Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20.Bölüm

@umay_6

Lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın!

 

Özellikle yorum çünkü yorumlarınızı okumak ayrı bir keyif veriyooor!

 

Bol keyifli okumalar dilerim!

 

Sizleri seviyorum!

 

 

 

 

Keskinin odasında bacak bacak üstüne atmış otururken sıkıntıdan patlamak üzereydim. Polisler gittikten sonra birlikte odasına çıkmıştık ama beyfendinin atladığı toplantı yüzünden maalesef bugün yemeği yiyemeyecektik ve o şimdi toplantıdayken odada tek başıma canım sıkılıyordu.

 

Bu odaya evliliğimizin ilk günlerinde gelseydim şüphesiz yapacağım ilk şey odasını karıştırmak olurdu ama şimdi bunu düşünmek bile beni huzursuz ediyordu.

 

Uslu uslu yerimde oturuyordum ki odanın kapısı açıldı ve kucağında çığlık çığlığa ağlayan bir oğlan çocuğuyla Keskinin kuzeni Ozan içeriye girdi.

 

"İz?" Dedi beni fark etmesiyle. "Sende mi buradaydın? Ne zaman geldin?"

 

"Yarım saat oluyor." Dedim ayaklanırken. "Susturmadın mı?"

 

"Sorma," dedi kucağındaki oğlunu sallayıp dururken. "Melisin acil işi olmasaydı bana bırakmazdı ama yaklaşık bir on dakikadır çığlık kıyamet." Dedi sıkıntıyla. "Normalde hiç yapmazdı böyle şeyler ama bugün oğlum tersinden kalkmış olsa gerek."

 

Oğlu beni fark etmesiyle susup babasının göğüsüne sinerek için için ağlamaya başladı. "Alabilir miyim?" Diye sordum.

 

"Yok kalsın," dedi. "Seni tanımıyor ya, yabancılar şimdi. Sonra yeni bir krizle uğraşmak istemiyorum."

 

Gülümsedim. "Çocuklarla aram iyidir," dedim. "Belki iyi anlaşırız." Dediğimde onu görmek için eğildim ve ağlamaktan kızarmış bir çift ela gözle karşı karşıya geldiğimde gülümsemem büyüdü ve başını babasının omzundan kaldırarak merakla bana baktı. "Kaç yaşında?"

 

"Bir." Dedi.

 

"Adı ne?" Diye sordum bu kez.

 

"Oğuz." Diye cevapladığında onu kucağıma almak için kollarımı uzattım. Ozan tereddütte kalsa da oğlunun merakla bana baktığını fark ettiğinde Oğuz'u kollarımın arasına bıraktı.

 

Kucağımda dikkatlice Oğuz'u tutarken ela gözleri hala merakla üzerimdeydi. "Merhaba," dedim yumuşacık bir sesle. Parmaklarım yanağını tüy gibi okşadığında huylanmış olsa gerek gülümsedi.

 

"Sen ne kadar güzel bir şeysin ya!" Dedim kucağımda onunla hareket ederken. "Uykusu olduğu için huysuz olabilir." Dedim Ozana dönerek. "Karnı tok mu?"

 

"Saat iki gibi vermiştim mamasını." Dediğinde kınarcasına baktım ona.

 

"Bebekler çabuk acıkır," dedim hızla. Oğuz'un küçük parmakları saçlarıma dolandı ve saçlarımla oynamaya başladı. "Üç saatte bir karnını doyurmam gerek ve umarım saatin şu anda altı olduğunun ve yaklaşık dört saattir oğlunun aç olduğunun farkındasındır!" Diye kızdım.

 

"Ya ben ne anlarım bebek bakmaktan!" Diye huysuzlandı. "Melis acıkınca ver mamasını dedi de ben bunun dilinden de anlamıyorum ki!" Diye isyan ettiğinde dudaklarımın arasından bir kahkaha kaçtı. "Yemin ediyorum karıma bugün bir kez daha hayran kaldım."

 

"Ya," dedim hala gülerken. "Biz kadınlar sizin küçümsediğiniz çoğu şeyi hayatımızın hemen hemen her günü yaparken siz o küçümsediğiniz şeyleri yaparken bile sızlanıp duruyorsunuz." Derin bir nefes aldım. "Neyse Ozan, sen eşyalarını, mamasını falan getirde ben karnını doyurup uyutayım Oğuz'u."

 

"Geliyorum hemen." Dedikten sonra odadan çıktı.

 

Bakışlarım Oğuz'u bulduğunda, "Biz seninle ne yapalım bakalım?" Dedim onu dikkatlice kucağımda tutarken. "Oyun oynayalım mı?"

 

"Aaaa!" Dediğinde gülümsedim. Ellerini havaya kaldırarak kendi dilinde bir şeyler anlatmaya başladığında kucağımda onunla birlikte odada dönüp dururken gülümsüyordum.

 

Ozan elinde Oğuz'un puseti ve eşyalarıyla içeriye girdiğinde, "Bırak sen şöyle onları." Dedim deri büyük koltuğu işaret ederek. Ozan eşyaları koltuğa bıraktığında, Oğuzu pusete yerleştirirken huysuzlandı, "Şşşt," dedim yumuşacık bir sesle karnına hafifçe vurarak. "Yok bir şey, karnını doyuracağız sadece." Dediğimde bebek çantasından mamasını çıkardım.

 

"İz ya," dedi Ozan. Bakışlarım tepemde dikilip bana bakan Ozanı buldu. "Yarım saatliğine ilgilenebilir misin? Ben toplantıya girememiştim, en azından ona yetişsem."

 

"Tamam tamam, git sen." Dediğimde bunu bekliyormuş gibi hızla çıktı odadan.

 

Biberonu çalkalarken, Oğuz'un gözleri benim üzerimdeydi. Karnını doyurup altını da değiştirdikten sonra keyfine diyecek yoktu. Bir enerji gelmişti çocuğa.

 

"Oooo!" Beklemediğim bir ses kulaklarıma sızdığında irkilmeden edemedim. Aylin bütün neşesiyle içeriye girerken, yüzünde ay gibi bir gülümseme vardı.

 

Kucağımdaki Oğuz'a bakarken, "Eline de pek yakışmış." Değdinde gözlerimi devirmeden edemedim.

 

Üzerinde kalın askılı, beyaz mini bir elbise vardı. Sarı saçlarını maşayla dalgalandırmış omuzlarına dökülmesini sağlamıştı.

 

"Halasının bir tanesi," dedi kucağımdan Oğuz'u alırken. Yanaklarına öpücükler kondururken rujunun izi bir imza gibi çocuğun yanaklarında çıktı. "Ay nasıl özlemişim!"

 

"Aylin!" Diye kızdım. "Öpme şöyle. Sonra boya oluyor silince de tahriş oluyor yüzü. Bebekler hassastır." Dedim kınarcasına. Kollarını iki yana açarak gülen Oğuz'u kucağıma aldığımda küçük ellerini yanaklarıma yerleştirdi.

 

Yüzümde bir gülümseme açarken, "Ne var ne?" Dedim tatlı tatlı. "Karnını doyurdum. Senden mutlusu yoktur şimdi ne istiyorsun yine bakalım?" Oğuz neşeyle kıkırdadığında benim de boğazımdan şuh bir kahkaha döküldü. "Oyun mu oynayalım seninle he? Oynayalım seninle?" Dedim kucağımda onu sallarken.

 

"Annelik sana çok yakışırdı," Elim ayağım buz keserken gözlerim yüzünde sıcak bir tebessümle bizi izleyen Aylini buldu.

 

Yüzümdeki gülümseme silinirken, ellerine saçlarımı dolayıp parmaklarının arasında düğüm ettiği saçlarımı ciddi bir şekilde açmaya çalışan Oğuz'u sıkı sıkı tuttum.

 

"Hamile olsaydın ve abim bunu bilseydi delirirdi." Sözleri boğazımı düğüm düğüm etti. "Bu hayatta en çok istediği şeylerden biri baba olmak." Aylin beni dikkatlice izlerken, "Kız babası olmak." Dedi başını öne doğru eğip yüz ifademi görmeye çalışarak.

 

Zorlukla gülümsediğimde Aylinin gözlerine yerleşen tereddütü gördüm.

 

"İz?" Dedi merakla Aylin. "Yanlış bir şey mi söyledim?" Diye sordu.

 

Kalbimi saran kasvete rağmen dolu dolu gülümsedim.

 

En iyi bildiğim şeyi yaptım.

 

Oynadım.

 

"Yoo," dedim Oğuz'u koltuğa oturturken yanına yastıkları koydum. "Öyle bir anda söyleyince şaşırdım sadece."

 

"Neden?" Dedi sorgu dolu bir sesle. "Neye şaşırdın ki?"

 

Boğazımı düğüm düğüm eden yumru yüzünden sesim boğuk çıktı. "Abinin," dedim titremesi için büyük bir çaba sarf ettiğim sesimle. "Baba olmayı istediğini bilmiyordum." Dediğimde yüzündeki tereddüt dolu ifade silindi. Yerini güzel gülümsemesi aldı. "Delirecek kadar hem de." Dediğimde benimle birlikte o da güldü.

 

"Hamile kaldığında neyden bahsettiğimi daha iyi anlarsın." Dediğinde başımı sallayarak onayladım. Oğuz'un dağınık oyuncaklarına sarıldım.

 

Oyuncaklarının hepsini koltuğa dökerken o çıngıraklarıyla oynuyor ara ara kafasını eğerek bana bakmaya çalışıyor ve ben ona baktıkça gülümsüyordu. Ben ise Oğuz'un oyuncaklarından bir kuleyi yapmakla meşguldüm şu anda ve bence çok ciddi bir iş üzerinde çalışıyordum.

 

"Bilgisiyarda birkaç işim var onu halledip çıkacağım bende. Belki daha sonra yemek yeriz." Dedi beklentiyle bana bakarak.

