıyla afalladım. Gerilirken, yüzümdeki ifadeyi toparlamaya çalıştım.
Geri çekildiğinde yüzünde garip bir gülümseme vardı. "Sende hoş geldin İz," dedi. "Seni görmek çok iyi geldi."
"Hoş buldum." Demekle yetindim sadece.
"Malum yüzüne hasret kaldık." Neşeli sesiyle Şebnemle konuşması garibime giderken en son hatırladığımda bu kadar sıcak kanlı bir kadın değildi. Mecliste erkeklerin sözü ne kadar geçiyorsa kadınların da sözü bir o kadar geçiyordu. Ama en önemlisi statü ve güçtü. Ne kadar yüksekte ve güçlüysen o kadar önemlisin demektir.
Mecliste bazı kadınlara, kurdukları örgütün yönetim kademesinde söz sahibi hakkı tanınsa da, onlardan statü ve güç olarak daha altta olanlar bu fırsattan yararlanamıyordu.
Kadınların Meclisteki en önemli yerleri düşmanların inine sızarak bilgi toplamak ve onları alaşağı etmekti. Bir nevi istihbarat topluyorlardı.
Bu yüzden kadınların yeri Mecliste ayrı ve önemliydi çünkü Meclis içinde yapılacak evliliklerle aile ve akrabalık ilişkilerini kurarak bunun üzerinden güç saklayabilirlerdi.
Kadınlar bir nevi Meclisin içinde stratejik bir rol oynuyorlardı.
Bakışlarım Rıza Alacahanı bulduğunda onun zaten bana baktığını gördüm. Uzattığı elini sıkarken, "Seni görmek güzel İz." Demişti, düz bir sesle. Kahveleri toprağın soğukluğunu taşırken bakışları içimin üşümesine sebep oluyordu.
Oğluna tahtını devretmemişti ama oğlu onu devirmekten çekinmemişti.
Ruhumdan sızan huzursuzluk hissi zihnimde kalemi kırılan bir mürekkep gibi dağıldı ve bu zihnimin bulanıklaşmasına sebep oldu.
"Sizi de öyle." Sesimde, kuru bir ton hakimdi.
Tekrar sandalyeme otururken onlarında masamıza oturmasıyla bakışlarım abimi buldu. Gergin hali dikkatimi çekerken diken üstünde gibiydi. Gözleri tedirgin bir şekilde beni kontrol ederken kaşlarımı çattım. Başımı ne oldu dercesine salladığımda. Gözlerini bir şey yok dercesine kapatıp açmış daha sonra bakışlarını üzerimden çekmişti.
Mürekkebin siyahlığı kalbime sıçradı. Kan tutmuş kalbim simsiyahtı. Hasta ve hissizdi.
"Anlat bakalım," dedi Berna Alacahan bana hitaben. "Neler yapıyorsun?" Diye sordu merakla.
"Bildiğiniz gibi," dedim kaçak bir cevap vererek. "Adliyede koşuşturup duruyorum işte." İçimi sıkıştıran histen kurtulmak adına derin bir nefes aldım ama bu nefesimin soluk boruma tıkanmasına sebep oldu.
Sağ elimin tırnakları sol elimin tırnak etlerini çekiştirdi.
"Savcılığa hala devam yani?" Diye sordu kaşlarını kaldırarak. Neyi öğrenmek istiyordu?
"Zor kazandım," dedim, buz gibi bir sesle. "Bırakmaya da niyetim yok." Cevabım oldukça netti.
Bakışlarım telefonuma düştüğünde aydınlanmış ekranımdaki bildirime baktım.
Operasyon tamam savcım. Her şey eksiksiz ilerledi. El koyduğumuz malları teslim edeceğiz.
Bir fotoğraf gönderildi.
Mesaj sayfasına girerken gördüğüm fotoğraf gülümsememe sebep olmuştu. Memur arkadaşlarım üzerinde üniformaları ile kameraya gülümseyerek bakarken arkalarında eli yüzü kan içinde ve bağlı şekilde duran adamları fark ettim.
Başka bir emriniz?
Meydan sizin. Emre ne hacet? İyi iş çıkardınız. Aferin.
Sağolun savcım. Tevccünüz.
Mesaj sayfasından çıkarken telefonu kapattım ve masanın üzerine bıraktım. Bakışlarım etrafta gezinirken çoktan sıkıldığımı fark etmiştim. Hayır yani bu davetin amacı neydi? Gösteri ne zaman başlayacaktı merak ediyordum. Davetin amacı her daim özellikle senden gizlenir İz. Unuttun mu yoksa? Ama ben öğrenmesini iyi bilirdim.
"Rıza bey," Masaya yaklaşan kadın korumayı tanıyordum. Rıza Alacahanın oğlu, Meclisin Lideri olan, Keskin Alacahanın, sağ kolu olan İdil Çakaydı. Üzerinde bütün vücudunu saran siyah bir elbise vardı ve dikkatli bakıldığı zaman sağ bacağındaki küçük potluk dikkat çekiyordu. Silahı vardı. Kızıl saçları eğildiği için yüzüne dökülse de mavi gözlerini ve küçük çehresini buradan görebiliyordum. İdil Çaka güçlü olduğu kadar güzel bir kadındı da.
Hakkında edindiğim tek bilgi bir kiralık katil olmasıydı. Ya da seri katil. Henüz hangisi olduğu hakkında kesin bir bilgim yoktu ama katil olduğu kesindi.
İdil Çaka sadece Keskinin değil, Meclisin de en sağlam adamlarından biriydi.
Hakkında tek bildiğim bir seri katil olduğu, Meclise ve Keskine son derece sadık olduğuydu.
Kimi zaman gücü ve zekası hayranlık uyandırıcıydı.
Buz mavileri kısa bir süre yeşillerimi bulduğunda ona baktığımı gördü. Bakışlarını tekrar Rıza Alacahana çevirirken, "Keskin sizi bekliyor. Her şey hazır." Dediğini duydum. Ne hazırdı? Telefonumun sesi etrafta yayılırken bakışlar beni, benim bakışlarım ise ekranda yazan ismi buldu.
Başsavcı Kerim Akman.
Kaşlarım istemsizce çatılırken yanıtlayacağım arama kapandı ve telefon tekrar çalmaya başladı.
"Kusura bakmayın," dedim oturduğum yerden ayaklanırken. "Bunu açmam gerek." Dedim masadan ayrılırken.
İdilin buz mavisi gözlerinin üzerime saplandığını hissettim. Kirpiklerinin arasında yer alan mavileri berrak bir suyun içinde her şeyden habersiz yüzen balığı ağına yakalamak için an kolluyor gibiydi.
Attığı ağa dikkat etse iyi olurdu.
Merak, zihnimde kendine yer edindi.
"İçeride rahatça konuşabilirsin." Dedi Berna Alacahan. Adımlarım malikaneyi bulduğunda armayı yanıtladım.
"Başsavcım?" Dedim merakla. Neden aramıştı? "Bir sorun mu var?" Diye sordum.
"Neredesin?" Tok ve sert sesi kulaklarıma ulaştı. Sürgülü camı çekerken içeriye girdim.
"Bir davetteyim." Döküldü dudaklarımın arasından. Topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok ses dönüp durduğum için büyük salonda yankılandı.
"Bu davet Alacahan ailesine ait olan bir davet mi?" Diye sordu.
"Evet." Dedim, bekletmeden.
"Hala orada olduğuna göre henüz haberin yok." Dedi sıkıntılı bir sesle. Endişeyi ilmek ilmek kalbime işledi.
"Neyden bahsediyorsunuz?" İçimi derin bir huzursuzluk kapladı. "Açık konuşur musunuz lütfen."