 

"Olur." Demekle yetindim sadece.

 

"Ayı! Ayı!" Dedi bir anda Oğuz sinirle. "Öle deli." Dedi ellerini hayır dercesine iki yana sallayarak. "Deli, deli." Sanırım değil demek istiyordu.

 

"Nasılmış bakalım?" Dedim kuleyi küçük avuçlarına bırakarak. "Göster hadi." Dediğimde kendini kanıtlama çabasına girdiğinden olsa gerek kuleyi birleştirmeye çalıştı.

 

Çok geçmeden, huysuzlandığında sinirle kuleyi bir köşeye fırlattı ve kızgın bakışlarını bana çevirdi. Bu haline gülmeden edemezken, pusetteki küçük bedenini kucaklayıp ayağa kalktığımda odanın kapısı açıldı ve Keskin yanında girişte gördüğüm asistanıyla içeriye girdi.

 

"Finanstan Ayla'yı yollayın odama, ihale için nasıl bir yol çizmişler bir bakalım." Dediğinde odanın ortasına geldiğinde az önce yer attığım kule ayağına çarptı ve bakışları asistanından ayrılarak beni buldu.

 

Oğuzun da benimde bakışlarım onun üzerindeyken o neden kucağımda bir bebekle odasında olduğumu sorgularcasına bana bakıyordu. "Siz çıkabilirsiniz Filiz hanım." Dedi Keskin.

 

Filiz denen kadın onu onayladıktan sonra dışarıya çıktı.

 

"Seni bu odada bırakırken döndüğümde bu halde bulmayı beklemiyordum." Dedi adımlarını bana doğru atarak. Bakışları etrafa dağılan oyuncaklardaydı. "Ne bu dağınıklık?"

 

"Sorma," dedim. Oğuz'un küçük parmakları yüzüme dokunup duruyordu. "Oğuz'u oyalayacağım diye sanırım birazcık odanı istila etmiş olabilirim."

 

Kara gözleri kısıldığında, "Birazcık mı?" Diye sordu.

 

"Çok azıcık ya," dedim işaret ve baş parmağımı birleştirerek. "Şu kadarcık." Dediğimde gülümsedi.

 

"A-a-aaaa!" Dedi Oğuz bir anda. Başka bir şey bildiği yoktu herhalde.

 

"Ne var ne?" Dedim tatlı bir sitemle. Burnumu boynuna sürttüğümde kıkırdadı ve benden kaçmaya çalıştı. "Ne?" Dedim bir kez daha.

 

"Seni sevdi," dedi kara gözlerini üzerimden çekmeden. Oğuz'u sıkı sıkıya sardığımda mis gibi kokusu doldu burnuma. "Gerçi bana kalırsa dünya üzerinde seni sevmeyecek tek bir çocuk bile olacağını zannetmiyorum." Hareketlerim dondu. "Onlarla aranda çok farklı bir bağ kuruyor ve sanki hepsine kendini bir şekilde sevdirmeyi başarıyorsun."

 

"Daha ne istiyorsun?" Dedim gururla göğüsümü kabartarak. "Herkese, her şeye uyum sağlıyorum işte! Asosyal bir karın da olabilirdi bak!"

 

"Ya ya ne demezsin?" Dedi alayla. "O kadar uyumlusun ki her seferinde kedi köpek gibi birbirimize girmemizden bahsetmiyorum bile."

 

"Sanırım burada köpek sen oluyorsun." Dediğimde kaşları çatıldı. "Her seferinde kapımda soluğu aldığın için peşimde köpek oldun da ondan diyorum."

 

"Kaşınma İzgi." Dedi dişlerinin arasından.

 

"Aman!" Dedim sitemle. "Sana da bir şey demeye gelmiyor! Değil mi Oğuz?! Senin bu amcan çok huysuz bak! Hiç geçinemiyor benimle! Halbuki bir dediğimi iki etmese o da bende gül gibi yaşayıp gideceğiz ama inat ediyor işte!"

 

"Gerçekten," dedi hayretle. "Pes!"

 

"Aaaa!" Dedim kınarcasına. "Üstüme iyilik sağlık ne dedim ki şimdi ben!"

 

"Sen kucağında ki Oğuz'a dua et," dedi başını tehditkar bir ifadeyle sallayarak. "Yoksa ben bilirdim sana ne ceza vereceğimi."

 

Heyecanla gözlerim açıldığında, "Ya," dedim. "Merak ederim ama ben bak. Söylemezsen ölürmüşüm."

 

Yüzündeki ifade donduğunda kaşları çatıldı. Odanın kapısı açıldığında Ozan ve Batur birlikte içeriye girdiler.

 

Oğuz babasını görmesiyle kollarını ona doğru uzattığında Ozan hızlı adımlarla yanıma gelerek oğlunu aldı.

 

"Kucağınada pek yakışmış." Batur'un sözleri kaskatı kesilmeme sebep olurken gözleri Keskini buldu. Bir anda, "Sana da baba olmak çok yakışırdı kardeşim." Dediğinde nefes bile alamadım.

 

Ozanın gözleri kısa bir süre bana uğradığında, "İzin de hakkını yeme," dedi. Minnetle gülümsedi. "O olmasaydı ne yapardım bilmiyorum. Şüphesiz o da çok güzel bir anne olurdu."

 

Kelimeler birer kurşun görevi görüp kalbimi deldiğinde artık ruhum kanıyordu.

 

Keskin hakılıydı.

 

Benimle evlenerek hayatının hatasını yapmıştı.

 

Eğer baba olmak gibi bir hayali varsa benim yüzümden bu hayali hiçbir zaman gerçekleşemeyecekti ve katran karası gözleriyle göz göze geldiğimde Batur ve Ozanın cümlelerinin onu gülümsettiğini gördüm.

 

Zorlukla gülümserken bakışlarımı ondan kaçırdım ve Oğuz'a çevirdim.

 

Benden anne olmazdı.

 

Olmamalıydı, çünkü belki de bu hayatta anne olmayı hak etmeyen tek kadın bendim.

 

...

 

Keskin, işlerini hallettikten sonra şirketten birlikte ayrılmıştık. Yemeği dışarıda yeme planı hepten iptal olurken dün geldiğimiz Alacahan çiftliğine tekrar gelmiştik.

 

Şöminenin yanında ki koltuğa sırtımı dayamış, çizmelerimi çıkarıp bir köşeye fırlatmış ve yerde bacaklarımı uzatarak otururken kırımızı şarabımdan ara ara yudumluyordum. Keskinde hemen karşımda otururken babaannem kaçıncı olduğunu saymadığım bir aramayla daha sessizliğimizi böldü ama benim cevabım bu sefer diğerlerine nazaran daha netti.

 

Telefonu kapatmak yerine bu işkenceden bir ömür kurtulmak adına kendisinin kuduracağına adım kadar emin olduğum keyif dolu engellimi attım.

 

Telefonumu bir köşeye bırakırken şarap kadehimi tekrar kavradı parmaklarım.

 

"Mesleği bıraktın da haberim mi yok?" Dedi bir anda. "Ay olacak neredeyse Adliyeye uğramıyorsun hiç?" Diye sorguladığında kısa bir an dudaklarıma yasladığım kadehle kalakaldım.

 

Ben şimdi bu adama ne diyecektim?

 

Tatlı tatlı gülümserken, "Gizli görevdeyim." Dedim. Aferin İz. Çok açıklayıcı oldu gerçekten görevin ne olduğunu da açıklamak ister misin pek sevgili kocana?

 

"Aç şu gizli görevi biraz." Dedi merakla.

 

Keşke sende beni açsan...

 

Oha, çüş! Bir kadehle şurunu mu yitirdin ne yaptın?!

 

"Cık," dedim boşalan bardağımı doldururken. "Açamam."

 

"O niyeymiş?" Diye sordu.

 

"Adı üstünde 'gizli görev' de ondan." Dedim ikinci kadehi kafama dikerken. "Hem sanane benim mesleğimden, görevimden, boşversene." Dedim elimi sallayarak. "Yaşayıp gidiyoruz işte bir şekilde."

 

"Bu kadar uzun süre ortalıkta gözükmemen hayra alamet değil de ondan İzgi." Dedi sorgu dolu bir sesle. "Yine ne işler karıştırıyorsun acaba?"

 

Yansıması ikiye bölündüğünde gözlerim kısıldı. "Hı?" Dedim. Ne söylediğini anlamamıştım. Sesi kulaklarımda yankılanıyordu.

 

"Aman neyse." Dedim kadehi tekrar dudaklarıma yaklaştırarak ama damağıma yayılan yakıcı hisse ulaşamadım. "E bitmiş bu?" Dedim çocuk gibi. Yanımda ki şişeninde kaybolduğunu görünce etrafa bakındım ve Keskinin hemen yanında gördüm. "Hadi bir tane daha doldur bana." Dedim kadehi ona doğru uzatarak.

 

"Cık, olmaz." Dedi oturduğu yerden ayaklanarak. Kaşlarım çatıldı. "İki kadeh bile çarptı şimdiden iyice uçmadan önünü kesmek lazım." Elimdeki bardağı alıp kenara bıraktı.

 

"Ama ben çok sevmiştim onu." Dedim küskün bir sesle. Dudaklarım büzüldü. "Daha önce içtiklerime benzemiyordu bir on bardak daha içerdim yani."

 

"Hmm." Dedi bana doğru yaklaşarak. "Ben senin daha çok seveceğin başka aktiviteler biliyorum mesela? İkimizin de seveceği ve hoşuna gideceği."

 

"Neymiş o?" Diye sordum saf saf. Dudakları iki yana doğru kıvrıldığında kolumdan çekerek beni kaldırdı ve kucağına oturmamı sağladığında dudaklarımın arasından bir gülüş kaçtı. Saçlarım yüzüme dökülürken kolları yılan gibi belime sarıldı.