"İki gün önce İz," dedi tok bir sesle. "İki gün önce Kilyos'ta Douglas Vancenin evinde yapılan Meclis toplantısında Keskin Alacahan ile evlenmene karar verildi." Adımlarım durdu. Öylece kalakaldım.
Zihnimdeki sayfalar, kara mürekkebe bulandı ve darmadağın oldu. Dudaklarım aralanmış öylece kalakalmıştım.
"Güç için yapılacak yeni bir velilik ve bu seferki kurbanları sensin. Her iki ailenin de daha fazla g-"
"Meclis zaten Alacahan ailesine ait!" Dedim öfkeyle. "Neyin gücünden bahsediyorsunuz?! Alacahan ailesi o gücün ta kendisi! Neden bir Kara kadınına ihtiyaç duysun?!" Göğüs kafesim aldığım nefeslerle yükselip indi. Bu olmamalıydı. Böyle olmamalıydı. Her şey istediğim gibi ilerlemeliydi.
Yüzümdeki ifadenin bir cam gibi çatırdadığını ve kırıkların ayaklarımın altına dağıldığını fark ettim. Hayal kırıklığını en derinlerimde hissederken ayaklarımın altındaki cam kırıkları ayak tabanlarımı kanattı.
Keşke yansaydım. Belki yanmış bir kalp, kan ağlayan bir kalpten daha az acıtırdı canımı.
Ruhumdaki kız çocuğu karanlık bir kuyunun dibindeyken çıkmak için çabaladığı ve yaklaştığı özgürlüğünden babası tarafından yediği tekme yüzünden bu sefer o kuyunun dibine daha sert çakıldı.
"Çünkü o masada Alacahan ailesinden sonra söz sahibi olan tek yetkili kişi baban ve Douglas," dedi. "Ya bir Kara kadınıyla ya da bir Vance kadınıyla evlenecekti ki bu artık imkansız çünkü Ariana, Venom Borisle nişanlı." Ariana Vance, Douglas Vancenin kuzeniydi. Göğüs kafesime çöken ağırlık nefes almamı zorlaştırdı. Babam kabul etmiş olamazdı. Babam bana bunu yapmazdı. "Evleneceğiniz günler önce belirlendi ve sen bugün o davete giderek verilen kararı kabul etmiş oldun." Nefes alamadım. "Oyununu yeniden kur çünkü baştan başlıyoruz." Hatırladıklarım güçlükle yutkunmama sebep oldu. "Sana yakışanı yap."
Çakıldığım kuyunun dibindeki küçük, sivri taşları dizlerimi parçaladı ve ayağa kalkama izin vermedi. Ruhumda saklı kalan kız çocuğu başını yavaşça kaldırdı ve gözlerini karanlık gök yüzündeki belli belirsiz beyaz ışığa dikti.
Artık biliyordu.
O kuyudan çıkamayacaktı. Çünkü paramparça olmuş dizleri kıpırdamasına bile izin vermiyor kıpırdadıkça can çekişmesine sebep oluyordu.
Ayak bileklerine vurulan görünmez pranga ruhunun boyununu bükmesine sebep oldu.
Arama sonlandırıldığında kaç dakika boyunca öylece salonda dikildim bilmiyorum.
Yeşil gözlerimin içindeki yaralı kız çocuğu içimden silinmeye başladı. Babasına seslense gelip saracağı diz kapaklarını daha fazla kapatmasın diye sakladı babasından çünkü onu o kuyunun dibine iten ve karanlığa mahkum eden yine babasıydı.
İçeriden gelen sesler beni kendime getirirken adımlarımı çıkışa yönlendirdim.
Giriş kısmındaki bahçeye çıkarken solumda kalan adama ve arkadaşlarına bakmamaya çalıştım. "Arabamı getirin." Dedim buz gibi bir sesle.
"Davet bitmeden çıkamazsınız." Dedi. Bu ses İdil Çaka'ya aitti. Ne zaman gelmişti?
Bakışlarım omzumun üzerinden ona dönerken, "Sözlerimi tekrar etmeyi sevmem," dedim kelimelerin üzerine basa basa. Mavilerinde ruhsuz bir ifade hakimdi. "O yüzden ne söylediysem yapmanızı tavsiye ederim." İtiraz etmek için dudaklarını araladığında, "Sen mi getirirsin yoksa ben mi gideyim?" Dedim bana bakan diğer korumaya. Yeşillerimin hedefi bu sefer o olduğunda ne yapacağını bilmiyormuş gibiydi.
"İz?" Abimin sesini duydum. "Nereye güzelim?" Az önce çıktığım kapıdan bana doğru gelirken ne olduğunu anlamaya çalışır gibi bir hali vardı.
"Seni ilgilendirmez," diyerek kestirip attım. "Git şu arabamı getir artık Allah'ın cezası herif!" Diye bağırdım korumaya. "Kıt mısın nesin?! Anlamıyor musun beni?!"
"Sana bir soru sordum?" Kolumda hissettiğim baskıyla abime dönerken bileğimi ellerinin arasından çektim. Abimin kahvelerinin silindiğini ve yerini babamın katı bakışlarının aldığını fark ettim.
Babama benziyordu. Bazen babamın maskesini yüzüne kullanıyordu ve bu maskenin onda ne kadar eğrelti durduğunu bilseydi o maskeyi yüzüne asla geçirmezdi.
Babama benzemesi beni sevindirse de bazen bir yabancıdan farkı kalmıyordu.
"Bende seni ilgilendirmediğini söyledim." Dedim, sertçe. "Seni ilgilendirmez kısmının neyini anlayamadın acaba?" Dedim alayla.
"Bana baksan sen!" Dedi öfkeyle, üzerime doğru yürüyerek. "Ne bu afra tafra? Hayırdır?" Diye sordu.
"Bir düşün bakalım abi?" Dedim, gözlerimi gözlerine saplarken en derinine diktim gözlerimi. "Salağa yatmak yerine o hiçbir halta yaramayan herhangi bir işlevi olmayan beynini bir yor bakalım." Kaşları çatıldı.
Kahveleri etrafımızdaki korumları taradı kısa bir an için.
Zoruna giden insan içinde ona kullandığım üsluptu ama bu umurumda bile değildi.
"Her ne saçmalıyorsan eve gidince konuşacağız," dedi, dişlerinin arasından konuşarak. "Şimdi içeri gir davet bitmeden dışarıya çıkamayacağını biliyorsun."
Kahretsin!
"İstediğim zaman çıkabileceğimi sende biliyorsun," dedim sinirle. "Mesleğimden ötürü ayrıcalığım var."
"Kanıtla," dedi, hızla. "Eğer gerçekten acil bir durumsa kapı orada." Eliyle dış kapıyı gösterdi.
"Sana asla bilgi vermeyeceğimi gayet iyi biliyorsun." Sesim buz gibiydi. Abimin kahvelerine yerleşen alay dolu ifadeyi seçtim.
O ruhsatı aldığım gün, Meclisin adının evimizden silindiği gündü. Benden gizli kapaklı işlerin çevirildiği gündü. Şüphe dolu gözleri üzerime çektim gündü. Meclise yapacağım her ziyaretin engellediği ve Meclis üyeleri tarafından suikastlere kurban gittiğim gündü.
O suikastlerden birinde altı ay boyunca, geçici bir süreçte olsa yürüyemediğim eve haps olduğum ve aylarca kimseyle konuşmadığım acı bir an vardı zihnimde.
"O zaman davet bitmeden dışarıya çıkamazsınız İz hanım," dedi İdil, araya girerek. "Abiniz haklı." Öfke dolu bakışlarımın hedefi kendisi olurken sakinleşmeye çalıştım. Kaşları meydan okurcasına havalandığında zaten dik olan omuzlarını daha da dikleştirdi ve çekinmeden gözlerini gözlerimin içine dikti.