 

"Sende iyi alıştın ha." Dedim kollarımı boynuna sararak. "Utanmaz herif."

 

"Alıştıran utansın." Dedi. Dudakları dudaklarıma sürtündü. Gülümsedim.

 

"Burası da iyice şey oldu."

 

"Ney?" Dedi geriye doğru çekilip bana bakarak.

 

"Hani herkesten gizli saklı gelip gelip sevişiyoruz ya." Dedim bir anda. Güldü. Uzun ve sesli bir şekilde hatta. Gözlerim dehşetle açıldığında, "Ayşe babaanne bizi yakalarsa varya senin kafanı benim de bacaklarımı kırar." dedim korkuyla. O yüzünde eşsiz bir gülümsemeyle beni izliyordu.

 

"Kimse hiçbir şey yapmaz," dedi. "Hem biz evliyiz güzelim. Yeni evli çiftlerin ilk aylardaki favori aktivitesidir sevişmek." Kıkırdadım.

 

 

(Bu sahne+18 içerikler içerir. Rahatsız olanlar bir sonraki uyarıdan devam edebilirler.)

 

 

Dudaklarım dudaklarına sürtündüğünde alkolün getirdiği sabırsızlıktan olsa gerek dudaklarım dudaklarının üzerini örttü. Bacaklarımı iki yana doğru açarak kucağına iyice yerleştim. Ellerim yüzünü kavrarken onun parmakları elbisemin askısını buldu ve askının omuzlarımdan kayıp düşmesine sebep olurken göğüslerim huzuruna serildi.

 

Parmaklarım yüzünden kayarak gömleğinin düğmelerini buldu. Açmakla uğraşmayıp iki yandan tutarak kopardığımda dili dilimin içine sızarken dudaklarının kıvrıldığını hissettim ve kucağında yükselirken gömleği çekip çıkardım üzerinden.

 

Elleri eteğimin altına sızdığında parmakları oyunbaz bir hareketle tenimde kıpırdandı. Koyu kahverengi bir iç çamaşırı vardı altımda. Tamamen dantelden ibaretti ve üzerimde ki elbise sıyrıldığı anda iç çamaşırlarımı boşuna giymiş olduğumu anlayacaktı. Parmakları kadınlığımla temas ettiğinde dudaklarımın arasından kopan inlemeyele beraber dudaklarımız birbirinden ayrıldı ve başım geriye doğru düşerken dudakları boynumu buldu. Beni kucaklayıp hızlı bir hamleyle koltuğa geçtiğinde üzerimde ki elbiseyi çekip çıkardı ve bir köşeye fırlattı.

 

Parmakları ağır ağır kumaşın üzerinden kadınlığımı okşarken kesik kesik nefeslerime inlemelerim karıştı. "Keskin!" Diye inledim.

 

"Siktir!" dedi parmakları belli bir ritimle kadınlığımda hareket ederken kadınlığım sanki zonkluyordu. "Şimdiden nasıl bu kadar ıslaksın? Seni hazırlamama gerek bile yok yavrum," iç çamaşırın kenarlarından tutarak kopardığında kumaşı bedenimden ayırdı ve katran karası gözlerini tam oraya diktiğinde hırıltılı bir nefes verdi. "Sen zaten benim için yeterince hazırsın." Koltukta geriye doğru kayarken bir eli kaçlarımı buldu ve beni sabit tuttu. "Tadını aldım," dedi. Gözlerini gözlerimin en derinine dikti. "Kolay kolay vazgeçmeye de hiç niyetim yok." Şişmiş ve zonklayan kadınlığım beni çıkmaza sokarken parmakları tepemi buldu ve ağır ağır yeniden okşamaya başladığında içimde ki sıvının daha da taştığını fark ettim.

 

"Şu haline bak," dedi boğuk bir sesle. "Kadınlığın benim için nasıl da akıyor avuçlarıma." Parmakları ıslaklığı gittikçe yaydı. "Nasıl kalp gibi atıyor hissediyor musun?" Nefeslerim gittikçe sıkılaştı. "Siktir, bebeğim!" Parmakları vajinamı çekiştirdiğinde kadınlığımdaki dehşet sızıyla inledim. "Seni parmaklamam bile gerek yok, kadınlığın seni okşadıkça benim için açılıyor. Her anlamda benim için hazırsın." Islaklığımı boylu boyunca kadınlığıma yaydığında parmakları kilotresime can alıcı bir baskı yaptı ve tırnaklarım koltuğun deri yüzeyini tırmaladı.

 

Sırtım yay gibi gerildiğinde bedenimi ona doğru ittim ama bu istediğim dışında oldu. Üç parmağı birden içimi doldurduğunda gözlerim aldığım zevkle geriye doğru kaydı.

 

"Sikeyim!" Dedi boğuk bir sesle. "Parmaklarımı nasıl sarıp sarmaladığına bak." Diye emretti. "Kadınlığının parmaklarım içindeyken nasıl istekle arlandığına bak." Gölgesi üzerime devrildiğinde dudaklarını gerdanımda hissettim. Dili boylu boyunca boynumda dolandı ve boynumu emmeye başlarken parmaklarını içime bir kez daha sertçe itti.

 

"Keskin!" Diye inledim zevkle.

 

"Söyle," dedi nefesi kulağıma çarparken. "Söyle uğuruna dünyayı yok edeyim. Sen söyle ben senin için her şeyi alt üst edip yeni bir düzen kurayım." Diye fısıldadı kulağıma. Zevkle bir kez daha inlediğimde içimde gidip gelen parmaklarının hareketleri hızlandı. Parmakları içimde gidip gelip duvarlarıma çarptıkça kasıklarımdaki sızı katlanarak arttı.

 

Parmaklarının içimdeki hareketi durduğunda boşluğa düşmüş hissiyle öfkeyle ona baktım. "Söyle bakalım benim güzeller güzeli karım," dedi tahrik edici bir sesle. "Sana ne yapmamı istiyorsun?"

 

"Başlatma fantezine." Dedim öfkeyle.

 

Dördüncü parmağını da bir anda içime ittiğinde bir anlık hissettiğim acıyla kirpiklerim titredi ama anlık bir acı anında zevke dönüştü. Dudaklarım aralandı ama nefes bile alamadım. "Söyle," dedi nefesi dudaklarıma çarparken. "Sana ne yapayım ben şimdi?"

 

Parmakları içimde hareketsizce dururken, avucu tepeme kapandı. "Keskin!" Diye inledim şehvetle.

 

"Keskin ne?" Dedi.

 

Öfkeyle ona bakarken, "Senden beni becermeni istiyorum." Dediğimde dudakları iki yana doğru kıvrıldı.

 

"Hay hay karıcığım." dedi üzerimden doğrulurken parmaklarının içimdeki varlığı geri çekildi. Damarlı elleri kemerinin tokasını çekip açtığında loş ışığın altındaki kasları can alıcı gözüküyordu. Boxserini de pantolonuyla birlikte çıkarttığında karnına doğru uzanan erkekliğiyle yutkunmadan edemedim. Kemeriyle bileklerimi bağlarken üzerime doğru eğildi ve erkekliği kadınlığıma çarptığında kesik bir inleme kaçtı dişlerimin arasından.

 

Keskin dişlerini birbirine bastırırken ellerimi başımın üzerinde bağladı ve koltuğa oturmadan hemen önce beni kucağına aldı ve kucağında benimle birlikte koltuğa oturduğunda sertleşmiş ve şişmiş erkekliğinin varlığını zonklayan kadınlığımda hissettim.

 

Bağlı ellerimi boynuna sardığımda kucağında kıpırdandım.

 

"Rahat dur." Dedi dişlerinin arasından. Anlında ve boynunda beliren damarlarına çarptı gözlerim. Bir benzeri şu anda altımdaydı. Kucağında geriye doğru kayıp öne doğru hareket ettiğimde başını geriye doğru attı ve gözlerini kapattı. Islaklığımı erkekliğine yayarken kadınlığım her seferinde daha çok ıslandı. Aynı hareketi beşinci kez tekrarladığımda bir kez daha geriye doğru kaydım ve erkekliğinin ucunu kadınlığımın girişine sürtüp sadece ucunu içime alırken anında geri çıkardım ve bana yaptığı işkencenin bir benzerini ona yaparken genzinden gelen boğuk ve yırtıcı inleme salonun taş duvarlarına çarptı.

 

Elini sırtıma atıp ani bir hareketle sütyeni çekip çıkartırken her iki avucu da dikleşmiş ve ucu sertleşmiş göğüslerime kapandı ve kucağında hareketlenirken zevkle inledim bir kez daha.

 

Kalçamı ileri geri hareket ettirerek yeniden erkekliğinin ucunu kadınlığımın girişine yasladım ve ucuna doğru hafifçe sürtündüm ama içime almadım bu sefer.

 

"İzgi!" Dedi kesik kesik nefeslerinin arasından. Başını kaldırıp bana bakarken avuçlarına sığmayan göğüslerimi okşadı, dişlerimi dudaklarıma geçirirken ona alttan bir bakış attım. Kucağında sağa sola doğru hareket ederken altımdaki çıplak erkekliğinin uyarıldığını ve benim her hareketimde daha çok büyüdüğünü fark ettim.

 

Beni ters çevirdiğinde üzerimde yükseldi ve erkekliğinin ucunu yeterince hassaslaşmış olan klitorisime sertçe bastırdığında, "Keskin!" Dedim bir solukta.

 

Beni kendine daha çok yaslarken sertleşen erkekliğini bir anda içime ittiğinde başım geriye doğru düştü ve ani hareketi karşısında dudaklarımın arasından minik bir çığlık kaçtı. Bağlı ellerim bana yardımcı olmazken bir eli sağ göğüsümü avuçladı ve parmaklarının ucuyla göğüs ucumu ezdi.

 

Bacaklarımı daha çok aralarken içimde daha derine kaydı ve kadınlığımın zorlanmasına sebep oldu. Çok büyüktü. İlk seferde beni hazırlıksız yakaladığı için içimi tamamen kendisiyle doldurmuştu ama yavaş yavaş olacak iş değildi. Eğer bu şekilde ilerlersem onu tamamen içime alamazdım.

 

Kapanmış gözlerimi araladığımda, "Ellerimi çöz." Dedim. Kendini içime bir kez daha ittiğinde içimde hareket etmedi. Her itişinde ona alışmamı ve kadınlığımın onun için daha çok açılmasını bekliyordu. Bileklerimdeki kemeri çözdüğünde onu geriye doğru ittim ve koltukta oturmasını kucağına oturdum ve tamamen, köküne kadar içimi doldurmasını sağlarken başım geriye doğru düştü ve ikimizin de dudaklarından çıkan boğuk inleme birbirine karıştı. Ani hareketim anlık bir acıyla sonuçlansada kucağında hareket etmeye başlamamla acı dalga dalga yayılarak yok oldu ve yerini dehşet bir zevk aldı.

 

Kucağında yükselip kalkarken bir eli kalçalarımı buldu ve bana yardımcı olurken sol göğüsümü öne doğru uzanarak ağzının içine aldı ve göğüsümün ucunu dişleriyle çekiştirdi. Göğüsümü emmeye başladığında bir diğer eli sağ göğüsümü kavradı ve sızlayan göğüsümü sıkmaya başladı.

 

Kucağında yükselip kalkarken kasıklarımdaki sızı çoğaldıkça çoğaldı. Beni yeniden koltuğa yatırdığında dudakları iki göğüsümü de talan etti ve içime sertçe vurmaya başladığında ikimizin de boğuk inlemeleri benim yeri gelen çığlıklarım bütün evi doldurdu. Dudakları göğüsümden ayrıldığında bu kez dudaklarımı buldu ve aletinin içimde seğirdiğini hissederken kollarının arasında titremeye başladım ve bir kez daha içime sertçe vurduğunda erkekliğinden akan sıvılar kadınlığımı doldurdu ve benim sıvılarımda onun erkekliğine karıştığında kadınlığımdan sızan suları hissettim. Dudaklarımın arasından küçük bir çığlık kaçarken dudakları dudaklarımdan ayırılmadı ve bir eli klitorisime baskı yaptı, rahatça boşalmamı sağladı.

 

Başı göğüsüme düşmüşken ikimizde derin derin nefesler aldık. Erkekliği içimden çıktığında kadınlığımdan sızan sıvıların bacaklarımın arasından sızdığını hissettim. Anlı anlıma dayanamadan önce ufak bir öpücük kondurdu anlıma ve dudaklarının baskısını bu sefer kirpiklerimin bittiği yerde hissettiğimde gülümsedim.

 

Gözlerimin kenarlarında oluşan gamzelerimden öptü.

 

"Öylesine büyüleyicisin ki..." dedi kısık bir sesle. "Öylesine eşsiz ama bir o kadar da benimsin ki güzelliğin karşısında kimi zaman aklımı yitireceğimi zannediyorum." Yutkundu. "Hele gözlerin..." dedi karanlığa takla attıran sesiyle. "Yemyeşil." Dedi vurgun yemiş gibi. "Çam yeşili gibi, koyu ve eşsiz bir ton." Parmak uçları saç diplerimde gezindi. "Gözleri yeşil olan çok insan gördüm ama yeşilin bir çift gözde nasıl bu kadar güzel gözüktüğüne ilk kez rastladım." Dedi. Parmak uçları yüzümü ezberlemek ister gibi her bir kıvrımında gezindi. "Sanki yeşillerinde yeni bir yaşam vaat edilmiş gibi." Diye fısıldadı. "İnsanı günaha sürükleyen ve o günahın sonunda cehennemin olduğunu hissettiren ama aslında cenneti vaat eden bir çift göz senin gözlerinde yaşam bulmuş gibi." Dedi.

 

"Yanlışı düşündüren ama aslında en doğru olan." Dediğinde sözlerinin karşısında söyleyecek tek söz bulamadım.

 

Sadece ona onun sevdiği ve görmek istediği şekilde gülümsedim.

 

Bu onun için en büyük, en güzel cevaptı.

 

(Buradan devam edebilirsiniz canlarım.)

 

...

 

Tam altı gün. Altı gündür geceleri bir şeyleri bahane ediyor ve Keskinle çiftlik evinde buluşuyordum. Her geceye onunla başlayıp, sabahıma onun kollarında uyanıyordum. Herkes abimin düğün telaşında olduğu için beni pek fark etmiyorlardı. Yetmezmiş gibi Diyarbakır'dan dedemlerde gelmişti ve evde geçilecek yer yoktu. Aşan aşiretinin çoğu Kara otellerinde konaklıyorlardı.

 

Bugünkü suratsızlığımın sebebi ise dün gece söz verdiğim gibi çiftlik evine gidememiş olmamdı. Babaannemle büyük bir kavgaya tutuşmuştuk. Annemin eşyalarının saklı olduğunu öğrenince odaya girmiş ve eşyalarını atmaya kalkmıştı. Neyseki bütün bunlar olurken evdeydim ve buna izin vermemiştim.

 

Ne abimin, ne de babamın olanlardan haberi yoktu.

 

Zaten onların söz konusu ben olduğumda hiçbir şeyden haberlerinin olmamasına da alışmıştım artık.

 

Görmezden gelinmek, yok sayılmak alışkanlık haline gelmişti.

 

Keskinin telefonlarını açmamıştım. Dün geceden beri defalarca kez aramıştı ama hiçbir aramasına dönmemiştim. Simaya onu aramasını ve rahatsız olduğunu söylemesini rica etmiştim ama dün geceden beri gözüme bir gram uyku girmemişti.

 

Bugün o gündü işte.

 

Herkesin binbir heyecanla beklediği o gündü. Abimin evlendiği gündü ama ben ne bir hazırlık yapmıştım ne de bir elbise almıştım. Düğüne gitmeyi de düşünmüyordum zaten ya. Dün gece akşam yemeğine de inmemiştim, bu sabah kahvaltıya da. Bütün günümü odamda geçirmiştim.

 

Kimse gelip nasılsın diye bile sormamıştı.

 

Odanın kapısının tıklatılmasıyla eş zamanlı olarak, "İz hanım?" Diye seslenen Hatice ablanın sesini işittim ama bakışlarımı camın arkasında ki görüntüden çekmedim. Bahçede misafirler için hazırlık yapılıyordu.

 

"İz hanım?" Dedi bir kez daha ama cevap vermedim.

 

Günlerim kapının ardında bana seslenen insanlarla ve cevap olarak karşılaştıkları sessizliklerimle geçmişti.

 

Uzun bir süre ses gelmedi Hatice abladan. Sanırım gitmişti.

 

Odanın kapısı bir kez daha tıklatılınca, "Defolun gidin başımdan!" Diye bağırdım tahriş olmuş sesimle. Dün geceden sonra sesim de gitmişti zaten.

 

"İzgi?" Onun dingin bir suyu andıran tok sesi kulaklarıma ulaştığında gözlerim pencereden ayrıldı ve yattığım yerden doğruldum. "Benim." Kapının kolunu indirdi ama kilitli olmasıyla, "Açar mısın şu kapıyı? Seni görmem lazım." Dedi sabırsız bir sesle.

 

Bu adam neden ben kendimi her çıkmazda, kimsesiz ve yalnız hissettiğimde sanki hissediyor gibi soluğu yanımda alıyordu.

 

"İzgi?!" Dedi bir kez daha. Sesi bu sefer sert ve toktu. "Eğer bir dakika içinde kapıyı açmazsan kıracağım." Dediğinde sıkıntıyla nefesimi vererek kalktım ayağa. Küçük adımlarla kapıya doğru gittiğimde kilitlediğim kapının anahtarını çevirdim ve daha ben kapıyı açmadan onun tarafından kapı sertçe çekilerek açıldı ve endişeyle bakan bir çift kara gözle karşı karşıya geldim.

 

Rahatça nefesini verdiğinde kolumdan tutup beni göğüsüne çekti ve kollarını bedenimin etrafına doladığında ellerim geniş sırtını buldu ve omuzlarına tutundu. Denizin kokusu genzime dolarken göğüs kafesime huzur doldu.

 

"Aklım çıktı." Yüzü saçlarımın arasına gömülüydü ve sesi boğuk çıkıyordu. "Senden haber alamayınca bir şey oldu sandım." Geri çekildiğinde büyük avuçları yanaklarıma sarıldı. Gözleri yüzümü taradı. "Telefonlarımı neden açmıyorsun? Ayrıca neden burada yalnızsın?" Diye sordu çattık kaşlarıyla.

 

"Keskin." Dedim. Yüzümde buruk bir gülümse vardı. Sol gözümden akan bir damla yaş avuçlarının arasına karıştı.

 

"Söyle," dedi kesin bir dille. "Biri sana bir şey mi yaptı? Söyle bana onun canını alayım." Gözleri yeşillerimi taradı uzun uzun.

 

"Bu evde bir oda var," merakla söyleceklerimi bekledi. "İçinde annemden kalan eşyalar bulunuyor." Dediğimde kara gözlerine gölgeler düştü. "Onları kimsenin dokunamayacağı, zarar vermeye kalkışamayacağı bir yere saklayabilir misin?" Sinirle gözlerini yumdu. "Ben beceremedim herhalde. Bilmiyorum, söz konusu annem olduğunda fazla hassaslaşıyorum." Gülümseye çalıştım ama olmadı. "Baksana her şeyi elime yüzüme bulaştırıp duruyorum." Dedim ağlamaklı bir sesle. "Annemin hatırasına bile sahip çıkamı-"

 

"Şşşt!" Diyerek kızdı bana. Parmakları nazik hareketlerle yanaklarıma akın eden yaşları temizledi. "Ciğeri beş para etmez, hatıraya saygısızlık eden insanların yaptıkları şey için sakın kendini suçlama." Dedi sertçe. "Sen nasıl istiyorsan öyle olsun. İçinin rahat edeceği, güvenli bir yere yerleştiririz annenin eşyalarını. Arada kontrolede gideriz beraber. Hem o zaman aklın da kalmaz artık."