"Tek parça halinde kalmak istiyorsan o gözlerini üzerimden çek Çaka!" Dedim katı ve otoriter bir sesle. Soyadıyla seslenmem hoşuna gitmiş gibi kırmızı rujla süslediği dudakları belli belirsiz kıvrıldı.
"Ölmek için henüz çok gençsiniz İz hanım." Dedi sözlerime atıfta bulunarak.
"Sende haddinden fazla yaşamış gibisin," dedim bedenimi ona doğru çevirerek. Boylarımız birbirine yakın olsada ondan uzun olduğum su götürmez bir gerçekti. "Dikkat et," dedim dudak bükerek. "Aldığın nefesi keserler hiç ummadığın bir anda."
Gülümsediğinde, sözlerime nazaran içten bir gülümseme hakimdi gözlerinde. Kollarını göğüsümde birleştirdiğinde, "Uyarınızı dikkate alacağımdan emin olabilirsiniz." Dedi alayla.
"Umarım farkına vardığında senin için geç olmaz." Dedim buz gibi bir sesle. Yüzündeki gülümsemesi yerini korurken, "Bizi yalnız bırak." Dediğimde bir süre bana bakmaya devam etmiş ama kısa sürede itiraz etmeden yanımızdan korumalarla birlikte ayrılmıştı.
Bana arkasını döner dönmez yüzüne yerleşen kin dolu ifadeyi göremesemde hayal edebiliyordum.
İdil Çaka, düşmanlarının korkulu rüyasıydı. Bir seri katilden çok daha fazlasıydı.
İdil yanımızdan ayrıldığında Abim, "Öğrendiğini biliyorum," dediğinde, benden önce konuştu. "Fark etmek zor değil ama mecbur olduğumuzu bil." Dedi sitemle.
"Mecbur mu?" Dedim hayret içinde. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Neyin mecburiyeti?" Bakışlarını kaçırdığında bana bakmaya çekiniyor gibiydi. "Sırf güç için o masada ki herkesin yaptığı gibi kardeşini mi sattın sen?" Diye sordum boşluğu mesken edilmiş gözlerimi üzerine saplarken.
"Öyle değil." Dedi kendini açıklamak istercesine.
"Öyle!" Dedim hiddetle. Zaten üzerimizde olan bakışların varlığını daha çok hissettim.
"Mecliste verilen kararlara karşı çıkamayacağımızı biliyorsun. Neyin içinde olduğumuzu, kimlerle iş yaptığımızı biliyorsun. Bunları bile bile canımı acıtmak için her seferinde beni vurman ne kadar doğru İz?" Diye serzenişte bulundu. Karşımdaki yüzü giderek silikleştiğinde karşımda sanki bambaşka birisi vardı. "Mecburduk!"
"Senin mecburiyetini sikeyim!" Dedim öfkeyle öne doğru atılarak. Yüzüme yerleşen ifade bir yırtıcının vahşiliğini taşırken aynı ifadenin gözlerime yansıdığına da emindim. "Güç için beni harcamışsın işte!" Dedim sertçe. "Mecburdum diyerek üzerini kapatabileceğini mi sanıyorsun?! Senin karşında aptal mı var?!"
"Bir kez olsun bencillik etme!" Diye yakardı öfkeyle. Kahvelerine öfkenin ateşi sıçradı. "Bir kez olsun ailen için, babam için, bizim için bir şeyler yap! Bir kez olsun nankörlük etme!"
Bir canavarın elleri gibi parmakları tenime gömülmüş izini bırakmak istercesine kolumu tutuyordu. Avuçlarından akan görünmez siyahlığın bileğimden başlayarak tenime yayıldığını ve ruhuma sızdığını gördüm.
Dişlerini dudaklarına geçirdiğinde öfkeyle söylediği sözlerin beni nasıl kırdığını fark etti. Dilini ağzının içinde yuvarladı ve sanki ona küfredermişim gibi bir ifadeyle bakıyormuşum gibi gözlerini kapatıp açtı kısa bir süre. Hayal kırıklığı içinde gülümserken, "Hani hep bana sen bana annemin emanetisin derdin ya. Beni herkesten her şeyden koruyup kollardın ya abi?" Dedim, kırık bir sesle. Beni hep annemden vururdu. Yaramı sarmaya çalışırdı ama istemeye istemeye benim için ondan bahsederdi. Gözlerime yapma dercesine baktı."Sen ne annenin emanetine sahip çıkabildin ne de onu bu iğrenç dünyadan koruyup kollayabildin." Dedim dilimi mesken edinmiş olan zehrimi kusarak.
"Haksızlık ediyorsun." Dedi. Söylediklerim gözlerinde gördüğüm kadarıyla içinde bir yıkıma şahit olmuş olmalıydı.
"Bu bilinen bir gerçek abi," dedim, omuzlarımı indirip kaldırarak. "Sen annenin emanetine sahip çıkamadın." Ben hep gözden çıkarılan ilk kişi olurdum. Tıpkı bugün olduğu gibi abim ve babam arkamdan iş çevirir beni çoğu şeye mecbur bırakırlardı. Olan hep bana olurdu. Yanan hep ben olurdum. Bu hiç şaşmazdı. "Sen bir kez olsun köşeye sıkıştığında, arada kaldığında hep gözden çıkardığın ben oldum."
Her ne hatırladıysa kahveleri alev alev titreşti. Ettiğim sözlerin içinde bir vicdan mahkemesine sebep olduğunu gördüm. "İz." Dedi yapma der gibi. Canı yanıyordu. Ruhundaki esareti kahvelerinde okudum ama artık benim için bir anlam ifade etmiyordu.
Çenemi havaya dikerken, güçsüzlüğümü sildim yüzümden. Gardımı düşürmedim. Henüz sırası değildi. "Bu evlilik olursa ne seni ne de babamı asla affetmeyeceğim." Dedim yemin eder gibi. "Duydun mu beni? Eğer bu evlilik olursa sakın kendini affettirmek için kapımda alma soluğu çünkü kimseye ikinci bir şans vermeyeceğimi en iyi sen bilirsin." Yanından geçip gittiğimde onu öylece bahçenin ortasında bıraktım.
Göğüs kafesimi sıkıştıran his giderek çoğaldığında boğazımı düğüm düğüm eden sızı sol yanımda meydana geldi.
Dişlerimi dudaklarıma geçirirken dik durmaya ve gözlerimin dolmaması için gayret ettim. Yıkılmak yok İz. Hele ağlamak hiç yok. Yasak. Yasakları çiğnersen, cezan bu sefer çok daha ağır olur.
Ruhumdaki canavarın pençeleri kalbime saplı bir halde öylece duruyordu. Bekliyordu. Kalbimi söküp alacağı o anı sükunetle bekliyordu.
Davet alanının kurulduğu bahçeye tekrar girerken üzerimdeki bakışların ağırlığını omuzlarımda hissettim. Babamın tedirgin bakışları beni bulurken ona hayal kırıklığı içinde baktım. Suçlulukla bakışlarını kaçırırken masama geri oturdum. Gece boyunca belki de günlerce yanıma uğramayacaktı biliyordum. Berna Alacahanın tavrının da neden olduğunu anlamıştım. Davete gelmiş ve evliliği kabul etmiştim. Oğlunu evlendireceği için seviniyor olmalıydı.
Göğüs kafesimde ki ağrılık boğazımı düğüm düğüm ederken gözlerimin ardında saklı kalan yaşlarımı geri ittim. Ağlamayacaktım. Ağlamak bana yakışmazdı.