 

Minnetle gülümsediğimde, "Teşekkür ederim." Dedim. Yeniden kollarının arasına girdiğimde yanağımı göğüsüne yasladım. "Her şey için çok teşekkür ederim Keskin."

 

"Etme." Dedi. "Hiçbir şey için teşekkür etme bana. Senin ağzından çıkan her bir söz emirdir benim için. Ne nasıl istiyorsan öyle olacak." Kolları sırtımı sıvazladı. "Bunu bir nevi Savcı, komiser ilişkisi gibi düşünebilirsin." Dediğinde güldüm. "Sen nasıl adliye koridorlarında, karakollarda herkese kök söktürüyorsan, oradaki herkes nasıl senin ağzından çıkacak tek bir lafa bakıyorsa, sözlerinin nasıl bir kıymeti, önemi varsa hepsinin üzerinde," Parmak uçları yine saçlarımın uçlarıyla oynadı belli belirsiz. "Senin isteğinin, arzunun, kelimelerinin, sözlerinin kıymeti de benim için bir emir, kanun, fermandır." Dedi.

 

Kollarımı daha sıkı sardım heybetli bedenine.

 

"Hep saklasana beni böyle kollarının arasında." Dedim başımı kaldırıp ona bakarak. "Kimsecikler görmesin beni senden başka. Ulaşamasın."

 

Kolları beni sıkı sıkıya sardığında, "Bazen içime sokasım geliyor seni. Her türlü kötülükten korumak, içimde saklayasım geliyor ama sana en büyük kötülüğü de ben yaparım onu da biliyorum." Dedi sıkıntıyla. "Hiç kimse göremez benim sende gördüklerimi. Hiç kimse bakamaz benim baktığım gibi sana. Hiç kimse dokunamaz benim dokunduğum gibi sana. Hiç kimsenin yansıması yer edinemez gözlerimde senden başka. Ve İzgi kimsenin gücü yetmez seni benden almaya. Hiç kimse ulaşamaz içimde ki yerine." Katran karası gözleri uçsuz bucaksız bir uçurumu andırıyordu. "Senin bile."

 

"Biraz uzanalım mı?" Dedim kapıyı kapatıp daha sonra elinden tutarak onu yatağa çekiştirirken. "Göğüsünde dinleneyim mi biraz?" Diye sordum çocuk gibi.

 

Ona çok yakışan gülümsemesi yüzünde yer edindiğinde gamzesi ortaya çıktı. "Gel." Dedi yatağa uzanıp beni de göğüsüne çekerek. "Gel bakalım benim küçük kızım." Kollarını bedenime sardığında iyice sokuldum göğüsüne. "Ne zaman büyüyeceksin de benim seni sarıp sarmaladığım gibi sende sarıp sarmalayacaksın beni acaba?" Dedi tatlı bir sitemle.

 

Gülümsedim.

 

Derin ve içli bir nefes çektim ciğerlerime. Çenemi göğüsüne yaslayıp alttan alttan ona baktığımda oda üstten üstten bana baktı başını eğerek.

 

"Baba olmak ister miydin?" Diye sordum merakla.

 

Tedirgin bir şekilde ona bakarken, "Hayır." Dedi. Rahatça sindim göğüsüne tekrar. "Henüz bu dünyaya çocuk getirecek kadar aklımı yitirmedim." Dedi buz gibi bir sesle. "Babasının ben olduğu hiçbir çocuk böyle bir çocuk böyle bir hayatı istemez İzgi ve ben, kız veya erkek fark etmez rabbim nasip ederse ileride çocuklarımın onları sunduğum bu hayat yüzünden benden nefret etmelerini istemiyorum."

 

"Merak etme," dedim rahat bir nefes alarak. "Benimde anne olmak gibi bir düşüncem yok ama yine de merak ettiğim için sormak istemiştim. Batur ve Ozan şir-"

 

"Baba olmayı istiyordum." Dedi bir anda sözümü keserek. "Eskiden."

 

Bende isterdim anne olmak.

 

Eskiden.

 

Çok eskiden.

 

"Şu anda istememenin tek sebebi bütün dünyadaki İmparatorluğun yüzünden mi?" Diye sordum merakla. "Yoksa başka bir sebebi mi var?"

 

Yutkunduğunu hareket eden adem elmasından anladım. Katran karası gözleri beni yeni bir bilinmezliğin için sürüklediğinde sessiz kaldı.

 

Baba olmak istememesinin başka bir sebebi vardı.

 

Neydi onu hayalinden vazgeçiren?

 

"Kalksak iyi olacak." Dedi doğrulurken. Bende üzerinden kalktım. "Düğüne geç kalacağız yoksa. Sende hazırlanmaya başlasan iyi olur." Eğilip başımın üstüne bir öpücük kondurduktan hemen sonra odadan çıktı ve beni içimde ki savaşla bir başıma bıraktı.

 

...

 

Üzerimde kırmızı, belden korseli ve omuzları düşük, sağ bacağında kalçalarımın hemen altında biten bir yırtmacı olan, eteği yere kadar uzanan bir elbise vardı. Saçlarımı düzleştirmiş perçemlerimi kulağımın arkasına sıkıştırarak hafif bir makyajla süslediğim yüzümü ortaya çıkarmıştım. Yeşil gözlerimin içini siyah bir göz kalemiyle doldurmuş ve yine siyah ve kahve tonlarında bir farla gözlerimin ortaya çıkmasını sağlamıştım. Elbisemle birebir aynı renkte olan kırmızı rujum beyaz tenimle bütünleşmiş haldeydi.

 

 

 

 

Aynadaki aksim cesur ve güzel gözüküyordu. Aynı zamanda dikkat çekici.

 

Parmağımda ki yakut yüzük ve alyansım çarptı gözüme. Sağ elimin parmakları sol elimde yüzük parmağımdaki yüzüklerimle oynanmaya başladı istemsizce. Bunu farkında olmadan çok sık yapıyordum. Bileğimde pırlanta bir bilezik varken bu elbiseye güzel bir pırlanta kolyenin de yakışacağına emindim ama Keskinin bana verdiği üzeri pırlantalarla işlenmiş pusula kolyesi daha zarif ve güzel duruyordu. Onu çıkarmak istememiştim.

 

İçimde derin bir huzursuzluk hakimken kalbim kasıldı. Sakinleşmek adına aldığım nefesler pek yardımcı olmasa da idare etmek zorundaydım.

 

Çantamı da alarak odadan çıktığımda adımlarımı salona inen merdivenlere attım. Hep birlikte çıkacağımız için ve ben biraz geç hazırlandığım için herkes aşağıda beni bekliyordu.

 

Keskin aşağıda olmasaydı kesin bir şeyler zırvalayıp huzurumu kaçırırlardı ama o varken tek kelime etmeye cesaretleri yoktu.

 

Merdiven basamaklarını tek tek indikten sonra adımlarımı salona doğru attım. Yaklaştıkça sesler arttı.

 

Salondan içeriye girdiğimde gözlerim ilk olarak onu aradı ve onun katran karası gözleriyle göz göze geldim.

 

Babaannem, "Şükür." Derken oturduğu yerden ayaklandı. "Haydi çıkalum artuk! Geç kalacağuz!" Dedi yanımdan geçip giderken.

 

Göğüs kafesim aldığım nefesle yükselirken gözleri uzun uzun taradı üzerimi ve yutkundu. Gözleri kısıldığında bakışları uzun uzun yırtmacımda gezindi. Başını sağa doğru eğdiğinde ağzının içinde bir şeyler homurdandı.

 

"Çıkmıyor muyuz?" Diye sordum adımlarını ona doğru atarken salon çoktan boşalmaya başlamıştı. Dedem çatık kaşlarla Keskini süzdüğünü ve teyzemin zoruyla homurdana homurdana salondan çıktığını fark ettim.

 

Yanına ulaştığımda bir kolu belime dolandı ve göğüs kafesim sertçe kaslı göğüsüne çarptı.

 

"İyi fikir," dedi. Parmaklarının tersi çıplak omuzlarımda tüy gibi gezindiğinde tüylerim diken diken oldu. "Bugünü de birlikte çiftlik evinde geçirebiliriz." Diye bir teklifte bulundu.

 

Gülümserken bir elim ensesindeki saçları okşadı. "Bugünü değil belki ama bu geceyi sana ayıracağımdan emin olabilirsin." Dediğimde güldü.

 

"Bu gece hiçbir yere oturmayacaksın." Dedi sertçe. Kaşlarım çatıldı. "Yürüdükçe bile açılıyor anasını satayım! Kim bilir oturunca nasıl açılır."

 

"Abartma istersen." Dedim gözlerimi devirerek. "Hadi çıkalım artık. Abimin düğününe geç kalmak istemiyorum." Diye sızlandım.

 

Bir eli belimdeyken kendisiyle beraber beni de yürüttü. "Gel başımın tatlı belası gel." Dedi sitemle.

 

Birlikte evden çıktığımızda kapıdaki koruma ordusu ve ondan fazla araba çarptı gözümün önüne.

 

"Şaka yapıyorsun?" Dedim şaşkınlıkla. Cevap vermedi. "Keskin!"

 

"Tedbiri elden bırakamam," arabanın kapısını açtı ve yolcu koltuğuna oturmandan hemen önce, "Hele ki yanımda sen varken." Diyerek tamamladı sözünü.

 

Önümüzde bize eskortluk eden ondan fazla araba varken arkamızda da bir o kadarı bulunuyordu ve yolda çıktığımızda sağımızda ve solumuzda da araçlar belirdi.

 

"Bu kadar tedbir ne için?" Diye sordum. "Ben zaten gereken tedbiri almıştım."

 

"Senin aldığın tedbir düşmanlarımınızın yapacaklarının yanında hiçbir şey İzgi." Dedi tek eliyle direksiyonu ustalıkla kullanırken diğer eli çıplak bacağımdaydı. "Hayatımızın normal olmadığını gayet iyi biliyorsun. Bir Kara'yken yeterince tehdit altında olmayabilirsin. Hayatını özgürce de yaşayabilirsin ama bir Alacahanken bunu sağlamak çok zor. Her daim tetikte olman lazım." Dediğinde sıkıntıyla iç çektim. "Torpido gözünde bir silah var. Senin için özel olarak yapıldı. Bacağına sarman içinde bir korse bulunuyor. Arabadan inmeden önce halletsen iyi olur." Bugün fazla ciddi ve katıydı nedense.

 

"Bilmem gereken bir şey var mı Keskin?" Dedim torpido gözünden gecenin karanlığında bile üzerinde Altın sarısı harflerle yazılmış olan İKA işlemesinde parmaklarımı gezinirken korseyi de çıkardım ve oturduğum için daha fazla açılan çıplak bacağıma hafifçe yükselerek sardıktan sonra silahı da yerleştirdim ve elbisenin kumaşını üzerine örttüm.

 

"Dikkatli ol." Dedi. "Ben yanında değilken bile her an dikkati ol İzgi ve mümkünse bu gece yanımdan bir an olsun ayrılma." Düğünün yapılacağı otelin bahçesine giriş yaptık.

 

"Bir sorun mu var?" Diye sordum merakla. İçimi kaplayan huzursuzluk gittikçe arttı. "Mecliste işler yolunda değil mi?"

 

Araba durduğunda kemerini çözdü ve bana doğru döndü. "Şu anda sana anlatabileceğim bir durum değil." Kaşlarım çatıldı. "Senden sadece yanımdan ayrılmamanı istiyorum."

 

"Keskin-"

 

"İzgi." Diyerek kesti sözümü. "Sorgulama." Dedi itiraz kabul etmez bir sesle. Arabadan indiğinde benim tarafıma geldi ve kapımı açtığında elimden tutarak inmemde yardımcı oldu ve tam o anda flaşlar yüzümüzde patladı.

 

Eli elime sarıldığında derin bir nefes aldım ve bizi çekmek için uğraşana magazincilerin arasından sıyrıldım.

 

"İz hanım? Keskin beyle sessiz sedasız evliliğinizin sebebinin hamilelikten ötürü olduğu konuşuluyor. Bu konu hakkında ne söyleyeceksiniz?"

 

"Hamile olduğunuza dair söylentiler gerçek mi? Bu konu hakkında bir açıklama yapmayacak mısınız?"

 

"Bu iddalar hakkında söylemek istediğiniz bir şey yok mu? Keskin bey? İz hanım?"

 

"Gizli saklı yapılan evliliğiniz hakkında ki d-"

 

Gerisini dinlemedim. İçeriye girene kadar uğultular da dedikodular da arttı ama hepsine kulağımı tıkadım. Birlikte el ele içeriye girdiğimizde otelin balo salonunun davetliler için nasıl güzel süslendiğini baktım. Bahçeye açılan kapıda gözüktüğü kadarıyla oraya da masalar kurulmuştu.

 

Kolu yeniden yılan gibi belime dolandığında salonu dolduran kalabalık içimin sıkılmasına sebep oldu.

 

Birlikte bize yarılan masaya geçerken Berna hanımları da gördüm.

 

"İz." Dedi Aylin beni görünce gülümseyerek. "Çok güzel olmuşsun."

 

"Sende öyle Aylin." Üzerinde ona çok yakışan turkuaz askılı bir saten elbise vardı. Gözlerinin güzelliğini ortaya çıkarmıştı. Ayşe babaanneyle Keskinin arasında yer alırken Rıza beyin bakışlarını üzerimde hissettim.

 

"Hoş geldin kızım." Dedi başıyla selam vererek.

 

"Hoş buldum." Dedim gülümseyerek. "Uzun zaman oldu görüşmeyeli." Dedim sorgu dolu bir sesle.

 

"İş için Fransadaydım." Dediğinde bakışları kısa bir süre oğlunu buldu.

 

"Anladım."

 

Abim ve Esra'nın geldiğine dair bir müzik sesi içeriyi doldurduğunda hepimiz ayaklandık ve alkışlar eşliğinde ikisi de salona girdiğinde artık gülümsüyordum. Nikah masasına geçtiklerinde benim de adımlarım o tarafa doğru yönelmişti ki Keskinin eli bileğime sarıldı.

 

"Sen nereye?" Diye sordu çatık kaşlarıyla.

 

"Esra şahit olarak beni yazmış." Dediğimde bırakmak zorunda kaldı.

 

"Gözümün önünden ayrılma İzgi." Dedi sertçe. "Gözlerimin sana değeceği her yerde ol ama seni göremeyeceğim hiçbir yere gitme."

 

Eli bileğimden ayrılığında Egemende yanıma ulaştı ve birlikte nikah masasında şahitler için ayrılan kısıma oturduk.

 

Esra beyazlar içinde güzelliğine güzellik katarken heyecandan yerinde duramıyor gibiydi. Abimle bakışlarımız kesiştiğinde ona gülümsedim ve aynı şekilde karşılık aldım.

 

"Gelin hanım adınız soy adını?" Diye başladı nikah memuru sözüne. Gerisi çorap söküğü gibi gelirken salonda alkış tufanı koptu ve çekilen fotoğrafların arından kendimi nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde Esra'yla pistte karşılıklı bir şekilde oynarken buldum.

 

Kendimi şarkının ritmine bırakıp deli gibi Esra'yla karşılıklı dans ederken Simay da katıldı aramıza.

 

Meyhaneci sarhoşum bu gece

Aşığım aşık çal bu gece

"Tak etti" canıma yalnız her gece

İçiyoruz yine bu gece

 

Bağırışlar yükseldiğinde elbisemin eteğini tutarak kendi etrafımda bir tur attım ve bağıra bağıra şarkıya eşlik etmeye başlarken karşımda Egemeni buldum.

 

Meyhaneci sarhoşum bu gece

Aşığım aşık çal bu gece

"Tak etti" canıma yalnız her gece

 

İçiyoruz yine bu gece

İçiyorum her gece

Her gece başka bir eğlence

İçiyorum gönlümce

 

Sağ elimi havaya kaldırmış şarkıyı Egemene hitaben söylerken kalçalarımı kıvırarak arkamı dönmüş ve ellerimi arkaya doğru atıp oynamaya başlamıştım ki başımın üstünden bir ton para abim ve Egemen tarafından üzerime saçıldığında kahkaham dudaklarımın arasından kaçtı.

 

Rakkas geldi meydane

Al bastı ak gerdane

 

"Ay ay ay ay ay ay canlar!" Diye bağırdım etrafımda bir tur atarken Esra'yla yine karşı karşıya geldim.

 

"Böyle dilber gördün mü?" Diye bağırdım elimle onu işaret ederek. Bir yandan şarkının ritmine ayak uyduruyor bir yandan da ellerimi deli gibi hareket ettiriyordum.

 

Ey meclisi şahane

 

"Ay ay ay ay ay ay canlar!" Diye bir kez daha bağırdığımda Esra'a gelinliğini tutarak ben ise elbisemin eteklerini tutarak elimi sallaya sallaya birbirimizin etrafında döndük.

 

Ortada bir süre daha bu şekilde devam ettikten sonra bizzat Dedem tarafından halay açıldı ve bütün salonu dolduran bir büyüklükte çember oluştuğunda Esra bilmediğinden olsa gerek ortadan çekilmişti ki bir başıma kaldığımı sandığımda abimi karşımda buldum.

 

Elim birisi tarafından mendil tutuşturulurken bu kişinin teyzemin kızı ve belki de en çok sevdiğim kuzenim Ezo olduğunu fark ettim.

 

We dibînim Dîyarbekir

Rabûn cotkar û karker

Min û te bi hev ra ban dikir

Yan mirin yan Dîyarbekir

Her bijî Dîyarbekir

Yan mirin yan Dîyarbekir

 

Kollarımı kaldırıp elimdeki mendili sallarken abim elindeki mendili önce kendi başının etrafında daha sonra benim kafamın etrafından geçirdiğinde daha çok ona yaklaştım ve kollarımı iki yana doğru açıp mendili sallarken abim kollarını açarak etrafımda bir tur döndü ve salonu bizimkilerin zılgıt sesleri doldurduğunda etrafımıza doluşan insanları fark ettim.

 

Dîyarbekir poz li banî

Çar dorê wî mêrg û kanî

Min û te bi hev ra soz danî

Yan mirin yan Dîyarbekir

Her bijî Dîyarbekir

Yan mirin yan Dîyarbekir

 

Halay gittikçe coştuğunda müzik değişti ve yeni bir halayın daha ortasında kendimi bulduğumda karşımda dedemi görmek affalamama sebep olsada bozuntuya vermeden gülümsedim.

 

Tu tîrêja Rojhîlat î Bêrîtan Bêrîtan

Tu aşitî û xebat î Bêrîtan Bêrîtan

 

Dedem, yanımıza gelen davulcuya ceketinin cebinden çıkardığı bir deste parayı verdiğinde davul sesi ayaklarımın dibinde çaldı.