Gecenin geri kalanında Asya'yla ilgilenmiş onun dışında masaya gelen Aylin Alacahanla bile sohbete dahil olmamıştım. İdil Çakanın ve daha bir çok korumanın göz hapsindeyken tedirgin olduklarını biliyordum ama hiçbir şey yapmayacaktım. Bugün uslu duracaktım. Onlar öyle sansalar bile. Usulü durmak hamurumda yoktu.
"İz," dedi Şebnem. Asyadan çektiğim bakışlarım onu bulurken mavilerinde yer edinen endişeyi gördüm. "İyi gözükmüyorsun, neyin var?" Diye sordu merakla..
"Sende biliyor muydun?" Dedim dan diye. Bilmemesini umut ettim.
"Neyi?" Dedi sorgu dolu bir sesle. Mavilerine yerleşen merak boğazımı düğüm düğüm etti.
"Meclisin yaptığı toplantıda Keskin Alacahanla evlenmeme karar verilmiş," ağzı beş karış açılırken şok içinde bana baktı. Bilmiyordu. "Bugün bu davete gelerek bu evliliği kabul ettim Şebnem." Öylesine kırgındım ki bu kırgınlığımın asla geçmeyeceğini biliyordum.
"Şaka yapıyorsun." Dediğinde dehşete düşmüş gibiydi. "Baban asla böyle bir şey yapmaz. Her kim böyle saçma sapan bir şey söylediyse inandın mı sende hemen? Baban da abin de kıyamaz ki sana." Buruk bir gülümseme hakim oldu tebessümümde.
"Yanılmışsın o zaman," dedim, cansız bir ölüyü andıran sesimle. "Kıyamaz sana diyorsun ama kıyıyormuş işte bak." Küçük bir kız çocuğu gibi omuz silktim. "Bazen en kıymaz, yapmaz dediklerimiz vurur bizi beklemediğimiz yerden. Ben bunu hayatım boyunca çok kez yaşadım. Tecrübe edindim kendime ama tekrar tekrar yaşayınca ağır oluyor işte." Dudak büktüm.
"Yine de yapmaz," Dedi başını iki yana sallayarak. Konduramıyordu. Bende konduramamıştım. "Babanın gözleri titriyor sana bakarken. Seni görünce içi huzur doluyor yüzünde gülücükler açıyor. Seni öylesine seviyor ki kızını böylesine çok seven bir baba yakar mı onun canını bile bile?" Sıcacık eller buz gibi avuçlarımın üzerini örttü. "Yapmaz İz, ben inanmıyorum. Sende inanma." Sıkıntılı bir nefes dudaklarımın arasından verdiğimde bakışlarımı yanımda oturan kız kardeşime çevirdim.
Elindeki telefonumla indirdiği oyunda tavuklarını beslerken kendini çok kaptırmış gibiydi.
"Ne kaynatıyorsunuz bakayım anne kız?" Simayın Sarı kafası ikimizin arasına sızdığında yüzünde bir gülümseme hakimdi.
Annesine çok benziyordu. Deli dolu, hayatı dalgaya alan ve anı yaşayan bir kızdı.
"Öyle laflıyorduk." Dedim, gülümseye çalışarak.
Zordu. İçinde kıyamet koparken, hiç bir şey olmamış gibi davranmaya çalışmak. Mutlu gibi gözükmeye ve gülümseye çalışmak.
Sen alışkınsın İz.
"Bensiz mi?" Diye sordu. "Kıskanıyorum ama artık." Gülümsediğimde aramızdaki sandalyeyi çekip oturdu ve yüzünü kaptan saçlarını geriye doğru itti. Ay gibi teni ortaya çıkarken gülümsedi ve bu tatlı gözükmesine sebep oldu.
Ona gülümsemek yakışırdı.
Bana hiçbir şey yakışmıyordu.
"Sende otur dizimin dibinde beraber laflayalım o zaman," dedi Şebnem, yalancı bir kızgınlıkla. "Hemen kaçıp gidiyorsun. Ablanla beni görünce de kıskanıyorsun." Şüphesiz ki Şebnemin bana yaptığı anneliği başka birisi asla yapmazdı. Merhameti ve sevgisi öylesine büyüktüki ne beni ne de abimi kendi çocuklarından ayırmamıştı. Onlara bir yapıyorsa bize on yapmıştı. Şüphesiz ki babamı da çok mutlu ediyordu.
"Ablamın yüzünü gören cennetlik zaten," Dedi alayla. "Hayır yakalayabilsem aramıza sokacağım da hep bir yerlerde hızına yetişemiyorum." Yüzümü buruşturdum.
"Yakalasan da sokamazsın beni o yılanların arasına," bahsettiklerim Meclis üyelerin kızlarıydı ve arkadaşları. "Benimle vakit geçirmek istiyorsan ararsın ben sana ayırırım zamanımı ama beni o insanlarla muhattap etme." Dedim burun kıvırarak.
"Niye ya?" Dedi hızla. Suratı asılmıştı. "Hepsi seni çok seviyor. Çoğu sana hayran bile." Şebnemle bakışlarımız buluşurken ikimizde gözlerimizi devirmiştik.
"Bazen kız kardeşimin bu kadar saf olması canımı sıkıyor," dedim. "Niye bana çekmediysen sanki?" Diye homurdandım.
"Yaa!" Dedi küskün bir tavırla. "Salak mıyım ben niye öyle diyorsun?" Dedi tiz bir sesle.
"Evet," dedi Şebnem. Simay annesine şaşkınlıkla baktı. "O insanlara fazla güveniyorsun bu da seni dolaylı yoldan salak yapıyor." Dediğinde kahkaham bahçede yankılanmış bir kaç kişin bakışlarının masamıza dönmesine sebep olmuştu. Şebnemde bana katılırken Simayın suratı sirke satıyordu.
Kahkahamın yerini gülümsemem alırken bahçede dolan bakışlarımın hedefi birisi oldu. Katran karası gözleri ifadesizliği kuşanmışken bakışları üzerimdeydi. Gözlerine eşlik eden siyah saçları esmer teni ve sakalları ile bir bütün halindeydi. Kemikli çehresi taş gibi sabit dururken heybetli vücudunu saran lacivert takım elbise ona çok yakışmıştı.
Keskin Alacahan.
Meclis Lideri, Keskin Alacahan.
Düşmanlarının korkulu rüyası, karanlığın gölgesini kuşanan ve karanlığıyla bir bütün haline gelen, katran karası gözlere sahip olan o adamdı.
Karanlığın ta kendisiydi.
Korktuğum her şeydi. Ondan nefret ediyordum. Kötülüğü kuşanmış ve omuzlarına hayali bir hırka gibi geçirmiş herkesten nefret ediyordum.
Ben adaletimle, onlar kötülüğüyle var olurdu.
Bir Cumhuriyet Savcısı ve Suçlunun evliliği akıl alır gibi bir iş değildi.
Gülümsemem yüzümde solarken bakışlarını ilk çeken ben oldum. Sanırım beyfendi buraya geldiğim için biraz sinirliydi.
Gözlerimi, Simaya çevirirken annesiyle koyu bir sohbet içinde olduğunu gördüm. Masamıza yaklaşan babam Asya'nın yanında yer alırken oturduğum yerden ayaklandım. "İçecek bir şeyler alacağım." Diyerek yanından kaçarken kendisiyle konuşmak istemiyordum. Bakışlarının ağırlığını sırtımda hissederken adımlarımı mutfağa doğru attım. Bu eve daha önce defalarca kez geldiğim için yabancısı değildim.
Etrafta koşuşturan garsonlara bakarken tanıdık bir simaya rastladım. "Ayşen Hanım," dedim. Kendisi bu evin kahyasıydı. Kahveleri beni bulduğunda gülümsedi. Yüzündeki kırışıklıklar gülümsemesi ile birlikte iyiyle ortaya çıktı.
"Buyrun İz hanım?" Dedi naif sesiyle. "Bir isteğiniz mi vardı?" Diye sordu. Beni tanıyordu. Tanımaması imkansızdı.
"Alkolsüz bir şeyler rica edecektim. Dışarıdakilerin çoğu alkolü ve alkollü olmayan varsa da ayırt edemem." Dediğimde başını sallamış ve dolaba dönmüştü. Bu hallerime daha önce de şahit olduğu için alışıktı.
Dolaptan çıkardığı kokteyllerden birini bana uzatırken, "Teşekkürler." Demekle yetinmiştim. Kokteylden bir yudum alırken hoşuma giden aroma damağımda yayıldı.
"İz?" Aşina olmadığım ama tanıdık gelen bir ses kulaklarıma sızdığında gözlerim içeriye giren Funda'yı buldu. Üzerinde bütün vücudunu saran siyah, mini straplez bir elbise vardı. Kumral saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmış ve gözlerinin çekik gözükmesine sebep olurken büyük incilere sahip kolyesinin ve küpelerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Buğday teni hafif bir yanıklığı andırıyordu.
Liderin eski nişanlısıydı.
Keskin, Lider olmadan önce aileler arasında bir söz takıldığını duymuştum. O zamanlar Demir ailesi Mecliste çok daha iyi bir konumda olduğu için ya Vance ailesinden ya da Demir ailesinden bir evlilik yapması gerekiyordu.
Nişan Funda'yla gerçekleşmişti ama ta ki Babam Funda'nın babası Rauf beyin yerini alana kadar. Bildiğim kadarıyla eski gücüne kavuşması yıllarını almıştı. Babam eski yerine tekrar kavuştuğundaysa kimse elinden alamamıştı.
Bana bakarken gözlerinde yer edinen kıskançlığı ve nefreti gizleyemiyordu. Bundan çekince duymuyordu.
"Nasılsın?" Diye sordu samimiyetten uzak yapmacık bir sesle. "Neler yapıyorsun?" Dedi konuşmama izin vermezken boş gözlerle kendisini izledim ve sabırla tiyatrosunu bitirmesini bekledim. "Gerçi evlilik süreci yoruyordur seni şimdi," dedi yüzünü ekşiterek. "İşler falan da yoğundur. Malum uzun zaman oldu İstanbul'da bulunmayalı."
"Öncelikle," dedim yüzüme kondurduğum yapmacık bir gülümsemeyle. "Gayet iyiyim. Biraz yoğun ve stresli bir süreçten geçtiğim doğru ama sen biraz daha karşımda, yüzünü bukalemun gibi şekilden şekile sokacak olursan benimle konuşurken ekşiteceğin bir yüzün ve yaya yaya konuşacağın ağzının yerinde olacağından şüphe duyarım." Tatlı tatlı gülümsediğimde, "Bir daha görüşmemek üzere," dedim yanından geçerken.
Mutfak tezgahına bedenimi yaslarken buradan gözüktüğü kadarıyla bahçedeki insanlara göz gezdirdim. Funda'nın varlığını yok sayarken geride kalan bedeninin hatta suratının kızardığında emindim.
Gereksiz insanlara harcayacak vaktim yoktu.
Abimi ve babamı masada görürken Asya'nın elinde tuttuğu telefonumla abimin kucağında olduğunu gördüm. Mutfaktan çıkarken bahçede ayaklı masalardan birinde durdum. Asya'nın kaşları telefonumda her ne gördüyse kaşlarının çatılması eş zamanlı olurken bakışları etrafta gezinmişti. Sanırım beni arıyordu. Abimin Asyanın elinden telefonumu alırken her kim arıyorsa armayı yanıtladı ve telefonu kulağına götürdü. Bulunduğum yerden hızla ona doğru adımlarken çatık kaşlarının altındaki bakışları beni bulmuştu.
"Ablamda geldi abi," demişti Asya. "Versene telefonunu." Kulağına yasladığı telefonu ondan sertçe çekip alırken bana baktı.
"Başkalarının telefonunu izinsiz bir şekilde açmaman gerektiğini bilmiyor musun?!" Dedim öfkeyle.
"Fazla ısrarcıydı." Dedi düz bir sesle.
"Yine de bu açman gerektiğini belirtmez." Dedim, sertçe.
Asya kollarını bana doğru uzatınca onu abimin kucağından aldım. "Gel birtanem," dediğimde küçük kollarını boynuma sarmıştı. "Seninle biraz oyun oynayalım."
Gözleri Işıl Işıl parlarken, "Oyun mu?" Diye sormuştu. "Gerçekten mi? Ne oyunu?"
"Gerçekten," dedim. "Biraz zor bir oyun bana yardımcı olman gerekecek. Sonra sana süprizim var." Neşeyle çığlık attığında ellerini çırpmıştı.
"Ne süprizi ne sürprizi?" Diye sormuştu heyecanla. "Ne aldın bana?"
"Aklın hemen hediyeye gitsin zaten," dedim, gülmeden edemezken. "Bu öyle bir şey değil çok daha güzel bir şey." Dediğimde merakla bana bakmıştı.
"O zaman hemen oynayalım oyunu, bende süprizimi göreyim olur mu?" Dedi heyecanla.
"Olur." Dedim. Bakışlarım masadakileri bulurken, "Müsaadenizle." Demiş ve yanlarından ayrılmıştım. Az önce bulunduğum masaya tekrar giderken Asya'yı masanın üzerine oturttum ve gelen armaya baktım.
Zeynep'ten gelen aramayı ona daha sonra döneceğimi belirten bir mesaj atarken yeniden kız kardeşime döndüm.
Asyaya ne yapması gerektiğini ve dikkatli olması gerektiğini tembihlerken onu çoktan kendi haline bırakmıştım. Ben tekrar kendi masamıza geçerken Asya diğer çocuklarla oynuyordu. Masamıza gelen aile dostumuz Hilal hanım ve oğluyla sohbet ederken bakışlarım ara ara Asya'yı arıyordu.
Yaklaşık yarım saat sonra Asya nefes nefese yanıma gelirken Oğuz'la aramızdaki sandalyeye oturdu.
"Abla benim çok tuvaletim geldi," demişti, yerinde sallanarak.. "Beni lavaboya götürür müsün?"
"Olur bebeğim," terlediği için anlına yapışan saçlarını geri çektim. "Nasıl terlemişsin bak hasta olacaksın sonra. Niye koşturup duruyorsun o kadar?" Diye kızmayı da ihmal etmemiştim.
Ben Asya'yı lavaboya götürüp işini hallederken bir yandan da mesaj yazıyordum.
Ses geldi mi? Duyabiliyor musunuz?
Geldi Savcım, içerideyiz.
Toplantı için yukarı çıktıkları an bağlantı istiyorum.
Size verdiğim kulaklıkla her şeyi duyabileceksiniz ama yine de dikkatli olun. Fark ederlerse sizin için kötü olabilir.
Asya'yı kandırıp verdiğim dinleme cihazını ikinci kattaki odaya yerleştirmesini istemiştim. Mümkünse çiçeklerin içine ve o da bana ayak uydurarak söylediklerimi harfiyen yerine getirmişti.
Mesaj sayfasından çıktıktan sonra Asya'yla birlikte tekrar içeriye geçmiş masamıza oturmuştuk.
"Bana bu dansta eşlik eder misiniz?" Bakışlarım Oğuz'u bulduğunda beklentiyle bana baktığını gördüm. Yıllardır onu tanıyordum ve bana olan ilgisini anlamamak için salak olmak gerekiyordu.