 

Tu cenga waran, welat î

 

Kollarımı havaya kaldırdığımda elimdeki mendili daha hızlı salladım ve abimle dedem bu sefer karşı karşıya gelirken Ezo beni yalnız bırakmamak için karşıma geçti ve ikimizde birbirimize yaklaştığımızda omuzlarımız birbirine çarptı.

 

"Bêrîtan Bêrîtan" diye bağırdık birbirimize baka baka ve etrafımızda çember oluşturan kadınlardan zılgıt sesleri salonu doldurduğunda Ezo etrafında bir tur attı ve ben geriye doğru çekilip mendilimi sallarken eli dudaklarının üzerine kapandı ve zılgıtı göğe yükseldiğinde başımı geriye atarak bir kahkaha attım.

 

Halay çoştukça coştu. Hepimiz bir arada oynarken ortada büyük bir halka oluştu ve Ezoyla ikimiz ortada kaldığımızda ritim yükseldikçe yükseldi ve bizde coştukça coştuk. Etrafımızda ki halka da oynayanlar alkış tutarak oynamaya başladığında Ezo da bende elimdeki mendili sallaya sallaya birbirimize yaklaştık.

 

Ezonun abisi Hazar ve abim de ellerinde mendillerle ortaya geldiklerinde geri çekildik. Ezo abimle karşılıklı oynamaya başladığında bende Hazar'la karşı karşıya geldim ve bir çift gözün sırtımda ki varlığını iliklerime kadar hissettim.

 

Elimdeki mendili sallaya sallaya Hazar'la birbirimize yaklaştık. Omuzlarımı sallaya sallaya oynarken ben kendi etrafımda ağır ağır ritme uyarak dönmüştüm ki Hazar bir anda etrafımda kollarını açarak döndüğünde Teyzemin başlattığı zılgıta kuzenlerim eşlik etti ve zılgıtların bu sefer sonu gelmedi.

 

Hafifçe öne doğru eğildiğimde o da benimle birlikte eğildi ve ikimizin de yüzünde bir gülümse hakimken dizlerimi kırarak gittikçe artan ritimle omuzlarımızı sallaya sallaya oynamaya başladık.

 

Tepemizden saçılan paralar yeri boyladığında mendiller, zılgıtlar havada uçuştu. Kadınlar etrafımıza doluştu. Ezonun zılgıtı göğe yükseldiğinde müziğin sesini bile bastırdı sesi ve aramıza girdiğinde üçümüz birlikte oynamaya başladık.

 

"Tey tey tey!" Dedi Ezo omzunu omzuma vurarak ve gülmeme neden oldu. "Dik oyna teyzemin kızı dik oyna!" Diye bağırdı. Ela gözleri etrafımızda ki kalabalıkta gezindi. "Dost var düşman var, dik oyna!"

 

Kollarımı havaya kaldırdığımda elimdeki mendili iki elimle tuttum ve müziğin ritimine ayak uydurarak ortada kendi etrafımda bir kez daha döndüğümde ayaklarımın dibinde davulcu oturdu ve aldığı paralarla benim için davula vurduğunda abim başımın üzerinden deste haline getirdiği dolarların lastiğini çözüp paraları havaya attığında omuzlarımı sallaya sallaya ona doğru hareket ettim ve oda elindeki mendili sallaya sallaya bana doğru yöneldi.

 

Esra bir anda ortamıza dahil olduğunda buraya zorla getirildiği o kadar belliydi ki kollarına girmiş olan kadınları görünce bunu anladım.

 

Ona doğru yaklaştığımda, "Ayakların gözükmüyor zaten. Kollarını bizim gibi hareket ettirip mendili sallasan yeterli." Dedim rahatlatmak adına. Mendili eline tutuşturduğumda abimin karşısına geçti ve bu zılgıtların yeniden salonu doldurmasına sebep olurken gözleri birkaç dakika kollarımı nasıl hareket ettirdiğime değidi ve dikkatlice beni izledikten sonra kollarını ve omuzlarını benim yaptığım gibi hareket ettirmeye başladığında, "Mendili salla!" Dedim dudaklarımı oynatarak ve mendili sallamaya başladığında bana gülümseyip tamamen abime döndü.

 

Neyseki oynayışı sırıtmıyordu.

 

Abimle karşılıklı bir şekilde omuzlarını sallaya sallaya oynamaya başladığında bu sefer dedem bir deste parayı başlarından aşağıya saçtı ve davulcu onlar için vurdu bu kez tokmağı.

 

Müzik değişip yerini Karadeniz yöresine bıraktığında, "UYY!" Diye bağırdı Simay ve Egemenin elinde tuttuğu mendili kaparak horon tepmeye başlayan insanlarına arasına dalmadan hemen önce, "HA DAMAT NEREYEDUR DAMAT!" Diye bağırmıştı. "HALAY ÇEKMEYU BİLEYSUN GELDE İKİ HORON TEP BABAANNEM SENU TEPELEMEDEN!" Dediğinde hepimizin kahkahası müziğin sesinde yankılandı.

 

Duman geliyor duman bağrını karalamaya

 

"Ha gelde alalum şunlarin havasuni!" Dedim abime. Gülerek yanıma geldiğinde başı çeken Simayın elinden mendili kaptım. Simay bana dönerken, "Ooo!" Dedi elleriyle alkış tutarak. Abim Egemenle Simayın arasına girerken benle Simayın arasına girmedi. Birlikte oynamamızı istedi. "Sonunida haturladinmi karadenuz kizi olduğuni?!" Serçe parmağım serçe parmağını kavradığında ritim ayak uydurdum ve ayaklarıma dolanan eteğimi tuttum.

 

Dumanda benim gibi meraklı ağlamağa

Yine geldi aklıma geliyu ağlamağumm

 

Simayla el ele başı çekerken deli gibi tepiniyorduk desem daha doğru olurdu.

 

"Yar yaylanın uzun yolu yoldur benim durağım, of offf!" Diye bağırdık Simayla birlikte kollarımızı havaya kaldırarak ve omuzlarımızı birbirine vurduk.

 

"Oyna güzelim oyna, oyna çimen kurusun

Yaktın yureklerimi, bir bakar, bir durursun!" Diye bağırdı eliyle beni göstererek.

 

"Oyna ufağı oyna çimen kurusun

Yaktın yureklerim bir bakar, bir durursun!" Dedim bende onu işaret ederek ve hızlanan kemençeyle birlikte biz de hızlandık.

 

Çiçekli yaylalarun soğuk olur suların

Yol vermeyi geceyim dumanlidur dağlarun

Yine geldi aklima hakiki eski günler

Hiç bişey anlamadan geldi geçti seneler of of

 

Bu kısımda ikimizde öne doğru eğildik.

 

Oyna sevduğum oyna oyna çimen kurusun

Yaktın yureklerimi, bir bakar, bir durursun

Oyna ufağım oyna oyna çimen kurusun

Yaktın yüreklerim, bir bakar, bir durursun

 

Hem şarkıya eşlik ediyor hem de ritime ayak uydurarak ayaklarımızı yere vura vura horon tepiyorduk.

 

"Karadeniz, oyna! coştur kendini be!" Diye bağırdık dört kardeş hep bir ağızdan. Babamın gülümseyerek bizi izlediğini gördüm.

 

Horonun hemen ardından roman havası çaldığında bu sefer karşımda bana Ezo ve Simay eşlik etti. Ezo üzerindeki bordo kaftanıyla güzelliğine güzellik katarken karşımda benimle kıvırtarak oynadığında kumral saçları belinde salındı.

 

Küçük ve şirin bir yüzü vardı. Duru ve zarif güzelliğiyle herkesi kendine çeker bir bakanın bir daha bakmasını sağlardı. Benimle aynı yaştaydı ve ana sınıfı öğretmeniydi. Şimdilik Diyarbakır'da görev yapsada tayinini İstanbul'a isteyeceğini biliyordum.

 

Aşan aşiretinde bana yoldaş, arkadaş olan ve her daim arkamda sorgusuz sualsiz duran tek kişiydi. Aramızda mesafeler olsa da her yan yana geldiğimizde sanki o mesafeler hiç yokmuş gibi devam ederdik hayatımıza.

 

Ben bir karabiberim

Yuvarlanır giderim

Çok konuşma kaynana

Seni deli ederim

 

Ezo elini sallayarak kalçasını salladığını benimde bir elim eteğimi kavradı ve kalçamı sallayarak etrafımda döndüm.

 

Ben bir karabiberim

Yuvarlanır giderim

Çok konuşma kaynana

Seni deli ederim

 

Kaynana kaynana deli gibi kaynana

Allah var yukarda benimle oynama

Kaynana kaynana godi gibi kaynana

Allah var yukarda benimle oynama

 

"Benimle oynamaaa!" Diye bağırdı Ezo bas bas.

 

Hap koydum hap koydum

İçine de hap koydum

Kaynanamın adını kuyruklu

Yılan koydum

 

Ezoyla sırt sırta verdiğimizde ellerimiz havada hareketlendi ve onun başı benim omzuma yatarken benim başım onun omzuma yattı ve sabahtan beri havada uçuşan parlardan bir deste daha bizim üzerimize saçıldı.

 

Ezo gülümsediğinde, ona göz kırptım ve gülümseyerek doğrulduğumda bir çift kara gözün çemberin dışında uzaktan beni izlediğini gördüğümde gülümsemem büyüdü ve ona arkamı döndüm.

 

Aylin de aramıza dahil olduğunda sanki Ezoyla kırk yıllık arkadaşmış gibi karşılıklı kıvırtamaya başladılar. Esra salına salına karşıma geçtiğinde bu seferde onunla karşılıklı oynamaya başlamıştım ki Simay geldi yanımıza ve üçümüz birlikte oynarken Ezo ve Aylinde yanımıza geldi. Ben bu sefer de Aylinle karşılıklı oynarken nefret ve kıskançlık dolu bakışları görmeme gerek yoktu. Hepsinin varlığını üzerimde hissediyordum.