Şebnem hayır dercesine kaşlarını kaldırdığında bunu neden istemediğini anlamıştım. Eğer diyordu. Eğer bahsettiğin gibi bir şey söz konusuysa ve sende bilmediğin halde bu davete gelerek bunu kabul ettiysen bir nevi nişanlı sayılırsın ve bunu yapman hoş karşılanmaz. Bakışlarım yeniden Oğuz'u bulduğunda uzattığı eliyle beklentiyle bana baktığını gördüm.
Amacı aslında onunla dans ederek bu evliliği istemediğimi göstermekti çünkü herkes bana olan ilgisini biliyordu ve dansını kabul edersem hem ona ümit vermiş olacaktım hem de ilgisini kabul etmiş olacaktım.
Oyununu yeniden kur çünkü baştan başlıyoruz.
Kerim savcının sesi zihnimde yankılandığında ikilemde kaldım.
Kafamın içinde durmadan dönüp duran bir çarkıfelek vardı ve o okun ucunun göstereceği yer belliydi.
Sana yakışanı yap.
Ve Oğuz'u reddederek Meclisin vermiş olduğu kararı kabul ettim.
Çarkıfelek parçalara ayrılırken kuyunun dibindeki kız çocuğunun gözlerinden akan bir damla yaş o kuyunun dibine düştü ve içimde bir hezeyan meydana geldi.
Onun kara gözlerinin gazabının üzerime karabasan gibi çöktüğünü hissettim. Oturduğum sandalyeden öfkeyle ayaklanırken, davet alanından uzakta yanında İdil ve kardeşleriyle sohbet eden ona doğru attım adımlarımı.
Her zamanki gibi, kendinden emin, toktu adımlarım.
Omuzlarım dikleşirken adımlarımı yavaşlattım ve daha sakin adımlarla dikkat çekmemek adına yanına ilerlediğimde üzerime uğrayan kara gözleri midemde garip bir his bırakıyordu.
Bütün bedenimi baştan aşağıya süzdüğünde kaşları havalandı. Tam karşısında dikildiğimdeyse kara gözlerindeki parıltı dikkatimin dağılmasına sebep oldu.
Ellerini pantolonun cebine koyarken, omuzlarını rahatça gerdi ve üstten üstten bana baktı.
"Beni mi istiyorsun Alacahan?" Dedim nefreti mesken edilmiş sesimle. Kara gözlerindeki yangın yüreğime sıçradı. Yeşil harelerimin içinde bir yangın tutuştu. Bir adım daha ona doğru attığımda, çenemi havaya diktim ve hemen yanımızda bizi izleyenleri görmezden geldim. "Alabiliyorsan al bakalım!" Dedim ona meydan okuyarak.
Dudağının bir köşesi belli belirsiz kıvrıldığında kendinden emin tavrı kısa bir an afallamama sebep oldu. Kara gözlerinde baş gösteren kışkırtıcı öfke, erkeksi ve tok sesine yansıdı. "Engel olabiliyorsan ol bakalım!" Dedi sertçe, ona meydan okumaya karşılık vererek.
Göğüs kafesim sinirle aldığım nefesle kabarırken onun vurdum duymaz haline tezat ben oldukça öfkeliydim. "Bu hayatta her şeye sahip olabilirsin," dedim nefretle, tükürürcesine. "Ama bana asla sahip olamayacaksın."
"Hep böyle boyundan büyük laflar eder misin?" Dedi. Sesinde bariz bir merak vardı.
"Cık," dedim alayla dilimi damağıma vurarak. "Yapım böyle."
"Birkaç gün sonra karım olacaksın." Dedi beni sinir etmek istercesine.
"Senin yüzüğünü asla parmağıma takmayacağım!" Dedim sinirle.
Kaşları havalandığında," Ama karım olacaksın." Dedi sözlerinde ısrar ederek.
"Ölürüm daha iyi!"
"Bak yine boyundan büyük laflar ediyorsun." Dedi kaşlarını çatarak. Takıldığı tek şey gerçekten bu muydu?
"Senden nefret ediyorum!"
"Beni seveceğin günlerde gelecektir elbet." Dedi sükunetle. Ya ben şimdi sükunetle bekliyorum ama ya gelmezse? Sence şimdi bunun sırası mı?! Tamda sırası! Mümkünse bir süre gözüme gözükme. Ok.
"O imza o deftere atıldığı gün," dedim işaret parmağımı ona doğrultarak. "Soyadın adımın yanına yazıldığı gün senin cehennemin olacağım!" Dedim öfkeyle. Gözlerim yanımızda dikilen ve bizi izleyen üçlüye döndü. "Hepinizin sonunu getireceğim!"
Keskinin dudağına yerleşen alay dolu belli belirsiz tebessüm öfkeyle dolup taşmama sebep oldu. Tiye alır gibi başını iki yana doğru salladı. İdilin yüzünde de onunkine benzer alay dolu bir gülümseme vardı.
Aylin bizi hiç umursamadan telefonunun kamerasından muhtemelen kendine bakıyordu çünkü dikkatli bir şekilde saçlarıyla uğraşıyordu.
"İşin fragman kısımında başımıza geleceklerden ötürü bizi uyardığın için sana ne kadar minnettar olsak az müstakbel yengeciğim." Keskinin kardeşi olan Sergen'in alay dolu sesi bıçak kesilen gözlerimin ona saplanmasına sebep olduğunda ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı.
"İz?!" Abimin gıcık olduğum sesini işittiğimde sinirle arkamı döndüm ve kahveleriyle karşı karşıya geldim.
"Ne?!" Diye bağırdım bir anda yükselerek. Sesim biraz fazla yükselmiş olacak ki birkaç kişinin bakışları bana döndü.
"Abi, toplantı odasında bilgisayarın bağlantısı kesildi, çocuklar kabloları koparmış sanırım. Ne yapalım?" Diyen yabancı bir ses işittim.
Kısa bir sessizlik oldu onların arasında.
"Hemen eve gidiyoruz." Dedi katı bir sesle.
"Cehenneme kadar yolun var abi." Dedim öfkeyle. "Duydun mu? Yaş aldın tabii sen. Kulakların duymaz şimdi senin. Bir kez daha söyleyeyim." Dedim iyice ona doğru yaklaşarak. "Cehenneme kadar yolun var." Dedim bir kez daha. Ama bu sefer nefretle.
"Napayım abi?" Dedi yabancı ses bir kez daha.
"O kabloyla senin nefesini kesmeden defol gözümün önünden Ufuk." Diyen öfke dolu sesini işittim.
Abim kolum yapıştığında, tutuşu canımı yakıyordu ama farkında değildi. "Sana hemen eve gidiyoruz dedim." Dedi sinirle.
Kolumu elinden kurtarırken canımın acısını umursamadan, "Bende sana cehenneme kadar yolun var dedim!" Dedim hiddetle. "Siktir git, şimdi nereye gidiyorsan?!" Dedim sinirle omzuna çarparak yanından geçip giderken.
Allah, hepsini bildiği gibi yapsındı.
...
Öfke. Bir insana istemediği şeyleri yaptırabilen duygulardan bir tanesiydi. Bir diğeri ne diye soracak olursanız şüphesiz oda çaresizlik olurdu. Ya da Korku. Bu üç duygu bir insanın hele ki bir kadının bedeninde kendine yer bulduğunda neler olur, neler yapar kestirmek zor olurdu.
"Bana cevap ver!" Diye bağırdım. "Onca şey söyledim sana! Onca şey! Birine bile verecek cevabın yok mu?!" Gözlerime dolan yaşlar yanaklarımdan süzüldüğünde karşımda dikilen babama öfkemi kustum.
O sinirle nasıl eve gelmiştim, aracı nasıl kullanmıştım hatırlamıyorum. Onun alay dolu kara gözleri ve sözleri zihnimde belirdikçe sinirlerim altüst olmuştu.
"Nasıl kabul edersin ya?! Nasıl beni pis oyunlarına alet edersin?! Nasıl bana söylemezsin?! Senin yüzünden gittim o davete! Üstelik sonuçlarını bilmiyordum bile!" Kahveleri bir kez olsun bana değmezken sesim bütün malikanede yankılanıyordu. "Sadece bir davetti ya?" Dedim hıçkırıklarımın arasından. "Sadece bir davetti, en fazla ne olabilirdi ki? Alt tarafı bir davetti ama ben bugün o davete giderek kendi ölüm fermanımı imzaladım zaten!"
"Böyle olması gerekiyordu." Vurgun yemiş gibi ona bakakalırken öylece kalakaldım. Dudaklarımın arasında asılı kalan kelimeler soluğuma tıkandı.
İşte şimdi ruhumdaki o canavar artık kalbimi avuçlarının arasında tutuyordu.
Kalbi olmayan bir kız çocuğu kalmıştı geriye. Yaralı, eksik ve yarım bir kadın olmuştu büyüdükçe.
Ne yarasını saranı vardı, ne yarasına merhem olanı.
"Olması gereken güç için kızını mal gibi satman mıydı?" Diye sordum dehşet içinde. "Olması gereken bu muydu baba söyle? Eğer olması gereken buysa çünkü bende yapmam gerekeni yapacağım." Kahveleri belkide ilk kez beni bulurken gözlerinin akına yerleşen kırmızılığı fark ettim. Bir bıçağı andıran gözleri gözlerime saplandı.
Tıpkı avuçları arasında tuttuğu kalbime pençelerini açılmadan geçirmesi gibi.
"Sakın!" Dedi hiddetle. "Sakın beni kendinle tehdit etmeye kalkma! Sakın!" Diye gürledi.
Acı göğüslümü kamçıladı ama göğüs kafesimin altında yaşayan bir kalbim yoktu.
Lime lime edilmiş, can çekişen ve hasta bir kalbim vardı.
"Ne yaparsın?" Diye sordum alayla. "Daha önce seni tehdit eden diğer insanlar gibi beni de mi öldürürsün? Ne yaparsın söylesene?" Dedim diklenerek.
"Odana çık." Dedi tok bir sesle.
Öfkeyle bir soluk aldığımda,"Ben ölürüm de o adamla evlenmem!" Diye bağırdım yeri göğü inletircesine. Gür kaşları çatıldığında suratına katı bir ifade yerleşti. "Ölürümde evlenmem!" Dedim avaz avaz.
"Sana odana çık dedim!" Dedi hiddetle. "Bana istemediğim şeyler yaptırmak zorunda bırakma İz!"
Hayal kırıklığı en derinlerimde yer edinirken, "Senden nefret ediyorum," dedim, dilimden zehir akıtırcasına. "Senden hayatım boyunca nefret edeceğim ve buna sebep olan kim varsa onu da asla affetmeyeceğim." Sol gözümden akan bir damla yaş şakaklarımdan süzüldü.
"Her şeye gücü yeten sen kızın için hiçbir şey yapamadın mı," gözlerini kaçırdı. "Her şeye bir çaresi, bir yolu, bir umudu, bir planı olan sen baba benim için hiçbir şey yapmadın mı?" Diye sordum. Hala umut ediyordum. Tıpkı bir aptal gibi."Olmaz diyemedin mi? Sesini bile çıkaramadın mı?" Cevap vermedi. Sessizliği ruhumun ezilmesine sebep oldu.
Kendi içimde küçüldükçe küçüldüm. Annesi için ağlayan sekiz yaşındaki kız çocuğuna dönüştüm.
"Ya anlamıyorum! Anlamıyorum! Niye ya?! Neden?! Bana bir açıklama yap, bir cevap ver bir sebep sun?" Sessiz kaldıkça çıldırdım. "Ya bir şey söyle artık! Susma!" Bana arkasını dönüp ilerlediğinde çalışma masasındaki koltuğuna oturdu ve bakışlarını açık bilgisayar ekranına çevirdi. Beni yok sayması bir açıklama yapma gereği bile duymaması kalbimi paramparça ederken daha fazla durmadım yanında. Kapının önünde bekleyenlere aldırmadan adımlarımı odama doğru yönlendirirken Asya'nın ağlamaları kulağıma ulaştı.
Tireyen ellerim ve çenemle birlikte dişlerim sertçe birbirine çarptı.
Odama girip kapıyı kapattığımda arkamdan kilitledim. Bakışlarım etrafta gezinirken genzime dolan hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Oda da ne var ne yoksa hepsini dağıttım. Camı çerçeveyi indirdim. Bağırışlarım odayı inletirken dışarıdan gelen seslere aldırmadım.
Ensemde canavarın nefesini hissettim. Avuçlarımı boydan boya cam olan aynaya geçirdiğimde çığlığım bütün malikanede yankılandı.
Annesiz kalan her çocuk, bu hayatta her şeye yalnız göğüs germeye mecburdu.
Zihnimdeki kapalı odaların birbir açıldığını ve beni çıldırmamın eşiğine getirecek kadar şiddetle kapanıp açıldığına dair sesler kafamın içinde yankılandı.
Başımı öne doğru eğerken dizlerimin üzerine düştüm. Avuçlarım sertçe parkeye yaşlandığında kesilen avuçlarımdan akan kanlar mürekkep gibi zemine dağıldı.
Hıçkırıklarım boğazımdan yükseldiğinde odanın köşesinde kucağında tuttuğu beyaz ayıcığıyla dolu gözlerle bana bakan ve yerine sinen kız çocuğunun yeşilleriyle karşı karşıya geldiğimde bir hıçkırık daha kaçtı dudaklarımdan.
Yeşil gözleri ıskatı ve gözlerinin akı kıpkırmızıydı. Babaannesinden yediği tokat yüzünden odasına kapanmış ve saatlerce herkesten gizlice ağlamıştı. Sesi çıkmasın diye küçük avuçlarını dudaklarının üzerime örtmüş, yanağındaki acıya rağmen bağıramamıştı.
"Acıyor mu?" Diye fısıldadım bir sanrıya doğru.
"Çok." Sesi zihnimde yankılandı. "Annem gelsin. Annem gelsin." Dedi kelimeleri tekrar ederek.
"Annen hiçbir zaman gelmeyecek kız çocuğu." Dedim acımasızca. "Annen hiçbir zaman üzerini örtmeyecek, göz yaşlarını silmeyecek ve dışarıda senin için endişelen ve ortalığı ayağa kaldıran o kadın gibi karşında dikilmeyecek." Küçük dudakları titredi ve gözlerinden birkaç damla yaş aktı.
"Yedek anahtarı getirin!" Diye bağırıyordu Şebnem. Bir krizin eşiğindeydim. Avuçlarım kan içindeydi. "İz!" Diyen endişeli çığlığı yüreğimi yaktı. "Aç kapıyı!"
"Çünkü kelebeğin kanatları kırılırsa kelebek ölür." Diye fısıldadım boşluğa doğru. "Bir günlük ömürüne inat yaşamaktan vazgeçemeyen o kelebek gibi ol her daim." Sesim, kendini yitirmişti. Bana yabancıydı. Bana çok yabancıydı. "İçimde saklı kal." Yaşlar dur durak bilmeden aktı gözlerimden. "Ama sakın ölme tamam mı? İçimde can çekişip canımı yitirme artık." Dedim göz yaşlarımın arasından yalvararak. "Lütfen." Diye fısıldadım karşımda yavaş yavaş silinen çocukluğuma doğru. "Lütfen."