 

Esra dikkatlice yer oturduğunda karşısında ki simaya bakarak değişen müziği söylemeye ve oynamaya başladı.

 

Müzik kesildiğinde etraftan aaaa diye bağırışlar yükseldi ve hemen ardından erik dalı yükseldiğinde Şebnemi Esra'nın karşısında gördüm.

 

Abim kuzenleri ve arkadaşları ile köşede oynarken Berna hanım bir anda karşımda belirdi ve yüzümde yer edinen gülümseme kocaman bir hal aldığında kollarımı kaldırdım ve ona eşlik ettim.

 

Erik dalı gevrektir

Erik dalı gevrektir

Amanın basmaya gelmez

Haydi basmaya gelmez

 

Parmaklarımı şıklatarak Berna hanımla karşılıklı oynamaya başladım.

 

Eller oynasın eller

Diller oynasın diller

Eller ne derse desinler

 

"O dillerini yesinler." Kısımında Berna hanım çenemi kavrayıp gülümseyerek hafifçe sıktığında gülümsedim.

 

Ayşe babaanne de aramıza dahil olduğunda, "Ooooo!" Diye bağırdık Berna hanımla birlikte ve Aylin de dahil oldu kendi aramızdaki küçük halkaya. Karşılıklı oyunumuz müzikle gittikçe hararetlendi ve Sergen dahil oldu aramıza.

 

Kaşlarım havalandığında etraftan büyük bir bağırış yükseldi ve ikimizde kollarımızı kaldırarak ağır ağır birbirimize doğru dizlerimizi kırarak yürüdüğümüzde omuzlarımızı birbirimize vurduk.

 

Amanın oynasın eller

Diller gaynasın diller

Eller ne derse desinler

O dillerini yesinler

 

Sergen kafasını ritme uyum sallayarak sallarken kollarını genişçe açtı ve gevşekçe sırıttığında Ayşe babaannenin yanağından bir makas aldı ve bu kahkaha atmama sebep oldu.

 

Ayşe babaanne bana doğru oynadığında yandan yandan ona doğru kıvırtarak ilerledim ve o da aynı şekilde bana doğru geldi.

 

"Darısı senin başına inşallah." Dedi yanımdan geçerken ve gözlerim Keskini bulduğunda yüzünde ona çok yakışan gülümsemesiyle gamzelerini ortaya çıkararak bizi izlediğini gördüm.

 

"Gıı!" Dedi Sergen. "Böyle olmuyoru arkideş." Dedi Sergen Muğla ağzıyla kulağıma doğru bağırarak. Şaşkınlıkla ona baktım. "Zeybik oyamayacakmısın abemle?" Dedi omzuma vurarak.

 

"He gıı." Dedi diğer yanımda biten Aylin. "Bir zeybik dönüverin de elalem oyun görsün!" Dedi gülerek.

 

"Benum laz damarumu arturmayın." Dedim. "Ya da Kürt damarımı." Diyerek şiveyi kestim. "Ağbeyunuz oyandi mi benumle el ele horon?" Diye sordum. "Ya da karşılıklı halay?"

 

"Bu da kanal değiştirir gibi frekans değiştiriyor anasını satayım." Dedi Sergen homurdanarak. Aylin kahkaha atarken ben kaşlarımı çatmıştım. "Bazen seni anlamakta zorluk çektiğimin altını çizmek isterim yengeceğim."

 

"Sen onu bir de bana sor." Dedim gözlerimi devirerek.

 

"Eee?" Dedi Aylin. "Oynamayacak mısın zeybek?" Diye sordu heyecanla.

 

"Oynarım oynamasına da bugün değil." Dedim. "Esra'yla abimin düğünün de değil. Oynarsak eğer kendi düğünümüzde oynarız."

 

"Ülen!" Dedi Ayşe babaanne. "Sirgen?!" Diye bağırdığında Aylinle attığımız kahkaha Sergen'in bizi itekleyerek koşarak babaannesine gitmesine sebep oldu. "Ne edip durun orada?"

 

"Söyle sultanım. Kalbimin tek sahibi. Kısmetimi kapattığın yetmedi şimdi ne istiyorsun söyle?" Diyerek babaannesinin yanaklarını sıktı.

 

"Melahatin kızı Selmayı biyon?" Diye sordu.

 

"He biyom babaanne. Ne olmuş?"

 

"Sıltarmak gibi durme karşimde. Alı veririm ayağımın altine he?!" Diye kızdı.

 

"Sıltarmak ne demek?" Diye sordum merakla Ayline.

 

"Somurtma demek istiyor." Diyerek açıkladı. "Boşver sen şimdi onu yeterince yoruldun zaten. Hadi git abimin yanına." Diyerek kovdu beni pistten.

 

Yaklaşık beş dakika sonra bir şekilde kalabalıktan sıyrıldığımda adımlarımı bar tezgahına yaslanmış olan adama doğru yönlendirdim.

 

Yanına vardığımda barmenden benim için rica ettiği suyu bana uzattığı ve üç yudumda buz gibi suyu içtiğimde, "Yavaş!" Dedi. "Boğulacaksın."

 

Takı merasimi başlamıştı ve Esra'ya Aşan aşiretinden takılan kilolarca altın gözüme çarptı. Dedem gösterişe aşıktı.

 

"Keskin?" Douglasın sesi aramıza sızdığında lacivert bir takım elbisenin içinde olan bedeni de görüş açıma girdi.

 

Tedirgin hali Keskinin de gözünden kaçmamış olacak ki, "Ne oldu?" Diye sordu yaslandığı yerden doğrularak. Douglasın mavileri beni bulduğunda söyleyip söylememek arasında kaldı.

 

"Karşında Liderin karısı duruyor Douglas." Dedi Keskin sertçe. "Bilmem gereken her şeyi bilmeye hakkı var." Diyerek uyarıda bulundu.

 

"Çatıdaki adamlar indirilmiş, kapıdaki adamlarında bizden olmadığı belli." Keskin düz bir şekilde Douglasa bakıyordu. "On altı ölümüz var. İndirilen hiç kimse yaşatılmıyor sadece bir kişi," dedi temkinli bir sesle. "Bir kişi sağ kalmış ama onun da durumu ağır."

 

"Kim?" Diye sordu. Keskinin yüzünde mimik bile oynamıyordu. Öylece karşısında ki arkadaşını dinliyordu.

 

"İdil." Dedi Douglas vurgun gibi bir sesle ve şaşkınlıkla ona bakmama sebep olduğunda Keskinin yüzündeki ifade sarsıldı. Çehresinde korkunç bir ifade belirdi. "Sayıca İdil'den çok fazla olmalılar." Diyerek devam etti. "Yoksa başka türlü İdili alt edemezlerdi ya da keskin nişancıyla işlerini hallettiler çünkü sırtından yediği üç kurşunla terasa çıkan koridorda baygın halde buldum."

 

"Durumu nasıl?" Diye sordu.

 

"Kötü." Dedi Douglas. "Yarası çok ağır." Keskin gözlerini sinirle yumarken bar tezgahına yaslı eli yumruk halini aldı.

 

"Keskin-"

 

"Hiçbir yere." Dedi gözlerini açıp bana bakarak. Sesinde ki buz gibi tını irkilmeme sebep oldu. "Ayrılmıyorsun. Burada beni bekle." Konuşmak için hareketlenmiştim ki yanında Douglasla birlikte yanımdan ayrıldı. Başıyla adamlarına bir emir verirken hepsinin gözleri üzerimde asılı kaldı.

 

Kapıdaki özel harekete doğru yöneldiğimde önüme çıkan ve yakasında Meclise ait olduğunu belirten bir kuşun kanatını andıran ama aslında kanadın etrafını saran ejderhanın kıvrak bedeni aşağıya doğru yol çizen altın sarısı simgenin yaklarında ki görüntüsü çarptı gözüme. Meclisteki kadınlar bunu kıyafetlerine broş olarak kullanırken bazıları kulağına küpe olarak takıyordu ve erkekler de küçültülmüş halini ceketlerinin mendil kısmına takıyorlardı.

 

 

 

 

 

"Maalesef buradan ayrılamazsınız İz hanım." İtiraz etmek için dudaklarımı atlamıştım ki, "Liderin kesin emri var." Diyerek öfkeyle ona bakmam sebep olmuştu.

 

Arkamı dönüp piste doğru ilerlemiştim ki öne doğru attığım üçüncü adımımın havada asılı kalmasına sebep olan şey salonun elektriklerinin kesilmesi olurken eş zamanlı olarak silah seslerini dolduran salondan çığlıklar yükseldi ve ellerim anında bacağıma gizlediğim silahımı bulurken ellerim arkamdan tutularak sertçe sırtıma sabitlendi ve silahın soğuk varlığını şakaklarımda hissettiğimde esneme çarpan sıcak nefes midemin bulanmasına sebep oldu.

 

Kurtulmak için hamlede bulunacaktım ki bu sefer karnımda hissettiğim soğuk namluyla birlikte bir karaltı belirdi karşımda ama karanlıkta yüzünü seçemedim.

 

"Beni gördüğüne sevinmedin mi Mrs, Alacahan?" Dedi İngilizce konuşarak ve aksanlı çıkan tok sesi onu tanımama sebep olduğunda ensemde küçük bir sızı hissettim ve kirpiklerim acıyla titredi.

 

Silvan Vance, benim için buradaydı ve tam karşımdaydı.

 

Bedenimi ele geçiren uyuşukluk beni hissizleştirdiğinde gözlerimin arkasına çekilen perde zifiri karanlıktan ibaretti.

 

 

Bölüm sonu.

 

Bölümü nasıl buldunuz? Neler düşünüyorsunuz?

 

Ayrıca lütfen oy ve yorum yapmayı unutmayın!

 

Özellikle yorum çünkü yorumlarınızı okumak ayrı bir keyif veriyooor!

Loading...
0%