Dakikalar sonra bedenim birisi tarafından sarıp sarmalandığında kurtulmak için çabalasam da bir fayda etmedi.
"Bırak!" Diye çığlık çığlığa bıraktım. "Bırak! Nefret ediyorum hepinizden!" İçimdeki yarıklar volkan gibi doldu. Taşmama ramak kalmıştı.
"Şşş," Şebnemin anne şefkatini hissettiren parmakları saçlarımda gezindi. "Tamam bak yok bir şey. Geçti tamam mı? Geçti."
"Keşke o gün o kazada geberip gitseydim," beni kollarının arasına çekti. "Keşke o gün ölseydim Şebnem." Diye fısıldadım acıyla.
"Deme öyle," yaşlar önümü görmemi zorlaştırırken Şebnemin beni saran kolları sıkılaştı. "Denir mi hiç öyle şey? Bak baban çok üzülür sonra." Dedi ağlamaklı sesiyle.
"Üzülsün," dedim, omuz silkerek. "O beni çok üzdü biraz da o üzülsün." Sesimde annesiz kalmış bir kadının isyanı vardı.
"Ellerini paramparça etmişsin zaten, canın yanıyordur şimdi çok." Ruhum daha yaralı diyemedim. Kalbim daha paramparça asıl canımı yakan onlar avuçlarımı bile hissetmiyorum diyemedim. "Ağlama," dediğinde beni öyle bir sarıp sarmaldı ki burnumun direği sızladı. Annem neden yoktu? "Hırpaladın kendini, mahvettin bak kalbin tutacak sonra yine. Hadi ağlama artık."
Hıçkırıklarımın ardı arkası kesilmezken belki de hayatımda ilk kez bu kadar içli içli canım çıkacakmışçasına ağladım. Göz yaşlarımı serbest bırakırken ellerim dizlerimin üzerine düştü ve şebnemin kollarında karanlığa çekildim.
Gözlerimin ardında sızan yakıcı güneş kirpiklerimi sızlattı. Ağır ağır açılan göz kapaklarım aydınlık odada gezinirken dilim damağım kurumuştu. Boğazımda yakıcı bir ağrı vardı. Bakışlarım yanı başımda yerde oturur halde ama başı yatağa yaslı halde uyuyan Şebnemde durdu. Bütün gece başımdan ayrılmamıştı.
Elimin üstüne takılı olan serumun çıkartıldığını fark ettiğimde sargılarım gözüme çarptı. Bir süre ellerimi kullanamayacaktım.
Yattığım yerde doğrulurken Şebnem irkilerek gözlerini açtı ve masmavi gözleri endişeyle beni bulurken yeşillerimi görmesiyle rahat bir nefes verdi.
"Uyanmışsın," dediğinde cevap vermedim. "Susamışsındır şimdi. Genelde uyanır uyanmaz su içiyorsun." Yanı başımdaki komodinde olan sürahiden bir bardak su doldurduğunda içmemde yardımcı oldu. "Kahvaltını odana getireceğim aşağı inmek istemezsin muhtemelen. İlaçlarını içtikten sonra biraz dinlenirsin. Kimse rahatsız etmez seni."
"Aç değilim." Demekle yetinmiştim sadece.
"Ama ilaçlarını içmen gerek," dedi. "Bir kaç bir şey atıştır en azından."
"Sadece uyumak istiyorum," Israr etmemesi için ona baktım. "Lütfen, tek istediğim uyku."
Daha fazla ısrar etmeden yanımdan ayrıldığında kapanmak için hazırda bekleyen gözlerimi yumdum ve kendimi uykunun derin kollarına bıraktım.
..
"Abla bak," dedi Asya. "Bu çok komiklikli bir video." Uyandığımdan beri beni güldürmek için uğraşıyordu ve bu yaklaşık bir haftadır bu şekildeydi. Ne abimle ne de babamla konuşuyordum. Eve geldikleri zaman odama çıkıyor, gittikleri zaman aşağıya iniyordum. Yemeklerimi odamda yiyor bütün günümü tek başıma geçiriyordum. Bugün sargılarım çıkmıştı ve ellerim berbat bir haldeydi. Avuçlarım kabuklarla ve kan tutmuş çiziklerle doluydu.
Asyanın videosuna bakma gereği duymadan yanında ayrıldığımda bugün işe gideceğim için mutluydum. Bir haftadır eve haps olmuştum sanki.
Evden çıktıktan sonra adliyeye giden yolda bana korumam Şahin eşlik etmişti.
Adımlarım adliyeye bastığında beni görenler selam verirken bende aynı şekilde karşılık verdim.
İki gün önce, gece yarısı yağmaya başlayan kar durmak bilmemişti. Yağmur gökyüzünde yükselemese de yağan kar, içimdeki zemheriye ayna olmuştu.
X-rayın önünden geçerken güvenliğe hafif bir baş selamı verdim ve aynı şekilde karşılık aldım. Üzerimde beyaz, mini bir takım elbise vardı. İçimde açık kahve bir badi ve aynı renkte diz kapağıma kadar uzanan deri çizmelerim vardı. Geceye ev sahipliği yapan, saçlarım dalgalar halinde belime dökülüyordu. Büyük yeşil gözlere, dolgun dudaklara, güzel bir buruna, keskin ama babaanneme göre gülümseyince tatlı olan bir yüze sahiptim.
Avuçlarımın arasında tuttuğum siyah küçük ajandama yazdığım notlarıma kısa bir göz gezdirdim ve tekrar çantama attım.
Başsavcının odasının önünde durduğumda kapıyı tıklattım ve gel komutundan sonra içeriye girdim.
Aşina olduğum kahveler yeşillerimi bulduğunda gülümsedim.
"Hoş geldin İz kızım," dedi içimi ısıtan sesiyle. "Geç otur." Eliyle karşısındaki sandalyeleri gösterdi.
Ben sandalyeye otururken o bakışlarını üzerimden çekmedi.
"Beni çağırmışsınız?" Dedim sorgu dolu bir sesle.
"Olanları duydum," dedi. "Nasılsın?" Diye sordu. Gözlerindeki endişesi samimiydi.
"Nasıl gözüküyorum?" Diye sordum.
"Her zamanki gibi harika," dediğinde dudaklarım iki yana doğru kıvrıldı. "Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun peki?" Diye sordu, merakla.
"Oyunu baştan kurun dediniz bende kurdum," merakla bana baktı. "Keskin Alacahanla evleneceğim." Dediğimde kahvelerinde ki şaşkınlık çehresine dağıldı. Yüzüne çarpılan buz gibi su gibi sarsıldı ifadesi.
"Senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum," dedi konuşabildiğinde. Tedirgin bakışları görevi tamamlayamayacağımdandı. "Eğer ben yapmam dersen seni anlarım. O yüzden şimdi burada son kez soruyorum sana." Tırnaklarım yaralı avuçlarıma baskı uyguladı. Kalbimde bir yangın başladı. "Bu dosyayı kabul ediyor musun?"
Tereddüt bile etmedim. Her daim net ve kendimi bilen bir kadın olmuştum. Cevabım da netti. "Kabul ediyorum." Kalbimde kendine yer bulan o yangın hiçbir zaman sönmeyecekti.
Öldüğüm de bile.
Bölüm sonu.
Bu arada İzgi 1996 doğumlu. Keskinde 1994. Başı yerlerde yanlış yazmış olabilirim o kısımlarda bir yorum belirtirseniz eğer hemen düzelteyim. Bulamadım çünkü ben🙃
Umarım beğenmişsinisizdir. Oy vermeyi ve bölüm hakkında yorum yapmayı unutmayın. Sizleri seviyorum. |
0% |